Bir mozaik olarak Türkiye (39) – Türkiye’de Tahtacılar | Ruşen Çakır ve Celal Necati Üçyıldız yorumladı

Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 39. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Celal Necati Üçyıldız ile Türkiye’de Tahtacıları konuştu.

Tahtacılar kimlerdir? Tarihsel kökenleri nedir? Türkiye’de Tahtacıların nüfusu ne kadar? Özellikle nerelerde yaşıyorlar? Tahtacılar ile Alevilik arasındaki ilişki nedir? En büyük sorunları neler?

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizin 39. bölümüne geldik ve çok ilginç bir topluluktan bahsedeceğiz; Tahtacılardan bahsedeceğiz. Ve Tahtacıları bize Mersin Silifke’den Celal Necati Üçyıldız anlatacak. Celal Bey, merhaba.

Celal Necati Üçyıldız: Merhaba Ruşen Hocam.

Ruşen Çakır: Celal Bey, Tahtacı diyoruz, bilen var bilmeyen var. Olayın bir tahtayla ilgisi var herhalde ama. Nedir bu Tahtacılar, kimdir bunlar? Siz de onlardan birisisiniz.

Celal Necati Üçyıldız: Evet. Yani, özellikle Toroslarda kendilerini, inançlarını, kültürlerini özgürce yaşamak için dağlara çıkıyorlar ve orada yeni bir işle karşılaşıyorlar. Ve orman işçiliği; tahtacılık. Tahtacılık işini Toroslarda öğreniyorlar, Bulgar Dağları’nda. Bolkar Bozoğlan’la birlikte o dağlarda yaşam sürerken ne yapıyorlar? Tahtacılığı öğreniyorlar. Kimlerden öğreniyorlar? Gagauzlardan öğreniyorlar, Bulgarlardan öğreniyorlar. O dönemde suyla çalışan hızarlar var, onlarla birlikte çalışıyorlar ve bir bakıyorsunuz, Toroslar’da karşımıza Tahtacılar çıkıyor. Tahtacılar, Gâvur Dağları’nın iki yüzünde…

Ruşen Çakır: Peki, Tahtacılardan bahsederken hangi yıllardan bahsediyoruz?

Celal Necati Üçyıldız: 16. 17. yüzyıl. Yani 1500 yılından sonra Osmanlı’nın Alevilere karşı, inançlara karşı tavır koymalarından dolayı insanlar göçer yaşamın içerisinde yaşarken inançlarına karışılınca, inançlarına dokunulmaması için kendilerini özgür yaşayacakları bir alana atıyorlar. Bu da ormanların içi oluyor, dağlar oluyor; Toroslar oluyor, Bulgar Dağları oluyor. Yani değişik isimlerde olsa da kendilerini oralara atıyorlar. Orada inançlarını ve kültürlerini özgürce devam ettiriyorlar. 

Ruşen Çakır: Peki, sonuç olarak Türkmenler, değil mi?

Celal Necati Üçyıldız: Evet evet. Yani bu dönemimiz de 16. 17. yüzyılı kapsıyor, hareket dönemi. Ve biz Tahtacılık deyince, bunları organize olarak gördüğümüz yer de Amanos yani Gâvur Dağları’nın iki yüzünde kümelenen toplumu görüyoruz. Adına ‘‘Çobanlı Aşireti’’ diyorlar, ‘‘Aydınlı’’ diyorlar, yani değişik isimler alıyorlar o dönemde. Yani her biri geldiğinde oymak ama onları bir araya getiren bir örgütlenme var, o da Tahtacılık. Biz bu örgütlenmeyi de Gâvur Dağları’nın iki yüzünde görüyoruz. Yani 3.02 bir şey görüyoruz, liderleri var, onların pirleri var ve Ceyhan Durhasan pirleri var. İki ayrı ocak… Yani, Aydınlıların piri İbrahim Sani Dede, Çoban oymağının piri de Durhasan Dede. Bunlar bu yaşamlara devam ederken, değişik zamanlar içerisinde, değişik koşullarla Ege’ye gidiyorlar, tekrar Toroslara geliyorlar ve iki asır boyunca sürekli göç halindeler. 

Ruşen Çakır: Peki, ne kadar bir insandan bahsediyoruz? Tarih boyunca, ilk başladığı andan günümüze gelindiğinde, mesela günümüzde Tahtacı olarak tanımlayabileceğimiz insanlar, aileler vesaire binlerce mi, on binlerce mi? Benim konuştuğum bazı gruplarda mesela neredeyse 500 kişilik topluluklar kalmış. Şu anda Türkiye’de, Anadolu’da Tahtacı olarak kendini gören ya da bizim Tahtacı diyebileceğimiz insanların sayısı hakkında bir fikriniz var mı acaba?

Celal Necati Üçyıldız: Sayısı 600 bin ile 1 milyon arasında değişiyor. Ve haritamızda da Gaziantep, Adana, Mersin, Antalya, Denizli, Burdur, İzmir, Çanakkale’ye kadar uzanıyor. Balıkesir ve Çanakkale’ye de uzanan geniş bir şerit. Bunlar zaman zaman bir araya geliyorlar. Biz bunları 1900’lü yıllarda Toroslar’da Bozantı bölgesinde görüyoruz. O bölgede 50 bin kişi işte çalışıyorlar. Çünkü orman kesimi var, Süveyş Kanalı’na kereste gidecek ve demir yolları döşendiği için keresteye ihtiyaç var. Bütün değişik yerlerdeki, Ege’deki, Akdeniz’deki Tahtacılar bir araya geliyorlar, orada işlikte çalışıyorlar.

Ruşen Çakır: Şimdi Celal Bey, ben sizin SGK’da, eski SSK’da çalışmış birisi olduğunuzu biliyorum. Kardeşiniz TRT‘de çalışmış birisi. Yani tahtacılık yapmıyorsunuz. Anladığım kadarıyla Tahtacıların önemli bir kesimi zaman içerisinde dağlardan inip yerleşik hayata geçmişler. Şu haliyle baktığımız zaman hâlâ eskisi gibi göçer halde olan ve tahtacılıkla iştigal edenlerin oranı herhalde bayağı düşüktür.

Celal Necati Üçyıldız: Yani bu sayı binleri bulmaz. Şu anda Bozantı’da aileler var hâlâ ormanda çalışan. Karadeniz’e gidiyorlar, Ege’ye gidiyorlar. Mersin’in Mut ilçesinde var ve Ege Bölgesi’nde kısmen var. Ortaca bölgesinde var. Bunlar iş aldıkça gidiyorlar. Ama 1978’de Ecevit’in Orman Köy Yasası ile birlikte bunlar ormanda kesim yapamaz oldular. O hakkı o bölgedeki köylere verdiler. Bununla birlikte bunların sayısı azaldı.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda bunu yeni kuşaklar… Ben sizin bir araştırmacı yönünüz olduğunu biliyorum. Normalde bu konuyu dert edinmiş bir insansınız. Tahtacı kimliğine sahip çıkma, bunu anlama, muhafaza etme ve geliştirme gibi arayışlar var mı? Mesela dernekler, vakıflar, böyle çalışmalar söz konusu mu?

Celal Necati Üçyıldız: Bizim son olarak Yanyatırlı ocağımız, yani Ceyhan Durhasan Dede’nin torunları, İzmir Narlıdere’de, pirlerimiz şu anda orada yer alıyor. Narlıdere ocağımız tekrar restore edilip açılışı yapıldı 2006 yılında. Türkiye’nin değişik yerlerindeki Tahtacılar orada bir araya geldik ve ilk defa Tahtacı derneklerini kurduk İzmir’de 2006 yılında. Sonra bunun şubeleri açıldı. Antalya’da örgütlenildi, Mersin’de örgütlenildi ve şu anda İzmir merkezli Tahtacılar Federasyonumuz var. Başlangıçtan bu yana, 2006’dan bu yana bu örgütlerin içinde yer aldık ve bu iki tane ayrı Tahtacı grubumuzu da bu federasyon içerisinde birleştirdik. Gittik, Durhasan Dede pirimizi andık. İslahiye Kabaklar’a gittik, pirimizi andık. Ve gittik, bütün Türkiye’deki Tahtacılar olarak Anıtkabir’de buluştuk ve her yıl da bir yerde buluşmaya devam ediyoruz.

Ruşen Çakır: Bu söyledikleriniz çok güzel şeyler ama geç kalmış şeyler tabii. 2000’li yıllardan bahsediyorsunuz. Toplumun diğer kesimlerinin, diğer toplulukların Tahtacılar hakkında bilgisi, ilgisi, sempatisi ya da antipatisi var mı? Bu konuda ne tür deneyimler yaşadınız? Bir rahatsızlık yaşandı mı? Herhangi bir ayrımcılığa maruz kalındı mı, yoksa sorunsuz bir şekilde mi gidiyor?

Celal Necati Üçyıldız: Şimdi, Tahtacıların inanç anlamında bir Alevi inancı var ve bu Alevi inancı da Şah İsmail’in Erdebil Ocağı’na dayanıyor. Biz, iki Tahtacı ocağı da Erdebil Ocağı’nı referans alırız. Dolayısıyla bizim, diğer Anadolu’daki Alevilerle fazla farklılığımız yok. Çünkü Alevi 9.21 bir iki yerde kümelenmiş. İşte Erdebil Ocağı var, Hacı Bektaş’ta Serçeşme Ocağı gibi. O anlamda da 12 erkân, Alevilik erkânı gibi şeylerde ortağız. Alevi şeylerin içerisinde fazla sıkıntımız yok. Ama bizi ötekileştiren şeyler, diğer kesimler ötekileştiriyor bizi. Ötekiler de bir araya geliyor zaman zaman. Bu sorunlarımızı da aramızda çözüyoruz. Yani biz diyoruz ki zaten; ‘‘Türkiye’de ötekiler bir araya gelecek, berikileri yola getirecek.’’

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum: Gençler, yeni kuşaklar nasıllar? Onlar Tahtacılık kimliğini sahipleniyorlar mı, yoksa çok da fazla umurlarında değil mi? Tabii farklı farklı örnekler vardır ama genel eğilim olarak soruyorum.

Celal Necati Üçyıldız: Şimdi, Tahtacıların Yanyatır Ocağı pirimiz Narlıdere’de, Mersin Mut’ta da onların torunları meydan açmaya devam ediyorlar. Dedelerimiz var. Her yıl dedemiz geliyor, meydan açıyor. Örneğin, ben 60 yaşında yola girdim, ikrar verdim. 63 yaşında da müsahip oldum. Yani talip ile pir bir araya gelme şansımız var. Bu oldukça da ne oluyor; onları canlı tutuyor. Şu anda biz köylerimizi geziyoruz, araştırmacı olarak geziyoruz, ziyaret ediyoruz. Gençler evleniyor ve evlenirken de dede huzurunda ikrar veriyorlar. Kısa bir süre sonra bakıyoruz, onlar dostlarını, yoldaşlarını buluyorlar, müsahip oluyorlar. Bu meydan açılan yerlerde Tahtacı ve inançları devam ediyor; ama açılmayan yerlerde de elimizde kalan bir bakiyesi var. Mengi oynuyorlar. Yani bir Mengi çaldığı zaman, Tahtacılığın simgesi, herkes olduğu yerde ayağa kalkıyor, oynamaya başlıyor. Semah çaldığı zaman, Semah dönmeye başlıyorlar. Bizi ayakta tutan iki unsur var: biri Mengi, diğeri Semahımız. Biz gençlere diyoruz ki, ‘‘Eğer Mengi dönen varsa, dönülecek diyorsa…’’ gençler hemen geliyorlar.

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım aslında. Bir kültür var tabii. Semah da dediniz, başka şeyler de vardır. Ama Tahtacılık deyince hemen insanın aklına tabii ki öncelikle tahtalardan yapılmış birtakım şeyler geliyor. Bu, tabii ki geçim için yapılıyor ama tahtacılık üzerinden üretilen sanat eserleri, ürünleri de söz konusu mu Tahtacılar tarafından yapılan, yoksa tamamen bir şeyler yapıp satmaya mı yönelik?

Celal Necati Üçyıldız: Şimdi, bizim Narlıdere’de bir müzemiz var, Tahtacı müzemiz. İkincisi, Tahtakuşlar’da Tahtacı müzemiz var. Silifke Kırtık Köyü’nde Tahtacı müzemiz var. Mut’un Köprübaşı Köyü’nde de Tahtacı müzemiz var. Biz gittiğimizde orada iki asırlık bir kültürü, bir sanatı görüyoruz. Örneğin, Kırtık Köyü’nde Köşeli Kırtıl Davulu’nu görüyoruz ve orada tahta oymaları görüyoruz. Tahtacıların kullandığı araçları görüyoruz. Ve orada köyde mutlaka bir tahta biçmesini bilen insan buluyoruz. Bu da kültürlerini yaşatmasını sağlıyor, hafızada kalmasını sağlıyor.

Ruşen Çakır: Peki, devletten ne bekliyorsunuz, ne beklediniz, beklediklerinizi buldunuz mu? Ne umuyorsunuz?

Celal Necati Üçyıldız: Biz devletten… Biz zamanında dağlara niye gittik? Özgürce inançlarımızı yerine getirmek için gittik. Şimdi de bizi tekrar dağlara göndermesinler, inançlarımıza dokunmasınlar. Bizim dedemiz var, pirimiz var, talipler var. Bir araya gelelim, yolumuza devam etmek istiyoruz. Bu anlamda devletten beklediğimiz, bize karışmasınlar. Yani anayasada eşit yurttaşlık hakkı dediğimiz hakkı istiyoruz biz. Burada kimse kimseye karışmasın, herkes birbirine hoşgörü içinde baksın, sevgi ve hoşgörü devam etsin. Bunu istiyoruz, beklediğimiz bu.

Ruşen Çakır: Bu söylediğiniz çok manidar. “Gölge etmesin, başka ihsan istemez” diyorsunuz yani.

Celal Necati Üçyıldız: Evet. 50 yıldır Cem evlerimiz var bizim. Yani şu anda Cemevlerimiz var. Cemevi olmasa da bütün evler bizim Cemevimiz, meydanımız. Önemli olan, dede ile talibin bir araya gelmesi, meydan açılması. Yılda bir kez de açılsa dede gelmeden meydan açılmaz. O da yılda bir defa en azından olur. Ama dede olmadığı zaman da onun vekilleri vardır, ‘‘mürebbi’’ deriz köyde. Mürebbi, sazandar bir araya geldiği zaman biz otururuz, cemimizi yaparız, sazlarımızı çalar, semahlarımızı döneriz, ağıtlarımızı yaparız ve nefeslerimizi okuruz.

Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. Herkese bunu sordum, size de sorayım. Karma evlilik, yani bir Tahtacı genç erkeğin ya da kadının Tahtacı olmayan insanlarla evlenmesi herhalde bayağı vardır. Bunu nasıl karşılıyorsunuz? Bu oran nasıl bir oran? Yoksa daha çok içeride mi yapılıyor evlilikler?

Celal Necati Üçyıldız: Şimdi tabii ki şu andaki yaşadığımız çağda, zaten kendi felsefi düşüncemizde de bütün dünyaya biz eşit bakıyoruz. Bırakın Alevi’yi, Müslüman’ı, İslam’ı; biz Rum’a, Ermeni’ye bakış açımızda da aynıyız. O anlamda da, iki oğlum olduğu için söylüyorum, oğlumuz kimi beğenmişse, onunla anlaşmışsa onun evlenmesine biz hoşgörü içinde bakıyoruz. Yani genel şey bu. Eğer olanaklar varsa bunların bir arada olmasını, yani Alevi olmasını isteriz. Ama olmuyorsa da gitmiş, anlaşmışsa yapacağımız bir şey yok. Bunu çözdük biz.

Ruşen Çakır: Benzer bir cevabı çok aldım, benzer cevabı başkalarından da aldım. Ne diyorlar? ‘‘Tabii ki içeride olsa iyi olur ama gönül ferman dinlemez’’ diyorlar. Siz de sonuç olarak böyle söylüyorsunuz. Yavaş yavaş toparlayalım. Nasıl bir gelecek öngörüyorsunuz? Tahtacılık unutulmayacak anladığım kadarıyla. Ama bunun kültürünün, kimliğinin daha güçlü bir şekilde kendini göstermesini, duyurmasını ve Türkiye’nin içerisindeki yerini güçlendirmesini mi bekliyorsunuz; yoksa bu küreselleşmenin vesairenin etkisiyle beraber daha böyle kendi kabuğunda bir topluluğa mı dönüşecek?

Celal Necati Üçyıldız: Şimdi bizim köyümüz 24 hane, Kırtıl köyü. Şu anda 150-200 tane okumuş insanımız var. 1960’tan bugüne okumuşlar, belli yerlere gelmişler. İçimizde profesörümüz var, akademisyenimiz var, hepsi var. Bu insanları biz kente göçtüğümüzde kazandık ama yine bir araya geldiğimizde kültürümüzü, inancımızı devam ettiriyoruz, ettirmek istiyoruz. Bu anlamda da önümüzde bir şey var ve umutsuzluğa kapılmıyoruz. Çünkü meydan açıldığında dedemiz, pirimiz var, onlarla birlikte yola koyuluyoruz. Dedelerimizin bilgisi eksik olabilir, fazla olabilir ama yaklaşık bir 6-7 asırdır bu yolu devam ettirmişler. Yani 1500 yılından bu yana, Şeyh Safi Ocağı’nın kuruluşundan bu yana bu yol devam ediyor. Bu anlamda umutsuzluğa kapılmıyoruz ama tek isteğimiz de bizim önümüze devlet, yönetim engel çıkarmasın. Diğer bir inanca sahip halklara ne veriliyorsa biz de onlardan yararlanalım, bunu istiyoruz.

Ruşen Çakır: Peki nasıl sonlandıralım? Ne demek istersiniz? Siz sonlandırın. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ dedik, o kadar çok birbirinden farklı etnik, dini vesaire grupla konuştuk, her birinin ayrı ayrı öyküsünü dinledik. Tahtacıların içinden konuşan birisi olarak ne demek istersiniz, nasıl bitirmek istersiniz?

Celal Necati Üçyıldız: Biz Türkiye’de yaşayan tüm insanların, bunlar Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, kim olursa olsun, Anadolu’da bu insanlar yaşamışlar, kültür bırakmışlar. Biz onlarla birlikte devam etmek istiyoruz. Tek şeyimiz hoşgörü, hoşgörü, hoşgörü. Bunu sağlarsak biz gerisi kolay kılınır.

Ruşen Çakır: Çok sağ olun, çok güzel bir final oldu Celal Bey. Çok teşekkür ediyorum. Gerçekten ben de kendim şahsen Tahtacıları hep duyarım, duyarım ama çok da fazla bilmem. Sayenizde öğrendik, eksik olmayın. Evet, ‘‘Ay Işığında Gidenler’’, bu sizin kitabınız mı?

Celal Necati Üçyıldız: Bu bizim kitabımız. 35 yıllık alan araştırmalarımı bir öykü tadında verdim, çünkü araştırmalarımızı kimse okumuyor. Ve biz istedik ki bunu öykü tadında formatında verelim, onların yaşam kesitlerini. Toroslar’da yaşadıkları dönemleri anlattık. Olayların çoğu gerçek, anlattığım derlediğim konular. Ve bir de Tahtacılara okuma alışkanlığını kazandırayım diye, iki amaçla bu kitabı sundum. Aynı zamanda sorduklarında kitapsız olmadığımı söyledim. Çalışmalarımız devam ediyor şu anda. Tahtacılarla ilgili çalışmamız var, yayın aşamasında, ‘‘Beşikten Mezara Kadar.’’ Bunun gibi çalışmalarımız devam ediyor. 35-40 yıllık alan araştırmalarımı tamamladım. Bu eğer yayınlanırsa, yayınlandığı zaman şey yapacağız.

Ruşen Çakır: Maşallah, tebrikler, helal olsun. Enerjinizi de gerçekten takdir ettim. Çok sağ olun Celal Bey, çok sağ olun, eksik olmayın, çok teşekkürler. Buradan, bu vesileyle Türkiye’deki ve Türkiye dışında yaşayan tüm Tahtacılara selamlar. Türkiye dışında yaşayan da vardır illaki çok sayıda.

Celal Necati Üçyıldız: Fransa’da yaşıyorlar.

Ruşen Çakır: Evet, tüm Tahtacılara selamlar.

Celal Necati Üçyıldız: Şu anda Fransa’da yaşayan, çalışan Tahtacılarımız var.

Ruşen Çakır: Evet, hepsine selamlarımızı, sevgilerimizi yollayalım. Çok teşekkürler tekrar, iyi günler. Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 39. bölümünde, Celal Necati Üçyıldız bize çok tatlı bir şekilde Tahtacıları anlattı, kendisi de içlerinden birisi olarak. Tahtacılarla 39. bölüme noktayı koyuyoruz. Celal Bey’e teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.