Suriye’deki son gelişmeler, bölgesel güç dengelerinde önemli değişimlere işaret ediyor. Suriye’deki gelişmeler bölgedeki diğer aktörlerle Türkiye’nin ilişkilerini nasıl şekillendirir? Suriye Erdoğan’a mı yarıyor? Suriye’de yaşananlar Türkiye’yi nasıl etkiliyor? Ruşen Çakır yorumladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler. Dün sizlerle beraber yaptığımız yayında, ‘‘Suriye’nin geleceği ve Türkiye’’ başlıklı yayında da sorular geldi. Orada da kısmen değindim ama en önemli soru tabii ki, yani bizim için, Türkiye için en önemli sorulardan birisi diyelim, Suriye’deki yaşanan gelişmelerin Türkiye’ye nasıl yansıyacağı ve Türkiye’de iç siyasete nasıl yansıyacağı sorusu. Şöyle de bir şey söyleyebiliriz: Suriye kime yarıyor? Suriye’deki gelişmeler Erdoğan’a mı yarıyor? En çok da sorulan soru bu. Bugün biraz önce, yabancı medyaya çalışan bir Türk meslektaşımla sohbet ediyorduk. O da bana hemen “Erdoğan 2025’te erken seçim yapar mı?” diye sordu. Öyle bir tartıştık aramızda. Onun da düşündüğü – ki çok yakından takip ediyor hem bölgesel gelişmeleri hem Türkiye’deki iç politikayı – Erdoğan’ın güç topladığı, yani kaybettiği güçten topladığı ve bunun verdiği heyecanla ya da gazla diyelim, pekâlâ seçimi erkene alabileceğini söyledi, ki hiç de yabana atılmayacak bir şey. Açıkçası şu an itibarıyla, bugün itibarıyla bu sorunun cevabı, ‘‘Suriye’de olup bitenler Erdoğan’a mı yarıyor?’’ sorusunun cevabı ‘‘Tabii ki’’ dir bana göre. Şu hâliyle ne oldu? Yılların Esad rejimi yıkıldı ve yerine henüz yeni bir rejim inşa edilmedi. Ama şu hâliyle bakıyoruz ki rejim yıkılırken çok fazla kan akmadı, belki de hiç akmadı, çatışma olmadı çok şaşırtıcı bir şekilde, 12 günde gitti rejim. Bugün Putin’den gördüğümüz, Putin’in yaptığı açıklama var, çok ilginç. İran yanlısı savaşçıların, 4.000 savaşçının, Rusya tarafından İran’a aktarıldığını söylüyor. Yani sırf İran yanlısı 4.000 savaşçı orada savaşmak için bekliyor. Onlar savaşa girmedi. Suriye’nin bir ordusu vardı, Esad’a bağlı, onlar savaşa girmedi. Birincisi, hızlı bir şekilde, çatışmasız bir şekilde yılların rejimi, o güçlü Baas rejimi, Esad rejimi yıkıldı. Bu bir kere çok önemli bir gelişme. O zamandan bu zamana da ülkenin fiilen kontrolünü eline alan HTŞ denen örgütün lideri — Golani adını kullanıyor ama gerçek adını kullanmaya başladı, Ahmed eş-Şara — gayet sakin bir şekilde Batı’yla ilişkiler kurarak, dünyaya yumuşak mesajlar vererek ülkeyi toparlamaya çalışıyor ya da onun yönetiminde birileri ülkeyi toparlamaya çalışıyor. Şu hâliyle baktığımız zaman Suriye’de bir sorun gözükmüyor. Bir çatışma an itibarıyla yok. Kuzeyde Kürtlerle, yani onların örgütlenmeleri olan SDG ya da YPG ile Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu’nda birtakım gerginlikler var şu anda Kobani’de; ama henüz orada da bir çatışma hâli gözükmüyor. Bu hâliyle bakıldığı zaman bir kere Suriye’de çok önemli bir şey oldu ve bu çok sakin bir şekilde oldu. Bunun arkasında olan esas gücün Türkiye olduğu konusunda herkes mutabık. Bunu kimileri açık bir şekilde, kimileri örtülü bir şekilde söylüyor. Mesela İran dini lideri Hamaney dedi ki, ‘‘ABD, İsrail ve bir bölge ülkesi’’ dedi. Bölge ülkesi derken Türkiye’yi kastediyordu tabii ki. ABD ve İsrail’in ne derece olaya dahil olduğu tartışmalı, ama gözle görülen o ki Türkiye olaya doğrudan müdahil. Bunu nereden anlıyoruz? Bir kere HTŞ’nin uzun bir süredir bulunduğu İdlib’in Türkiye ve Rusya’nın ortak denetiminde olduğunu biliyoruz. HTŞ’nin her türlü lojistik ihtiyacını alabileceği tek yerin Türkiye üzerinden, Cilvegözü üzerinden olduğunu biliyoruz, Hatay üzerinden olduğunu biliyoruz. Ondan sonra da zaten hemen ardından, Şam düşer düşmez, ilk oraya gidenler arasında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT Başkanı İbrahim Kalın olduğunu biliyoruz. İbrahim Kalın’ı Emevi Camii’ne götüren arabayı kullanan kişinin Golani olduğunu biliyoruz. Birçok şey göstere göstere oluyor. Ve dolayısıyla şunu net bir şekilde söylüyoruz: Suriye’deki rejimin yıkılmasında Türkiye’nin payı çok yüksek. Bu tabii ki ne anlama geliyor? Türkiye’nin, Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği, Türkiye’yi bir bölgesel güç olarak tanımlama iddiasının ete kemiğe bürünmüş hâli bu. Yıllardır bu gündemde, yıllardır Türkiye bir şekilde bölgesel güç olarak bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Mesela bir zamanlar, iç savaşı öncesi, Suriye ile arası çok iyiydi. Herkesle arası çok iyiydi Türkiye’nin. Komşularla sıfır problem politikası vardı ve Suriye ile arası o kadar iyiydi ki ortak kabine toplantıları yapılıyordu ve hatta Türkiye, Suriye ile İsrail arasında ara buluculuğa bile soyunmuştu. Bu bir anlamda barış döneminde bir güç, bölgesel güç. Burada İngilizce tabiriyle ‘‘soft power’’ yani yumuşak gücüyle, Türkiye yumuşak gücünü kullanarak, diplomasiyi, ekonomiyi, nüfusunu kullanarak vesaire bir bölgesel güç olma iddiasındaydı. Şimdi ise soft power değil, hard power‘ın, yani doğrudan askeri gücün denkleme girdiği bir döneme geçildi. Ki Türkiye, Suriye’nin kuzeyine zaten çok önceden Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yerleştirmişti. Şimdi de çok ciddi bir şekilde HTŞ’ye destek olduğunu biliyoruz. Türkiye’nin bölgesel güç olması tabii ki Erdoğan’ın birçok iddiasını gerçekleştirdiğini gösteriyor ve moral olarak ona bir üstünlük veriyor. Bir diğer husus, Türkiye en önemli güvenlik sorunu olarak tanımladığı, Fırat’ın doğusundaki Kürt yapılanmasını, PKK çizgisindeki PYD/YPG’nin oradaki Amerikan destekli yapılanmasını kontrol altına almada çok önemli bir inisiyatif kazandı. Doğrudan Türkiye yanlısı diyelim, Türkiye’nin büyük ölçüde denetiminde olan bir yönetim var Suriye’de ve bu yönetim, ülkenin bölünmemesi için çaba sarf edeceğini ilk andan itibaren söylüyor. Şu hâliyle Türkiye, Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumuna karşı elini ciddi bir şekilde güçlendirdi. Bunu da Erdoğan açısından bir artı olarak yazmak lazım. Tabii burada, birazdan geleceğim, birtakım riskler var. Şu anda fırsatları konuşuyoruz. Böyle bir husus var.
Bir diğer fırsat tabii ki ekonomi. Türkiye, Suriye’nin yeniden yapılanmasında çok önemli roller üstlenebilir. Zaten biliyorsunuz, Esad düşer düşmez Türkiye’deki çimento ve inşaat firmalarının borsadaki değerleri yükseldi. Suriye’ye yönelik olarak Türkiye’den çok büyük bir ekonomik anlamda akın olma ihtimali var. Tabii bunun olabilmesi için Suriye’nin belli bir sermaye birikimine sahip olması lazım. O anlamda da özellikle Körfez ülkeleri ve Batı’nın Suriye’ye birtakım kaynaklar sunması lazım. Bunu yapabilmesi için de Suriye’deki yeni yönetimin Batı tarafından kendisine yapılan birtakım dayatmaları, birtakım beklentileri karşılayabilmesi lazım. Burada da işte Türkiye’nin rolü tekrar karşımıza çıkacak. Yani Suriye’nin, dünyanın kabul ettiği bir ülke, Suriye yönetiminin dünyanın, özellikle Batı’nın kabul ettiği bir ülke hâline gelmesi durumunda – ki bunun olabilmesi için Golani ve arkadaşlarının Türkiye’ye çok ihtiyaçları var bence – böyle bir durumda orada bir ekonomik hareketlilik olacak ve bu ekonomik hareketlilikten Türkiye de çok ciddi bir şekilde faydalanma potansiyeline sahip. Bir diğer husus tabii ki, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların, hepsi olmayacağı kesin ama bir bölümünün geri dönmesi. Bunun olabilmesi için tabii ki öncelikle Suriye’de bir istikrarın elle tutulur hâle gelmesi lazım. İnsanlar şu anda ürküyorlar, hâlâ bir belirsizlik var. İstikrarın oluşması lazım ve ondan sonra da Türkiye’nin bu kişileri, dönmek isteyenleri teşvik etmesi lazım. Önümüzdeki süreçte eğer Suriye’de belli bir istikrar sağlanırsa – ki Türkiye bunun için uğraşacak, Erdoğan bütün konuşmalarında Suriye’nin bölünmez bütünlüğü ve istikrarına vurgu yapıyor – bu gerçekleştikten sonra eğer bunun işaretleri çıkarsa, Türkiye’den dönüşler çok ciddi bir şekilde olacaktır. Bu konuda unutmayın, Batı da çok istekli. Batı da ülkesindeki Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini istiyor ve bunun için de onların dönülebilecek bir Suriye’ye ihtiyacı var. Bu dönüşler olursa, diyelim ki şu anda azar azar geçiliyor yani sayılabiliyor dönenlerin sayısı; ama diyelim ki on binlerce, yüz binlerce kişi Suriye’ye dönerse bu da iç politikada Erdoğan için çok güçlü bir argüman olacak ve de sığınmacı karşıtlığı üzerinden siyaset yapan birçok partiyi de zor durumda bırakacak. İlk başta söyleyebileceklerim, yani buradan Erdoğan’ın önünü açan fırsatlar bunlar. Ama öncelikle bölgesel bir güç olma iddiası, Erdoğan’ın en çok ihtiyaç duyduğu husus bu moral üstünlüğünü tekrar ele geçirmek üzere. Ama işler Suriye’de kötüye giderse işte o zaman faturayı Türkiye de ödeyecek, daha önce olduğu gibi. Daha önce Türkiye yatırım yaptı Suriye muhalefetine ve sonuçta çok ağır faturalar ödedi Türkiye. Hem bir yandan milyonlarca sığınmacı geldi hem bir yandan cihatçı terör Türkiye’ye ihraç oldu, öyle diyelim ve başka bir sürü şey. Ve bu süreç içerisinde AK Parti’nin oylarının da ciddi bir şekilde gerilediğini biliyoruz. Bunun ne kadarı Suriye yüzündendir tespit etmek mümkün değil ama bir etkisi olduğu muhakkak. İstikrar tabii ki Suriyelilerin en büyük beklentisi, arayışı; ama Suriye’deki istikrar aynı zamanda Ankara için çok önemli, çok değerli. Çünkü buraya bu sefer çok daha farklı bir yatırım var Ankara tarafından. Fakat ortada çok ciddi sorunlar var, olacak. Bir kere Türkiye’nin bölgesel güç olmasını hazmetmeyecek, kabul etmek istemeyecek, ayağına takoz koymak isteyecek çok kişi olacak. Rusya da tabii ki. Rusya bunu unutmayacaktır, Türkiye’nin bu yaptıklarını. Ama Rusya için bu daha kabullenebilir bir şey olabilir. Özellikle Ukrayna’da Trump yönetimi ile beraber kendi lehine bir anlaşma sağlanırsa, Rusya için Suriye o kadar öncelikli olmayabilir. Ama İran için böyle değil. İran, Suriye’yi kaybetti. Suriye, İran için çok değerliydi, o Direniş Ekseni denen yer için çok önemliydi. Koca bir devletti bir kere. Çünkü baktığımız zaman İran’ın en büyük destekçileri, diyelim ki Hizbullah, devletimsi bir yapı ama devlet değildi; Husiler öyleydi. Irak diyelim, Irak Şiileri, ama onların çok da güçlü olduklarını söylemek mümkün değil. Suriye, İran için çok değerliydi ve Suriye üzerinden Lübnan’a ve İsrail’e ulaşabiliyordu İran bir şekilde. Şimdi bu koptu. İran bunu bir şekilde telafi etmek isteyecektir. Nasıl yapar, nasıl eder bilemiyorum. Daha kendi savaşçılarını kendisi tahliye edemeyen, Rusya’ya mecbur kalan bir ülkeden bahsediyoruz. Ama yine de İran bir güç.
Bir diğer husus tabii ki İsrail. İsrail, bu bölgenin yeniden şekillenmesinin esas aktörlerinden birisi. Ne oldu? 7 Ekim 2023 Hamas saldırıları ile beraber Netanyahu yönetimi bunu bir fırsata dönüştürdü. O şoku hızlıca atlatıp, Batı’nın kayıtsız şartsız desteğiyle her şehre çok ciddi bir şekilde; Gazze’de bir soykırım, Batı Şeria’da çok büyük zulümler yaptı ve ardından Lübnan’a ve hatta İran’a yönelik çok ciddi hamleler gerçekleştirdi İsrail ve büyük ölçüde Hizbullah’ın ve Hamas’ın önde gelen liderlerine göstere göstere suikastlar yaptı. Hatta bunlardan birisi Haniye suikasti, Tahran’da oldu. Bütün bunlar İsrail’in elini çok güçlendirdi ve Suriye olayında da İsrail, Suriye’de işgal ettiği toprakların sayısını, yani alanını genişletti ve Suriye’nin özellikle askeri altyapısını büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Şu anda İsrail, 7 Ekim 2023’ten çok daha güçlü. Ama tabii ki İsrail’in gücünün de sınırları var. Her şeyden önce nüfus olarak baktığımız zaman nüfusu az bir ülke. Ama yeni Amerikan yönetiminde Trump’ın İsrail’e desteğini eksiltmeyeceğini, arttıracağını da biliyoruz. İsrail, bu anlamda Türkiye ile bir rekabet içerisinde olacaktır ve özellikle de Türkiye’nin Suriye’de karşısına alır gözüktüğü Kürtleri bir şekilde destekleyecektir. Ama bu nasıl olur, bunları şu anda kestirmek mümkün değil. Ama İsrail olayını hep akılda tutmak lazım. Bazıları komplo teorileri yapıyor, ‘‘Türkiye ve İsrail birlikte yaptı’’ diye. Ben bunlara inanmıyorum ama şunu özellikle vurgulamak lazım: Şu yeni Ortadoğu yapılanması içerisinde, şekillenmesi içerisinde Türkiye ile İsrail’in yakınlaşması durumunda bölge çok bambaşka bir yer olur. Ama onun çok uzağındayız, ortada çok ciddi bir Filistinlilere yönelik soykırım var ve iki devletli çözüme İsrail yönetiminin hiçbir şekilde yanaşmaması var. Ama yine de belli olmaz deyip, onu da bir opsiyon olarak bir kenara koyalım. Burada Türkiye ve Türkiye’deki siyasi iktidar şu anda çok avantajlı bir durumda. Ama dediğim gibi buradan bir şeyler devşirilmesi için, kar, açık kar, elle tutulur kar elde edebilmesi için bu istikrarın sağlanması ve korunması gerekiyor. Bunun da yolu tabii ki içeride çatışmaların bitmesi. Ama bir diğer taraftan Türkiye özellikle Fırat’ın doğusunda Kürt yapılanmalarına karşı çok sert tutumlar sergiliyor. Hakan Fidan’ın söylediği, “YPG ya kendini fesheder ya da feshedilir” çıkışını unutmamak lazım. Her ne kadar El Cezire en son olarak, ‘‘Bu meseleyi halledecek olan Suriyelilerin kendileridir’’ demiş olsa da burada çıtayı çok yukarıya çekti cuma akşamı yaptığı konuşmada. Eğer ülkede tekrar bir çatışma başlarsa, Türkiye doğrudan ya da dolaylı dahil olsa da olmasa da bu çatışmanın Suriye’ye yönelik ilgiyi, pozitif ilgiyi azaltacağı ve belki de sıfırlayacağı muhakkak. Şunu da unutmamak lazım; özellikle Batı’ya ihtiyacı var Suriye’nin ve Batılıların gözünde, Batı kamuoyunun ve yönetimlerinin gözünde, YPG ile HTŞ arasında bir tercih yapmaları söylendiğinde, tereddütsüz hemen hemen hepsi herhalde YPG’yi tercih eder. Çünkü HTŞ cihatçı bir gelenekten geliyor ama YPG bambaşka, kadınlar önde vesaire. Dolayısıyla çok kritik bir olay söz konusu. Burada işte Ankara’nın bu meseleyi dünyanın, özellikle Batı’nın çok tepkisine yol açmadan çözebilecek formülleri bulup bulamayacağı önemli olacak. Nasıl yapabilir? Burada yapılabilecek şey, tabii ki, ideali ve Ankara’nın en büyük istediği, Kürtlerin Ankara’nın çizdiği sınırlar içerisinde kalmayı kabul etmeleri. Ona yanaşacak gibi gözükmüyorlar çünkü hala bir Amerikan destekleri de var, açık bir destekleri de var. Tabii Erdoğan, Trump 20 Ocak’ta göreve geldiği zaman bu desteğin çekilmesini umuyor. Bu garanti değil. Ama Amerika desteğini çekse bile, ABD desteğini çekse bile orada Kürtlere yönelik sert birtakım adımlar atılırsa, bir savaş hali olursa vesaire, bunun faturası hem Suriye’deki yeni yönetime hem de Türkiye’ye bir şekilde kesilecektir. Dolayısıyla buradaki Ankara’nın en tercih edebileceği formül, belki de Abdullah Öcalan’ın devreye girip, Suriye’deki Kürtlerin Ankara’yla anlaşmasında bir tür kolaylaştırıcı rol oynaması. Biliyoruz, ayın 23’ünden sonra deniyor, DEM Parti heyetinin İmralı’ya gitmesi bekleniyor Bahçeli’nin yaptığı çağrıya paralel olarak. Önümüzdeki günlerde Öcalan’la görüşme ve Öcalan görüşmesinde Suriye ile ilgili söyleyecekleri çok önemli olacak. Bir şekilde Ankara’nın kabul edebileceği birtakım perspektifler sunarsa Öcalan, o zaman iş çok kolaylaşır. Aksi takdirde iş sertleşir ve sertleşmenin sonuçta ne yeni Şam yönetimine ne de Ankara’nın hayrına olacağını düşünüyorum. Tabii ki orada, Suriye’de tek sorun Kürtler değil yeni yönetim açısından. En büyük sorun o, çünkü Kürtlerin silahlı örgütlenmesi, HTŞ’den daha kapsamlı ve daha güçlü. Bunu biliyoruz. Tabii ki Türkiye’nin desteği olacak vesaire ama birincisi, bu Kürtlerin gerçekten çok ciddi bir örgütlenmesi var. Ama Kürtlerin dışında da gruplar var. Özellikle Aleviler tabii ki, Arap Alevileri. Yakın bir zamana kadar yıllarca ülke yönetimine damga vurmuş, nüfusları ülkenin %15’i diye söyleniyor ama ülkeyi uzun bir süre esas yöneten kesim olmuş. Bunların geleceği ne olacak? Sahilde yaşıyorlar esas olarak, tabii ki Lazkiye ve Tartus’ta, tabii ki Şam’da da varlar. Ama yine de nasıl bir gelecekleri olacak, bu önemli. Onun dışında İslam dışı birtakım, İslamiyet dışı dini gruplar var, Hristiyanlar vesaire. Hristiyanların farklı kolları ya da Ezidiler var ya da mesela belli ölçülerde Dürziler var ve Çerkesler de var. Çerkesleri tabii ki dini değil de bir etnisite olarak görmek mümkün. Çok karışık bir yapı söz konusu ve Batılılar da Golani ile yaptıkları görüşmede ısrarla, ondan her türlü azınlığa karşı saygı göstermelerini talep ediyor, bunu dayatıyorlar. O da, “Tabii tabii” diyor ama hala olay belirsiz. Nasıl bir anayasa oluşacak, nasıl bir hukuk sistemi oluşacak, bunların hepsini bekleyeceğiz, göreceğiz. Ama bunların, Suriye’de yaşayan bütün toplulukların haklarının, hukukların gözetilmemesi halinde ülkede farklı farklı istikrarsızlıklar çıkacak ve Suriye’nin istikrarlı bir ülke olmasını tercih etmeyen güçler bunları çok ciddi bir şekilde kullanacaklar.
Tekrar soruya dönelim: Erdoğan’a mı yarıyor Suriye? Evet, Erdoğan’a yarıyor. Şu haliyle öyle gözüküyor. Bunun seçmen tercihlerine ne derece yansıyacağını kestirmek mümkün değil. Bunların anında da birtakım yansımaları olabilir, ama daha bir zaman içerisinde olabilir. Erdoğan, bu anlamıyla baktığımız zaman çok avantajlı bir duruma geldi ama aynı zamanda risk de aldı. Eğer bu proje başarısızlıkla sonuçlanırsa, Erdoğan için de çok büyük bir yıkım olur ve dediğim gibi tekrar, bunun başarısızlığa uğramasını isteyecek çok yapı var, çok güç var, bölgesel güç, küresel güç var. Bütün bunlara karşı Erdoğan, Ankara biraz yanlı gibi duruyorlar. O arabada, Golani’nin kullandığı arabada Katar İstihbarat Şefi de varmış. Türkiye ve Katar tek başlarına bu projeyi hayata geçirebilirler mi? Çok zor, ama imkansız değil. Geçirebildikleri ölçüde Suriye’nin başarısı, Suriye’deki yeni sistemin başarısı doğrudan Erdoğan’ın başarısı olarak işleyecek. Tabii Erdoğan hep şunu yapar; başarıları sahiplenir, başarısızlıkları başkasına yıkar. Ama bu sefer eğer Golani başarısız olursa, aynı zamanda Erdoğan’ın da başarısız olduğuna hükmetmek kolay olacak. Bir de tabii şunu söylemek lazım; Erdoğan’ın en büyük avantajı, Suriye konusunda muhalefetin hiçbir şey söylememesi, yapmaması. Söylüyorlar bir şeyler ama bunların pek bir anlamı yok. Mesela en son, Gölge Savunma Bakanı Yankı Bağcıoğlu gazetecilerle sohbet etti, bizim arkadaşımız Özgecan Özgenç de oradaydı. Orada Yankı Bağcıoğlu’nun söylediği, mesela Fırat’ın doğusunda bir askeri harekât yapılma ihtimaline net bir şekilde yeşil ışık yakmış. Öyle söyleyince de kızıyorlar ama bu tam anlamıyla iktidarın yanında mevzilenmek demek. Bunu şöyle söyleyeyim; Kürtlerin Rojava diye adlandırdığı bölgeye Türkiye daha önce askeri anlamda müdahil oldu, özellikle batısına oldu. Doğusuna da Türkiye’nin müdahil olma ihtimalini çok normal bir şeymiş gibi söylüyorsanız eğer, bir: İktidardan farkınız ne? İki: Kürtlerle Türkiye’deki Kürtlere ne diyorsunuz? Çünkü biliyoruz ki orada yaşananlar, mesela yıllar önce Kobani’de IŞİD kuşatması varken yaşananlar sırasında Erdoğan o zaman ne demişti? “Kobani düştü, düşüyor” demişti ama düşmedi. Nasıl düşmedi? Amerika Birleşik Devletleri doğrudan devreye girdi, Irak Kürtleri aracılığıyla Türkiye üzerinden Kobani’ye yardım gitti ve o sayede Kobani ayakta kaldı. Şimdi tekrar gözler Kobani’ye çevrilmiş durumda ve o tarihte Kobani’de yaşananların Türkiye Kürtlerinde yarattığı travma çok olağanüstüydü. Bir benzer senaryonun başka bir şekilde, doğrudan Türkiye’nin dahil olacağı şekilde yaşanması durumunda, Türkiye’deki Kürtlere ne diyeceksiniz? Onları nasıl yatıştıracaksınız? Ya da şöyle mi diyeceksiniz: “Onlar Suriye’dekiler, Türkiye’dekiler başka, onların umrunda değil” demek mümkün değil. Dolayısıyla Erdoğan’ın zaten Suriye konusundaki en yumuşak karnı, tabii ki Suriye’deki Kürtlerin geleceği meselesi. Suriye’deki Kürtlerin geleceğiyle Türkiye’deki Kürtlerin geleceğinin bir şekilde birbirine bağlı olduğunu kabul etmek lazım. Erdoğan buna yanaşmak istemiyor. Halbuki iki ülkenin Kürtleri konusunda birlikte bir gelecek tasavvuru yapmak pekâlâ mümkün. Ankara eğer buna soyunursa başarılı olur. Muhalefetin böyle bir şey önermeyeceğini gördük, Ankara da önermiyor. Sonuçta bir şeyler yaşanırken faturanın şu haliyle bakıldığı zaman öncelikle Kürtlere kesilme ihtimali var, ki tarihin değişik dönemlerinde, değişik bölgelerde böyle oldu. Ama sonuç olarak Kürtlerin varlığını yok etmek diye bir şey söz konusu olamayacağı için bunların hepsi geçici çözümler olacaktır. Eğer Ankara, Suriye Kürtleri ile olan derdini, kaygılarını barışçıl bir şekilde çözerse, çözebilirse – ki bu imkân var – o zaman önünün çok daha ciddi bir şekilde açık olacağını düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.