MHP lideri Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de DEM Partililere uzattığı el ile yeni bir dönem aralandı. Bahçeli’nin Abdullah Öcalan ile ilgili çıkışının ardından İmralı trafiği de başladı. DEM Parti ilk kez 28 Aralık’ta İmralı’ya giderek Öcalan ile görüştü. Ruşen Çakır Kürt sorununu, Öcalan’ın açıklamasını ve Türkiye’nin siyasi geleceğini “Kürtlerin neyi eksik?” başlıklı videoda değerlendirdi.
Heyet, 15-18 Şubat’ta ise Erbil ve Süleymaniye’ye gitti. Öcalan’ın mesajları Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi temsilcilerine aktarıldı. Görüşmelerde Suriye ve Kürtlerin geleceği ele alındı.
Heyetin son İmralı ziyaretinin ardından dün (27 Şubat) PKK lideri Abdullah Öcalan tarihi çağrısını yaptı ve örgütün silah bırakması gerektiğini vurguladı. Tüm sorumluluğu üstlendiğini vurgulayan Öcalan, “Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” dedi.
Çakır, “Kürtlerin ne eksiği var? Kürtlerin birçok eksiği var. Ancak en önemlisi, eksiklerinin olup olmadığına ve taleplerine bizzat Kürtlerin karar vermesi gerektiğidir. Bu soruya Kürt olmayanlar değil, Kürtler kendileri yanıt vermelidir. Taleplerini dile getirme hakkı onlara aittir. Özellikle dil, kültür ve kimlik konularında yıllardır süregelen talepler var. Bu alanlarda zaman zaman ilerleme kaydedildi, ancak gerilemeler de yaşandı. Örneğin, Türkiye’de devletin bir Kürtçe kanalı bulunuyor. Ancak diğer yandan, Kürtçe türkü söyleyen ya da halay çeken kişilerin hâlâ gözaltına alındığını görüyoruz” dedi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Hep böyle oluyor; Türkiye’de ne zaman Kürt sorunu gündeme gelse, çözümü tartışmaya açılsa, çözülür gibi olsa itirazlar çıkıyor. ‘‘Nedir bu Kürt sorunu?’’ ‘‘Yok böyle bir sorun.’’ Zaten şu anda iktidardaki iki partinin lideri de, birisi Erdoğan, “Vardı, çözdük” diyor, Bahçeli, “Yoktur” diyor. Ama bir diğer yandan da Kürt sorununun çözümü için çok önemli bir aşama olan PKK’nın silahsızlanması ve kendini feshetmesi için bayağı bir hazırlık içerisindeler, bayağı iş yürütüyorlar. Sonuçta bu olay, Öcalan’ın açıklaması, geçen hafta yaptığı açıklama Türkiye’nin kucağına tekrar Kürt sorununu bıraktı. Öcalan’ın açıklamasında çok ciddi bir demokrasi vurgusu vardı. Bu demokrasi vurgusunun bir anlamda Kürt sorununu çözmeyi içerdiği açık. Ama yine aynı açıklamada ulus devlet, federasyon, özerklik ve diğer kültüralist oluşumların geride kaldığını, bu tür önerilerin çağ dışı olduğunu söylüyor Öcalan. Bu da aslında bir yerde bize Türkiye’de, Türkiye’nin bölünmesinden endişe edenler için en önemli fırsatın bu ülkede herkesin birlik içerisinde ama eşit vatandaş olarak yaşaması olduğunu gösteriyor. Eşit vatandaş… Bunu söylediğiniz zaman hemen tepki geliyor. “Kürtler zaten eşit, zaten eşit, ne eksikleri var?” diye bir soru var. Şimdi bunu sormak bir kere çok acayip. Siz sayıca çoğunluksunuz, ülkede hakim güçsünüz ve sayıca az olanlara, “Ne eksiğiniz var? Her şeyiniz var” diyorsunuz. Ve hatta daha da ileri gidiliyor, “Hatta siz bizden daha fazla hakka sahipsiniz” gibi birtakım argümanlar… Neymiş daha fazla hak? Burada da genellikle şehir efsaneleri gündeme geliyor; yok kaçak elektrik kullanmak, yok suç işlemek, yok işte küçük yaşta evlilikler, aile içi evlilikler, feodalizm gibi, aslında şu anda Türkiye’deki Kürt gerçeğinin çok gerisinde kalmış ya da tamamen bireysel olan hususların genelleştirilmesi ve açıkçası ayrımcı bir perspektiften genelleştirilmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Mesela kaçak elektrik meselesi, bu yıllardır söylenir, en çok kullanılan husus bu; ama biliyoruz ki bu konuda kaçak elektrikse Türkiye’nin dört bir tarafında, özellikle batıda bunun çok daha fazla yapıldığını biliyoruz. Yani diyelim ki, ki böyle değil ama diyelim ki, Güneydoğu’da daha fazla kaçak elektrik kullanılıyor olsun, bu onların Kürt olduğu için kaçak elektrik kullandığı anlamına gelmez. Bunun birtakım sosyoekonomik nedenleri vardır ya da başka hususlar. Yani kadın-erkek eşitliği meselesi, ki o anlamda Kürtlerde son yıllarda, son 20-30 yılda özellikle, ülkenin diğer bölgelerine kıyasla çok ciddi ilerlemeler var. Kadınlar çok daha aktif, öne çıkıyorlar. Zaten bu, biliyorsunuz, Kürt hareketi bir eş başkanlık sistemi getirdi. Belediyelerde, parti teşkilatlarında, her türlü kuruluşta bir kadın bir erkek beraber yönetiyor. Bu, birçok şeyi bölgede değiştirdi. Tabii bu konuda konuşanların büyük bir kısmı Güneydoğu’ya pek gitmiyorlar, belki de hiç gitmiyorlar, görmüyorlar. “Benim de Kürt arkadaşlarım var” diye klasik birtakım cümleler kurulabiliyor ama çok da fazla Kürt arkadaşları olduğunu ve onlara ya da Kürtlere objektif, serinkanlı bir şekilde baktıklarını açıkçası sanmıyorum. Gazeteci olarak çok gittim. Yani bu 40 yıl boyunca hayatımın belki bir yılı, en az bir yılı Güneydoğu’da geçmiştir. Bunu söyleyebilirim ve tüm bölgelerinde her geçen gün çok büyük değişiklikler oluyor. En son Van’a gittiğimde neye uğradığımı şaşırdım, Van’ın nasıl gelişmiş olduğuna; sokaklardaki insanlar, iş yerleri, kafeler, restoranlar vesaire. Ya da Diyarbakır keza öyle, Mardin keza öyle. Bu, Mardin’de mesela, sadece turistlerle alakalı bir husus değil. Kürtler çok hızlı değişiyorlar, çok ciddi bir dönüşüm yaşıyorlar. Özellikle yeni kuşak Kürtlerde, bölgede yaşayan ya da batıda yaşayan Kürtlerde çok yeni dinamikler var. Daha dünyaya entegre olmuş bir kuşak geliyor. Bunları yok sayıp hala Türkiye’de Kürt gerçeğini, fi tarihinden kalan birtakım romanlardaki ya da öykü kitaplarındaki, filmlerdeki gibi algılamak hiçbir işe yaramıyor. Peki, bir diğer husus: Kürtlerin ne eksiği var? Kürtlerin çok eksiği var. Ama her şeyden önce, eksikleri olup olmadığını, ne talep ettiklerini Kürtlere sormak gerekiyor. Kürtlerin ne eksiği olduğuna karar verecek olanlar, Kürt olmayanlar değil; Kürtler kendileri söyleyecekler, kendi taleplerini dile getirecekler. Özellikle dille ilgili, kültürle ilgili, kimlikle ilgili çok talep var yıllardan beri. Bu konularda bir dönem iyileşme oldu, bir dönem gerileme oldu. Mesela Türkiye’de devletin bir Kürtçe kanalı var ama bir bakıyoruz ki, bir yerde Kürtçe türkü söyledikleri için ya da halay çektikleri için insanlar hala gözaltına alınabiliyor ya da Kürtçe kitap yazdıkları için insanlar gözaltına alınabiliyor gibi. Öncelikle dille ilgili, kültürle ilgili sorunlar var. Ama onun ötesinde şöyle bir şey var. Şimdi deniyor ki, ‘‘Kürtler her şey olabiliyor, başbakan da oluyor, cumhurbaşkanı da oluyor, şu da oluyor, bu da oluyor.’’ Oluyor olabilir. Ama bunların neredeyse hiçbiri, hepsi demeyeyim ama neredeyse tamamına yakın bir bölümü Kürt kimliklerini deklare eden insanlar değil. Araştırdığınız zaman öğreniyorsunuz. Bunun istisnaları şu anda mesela Mehmet Şimşek’tir. Mehmet Şimşek arada Kürtçe konuşur, evet onu biliyoruz. Zaza Cevdet Yılmaz, onu biliyoruz. Ama onun dışında mesela benim bildiğim Kürt olan, önemli yerlerde olan insanlar var, şu anda çok üst düzeyde insanlar var ama bunların Kürt olduğunu ancak çok meraklıysanız bilebiliyorsunuz. Onların normal şartlarda Kürt kimliğini açıkça deklare etmesinde hiçbir sakınca olmaması lazım ve tam da böyle, “Kürtler her istediğini olabiliyor”u gösterebilmesi lazım. Ama henüz Türkiye bu noktada değil. Bakın, “Kürtlerin hiçbir eksiği yok” dediğiniz zaman 40 yıldır, 50 yıldır yaşanan şeyleri hiçbir şekilde anlayamazsınız ve tamamen işi komplo teorilerine terk edersiniz, birtakım efsanelere terk edersiniz, birtakım dezenformasyonlara terk edersiniz. Bu ülkede bir gerçeklik yaşandı, bir PKK gerçeği yaşandı, yaşanıyor — inşallah çok yakın bir zamanda sona erecek — ve bu hareket gücünü Türkiye’deki Kürt sorunundan aldı. Kürt gençleri bu harekete bu nedenle katıldılar. Bunlar, yani kandırılma edebiyatı, gizli servisler edebiyatı, yok aslında — onlar bir zamanlar çok vardı — Kürt değil, Ermeni vesaire, bunlar hiçbir şeyi açıklamıyor, hiçbir şeyi açıklamadı, açıklamıyor. Ve nitekim sonuçta olay örgütün kendi rızasıyla kendisini feshetmesine geldi. Aksi takdirde bu böyle ömür boyu sürebilecek bir şeydi. Şimdi şu söyleniyor: Hangisi önce? ‘‘Kürt sorunu çözülürse PKK sorunu çözülür’’, yıllarca bunu tartıştık. ‘‘PKK sorunu çözülürse Kürt sorunu çözülür’’ diye bir tartışmayı yaşayıp durduk. Ama Kürt sorununun tabii ki olmaması halinde PKK en büyük argümanını kaybedecekti, yani bütün kitle desteğini, bütün imkanlarını kaybedecekti ama devlet buna yanaşmadı. Yıllarca Türkiye’de olay sadece bir bölgesel kalkınma olayıymış gibi alınmak istendi. Türkiye’de her hükümet zamanında yakın zamanda da oluyor ama bir zamanlar hele 80’li 90’lı yıllar hep böyle geçti. Birtakım Güneydoğu’ya yatırım planları, paketler, sürekli paketler açıldı. Bu paketlerle beraber olayın çözüleceği, sorunun çözüleceği, sorunun temelinde sadece yoksulluk olduğu, yoksulluğun çözülmesiyle bu olayın çözüleceği düşünüldü. Ne yoksulluk çözüldü ne de Kürt sorunu çözüldü. Geçen çözüm sürecinde Erdoğan gerçekten cesurca bir adım attı ve devletin o zamana kadar izlediği politikayı inkar ve ret politikası olarak tanımladı. Bu çok önemliydi, yani Kürt sorununun varlığını kabul etmeme politikası, kendilerinin böyle yapmayacağını söyledi. Ama daha sonra süreç yarıda kaldı ve Erdoğan bir süre sonra ‘‘Biz bu olayı çözdük’’ dedi ama çözmedi. Çözmüş olsaydı, örneğin Güneydoğu’da AK Parti’nin oyları artardı; azalıyor, her seçimde azalıyor. Çözmüş olsaydı, PKK çoktan kepenk indirmişti; indirmedi, indirmek zorunda kalmadı. Bu olay var. Bunu küçümseyerek, işte yani ‘‘Aramızda ne var, Kürtlerin ne eksiği var?’’ diyerek, hatta ‘‘Kürtlerin eksiği yok, fazlası var’’ diyerek çözmenin, olayı halletmenin imkanı yok. Tabii bir de şunlar var, ‘‘Kürtler kim ki bizimle eşit hakka sahip olacak?’’ diyen ırkçılar var, onları Allah’a havale etmek lazım. Onlar var ama, gerçekten var ve maalesef var. Eğer Türkiye hep birlikte bu konuyu çözme yolunda adım atarsa, o kişiler de artık herhalde sessizliği tercih etmek zorunda kalacaklar. Aksi takdirde şu andaki durum çözümsüzlük. Bu türden ırkçı, ayrımcı yaklaşımları çok ciddi bir şekilde besliyor. Tekrar söylüyorum; bir sorunun olup olmadığına karar verecek olanlar ötekiler değil, yani sorunu yaşaması söz konusu olanlar değil. Kimse sayıca çok diye, sayıca az olanların hangi şartlarda yaşadığına karar veremez, onların hangi sorunları olduğuna karar veremez. Sayıca az olanlar kendi sorunlarını dile getirirler ve bir müzakere olur, kamusal alanda müzakere olur ve bu müzakerede birtakım ortak noktalarda birleşilir. İşte buna ‘‘ortak, eşit vatandaşlık’’ diyoruz. Türkiye’nin bunu bir an önce yaşaması hepimiz için çok hayırlı olacak. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.