Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda anlaştı. Ruşen Çakır Hani Kürtler silah bırakmayacaktı? başlıklı videoda yorumladı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamalarıyla başlayan ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla devam eden İmralı süreci çerçevesinde Suriye’deki Kürt güçlerin de silah bırakması yönünde Ankara’nın baskısı artarken Suriye’de Cumhurbaşkanlığı, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile anlaşmaya varıldığını açıkladı.
Mazlum Abdi ile Ahmet eş-Şara anlaştı
SDG Komutanı Mazlum Abdi ve Suriye’de cumhurbaşkanı ilan edilen Ahmed eş-Şara arasında imzalanan anlaşma doğrultusunda SDG’nin ulusal hükümete katılacağı bildirildi.
SDG Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı ilan edilen Ahmed Şara, SDG’nin Suriye devlet kurumlarına entegrasyonunu öngören anlaşmaya imza attı.
Anlaşmada Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgulandı, ayrıca çatışmaların sonlandırılması ve sığınmacıların geri dönüşüne yönelik maddelere yer verildi.
Çakır, süreci videoda yorumladı. Çakır, “Kürtler birleşik bir Suriye’nin eşit bir parçası olarak kendilerini kabul ettirdiler ve kabul ettiler. Şimdi burada bir süreç başlayacak. Nasıl bir süreç başlayacak? Büyük bir ihtimalle SDG’nin silahlı yapılanması kademe kademe Suriye Milli Ordusu’na entegre edilecek. Suriye vatandaşı olmayanlar bir şekilde Suriye dışına çıkarılacak. Onlara bir takım haklar tanınacak. Bunun bir özellik ya da federasyon gibi olmayacağı çok belli” dedi.
Çakır, bazı kesimlerin sürecin başarılı olmayacağını öne sürdüğünü hatırlattı. Çakır, “Kandil’in silah bırakması Nisan ayında bekleniyordu ama süreç hızlandı” dedi. Özellikle Alevilere yönelik saldırıların bu süreci hızlandırmış olabileceğini belirtti.
“Daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız”
Mazlum Abdi, “Tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan, barış özlemlerini gerçekleştiren daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız” dedi. Abdi, Şara ile imzaladıkları anlaşmanın ardından X platformundan bir mesaj paylaştı.
Abdi, “Bu anlaşmayı yeni bir Suriye inşa etmek için gerçek bir fırsat olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı. Abdi mesajında, “Tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan, barış özlemlerini gerçekleştiren daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız” sözlerine yer verdi.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Merhaba, iyi günler. Dün akşam çok önemli bir gelişme yaşandı. Suriye’deki geçici yönetimin başındaki Ahmed eş-Şara ile Suriye’nin kuzeydoğusundaki SDG’nin, Suriye Demokratik Güçleri’nin başındaki Mazlum Abdi bir anlaşma imzaladılar ve bu anlaşmayla SDG, aslında ağırlıklı olarak PYD ve YPG’nin oluşturduğu SDG ile Şam anlaşmış oldu. Kürtler, birleşik bir Suriye’nin eşit bir parçası olarak kendilerini kabul ettirdiler ve kabul ettiler. Şimdi burada bir süreç başlayacak. Nasıl bir süreç başlayacak? Büyük bir ihtimalle bu SDG’nin silahlı yapılanması kademe kademe Suriye Milli Ordusu’na entegre edilecek. Suriye vatandaşı olmayanlar bir şekilde Suriye dışına çıkarılacak. Bu arada onlara birtakım haklar tanınacak. Bunun bir özerklik ya da federasyon gibi olmayacağı çok belli, net. Çok kritik bir noktada, kuzeybatıda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gelmesiyle Kürtlerin önemli bir kısmının boşalttığı, Afrin başta olmak üzere, yerleşimlere tekrar Kürtlerin dönmesi de söz konusu olacak. Bu olurken de tabii ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kademeli bir şekilde çıkması gerekecek. Bunlar bir günde olacak şeyler değil ama sonuçta anlaşmaya varıldı. Bu çok önemli bir gelişme. Suriye’de bütün Suriye’yi ilgilendiren, bütün bölgeyi ilgilendiren bir gelişme. Ve bu birçok kişiye, kuruma, ülkeye, odağa rağmen oldu. Özellikle Türkiye’ye baktığımızda çok garip ve ilginç bir şekilde birbirine düşman birtakım kesimlerin YPG/PYD’nin, yani PKK’nın Suriye’deki kollarının asla silah bırakmayacağı konusunda hemfikirdiler. Yani onlara yakın olanlar da onlara karşı olanlar da muhalefetteki insanlar da iktidardaki insanlar da ‘‘Bu olay bir şekilde olmayacak. Öcalan, ‘Silahı bırakın, kendinizi feshedin’ dedi ama bu Kandil’i ilgilendiriyor’’ dediler. İlk başta hatta dendi ki ‘‘Öcalan dese bile Kandil ayak diretir.’’ Kandil’in böyle yapmayacağı anlaşıldı. Bu sefer, ‘‘Kandil bıraksa bile YPG bırakmaz. Hatta Kandil bırakmış gibi yapıp YPG’ye katılır, Suriye’ye geçer’’ gibi bir dizi teori üretildi, senaryo üretildi ve ilginç bir şekilde bu senaryonun belli kesimleri de Ankara tarafından dağıtıldı diyelim, yayıldı. Yani iktidara yakın çevrelerde bunlar çok yazıldı, çizildi. Ama öyle olmadı. Şimdi açık konuşalım. PYD/YPG’nin PKK’nın bir kolu olduğunu hepimiz biliyoruz, Amerika Birleşik Devletleri de biliyor. Ama birçok kişinin bu böyle değilmiş gibi yapmak işlerine geliyor, böyle bir realitemiz var. Birincisi bu. İkincisi, her ne kadar PYD/YPG PKK’nın uzantısı olsa da yaşanan jeostratejik gelişmelerle birlikte Kandil’den bağımsız hareket edebileceği gibi bir yaklaşım dillendirildi. Dendi ki; ‘‘Tamam, Kandil, Öcalan Ankara ile anlaşabilir ama YPG’liler Amerika’nın ve özellikle İsrail’in güdümündeler. Dolayısıyla onlar buna yanaşmaz’’ dediler. İtiraz etmeye kalktığınızda da sizi naiflikle vesaireyle suçladılar. Bakın, bu örgütlenme, Öcalan’ın Suriye’de yaşadığı dönemde Öcalan tarafından bizzat kurulmuş, şekillendirilmiş bir yapı. Şu anda örgütün başında gözüken Mazlum Abdi, çocuk yaştan itibaren Öcalan’ın yanında bulunmuş, birlikte çok sayıda fotoğraf ve videoları olan bir kişi. Bir dönem PKK’nın batıdaki sorumluluğunu üstlenmiş bir kişi. Bu ilişkiler belli bir aşamada tabii ki kopabilir, ama kopmadığı çok barizdi. İlk açıklama yapıldığında Öcalan’dan açıklama beklenirken Mazlum Abdi, evet, bunu ciddiye alacaklarını söyledi. Daha sonra, “Bu Kandil’i bağlıyor” dedi. Belli ki elini güçlendirmek istedi Şam’la görüşürken. Ama Öcalan’la yürütülen bu sürecin, Türkiye’de Ankara’nın yürüttüğü ve uzun zamandır sürdüğü anlaşılan bu sürecin, Kürtlerin deyimiyle Rojava’yı kapsamaması mümkün değildi. Kesinlikle Ankara, bu süreci esas olarak Suriye üzerinden kurgulamak istiyordu, Suriye sorununu çözmek için istiyordu ve Ankara için Suriye sorunu orada bir Kürt yapılanmasını engellemekti. Dolayısıyla Öcalan’la konuşup, PKK’nın kendini feshetmesi vesaire gibi şeyleri konuşup YPG’yi konuşmamak diye bir şey asla söz konusu olamazdı. Öcalan’ın da “Bu beni ilgilendirmiyor” demeyeceğini de tahmin etmek çok mümkündü ve belli ki bu süreç içerisinde Öcalan’dan birtakım mesajlar değişik kanallardan Suriye’ye gitmiş. Şimdi bakıyoruz ki burada yeni bir yapılanma, yeni bir Suriye dizaynı söz konusu. Kürtler bunun asli unsuru olarak yer almakta. Tabii ki burada Kürtlerin kazandıkları ve kaybettikleri var. Birileri, Kürtlerin orada bir bölge kurabileceğini, Batı’nın ve İsrail’in desteğiyle pekâlâ bir federasyona hatta belki de bağımsız bir yapılanmaya gidebileceğini düşündü. Kimisi korktu, kimisi umdu; ama böyle bir şeyin Türkiye’nin dibinde olması, daha doğrusu Ankara’ya rağmen olması hiçbir şekilde mümkün değildi. Bazılarının iddiasına göre, biliyorsunuz, dediler ki; ‘‘Ankara Rojava’yı kabul etti, statüsünü kabul etti, bu süreç öyle yapılıyor’’ dediler. Bunun da olmayacağı belliydi. Erdoğan’ın orada Kürtlere bir statü kabul etmesinin şu anda, belki de ileride de çok bir imkanı yok. Bunu yaptığı anda birçok zemin ayağının altından gider. Burada bir statü olsun olmasın tartışması ayrı bir tartışma ama reel politik açısından baktığımızda, Suriye’nin kuzeyinde, kuzeydoğusunda bir otonom ya da federe bir Kürt yapılanması, hele hele bağımsız bir Kürt yapılanması pek mümkün değil. Mesela Irak’ta bağımsız Kürdistan için referandum yapıldı, ‘‘evet’’ çıktı ama bağımsız Kürdistan’ı ilan edemediler. Ankara karşı çıktı, başkaları karşı çıktı ve mecburen tekrar eski statüye döndüler. Şimdi burada da benzer bir olay var. Kürtler, riskli olanı tercih etmediler. Belki kendilerinin aklını çelmek isteyen çok kişi olmuştur ama daha gerçekçi olanı kabul ettiler. Burada tam da bu anlaşma, Suriye sahilinde Alevilere yönelik ciddi katliamların olduğu bir döneme denk geldi. Ahmed eş-Şara yönetimi bunları yönetemedi, hatta kimilerine göre önünü açtı. Ve hemen ardından, tam herkes bunu konuşurken, Alevilere yönelik katliamı konuşurken, Kürtlerin böyle bir anlaşmayı imzalaması bazıları tarafından Alevileri satışa getirdikleri şeklinde yorumlandı. Bu da çok acele bir yorum bence. Çünkü Alevilere yönelik katliamlar ilk başladığı andan itibaren SDG, açık ve net bir şekilde Alevilerin yanında olduklarını ve duydukları kaygıları dile getirdiler. Şu haliyle Kürtlerin Suriye’deki yönetimin bir asli unsuru olması aslında sadece Kürtleri değil, diğer azınlıkları da yakından ilgilendiriyor. Kürtlerin bu konumu aslında Aleviler için de Dürziler için de Hristiyanlar için de ve diğer tüm azınlıklar için de bir tür teminat. Ve büyük bir ihtimalle önümüzdeki dönemde şekillenecek olan Suriye Meclisi, Suriye yönetimi gibi yapıların içerisinde bu azınlık grupların — azınlık diyoruz ama sayıları hiç de öyle çok da az değil, ama Sünni Araplara göre daha azlar — kendi içerisinde bir tür iş birliği yapması, önümüzdeki dönemde Suriye’nin yeniden inşasının temel ayaklarından birisi olabilir. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum. Tabii ki çok zor bir süreç, bunu kabul etmek lazım; ama bu olayı “Kürtler anlaştı, Alevileri gözden çıkardı” diye yorumlamak çok büyük bir haksızlık olur. Onu özellikle vurgulamak istiyorum.
Şimdi dönelim tekrar Türkiye’ye. İnsanlar, ‘‘Bu iş olmaz, bu süreç başarılı olmaz, kesinlikle olmaz. Erdoğan kendini seçtirmek için Kürtleri kullanıyor. Türkiye’de belki ağza bir parmak bal çalarlar ama Suriye kesinlikle dışarıda kalır’’ gibi teoriler yapanlar açığa düştü. Açıkçası çok hızlı gelişti. Normalde Kandil’in silah bırakması, ki Nisan aylarında bir konferans toplaması ve açıklaması bekleniyor, ondan sonrasında olma ihtimali daha yüksekti. Erken davrandılar. Belki de bu son Alevilerle yaşanan olaylar da birtakım şeyleri hızlandırmıştır. Alevilere yönelik katliamlar da birtakım şeyleri hızlandırmıştır. Çünkü şunu da unutmamak lazım; eş-Şara yönetimi Alevilere yönelik katliamlarla çok büyük bir meşruiyet krizi içerisine düştü. Batıdan aldığı desteği vesaireyi kaybetmenin eşiğine geldi; çünkü verdiği bütün desteklerde Batı, tüm azınlıkların haklarının ve kadınların haklarının teminat altında olmasını şart koşuyorlardı ve daha 3. ayda Alevilere yönelik 1000’e yakın sivilin öldürüldüğü olaylar yaşandı ve bu eş-Şara yönetimini de çok zor durumda bıraktı, çok net bir şekilde. Şimdi bakıyoruz ki tam da bunun ortasında Kürtlerle anlaşması eş-Şara’ya da bir soluk alma imkanı sağladı. Yani Kürtlerle anlaşıyor, Alevilerle de anlaşabilir, Dürzilerle de anlaşabilir, Hristiyanlarla da anlaşabilir noktasına geldi. Bu çok önemli. Yani burada şu haliyle baktığımız zaman Kürtlerin de Şam’daki yönetimin de genel olarak Suriye’nin de kazandığı ya da kazanabileceği bir olayla karşı karşıyayız. Şunu söylemek istiyorum, biraz kişisel olacak ama; Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde söylediklerimizden ve bunların gerçekleşmemesinden dolayı haklı bir şekilde, kimi zaman abartılı bir şekilde çok laf işittik ve ben de seçimden sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapmadığını yapıp bir tür öz eleştiri verdim. Bunu izleyenler bilir. Özellikle soldan gelen birisi, hâlâ solcu olan birisi olarak öz eleştirinin ne kadar değerli bir şey olduğunu bilirim. Yani biz gazeteciler hata yapmaz, her dediği doğru insanlar değiliz, çok hata yaparız; ama önemli olan bunların art niyetli olmamasıdır. Yani yanılmaktır bunlar. Ve çok dayak yedik yani açıkçası. Ama şimdi bakıyorum, Suriye’de, açıkçası demiştim bir yayında da ‘‘Kendimi ters yola girmiş o fıkradaki Laz sürücü gibi hissediyorum’’ demiştim. Birçok kişinin “Olmaz, olmaz, olmaz” dediği yerde ben de “Ne var bunda?” dedim. Daha 5 gün, 6 gün önce ‘‘PYD-YPG silah bırakır mı?’’ diye yayın yaptım ve o yayını tetikleyen de Abdülkadir Selvi’nin yazdığı ‘‘YPG bırakmayacak’’ yazısıydı. Hatta Abdülkadir’e de söyledim — kendisi çok eski bir arkadaşımdır, çok hukukumuz vardır — dedim ki, ‘‘Abdülkadir, bak, daha önce ‘Öcalan söylese de Kandil bırakmaz’ dedin, bıraktı. Bu sefer de şimdi ‘YPG’ diyorsun, bu da bırakır. Niye böyle şey yapıyorsun?’’ Dedi ki, ‘‘Ya işte çok ciddi duyumlar var’’ vesaire. Ama hakkını vermek lazım, dedi ki, ‘‘İnşallah sen haklı çıkarsın’’ dedi. Sonra dün gece itibarıyla kendisiyle tekrar konuştum, o da mutlu olduğunu söyledi. Yani bir art niyetli ‘‘YPG silah bırakmasın’’ değil. Ama ne oluyor? Ona onun haber kaynakları böyle söylüyor. Ne amaçla böyle düşünüyorlar? Hakikaten somut olarak ellerinde bir bilgi olsa, aslında anlaşmanın yakın olduğunu görüyor olmaları lazım. Açıkçası ben bu süreçte… Kimileri şimdi birtakım insanlar çıkıyor, biliyorsunuz, ‘‘Benim kaynaklarım var’’ diyor, vesaire diyor. Birtakım eski Fethullahçıların kullanışlı aptalları falan da çıktı ortaya. Her şeyi biliyorlar, devletten çok bilgi alıyorlarmış gibi anlatıyorlar vesaire. Kimileri de başka şeyler söylüyor ve bunların kimisi çıkıyor, kimisi çıkmıyor. Ben başından beri, şunu size temin ederim, açık kaynaklar dışında hiçbir şeye itibar etmiyorum, etmemeye çalışıyorum. Zaten kimse de bizi arayıp da ‘‘Ya bak olay şöyle oluyor, böyle oluyor’’ diye bir şeyler vermeye de çalışmıyor çok şükür. Vermeye çalışanlar çünkü, gazeteci olarak tecrübeyle sabit, sizi yönlendirmeye çalışanlardır. Böyle durumlarda önemli olan, serinkanlı bir şekilde, ama açık kaynakları iyi takip ederek, bir de tabii olayın tarihini bilerek, olayın aktörlerini az buçuk anlamaya çalışarak hareket etmek ve ben başından itibaren bunu yapmaya çalışıyorum. Çok kişi bana — bu yayınlarda da mesela arkadaşlarımızla falan da tartışıyoruz, biliyorsunuz — çok laf ettiler, naif buldular. Geçen Kemal diyordu, bir izleyici söylemiş; “Ruşen Çakır iyimserliği.” Tabii ki iyimserim, Kürt meselesinin çözülmesini istiyorum, silahların susmasını istiyorum, hep bunu istedim ve bu sefer bu imkanın olduğunu görüyorum. Ve burada görmemin esas nedeni de bunu Devlet Bahçeli’nin başlatmış olmasıdır. O çok büyük bir kırılmaydı. Yani Öcalan’ın “Paradigma” dediği olay orada çıkıyordu ortaya. Ve o zamandan beri özellikle örgütün yayınlarını takip ederek ve birtakım siyasetçilerle sohbet ederek, bu konuya hakim insanlarla sohbet ederek; ama arşiv tarayarak, geçmişe bakarak bir şeyler söylemeye, anlamaya çalışıyorum. Ve şu ana kadarki gidişat, büyük ölçüde umduğum ve tasvir ettiğim gibi. Tabii ki birçok şeyde sorun yaşanıyor, yaşanacak ama Allah çok şükür iyi gidiyor ve iyi gidecek diye temenni ediyorum. Ama temenninin ötesinde de öyle olacağını görüyorum, hatta beklediğimden çok daha hızlı gittiğini söylemeliyim.
Kapatmadan önce bir şey söyleyeceğim; meslektaşım ve arkadaşım Nevşin Mengü gerçekten çok iyi bir iş çıkartıyor. Kendi başına bir medya oldu ve Salih Müslim’le bir röportaj yaptı, biliyorsunuz ve başına gelmedik kalmadı. Hedef gösterdiler, şu yaptılar… Salih Müslim kim? Bu yapılanmanın sivil ayağı olan PYD’nin önde gelen bir ismi, Türkiye’de eğitim görmüş birisi, Türkçesi çok iyi ve defalarca Türkiye’ye gelmiş, görüşmeler yapmış, üst düzey görüşmeler yapmış bir kişi. Sivil bir kişi. Yani Mazlum Abdi de değil, sivil bir kişi. Bu yüzden linç edildi, yayını silmek zorunda kaldı ve de üstüne ceza aldı, yargılandı ve ertelendi ama 1 yıl 6 ay ceza aldı. Şimdi Allah için özür dileyin bari. Yani Salih Müslim’in önümüzdeki süreçte Suriye’de Kürtlerin öne çıkan bir aktörü, figürü olma ihtimali çok yüksek. Birtakım önemli görevler de üstlenebilir Suriye’de. Şimdi bir şey bildiğimden değil de, Suriye Dışişleri Bakanı olur mesela ve Ankara’ya gelir, daha önce geldiği gibi. Yani bunları yapmayın. Terör örgütü propagandası vesaire… İşte 2 ay önce yaptığı için başına bu geliyor; şimdi Salih Müslim’le herhalde röportaj yapsa kimse de “Ne oluyoruz, terör örgütü propagandası” demeyecek. Tıpkı, Öcalan kurdurdu diye, Halkların Demokratik Kongresi’ne selam vermiş insanları, gazeteci arkadaşlarımızı, aydınları hapse doldurdular; sonra Öcalan’ı Türkiye’nin en muteber isimlerinden biri olarak, istemeye istemeye de olsa bunu kabul ettiler. Şimdi o insanlar niye içeride yatıyor? Ahmet Özer niye içeride yatıyor? Birçok insan, Selahattin Demirtaş niye içeride yatıyor? Figen Yüksekdağ niye içeride yatıyor? Hangi terör örgütü? Zaten buradaki sorun büyük ölçüde buradan çıkıyor. ‘‘Terör örgütü propagandası, iltisak’’ vesaire diyerek Türkiye’de otoriterliği iyice inşa ettiler. Şimdi terör örgütü diye bir şey kalmayınca ne yapacaklar? Ne yapacaklar? Ellerinden bu kartın gitmesinden dolayı telaşa kapılanlar var. Ve Öcalan demiş bunu, Tuncer Bakırhan söyledi geçen; yapılan birtakım uygulamaları, kayyum atamalarını, baroya yapılan şeyleri, bu sürecin sabote edilmesi çabaları olarak değerlendirmiş. Hakikaten öyle gözüküyor. Evet, tekrar söylüyorum; bütün bu kişilerin davalarının bir şekilde düşmesi lazım. Artık hangi terör örgütü? Yani Salih Müslim ile konuşmak kadar doğal bir şey yoktu, bundan sonra hele hiç olmayacak. Yani bunlardan artık devletin vazgeçmesi, sivil olduğunu iddia eden kişilerin de buralardaki o linç kampanyalarından vazgeçmesi lazım. Ama son bir not düşeceğim: Ezkaza bu süreç sıkıntıya uğrarsa, tekrar bir terörle mücadele olayına gelirsek — hiç beklemiyorum ve ummuyorum ama — şu anda bu söylediklerimden dolayı da yarın öbür gün benim kapımı da birtakım şeyler çalabilir, “Sen terör örgütünü övdün” diyebilir, vesaire diyebilir. Maalesef böyle bir ülkede yaşıyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.