Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümü için hazırlığı önce yapılan, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de TBMM’de DEM Partililere uzattığı elle kamuoyuna duyurulan süreçle ilgili Öcalan-devlet-DEM Parti arasındaki görüşme trafiği tam hızla sürüyor. Ruşen Çakır, “Yeni çözüm sürecinin temel sorusu ne?” başlıklı videoda bu soruya yanıt aradı. Çakır, “Önce barış mı, yoksa demokrasi mi?” diye sordu.
Öcalan ne zaman açıklama yapacak?
Meclis’in adres gösterildiği ve muhalefetin de dahil edilmek istendiği süreç ile ilgili DEM Parti heyeti 22 Ocak’ta ikinci kez İmralı Adası’na giderek Abdullah Öcalan ile görüştü.
Medyascope‘un edindiği bilgilere göre DEM Parti heyeti, Öcalan’a başta AKP, MHP ve CHP ile yaptıkları görüşmeleri aktaracak. Ayrıca heyet, bazı partilerin kaygılarını iletecek. Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümü olan 15 Şubat 2025’te ise İmralı’da heyet üyeleriyle birlikte bir açıklama yapması bekleniyor. Bu açıklamanın “PKK’nın lağvedilmesi,” “PKK’nın Türkiye’deki silahlı varlığını sonlandırması” veya “PKK’nın silah bırakması” olarak değerlendirilebilecek tarihi bir çağrı niteliği taşıyacağı belirtiliyor.
- ÖZEL HABER: İmralı’dan beklenen çağrıda Öcalan’ın “sekreteryası” da olacak
- Nasıl başladı, neden bitti? Bir “çözüm süreci”nin anatomisi
Açıklamada ne dendi?
DEM Parti heyeti, PKK lideri Abdullah Öcalan ile ikinci kez görüşmesinin ardından yazılı açıklama yayımladı. DEM Parti İmralı heyeti, Bolu-Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki Grand Kartal Otel’de yaşanan yangın faciası nedeniyle PKK lideri Abdullah Öcalan’la yaptıkları ikinci görüşmeye dair kapsamlı yazılı açıklama yapmama kararı aldı.
Açıklamada, Öcalan’ın, Bolu’daki yangın faciasında hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı dilediği aktarıldı.
Heyetin görüşmelerle ilgili Öcalan’ı bilgilendirdiğinin ifade edildiği açıklamada şöyle denildi:
“DEM Parti İmralı Heyeti olarak 22 Ocak 2025 tarihinde İmralı Adası’nda Sayın Abdullah Öcalan‘la bir görüşme gerçekleştirdik. Görüşmede, Sayın Öcalan öncelikle Bolu’da yaşanan elim yangında hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı, yaralılara acil şifalar dilemiştir.
Heyetimiz, yürüttüğümüz görüşmelerle ilgili olarak kendisine gerekli bilgilendirmelerde bulunmuştur. Sayın Öcalan’ın sürece ilişkin çalışmaları devam etmektedir. Bu konudaki hazırlıkları tamamlandıktan sonra kamuoyuna gerekli açıklamalar yapılacaktır.
Bizler de heyet olarak çalışmalarımızı ve temaslarımızı yürüteceğiz, gelişmeler oldukça da kamuoyunu bilgilendireceğiz. Bu süreç herkesi, hepimizi birlikte ve özgürce yaşatacaktır. Bunun gerçekleşmesi umuduyla tüm toplumsal kesimlerin kıymetli katkılarını bekliyoruz.”
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Her ne kadar çok fazla gündemde olmasa da, her ne kadar yeni İmralı heyetinin son ziyaretinden sonra kapsamlı bir açıklama yapılmamış olsa da, benim “Yeni çözüm süreci” adını verdiğim süreç devam ediyor ve Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’ın güvenilir kaynaklara dayanarak verdiği haberlere göre 15 Şubat’ta Abdullah Öcalan İmralı Adası’nda bir açıklama yapacak. Bizzat kendisi yapacak. O gün heyetin Ahmet Türk’le de beraber orada olacağı söyleniyor, İmralı’da olacağı ve Öcalan’ın bu açıklamayı yaparken kendisiyle beraber İmralı’da bulunan ve “Sekreterya” olarak tabir edilen üç PKK mahkumuyla birlikte olacağı söyleniyor ve buradan PKK’ya silah bırakma çağrısı yapacağı söyleniyor. Yalanlanmış bir haber değil ama doğrulanmış bir haber de değil. Fakat bu konuda çok güçlü emareler var ve PKK adına değişik zamanlarda yapılan açıklamalarda önde gelen isimlerin de Öcalan’ın söylediklerine itibar edeceklerini gördük. Ama burada onlar özellikle Öcalan’ın bunu özgür iradesiyle yaptığına ikna olmak istiyorlar. Dolayısıyla bizzat Öcalan’ın böyle bir çağrı yapması formülü o iknayı gerçekleştirir sanki. Fakat olay bununla bitmiyor. Böyle olup olmayacağını bilmiyoruz tabii, tekrar bu opsiyonu hatırlatayım. Fakat o zaman şu çıkıyor ortaya: Peki, silahı bıraktı, niçin? Ne alacak karşılığında? Ne pazarlık yapılıyor? Buradan Kürt sorununun çözümünün çıkacağının garantisi ne? Şimdi, bunu söyleyenler iki kesime ayrılıyor diyelim. Birisi gerçekten bir şeylerin çözülmesini isteyenler; birisi hiç de çözümden yana olmayanlar, Türkiye’de bu halin sürmesini isteyenler. Çözülmesini isteyenler gerçekten çok emin değiller. Çünkü çözüm isteyenlerin büyük bir kısmı geçmişte yaşanan örneklerden hareketle devlete ve kurumlarına ve siyasetçilere çok fazla güvenmiyorlar. Ardından bir iyileşmenin geleceğine, Kürt sorununun çözümü yolunda somut, samimi adımlar atılacağına pek inanmıyorlar. İnanmak isteseler bile inanamıyorlar diyelim. Diğer tarafta çözüm istemeyenler, bunlar zaten bu işin olması taraftarı değiller ve baştan PKK ile her türlü anlaşmayı reddediyor olmaları bir yana, bir diğer yandan da devletin bir şey vermeden örgütü ikna edemeyeceği tezi üzerinden bir pozisyon alıyorlar. Burada ikinci grubu bir kenara bırakalım. Ama ilk gruba gelecek olursak, gerçekten çözüm isteyenlerin, gerçekten silahların susmasını isteyenlerin, barış isteyenlerin kafası şundan karışık: Barış demokrasinin teminatı değil, PKK’nın silah bırakacak olması Türkiye’nin demokratikleşeceği anlamına gelmiyor. Türkiye’nin Kürt sorununu çözeceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla bir yandan da şöyle bir şey var: Önce demokratikleşme olsun, onun oluşturduğu zeminde barışı konuşabiliriz. Ama şu haliyle bakıldığı zaman Türkiye’de demokrasi yok, Türkiye’de hukuk devleti yok. Bütün yapılan uygulamalar, atanan kayyumlar, gözaltılar, tutuklamalar, her türlü şey görüyoruz ki Türkiye’de bir hukuk devleti olmadığını, demokrasinin olmadığını, temel hak ve özgürlükler konusunda çok ciddi sorunlar olduğunu bize gösteriyor. Ve şöyle deniyor: Buradan barış çıkmaz, çıkar gibi görünse de çıkmaz, çıksa da sorunlu olur, kısa bir süre sonra tekrar çatışmaya dönüşür. Ben açıkçası bu görüşte değilim. Kimileri bunu bir tavuk-yumurta ikilemine benzetiyorlar: “Önce barış, yok, önce demokrasi.” Bence savaşın sürdüğü — kimileri savaş lafından çok rahatsız oluyor ama barış dediğimize göre savaş ya da çatışma diyelim — çatışmanın sürdüğü — Türkiye dışında da olsa, Suriye’de de var, Irak’ta da var, Türkiye’de de kısmen varlar eskisi kadar olmasa bile — silahlı bir gücün varlığı sürdüğü müddetçe, devlet böyle bir tehdidi algıladığı müddetçe Türkiye’de demokratikleşmenin olamayacağını daha önceki deneyimlerde gördük. En son yaşanan çözüm süreci ile ilgili ‘‘Kimin yüzünden, nasıl oldu?’’ tartışmaları bitecek gibi değil. Fakat PKK önce Türkiye’deki güçlerini Türkiye’den çekti, müzakereler ışığında; fakat daha sonra tekrar bu kararından vazgeçti ve masa devrildikten sonra da Türkiye’de, ülkenin içinde, özellikle Güneydoğu’da birçok yerde çok ciddi çatışmalar yaşandı, çok kötü olaylar yaşandı, çok sayıda insan hayatını kaybetti, vesaire. Böyle bir olay yaşadık. Bu yaşanan deneyim, silahlar var olduğu müddetçe, çatışmalar sürdüğü müddetçe demokratikleşmede hep sorun olacağını bize gösterdi. Peki, silahlar sustuğu zaman demokrasi garanti mi? Tabii ki değil. Bugünkü Cumhur İttifakı’nın Türkiye’yi demokratikleştirme konusunda, PKK diyelim ki silah bıraktı, demokratikleştirme konusunda adımlar atacağının garantisi tabii ki yok. Bunu istemeyeceklerdir, tabii ki istemeyeceklerdir; ama böyle bir aşamadan sonra otoriter rejimin en büyük dayanağı olan güvenlik tehdidi, beka sorunu ortadan kalkmış olacak. En fazla belki birtakım dış düşman ihtimallerine karşı bir şeyler söyleyebilirler. Ama neredeyse 50 yıllık yaşanan bir tehdidin, güvenlik tehdidinin ortadan kalktığı andan sonra artık birtakım adımları, antidemokratik adımları, hukuk devletine aykırı adımları terör bahanesiyle, bölücülük bahanesiyle izah etmek mümkün olmayacak. Tekrar söylüyorum, istemeyecek olabilirler, muhtemelen istemeyeceklerdir; fakat silahların bırakıldığı andan itibaren Türkiye’de demokrasi yanlılarının, gerçekten çoğulcu, demokratik bir sistem isteyen, hukuk devleti isteyen insanların eli çok çok güçlenecek. Tek başına yetmez, eyvallah ama çok önemli bir adım olacak. Tekrar söylüyorum, silahlar susmadığı müddetçe Türkiye’deki bütün demokrasi çağrılarının, bütün hukuk devleti çağrılarının duvara tosladığını ve toslayacağını görüyoruz. Dolayısıyla önce silahların susması gerekiyor. Silahlar sustuktan sonra özellikle Türkiye’nin en politize olmuş kesimi Kürtler, Türkiye’de çok daha ciddi bir şekilde, ülke genelinde siyasete daha etkili bir şekilde müdahil olacaklar ve kendi sorunlarının çözümü bağlamında dahi olsa – ki onun ötesine de geçeceğini düşünüyorum – demokratikleşme konusuna çok ciddi katkıda bulunacaklardır. Bu arada bugünün muhalefet partilerinin elinden de demokrasi konusunda, hukuk devleti değilse de demokrasi, temel hak ve özgürlükler konusunda yaşanan tereddütlerin de büyük ölçüde bu nedenle ve bu sayede ortadan kalktığını göreceğiz. Şu haliyle bakıldığı zaman, aslında PKK’nın varlığı, silahlı varlığı hem iktidarın hem de muhalefetin önemli bir kesiminin Türkiye’nin demokratikleşmesi için çok gerçekçi, sahici ve dinamik adımlar atmasını engelliyor ve aslında bir bahane teşkil ediyor. Bu eşiğin geçilmesi lazım. Kimsenin kalkıp çok da fazla… Diyelim ki Öcalan böyle bir çağrı yaptı ve Kandil de buna uydu. ‘‘Öcalan niye böyle çağrı yapar, Kandil bunu nasıl kabul eder?’’ gibi olayı yokuşa sürmek, engellemeye çalışmak, bunu da demokrasi, Kürt sorununun çözümü vesaire gibi gerekçelerle açıklamaya çalışmak bence çok anlamsız olur. Bekleyelim, gerçekten önce bir barış gelsin, önce bir silahlar sussun, ondan sonra tekrar konuşalım. Ondan sonra olacak her şey kesinlikle bugünkü Türkiye’den çok daha iyi olacaktır, buna eminim. Önce barışın olması lazım, önce silahların susması lazım. Şu anda bu konuda çalışan birileri var, onlara destek olmak lazım. Onlara şu ya da bu nedenle, şu ya da bu bahaneyle, şu ya da bu şekilde engel olmaya çalışanları da elimizden geldiğince engellemeye çalışalım diyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.