Bir mozaik olarak Türkiye (28) – Türkiye’de Süryaniler | Sait Suşin Ruşen Çakır’a anlattı

Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 28. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Sait Suşin ile Türkiye’de Süryanileri konuştu.

Süryaniler kimler? Türkiye’de nüfusları ne kadar? Nerelerde yaşıyorlar? Süryanilerin dini inancı nedir? Tarihi geçmişleri nereye dayanıyor? Süryanilerin gelenekleri günümüze nasıl geldi? Dünyada nerelerde yaşıyorlar? Süryanilerin en büyük sorunları ne? Süryani okulları açılamaya devam edecek mi?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 28. bölümüne geldik ve Süryanileri konuşuyoruz. Çok önemli, çok değerli bir topluluğu konuşuyoruz ve bu konuda Beyoğlu Süryani Kadim Meryem Ana Kilisesi Vakfı’nın Başkanı Sait Susin Bey konuğumuz. Hoş geldiniz Sait Bey.

Sait Susin: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Evet, ben az buçuk biliyorum, bildiğimi sanıyorum daha doğrusu. Mardin’de çok bulundum, oralarda da gördüm, İstanbul’da tanıdıklarım da oldu, arkadaşlarım da oldu. Ama galiba bilmiyorum.

Sait Susin: Estağfurullah.

Ruşen Çakır: İzleyicilerimiz hele hiç bilmiyor diye varsayıyoruz. Zaten bu yayınları yapmamızın en önemli nedeni de bu zenginlikleri herkesin bilmesi. Özellikle kaybolmaya yüz tutmuş birtakım kültürler, inanışlar ya da etnik gruplar var. Şimdi Süryanilik deyince bu bir etnik grup mu, bir dini grup mu, açıkçası tam emin olamıyorum. Nedir Süryanilik?

Sait Susin: Süryanilik aslında bir ırk, etnik bir grup. Tabii bunun milattan önce 5000 yıllık bir geçmişi var. Semitik ırka mensup olan Aramiler 5000 yıllık bir süreden beri Mezopotamya’da, Kuzey Suriye’de, Ortadoğu’da yaşıyorlar. Aramiler, 2000 yıl önce Pagan inanışındayken Hristiyanlığı kabul ettiler. Süryaniler, Hristiyanlığı ilk kabul eden kavimdir. Süryani Devleti, ilk Hristiyanlığı kabul eden devlettir ve Süryanilerin geçmişi Aramilere dayanıyor. Aynı dil, aynı ırk. Hristiyanlığı kabul ettikten sonra putperest Aramilerden ayrılmaları açısından Süryani ismini almışlardır. Yani bizim 5000 yıllık bir geçmişimiz var ve 5000 yıla dayanan bir dilimiz, kültürümüz, etnik bir köken olarak burada, bu topraklarda, özellikle Ortadoğu’da, özellikle Mezopotamya’da doğmuş.

Ruşen Çakır: Bu sadece Türkiye toprakları içinde mi?

Sait Susin: Kaynak Mezopotamya, ama başlangıç hep Ortadoğu’da. Burada, bu medeniyetlerin içinde, Aramilerin içinde Asur var, Babil var, Sümer var. Bütün o medeniyetlerden çıkıp gelen… Ben tarihçi değilim bu arada, onu belirteyim. Bildiklerimi paylaşıyorum sadece.

Ruşen Çakır: Şimdi şeyi merak ediyorum; şu anda Ortadoğu’da var olan ulus devletler içerisinde — Türkiye’de olduğunu biliyorum — mesela Irak’ta, Suriye’de, başka yerlerde var mı?

Sait Susin: Bütün Ortadoğu’da çok yoğun bir Süryani nüfusu vardır. Vardı, daha çoktu. Özellikle bu son Suriye olayları, Ortadoğu’daki işte Arap Baharı dedikleri — nasıl bir baharsa — orada özellikle Hristiyanlar, herkes çok büyük zarar gördü. Herkes göç etmek zorunda kaldı. Yani her gruptan insanlar büyük sıkıntılar yaşadılar. Ama biz Süryaniler için, özellikle dünyada çok fazla nüfusu olmayan bizim gibi toplumlar çok daha fazla zarar gördü. Bizim dünyada en rahat yaşadığımız ülkelerin başındaydı Suriye ve çok ciddi bir nüfus vardı. 1932 yılında patriklik merkezimiz Mardin’den, Deyrulzafaran’dan Suriye’ye geçti ve hâlâ patriklik merkezimiz orada. Her yönden, orada silahlı kuvvetlerde, emniyette, poliste, her kademede çalışan Süryaniler vardı. Ama son zamanlarda nüfusları bir hayli azaldı. Sorunuza cevap olarak, Ortadoğu’nun her yerinde Süryaniler var.

Ruşen Çakır: Ama anladığım kadarıyla an itibarıyla Avrupa’da daha çoklar.

Sait Susin: Evet. Ve bu nüfus son 60-70 yıl içinde dağıldı. 1915’lerde Türkiye’de başladı, 1950’lerde arttı, 1970-80’lerde en üst noktaya geldi. Ama bu arada Arap ülkelerinde yaşayan çok ciddi bir Süryani nüfusu bütün dünyaya yayıldı. Şu anda mesela Almanya’da 62 kilisemiz var. Bizim kiliselerimizin kendine has ritüelleri var ve bize ‘‘Süryani Kadim’’ diyorlar. Neden diyorlar? Çünkü milattan sonra 3.-4. yüzyılda konulan kurallarla, ritüellerle şu anda devam ediyoruz.

Ruşen Çakır: Ama Ortodokssunuz değil mi?

Sait Susin: Ortodoksuz ama Ortodoks derken herhangi bir kiliseye bağlı değiliz. Bizim kilisemiz Antakya Süryani Kilisesi. Şöyle anlatmaya çalışalım: İlk kilise Kudüs’te, Kudüs Ana Kilisesi. Kudüs Ana Kilisesi’nde — Hristiyanlık ismi de yoktu o zamanlar — toplantılar yapılıyordu, İsa Mesih’in elçileri toplantılar yapıyorlardı. Sonra buradan Barnaba adında İsa’ya inanmış olan bir kişi Antakya’ya gidiyor. Orada çok ciddi bir nüfus var, çok ciddi bir potansiyel var ve Antakya’da Aramiler arasında Pagan inancında olan Aramileri Hristiyanlık inancına davet ediyor ve orada ciddi bir nüfus oluşuyor. Kudüs Ana Kilisesi’nden sonra kurulan ilk kilise, Antakya Kilisesi olarak geçiyor. Antakya Kilisesi, milattan sonra 98’de, 99’da Antakya Süryani Kilisesi ismini aldılar ve orada bütün Ortadoğu’da varlığını sürdürdü. Daha sonra Mısır’da İskenderiye Kilisesi kuruldu. Daha sonra Roma Kilisesi, daha sonra İstanbul Kilisesi kuruldu. Ve bir dönem Antakya Süryani Kilisesi’ne bağlı olan cemaat topluluğu, bütün dünyadaki bütün bu kiliselerin hepsinin bağlı olduğu şeyden daha geniş bir bölgeye hitap ediyordu. Zaman içinde kendi içlerindeki mücadeleler, ayrılmalar kiliseyi zayıflatmış oldu.

Ruşen Çakır: Peki, Sait Bey, şunu sormak istiyorum; göçler, batıya göçler… Bu göçlerin nedeni ekonomik mi, yoksa kimlik koruma refleksiyle birtakım siyasi yönleri olan göçler mi? Mesela Türkiye’den Süryanilerden İskandinavya’ya da çok giden var diye biliyorum, yanılıyor muyum?

Sait Susin: Bütün Avrupa ülkelerinde, şu an dünyanın neredeyse her tarafında Süryani var. Avrupa’da var, İskandinavya’da tabii. İsveç’te mesela iki dönem önce 6 tane milletvekilimiz vardı. Avrupa’nın bütün ülkelerinde, Amerika’da, Kuzey Amerika’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da hep cemaat mensuplarımız var ve bunların hepsi Ortadoğu’dan gitme insanlar.

Ruşen Çakır: Gitme nedenini sordum. Neden gittiler?

Sait Susin: Neden gittiler? Nedeni hakkında çok şey var. Tabii özellikle 1915’te yaşanan olaylar, ekonomik durum ve oradaki o yerel halkın baskıları… Avrupa’ya gidiş başladığı anda, oradaki rahatlık, oradaki özgürlük ortamını, nispeten daha rahat ortamı gördükçe…

Ruşen Çakır: Bir ayrımcılıktan bahsediyorsunuz. Tabii, demeye diliniz varmıyor ama…

Sait Susin: Hayır, burada tabii ki özellikle köyden, merkezden, İstanbul’dan, Osmanlı döneminden bahsediyorum, sonra Cumhuriyet’in ilk döneminde merkezden uzak kaldıkları için oradaki yerel aşiretlerin baskılarından kaçmış oldular. Ama biz Süryaniler olarak şunu hep söylüyoruz: Dünyanın neresine gidersek gidelim, burada 5000 yıllık bir geçmişimiz var. Burada doğduk, bir sürü tarihi eserlerimiz var. Sorarsanız eğer Süryaniler hakkında, orada bırakılan yazılı eserler konusunda da bilgilerimi paylaşmak isterim. Bütün neyimiz var neyimiz yoksa hep Ortadoğu’da. Ama biz dünyanın neresine gidersek gidelim, üç nesil, beş nesil sonra asimile olma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Onun için özellikle ülkemiz, şu anda en rahat yaşadığımız, Ortadoğu’da en rahat yaşanan yer Türkiye bizim açımızdan. Ve özellikle son 20-22 yıl içinde çok ciddi kazanımlar da edinmiş olduk.

Ruşen Çakır: Mesela?

Sait Susin: Mesela, kilisemiz yoktu. Biz 1950’lerden sonra dünyanın dört bir tarafına yayıldık ve Türkiye’deki Süryaniler İstanbul’u bir sıçrama tahtası olarak kullandılar. İstanbul’a geldiler, İstanbul’dan dünyaya dağıldılar. Tabii, İstanbul’a bizim gibi gelip de İstanbul’da kalanlar oldu. Bizim kendimize has ritüellerimiz var. Mesela bizim kiliselerde heykel olmaz; bizim kiliselerde hat yazı, hattatlık daha ön planda. Onun için buraya geldiğimiz zaman bizim 1800’lü yıllarda Tarlabaşı’nda ilk kilisemiz, tek kilisemiz vardı. O zaman cemaat de yoktu ama zamanla kalabalıklaştıkça bu kiliseye sığmamıza imkân yoktu. Kardeş kiliselerin içinde, kardeş kiliselere ait 7 kilisede ayin yapıyoruz ve ciddi sıkıntılar yaşanıyordu. Özellikle Yeşilköy’de, cemaatin en kalabalık olduğu Yeşilköy’de zaman uymuyor, ritüeller uymuyor. Orada ilk defa kilise yapmak için devletimiz, Büyükşehir mülkiyetindeki bir araziyi bize tahsis etti ve kilisemizi yaptık. Yalnız tahsisle kalmadı, Sayın Cumhurbaşkanımız hem temel atma törenine geldi hem açılışa geldi. Bu bizim için çok çok önemli.

Ruşen Çakır: Bir de okul var galiba.

Sait Susin: Bir de şöyle; biliyorsunuz, Lozan Anlaşması’nda Müslüman olmayan herkes azınlık. Bunun tartışması yok. Siz isteseniz de istemeseniz de Müslüman değilseniz, azınlıksınız. Ve azınlıkların kendi dillerinde eğitim vereceği okullar açma hakkı var. Ancak bu Lozan Anlaşmaları görüşmeleri esnasında, orada bizim Patrik’in o dönemdeki şartlarda; ‘‘Biz azınlık değiliz, biz buranın asli unsuruyuz, biz buranın en eskileriyiz’’ diye söylemi zaman içinde Milli Eğitim, o zamanki ismiyle Maarif Vekâleti’nin çıkardığı bir kararla ‘‘Sadece Rum, Musevi ve Ermeniler okul açabilir’’ şeklinde bir yönetmelik yayınlandı. Bu yönetmeliğe göre de bizim okul açmamız hep engellendi. Son işte 2013 yılında biz İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne müracaat ettik, ‘‘Kendi dilimizi öğretecek okul açmak istiyoruz’’ diye söyledik ve bize ‘‘Yabancı dilde eğitim veremezsiniz’’ diye cevap geldi. Orada, Milli Eğitim’le yaptığımız görüşmeler, tabii yine Cumhurbaşkanımızın, vakıflardan sorumlu bakanların, o dönemde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün de desteğiyle ilk defa bir anaokulu açmış olduk.

Ruşen Çakır: İstanbul’da mı?

Sait Susin: İstanbul’da, Yeşilköy’de anaokuluyla başladık. Şimdi tabii bu okulu yaşatabilmemiz için mutlaka ilkokula ihtiyacımız var. İlkokul açmak için de yine devletimizden bir yer tahsis edilmesini istedik. Sayın Cumhurbaşkanımız, kilise açılış konuşmasında iki dönüm bir yer tahsis edeceğini, bunun üzerinde çalışma yapıldığını söyledi ve gerçekten de Veliefendi’de iki dönüm bir yer tahsis ettiler bize. Şimdi o yerin üç dönüm olduğunu öğrendik, eğitim alanı olarak ayrılmış. Üç dönüme çıkaracaklar o yeri ve orada ilkokulumuzu, anaokulumuzu açacağız. Çünkü o anaokulunu yaşatmamız için mutlaka ilkokul açmak zorunluluğu var. Çünkü anaokuluna çocuklarını gönderenler, ‘‘Bundan sonra nereye göndereceğiz?’’ diye soruyorlar.

Ruşen Çakır: Peki, bu kadar çocuk var mı?

Sait Susin: Var tabii. Bizim İstanbul’da 17.000 nüfusumuz var.

Ruşen Çakır: Kaç?

Sait Susin: 17.000 nüfusumuz var.

Ruşen Çakır: İstanbul’da mı?

Sait Susin: İstanbul’da. Türkiye genelinde 25.000 civarındayız. O nüfusun büyük kısmı İstanbul’da. Onun dışında Mardin’de, Midyat’ta, Diyarbakır’da çok az var. Adıyaman’da nispeten daha fazla. Elâzığ’da kilisemiz var, orada birkaç ailemiz var. Ama büyük nüfus burada ve çok büyük ihtiyaç var bu konuda.

Ruşen Çakır: Peki, şeyi merak ediyorum; gençler Süryani kimliğini sahipleniyor mu? Çünkü birçok grupta bunu gördük, özellikle büyük şehirlerde olanlarda. Yani bir tür daha küreselleşme ya da işte diyelim ki Türkiye’de Türkçe bilip Süryanice bilmeme gibi… Hepsi biliyor mu Süryanice mesela, gençler, çocuklar?

Sait Susin: Maalesef maalesef. Şimdi Midyat’tan gelen cemaat üyelerimiz Süryanice biliyor, halk dilini biliyor. Ben Mardin’de doğdum, orada eğitimimin çoğunu tamamladım, lise sonuna kadar orada okudum. Mardin’de bizim ana dilimiz Arapça. Biz okulda hem okuma yazmayı hem Türkçeyi öğrendik. Mardin’den gelenler genellikle bilmiyor, Midyat’tan gelenler konuşuyor. Ama okul olmadığı zaman hem sahiplenme zayıflıyor hem o dili öğrenme, o kültürü öğrenme konusunda sıkıntılar yaşanıyor. Tabii kilisede yapılan konuşmalar var, hafta sonu verilen eğitimler var. Bunlar yeterli değil tabii. Ama umuyorum ve diliyorum ki bu okulu, ilkokulumuzu açtığımız zaman burada ilgi de artacak, o ihtiyaç da karşılanmış olacak diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Süryani deyince aklımıza tabii kuyumculuk geliyor.

Sait Susin: Evet.

Ruşen Çakır: Bu doğru, değil mi? Şehir efsanesi değil.

Sait Susin: Doğru, doğru, doğru.

Ruşen Çakır: Hepiniz ama kuyumcu değilsiniz herhalde.

Sait Susin: Hepimiz kuyumcu değiliz tabii ama büyük kısmı, özellikle şimdi mesela taşradayken Mardin’de, Midyat’ta kuyumcusu da var, terzisi de var, berberi de var. Her meslekten insanlar, hep serbest meslek tabii. İstanbul’a gelince terzisi de, berberi de hepsi kuyumculuk şeyinde toplandı. Ama bunun dışında tekstille ilgilenen, çeşitli sanat kolları ile ilgilenen cemaat üyelerimiz var. Yani hepsi kuyumcu diye söylemek doğru değil, hepimiz kuyumcu değiliz. Mesela bizim, gelecek sene herhalde 49. yılımızı kutlayacağız, bir aile şirketimiz var, başlangıçtan beri tekstil ile uğraşıyoruz. Bu şekilde gidiyor. Matbaacılıkla ilgilenenler var ve özellikle eğitime daha çok önem veren gençlerimiz birçok şirketin, birçok uluslararası şirketin yönetici pozisyonda çalışıyorlar.

Ruşen Çakır: Bir de tabii rahmetli Murat Dilmener var, değil mi?

Sait Susin: Murat Dilmener hocamız, evet.

Ruşen Çakır: Hastaneye adı verildi.

Sait Susin: Adı verildi, evet.

Ruşen Çakır: O bir sembol isim oldu, Covid döneminde.

Sait Susin: Evet, evet.

Ruşen Çakır: Yani adına bakınca bilmeyenler Süryani olduğunu anlamıyor ama.

Sait Susin: Evet, bizim çoğumuzun isimleri bu şekilde.

Ruşen Çakır: Peki, kapalı bir toplum musunuz? Süryaniler mesela karma evlilik yapıyor mu? Ben bunu herkese soruyorum, bazıları anlamıyor, ‘‘Ne demek yani?’’ diyor. Ama mesela Süryaniler, bu zaten az olan sayıyı, yani kültürü muhafaza etmek için dışarıdan evlilik yapmaya soğuk bakıyor diye bir rivayet duyuyorum.

Sait Susin: Şimdi şöyle, tabii biz çok daha kapalı bir toplumduk. Özellikle bütün dünyaya açıldık. Biraz önce siz söylediniz, ‘‘Süryanilik hakkında bilgilerim var, daha fazla bilgi edinmek istiyorum’’ dediniz. Süryanilik nedir bilen yoktu; ‘‘Siz Suriyeli misiniz, siz Hristiyan mısınız, siz Müslüman mısınız?’’ diye soruluyordu. Ama bu son zamanlarda birçok akademik çalışma ya da test çalışmasına da konu oldu, Süryanilik daha çok bilinmeye başladı. Özellikle bu açtığımız kilise, bütün dünyada aslında ülkemiz içinde çok büyük bir prestij kaynağı oldu. Bizim için de büyük mutluluk, ama her yerde duyulmuş oldu. Şimdi biz küçük bir toplumuz. Tabii ki karma evlilik yapan gençlerimiz de var ama açıkçası istemeyiz olmasını. Yani dağılmamak için, varlığımızı koruyabilmek için bunun başka çıkış yolu yok. Bu, ne yobazlıktır…

Ruşen Çakır: Zor soru sordum.

Sait Susin: Yok, zor soru değil. Ben bekliyordum sormanızı zaten, sormanız da iyi oldu. Burada iki kişi birbirini seviyor, bu nasıl olacak? Mutlaka işte bunun serbest… Zaten serbest, isteyen evleniyor ama biz arzu etmiyoruz açıkçası.

Ruşen Çakır: Peki şey duyuyorum, son dönemde Batı’ya göç etmiş Süryaniler, özellikle yaşı belli bir yaş olanların geri döndüklerini, özellikle Mardin civarına yani Güneydoğu’ya dönmek istediklerini, döndüklerini duyuyorum. Bu gerçekten böyle mi ve sorun oluyor mu? Yani gerçekten dönüp yerleşebiliyorlar mı?

Sait Susin: Şöyle, şimdi tabii ilk gidenlerin hepsinin gözü burada, buraya dönmek istiyor. Hatta senede 3-4 tane cenaze geliyor, Amerika’dan geliyor, Avrupa’dan geliyor. Birçok yerde “Ben topraklarımda gömülmek istiyorum” diye vasiyet edenler var. Ama şu anda Avrupa’da, Batı’da, Türkiye dışında 3. nesil yaşanıyor. O 3. nesilin çok fazla isteği yok ama ister 1. nesil ister 2. nesil olsun, bunların hepsi ne köylerini ne şehirlerini unutuyorlar. Özellikle köylerde harabeye dönmüş olan evlerini, kiliselerini yapıyorlar, onarıyorlar ve daha çok yaz aylarında oraya geliyorlar. Orada bir tür tatil gibi bir şey yapıyorlar. Çok ilgi var dışarıdan. Orada manastırlarımız var çünkü, 7 tane yaşayan manastırımız var Türkiye’de. Bunların hepsi ülkemizin de zenginliği, hepsi tarihi eserler, çok değerli eserler herkes için. Siz Mardin’e gittiniz mesela. Biraz önce sohbet ediyordum sizin arkadaşla, işte 23.20 falan gitmiş, çok çok beğenmiş.

Ruşen Çakır: Oraya gitmeden olmaz.

Sait Susin: Evet, Mardin’e giden herkes, Midyat’a giden herkes oraya hayran kalıyor. Biz de özellikle gidenlerin gözü hep burada, buraya geliyorlar. Burada, biraz önce söyledim, kiliselerini, manastırlarını onarıyorlar. Ama oradalar, çoluk çocukları her şeyleri orada.

Ruşen Çakır: Peki, siz anladığım kadarıyla bayağı bir örgütlüsünüz. Yani Süryanilerin sayıları az ama vakıflar, dernekler, özellikle dini şeyleri, ibadethane açmak ya da korumak anlamında bayağı bir örgütlülüğünüz var herhalde. Bu konuda sorun yaşıyor musunuz?

Sait Susin: Hayır, hiçbir sorun yaşamıyoruz. Şimdi bizi bir arada tutan, ben hep ‘‘kilimiz’’ diyorum, kimyadan gelme bir alışkanlıkla, bizi bir arada tutan kilisedir. Bizim son Abgar Krallığı, 3. yüzyılda yıkılan Urfa merkezli Abgar Krallığı Süryani krallığıdır. Ondan sonra bizim ne siyasetle ne devletle herhangi bir şeyimiz olmadı. Neyimiz var, neyimiz yoksa kilisede. Biz büyük çoğunluğumuz pazar günleri bir araya geliriz. Kilisenin olmazsa olmazı mutlaka kültür salonumuz, o salonda bir araya geliyoruz, sosyalleşiyoruz, işte bazen gençler, bazen çocuklar birtakım oyunlar yapıyoruz, taziyelerimizi filan yapıyoruz. Bunun gibi derneklerimiz de var. Mesela bu son dönemde biz bir spor kulübü kurduk, şu anda İstanbul amatör liginde oynayan Kadimsporumuz var. Midyat’ta özellikle daha çok kurulan dernekler filan var. Ama ana bağımız bizim kilisedir, kilise etrafında toplanıyoruz.

Ruşen Çakır: Peki bir ara dediniz ki eski zamanlarda, yani bir ayrımcılık, toplumun diğer kesimleri tarafından bir ayrımcılık kavramı, siz kullanmadınız ama ben öyle anladım, hala geçerli mi? Yani mesela insanlar size ‘‘öteki’’ muamelesi yapıyorlar mı, yoksa artık daha bir normalleşme, Süryaniliğin bu ülkenin bir parçası olduğunu kabullenme daha fazla mı?

Sait Susin: Şimdi bu 1950’lerden 70’lerden sonra İstanbul’a geldiğimiz zaman çoğumuz ismini değiştirdi, çoğumuz kimliğini gizledi. Ama son zamanlarda biz birçok yerde kimliğimizle övünüyoruz. Ben kilisenin açılış konuşmasında, konuşmamı şöyle bitirdim: “Ben Süryani kimliğimle övündüğüm gibi, altında yaşadığım Türk bayrağıyla da övünüyorum” şeklinde söyledim. Bu ülkenin biz bir parçasıyız ve benim 49 yıllık iş hayatım var. Belki 2-3 tane Hristiyan müşterim olmuştur, geri kalanın hepsi Müslümandır, hepsi benim Süryani olduğumu biliyor ve hiçbir zaman hiçbir zaman “Ya, bu Süryani’dir, buna iş vermeyelim” ya da “Bununla çalışmayalım” diye bir şey duymadım.

Ruşen Çakır: Peki, çocuklara tekrar eski isimler verme şeyi başladı mı? Şimdi onu görüyoruz, birtakım gruplar artık isimleri, Kürtler yapıyor da onun dışında gruplar da yapıyor. Mesela Çerkesler yapıyor, çocuklarının isimlerini Çerkesçe veriyorlar. Sizde de tekrar… Hani dediniz ya, ‘‘İlk başta isimlerimizi değiştirdik’’ diye. Şimdi yeni nesil çocuklara eski isimler veriliyor mu?

Sait Susin: Şimdi bakın, zaten ortak bir sürü ismimiz var. Mesela benim oğlumun adı İbrahim, benim adım Sait, babamın adı İbrahim, onun babasının adı Sait. Bu Sait, Zeki, Kenan, bunlar ortak isimler zaten. Yalnız Müslüman ismi değil, bu coğrafyanın isimleri. Bir kısım isimlerimiz böyle, bu coğrafyadan gelen isimler. Ama Süryanilere has isimler de var, isteyen o ismi kullanıyor, kullananlar da var dediğiniz gibi.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda Süryanilerin en temel sorunları nedir Sait Bey? İllaki vardır.

Sait Susin: Şimdi bakın, açıkça söylemek gerekirse, biraz önce de değindim ona, bizim temel sorunumuz kiliseydi, kilisemiz yoktu, kilisemiz oldu. Temel, hepsinden önemli sorun okul açamıyorduk, okul açıyoruz. Bizim Mardin Büyükşehir mülkiyetine geçtiği zaman, biliyorsunuz, o zaman köyler mahalleye dönüşüyor ve orada 55 tane manastır, kilise ve mezarlığımız hazineye geçmişti. Orada yine ilgililere gittik, ilgililere anlattık ve Cumhurbaşkanımız o zaman başbakandı, torba yasasında bunların hepsini ilgili vakıflara, vakıflarımıza devrettiler. Yani sıkıntımız olan her şeyi anlatmaya çalışıyoruz, sıkıntılar bitmiyor tabii. Mesela Suriye’de, Irak’ta bir başbakan yardımcısı bile olabiliyorken, silahlı kuvvetlerde çalışıyorken, devletin her kademesinde çalışabiliyorken, maalesef Türkiye’de hala bu yok. İşte ilk defa bir Ermeni kaymakam atandı, o da ne oldu, devam ediyor mu etmiyor mu, bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Yani bir devlet memuru olmada…

Sait Susin: Devlet memuru olabiliyor ama işte bir emniyette, silahlı kuvvetlerde… Yani ben şunu anlamıyorum, düşünün ki silahlı kuvvetlerde biz teğmen oluyoruz, orada duruyoruz. Bir silahlı kuvvetlerde bir muvazzaf subay, poliste bir emniyet müdürü…

Ruşen Çakır: Hiç mi olmadı?

Sait Susin: Bu hiç olmadı. Hiç olmadı. Bu ülkemiz için de bir zenginlik.

Ruşen Çakır: Orada şöyle de diyorlar ama, yani kimseyi savunmak için değil, bunu söylediğimiz zaman birileri de diyor ki; “Ya Süryaniler de başvurmuyor kardeşim.”

Sait Susin: Vurmuyor çünkü biliyor ki olmuyor. Bir örnek vereceğim. Mesela bizim Mardin’de papazımızın torunu çok meraklı uçağa filan, Hava Harp Okulu’na müracaat etti, sınavları filan geçti, geldi burada, işte Yeşilyurt’ta sınava girdi. Çocuğun söylediği, “Girdim, bana ‘Sen düz tabansın’ dediler, çıkardılar” dedi. Yani burada bir engel var ama ülkemizin prestiji açısından, ülkemizin Batı’daki prestiji açısından — maalesef ne yaparsak yapalım Batı’nın görüşü değişmiyor, ön yargısı değişmiyor — bunları nispeten kırabilmek için emniyet müdürlüğünde bir polis, bir emniyet amiri, bir kişi, iki kişi, bunların hepsi ateş olsa ne yapar, ne yapabilir?

Ruşen Çakır: Evet, çok haklısınız. Peki, nasıl bir gelecek görüyorsunuz Türkiye’de Süryaniler için? Okul açılıyor, kilise yapılıyor ama sayınız az. Diasporadaki, dışarıdakilerle ilişkileriniz daha kolaylaştı herhalde, özellikle yeni teknolojilerle beraber. Tahmin ediyorum WhatsApp grupları, vesaireler, şunlar bunlar vardır. Herkes birbiriyle Zoom üzerinden konuşuyordur, vesairedir. Peki, nasıl bir gelecek görüyorsunuz? Mesela şunu çok merak ediyorum: Şimdi birçok konuştuğum toplulukta, gençler Türkiye’nin genelinde olduğu gibi yurt dışına gitmek istiyorlar, ekonomik nedenlerle, vesaire falan. Sizde de öyle mi, yoksa daha bir Türkiye’ye bağlılık var mı?

Sait Susin: Şimdi bunun azınlıkla, Süryanilikle ilgisi yok. Siz de söylediniz, genelde böyle bir akış var. Mesela bir emniyet müdürüne hayırlı olsuna gitmiştik. Orada işte sohbet ediyoruz, sıcak bir de ortam oldu. Dedi ki; ‘‘Ben istiyorum ki kızım orada yaşasın.’’ Gençlerin çoğunda bu istek var. Ama orada yaşayanların büyük kısmında da… Mesela geliyorlar buraya, mesela üniversiteden sınıf arkadaşım Diyarbakırlıydı, gelmek istiyordu. ‘‘Sait, nasıl geleceğim? Diyarbakır’da şöyle oluyor, böyle oluyor’’ diyordu. ‘‘Ya, bir şey yok, gel bir şey yok’’ diyordum. Kaç sene sonra işte ilk defa gitti Diyarbakır’a, “Ya, bu nasıl bir şey, nasıl anlatılıyor bize, burada neler var?” demişti. Biz burada tabii komşularımızı görüyoruz, Suriye’nin halini görüyoruz, Irak’ı görüyoruz. Burada Suriye’den göç eden 6.000 göçmen geldi geçti. Bizim vakfın bir binası var, ona ranzalar falan koyduk. Orada vize alan, işte çeşitli yollarla gidenler gitti. Mesela Irak’tan gelenler… Musul, bir gece de boşaldı. Adam ağlayarak anlatıyor, diyor ki, “İnan bana, benim 15-20.000 dolar aylık kira gelirim vardı. Şu anda üstümdeki ceketten başka bir şeyim yok” diye söylüyordu. Bir Ortadoğu ülkesinde yaşıyoruz. Bir korku yok dersem mübalağa etmiş olurum. Ama biz bu son 22-23 yıldır hayal edemeyeceğimiz şeyleri yaşadık. Özellikle 2008’de çıkan Vakıflar Yasası, bütün vakıflara can suyu olmuş oldu. Bizim burada, İstanbul’da çok fazla taşınmazımız yok. Neyimiz var neyimiz yoksa hepsi Mardin’de, Midyat’ta ve orada ciddi bir taşınmazı iade etti. Burada kardeş Rum, Ermeni kilise, vakıflarının biliyorsunuz milyonlar, milyarlar değerinde vakıfları iade etti. Yani her noktada baktığımız zaman önümüzü açık görüyoruz. Tabii Türkiye’mizin ekonomik şartları hepimiz için sıkıntı, hepimiz bu sıkıntıyı yaşıyoruz ama başka ülkelere, “Aman ben burayı terk edeceğim, gideceğim” diyen cemaatimizin içinde çok fazla kimse yok.

Ruşen Çakır: Yani sonuç olarak son dönemde bir rahatlama görüyorum.

Sait Susin: Çok ciddi bir rahatlama…

Ruşen Çakır: Ama bir dönem bayağı bir sıkıntı çekmişsiniz, insanlar gitmiş.

Sait Susin: Evet, evet.

Ruşen Çakır: Şimdi Türkiye’ye daha bir bağlı; ama gençleri tutmak pek kolay değil sanki.

Sait Susin: Doğrusunu isterseniz bizden çok giden yok, çok giden yok. Gerçekten İstanbul’daki nüfus, yani işte tabii ki doğum da var, vefat da var, çok fazla giden yok. Midyat’ta da Mardin’de de gitmeyenler duruyor orada. Hani ‘‘Gideceğim’’ diyen kimse yok. Mesela senelerdir Mardin’de 70-75 aile var, işte evlenenler ekleniyor, ama ‘‘Mardin’den gideceğim’’ diyen kimseyi duymadım ben 15-20 seneden beri.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun Sait Bey, çok güzel bir söyleşi oldu. Çok sağ olun. Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 28. bölümünde Süryanileri bize Sait Susin anlattı. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.