Bilgehan Uçak, bu hafta kaleme aldığı “Yaşamak bu yangın yerinde” adlı yazısında, Kartalkaya’da 80 kişinin ölümüyle sonuçlanan Grand Kartal oteli yangınını ele alıyor, trajediyle sonuçlanan ihmalleri açığa kavuşturmak yerine birbirlerine parmak doğrultan seçilmişleri, insanların acılarından nemalanan klavye trollerini eleştiriyor.
“Bir otel yanmış, gece vakti“
O çığlıkları duymuyor, dakikalar içinde gelecek ölüm karşısındaki çaresizliği anlamıyor, çarşaflardan şiltelerden umut arayışını umursamıyorlar.
Tek meseleleri bir an önce esas sorumlunun karşı mahalleden olduğunu ortaya çıkarmak.
Klavyelerin başına oturuyor, anında sızdırılan evraklarla birbirlerine savaş açıyorlar.
Bir otel yanmış, gece vakti, insanlar çıkamamış, sıkışıp kalmışlar, sonsuz çığlıklar içinde.
Ekranda bir aşağılık herif, işi gücü bırakmış, en büyük sorumlunun Bolu Belediye Başkanı olduğunu söylüyor.
Bakan’ı aklamak için yapmadığı şaklabanlık kalmıyor.
Sosyal medyadaki bir başka aşağılık, sığınmacılara gösterdiği hukuk ve insanlık dışı davranışlarıyla övünen Bolu Belediye Başkanı’nın bu konudaki tavrının ne kadar muhteşem olduğunu anlatırken yangınla bu konuyu birbirine bağlıyor.
Sığınmacı karşıtlığı sayesinde Belediye Başkanı’nı kusursuz göstermeye çalışıyor.
Ölenler, çığlıklar, çarşaflar hiçbirinin umurunda değil.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
“Yaşamak bu yangın yerinde“
Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek
Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak
Acaba Ataol Behramoğlu’nun bu şiirini biliyorlar mı?
Madımak’ta aydınlar yakıldıktan sonra yazmıştı bu muhteşem şiiri.
Onlar şiirle ilgilenmezler, onların tek amaçları maaşlarını ödeyen başkanın koltuğunu korumasıdır.
O yüzden bir an önce savcıları göreve çağırırlar.
Bir kesim, Belediye Başkanı’nın dayısının oğlunu itfaiye müdürü yapmasını, bu soruya “Erdoğan damadını neden bakan yaptığını açıklasın ben de yeğenimi neden başkan yardımcısı yaptığımı açıklayayım,” diye bir yanıt vermesini, ihmali, görmezden gelmeyi asla konuşmuyor.
Bu ürkütücü zihniyet benzeşmesini önemsemiyorlar.
Evrensel hukukun herkesin hakkı olduğunu bilerek saklıyorlar çünkü işlerine gelmiyor.
Sığınmacıların hukuksuzca suyunu keselim ama biz çok iyi şartlarda yaşayalım, diyemezsiniz, derseniz sonuçları böyle olur.
Hukuk bir bütündür bölünemez.
Kendi işime geldiği zaman hukuku uygulayayım, gelmediğinde hukuk beni bağlamaz, dediğinizde facialarla karşılaşmanız kaçınılmazdır.
Diğer kesim için tek kutsal Bakan Bey’in itibarını kurtarmak.
Yalanla kirli havada
Güçlükle soluk alarak
Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek
Ölenlere rahmet, kalanlara sabır, topluma metanet
Maden çöker, cephane patlar, tren kaza yapar, otobüsler çarpışır, depremde bütün çürük binalar yıkılır, yağmurda bazen otoyolları bazen apartmanları kapıp götürür, orman yangınları haftalarca sürer, sahte alkolden insanlar hayatını kaybeder, yeni doğan bebekler bile ölür, her gün altı işçi “iş kazasında” ölür, her gün bir kadın öldürülür…
Hiçbir şey olmaz.
Kanıksadık bunları, bir futbol maçı kadar olsun haber değerleri yoktur.
Kimse sorumlu değildir bu felaketlerden, kimsenin kabahati, ihmali, kusuru olmamıştır.
Takdir-i ilahidir, vakit dolmuştur, kaderden ötesi yoktur.
Yetkililer kalıplaşmış cümleleri yinelerler: Ölenlere rahmet, kalanlara sabır, topluma metanet dilenir.
O gün mutlaka siyaset yapma günü değildir, hesap sırma günü hiç değildir, birlik ve beraberlik içinde yaraları sarma günüdür, birkaç bağırış çağırış olsa da sorumlu da bilir ki en fazla on gün içinde gündem değişecek ve konu unutulacak, ölen öldüğüyle kalacaktır.
Musluklar açılır, gazetecilere evraklarla birlikte zarflar da gider.
Gerçeğin peşine düşen birkaç gazeteci haricinde bir ortaoyunu oynanır, karşı mahalleden bir kelle alabilen kendini bahtiyar hisseder.
Hiçbir utanma sıkılma hissetmeyen bir herif-i naşerif, çıkmış ekrana canhıraş bir şekilde Bakan’ı savunuyor.
Gereğini yapıyor, kendini paralıyor.
Onların zavallılığından midemi bulandırıyor.
Çığlıkları duymuyor, dakikalar içinde gelecek ölüm karşısındaki çaresizliği anlamıyor, çarşaflardan şiltelerden umut arayışını umursamıyorlar.
Tek meseleleri bir an önce esas sorumlunun karşı mahalleden olduğunu ortaya çıkarmak.
Yıllarca önce yazılan bir şiir, hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor.
“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak”