Transatlantik: Suriye’de Alevi katliamı ve SDG-Şam anlaşması

Transatlantik’te Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Ortadoğu’da değişen dengeleri konuşuyor. Suriye’deki Alevi katliamını ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasındaki anlaşmayı değerlendirdi.

Suriye’de gerginlik dinmiyor

Suriye’nin Lazkiye şehrinde Alevilere yönelik katliam sonucu en az bin 383 sivil öldürüldü.

Suriye’nin Akdeniz kıyısındaki Alevi bölgelerinde son günlerde yaşanan saldırılar, büyük bir insani felakete yol açtı. Fransız haber ajansı AFP’ye göre, Suriye’deki saldırılarda en az bin 383 sivilin öldürüldü.

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR), Suriye’nin kuzeybatısında “sivil ve savaşçı ayrımı yapılmaksızın erkek ve genç yetişkinlere yönelik geniş çaplı saha infazların” yaşandığını duyurmuştu.

Mazlum Abdi ile Ahmet eş-Şara anlaştı

Suriye’de Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) yönetimine bağlı gruplar 6 Mart’ta Tartus’ta aranan bir kişiyi gözaltına almak için bölgeye girdi. Bu esnada Şam’a bağlı güçler tamamı Alevilerden oluşan Cable mahallesine girerek katliam çağrısı yaptı. Şam güçlerinin gözaltı operasyonunda 15 yaşında bir çocuk öldürüldü.

Bunun üzerine Lazkiye ve Tartus’taki silahlı yerel gruplar HTŞ güçlerine pusu kurarak 20’den fazla Şam gücünü öldürdü.

SDG Komutanı Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı ilan edilen Ahmed Şara, SDG’nin Suriye devlet kurumlarına entegrasyonunu öngören anlaşmaya imza attı.

Anlaşmada Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgulandı, ayrıca çatışmaların sonlandırılması ve sığınmacıların geri dönüşüne yönelik maddelere yer verildi.

Mazlum Abdi, “Tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan, barış özlemlerini gerçekleştiren daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız” dedi. Abdi, Şara ile imzaladıkları anlaşmanın ardından X platformundan bir mesaj paylaştı.

Abdi, “Bu anlaşmayı yeni bir Suriye inşa etmek için gerçek bir fırsat olarak görüyoruz” ifadelerini kullandı. Abdi mesajında, “Tüm Suriyelilerin haklarını garanti altına alan, barış özlemlerini gerçekleştiren daha iyi bir gelecek inşa etmeye kararlıyız” sözlerine yer verdi.

Reuters: Türkiye, Suriye’deki anlaşma konusunda ihtiyatlı iyimser

Ankara’dan üst düzey bir yetkili, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Suriye’nin yeni hükümeti arasında imzalanan anlaşmayla ilgili Reuters’a konuştu. Yetkili, “Anlaşma konusunda temkinli iyimseriz. Ulaşılan anlaşmanın ötesinde, şu aşamada nasıl uygulanacağına bakıyoruz” dedi.

Türk yetkili, SDG’nin daha önce de sözler verdiğini hatırlatarak, “Niyet beyanından ziyade uygulamaya bakıyoruz” dedi.

Transatlantik: Suriye'de alevi katliamı | Mazlum Abdi ile Ahmet eş-Şara anlaştı
Transatlantik: Suriye’de alevi katliamı | Mazlum Abdi ile Ahmet eş-Şara anlaştı

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la birlikte ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta sadece Suriye’yi konuşacağız. Arkadaşlar merhaba. Suriye durdu durdu, 3 ay sonra tekrar tüm dünyanın gündemine oturdu. Peş peşe gelen iki önemli olay var. Birisi özellikle sahil bölgesinde Alevi sivillere yönelik katliam. Katliamda ölenlerin 1000 kişiyi aştığı söyleniyor. Daha sonra da SDG’nin başındaki Mazlum Abdi ile geçici hükümetin başındaki Ahmet eş-Şara’nın anlaşma imzalaması. İkisi de çok önemli olaylar. Ömer, bugün seninle başlayalım. Alevi katliamı ile ilgili olarak adım adım bunun gelmekte olduğu yorumları yapıldı. Bir de sanki Suriye’deki bütün azınlıkların bir hamisi var, ama Alevilerin hamisi yok gibi bir algı oluşmuştu. Dürzilerin İsrail, Kürtlerin ABD, Hristiyanların genel olarak Batı dünyası, ama Aleviler bir anlamda yalnızmış gibi algılandı. Ama mesela ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio bu katliama anında çok sert tepki verdi. Bu beklenen bir şey miydi ve sürer mi, ne dersin?

Ömer Taşpınar: Ruşen, her ne kadar Batı’nın gözünde Suriye’deki en önemli “Litmus Testi” ‘’Hristiyanların hamisi Batı’dır’’ tezi hâkim olsa da, bence en başından beri asıl mesele, bu yeni kurulan ve geçmişinde cihatçılık olan Suriye hükümetinin hem Alevilere hem Kürtlere hem de kadınlara nasıl davranacağı önemliydi. Bu konularda Batı’nın hassasiyeti olacağı biliniyordu. Bir Taliban zihniyetiyle davranacak Yeni Ahmet eş-Şara hükümetinin Batı’dan tepki alacağı belliydi. O yüzden, Alevilerin hamisi her ne kadar artık tam olarak İran veya Hizbullah olmasa da, Batı’nın, Aleviler konusunda belirli bir hassasiyet içinde olabileceğini, yapılan açıklamalardan, tepkilerden hissediyordum. Türk kamuoyunda veya Ortadoğu’da, detaylara çok hâkim olunmadığı için pek de farkına varılmayan Tartus, Lazkiye sahil bölgelerinde ve dağlık alanlarda, düşük ve orta yoğunluklu çatışmalar hep devam ediyordu. ‘’Eski rejim yandaşları’’ olarak tanımlanan bu grupların, çoğu zaman da Suriye güvenlik güçleriyle çatıştıkları söyleniyordu. Bu konuda benden çok daha bilgili insanlardan, uzmanlardan okuduğum, mikro ölçekte devam eden bir çatışma konteksti vardı. Bu provokasyona açık ortamın patlak verme ihtimali yüksekti. Tabii ki patlak verdiğinde hem Türkiye’den hem de dünyadan gelen, ama özellikle Türkiye’den gelen yorumlarda, o benim çok sevdiğim “aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde” analizleri yapılmaya başlandı. Türkiye’de hükümete, AKP’ye yakın, daha İslamcı kimliği olan kesimler, tabii ki bir Alevi kalkışmasından bahsediyorlar. Orada neredeyse bir darbe olmuştu ve kurtarılmış bir bölge ortaya çıkıyordu. Suriye için Kurtuluş Askeri Konseyi, Sahil Kalkanı Tugayları gibi Alevi paramiliter kuruluşlarından bahsediliyor. Eski 4. Zırhlı Tümen Komutanı Mahir Esad’ın sağ kolu olan Ghaith Dalla’nın başında olduğu bir ayaklanmadan ve onu bastırmak için bir şekilde Şam’ın düğmeye bastığından bahsediliyor. Bu, kaçınılmaz olarak tekrar asayişi hâkim kılmak, devletin, orada varlığını tekrar otoriter bir şekilde kurması olarak yansıtılıyor. Bu, bence durumu tam olarak açıklamıyor. 

Fakat temelde şöyle bir sorun var: Ahmet eş-Şara dediğimiz liderin elinde ordulaşmış bir yapı yok. Bunu Kürtlerle yapılan anlaşmada da konuşmamız gerekecek. Yaptırım altında olan bir Suriye var. Henüz askeri yapılanmasını üniter bir devlet şeklinde kuramamış, şiddet tekelini eline alamamış, bir sürü paramiliter yapının olduğu ve kontrolün tam elde edilemediği bir yapı söz konusu. Burada tabii ki yapılan katliamı meşru göstermek için söylemiyorum. Ama Şam’daki hükümetin, istese bile çok kontrol edebileceği bir ortam yok gibi geliyor bana. Tabii ki bu katliamlarda Şam’dan da aldıkları bir yeşil ışık var, ama kantarın topuzunun kaçması durumu da var. Bence kontrolü ele alma çabası çok daha etkili bir şekilde devam edebilecekken iş işten geçti ve yüzlerce, kimi rakamlara göre 1,500’e yakın sivil katliama uğradı. Burada bir kontekste oturtmak gerekiyor, onu anlatmaya çalışıyorum. Bu konteksti anlamadan iki tarafı da savunucu veya suçlayıcı analizler yapılabilir. Ortada henüz oluşmuş bir devlet söz konusu değil ve bunların olmasını bir bakıma normal de karşılıyorum. Çünkü belki de biz çok çabuk Suriye’de yeni bir düzen kurulduğunu ve bu düzenin bir şekilde oturduğunu zannettik. Halbuki bu düzenin oturması için taşlar henüz yerleşmedi ve Batı’dan gelecek tepkiler de önemli. Özellikle Amerika’dan, Avrupa’dan, Batı’dan yüksek sesli tepkiler gelirken, Kürtlerle olan anlaşma bir bakıma Ahmet eş- Şara’yı şimdilik kurtarmışa benziyor. Fakat bu Alevi katliamı burada bitecek mi, orada küçük ölçekte bir iç savaş mı yaşanacak, bu konuda keskin analizler yapmak için henüz erken. Fakat dediğim gibi, zaten bunların cihatçı olduğuna inanan kesimler böyle bir katliamı bekliyorlardı. Alevilerin de hiçbir zaman tam olarak silah bırakmayacağına, eski rejim unsurlarının bir şekilde geri gelebileceğine inanmış kesimler de bunu bir kalkışma olarak görmekte ısrar ediyorlar. Bence doğru ve dengeli olan analiz, ikisinin arasında bir yerde. Mutlaka bir şiddet konteksi vardı fakat Şam’ın yeşil ışık yakması bunu katliam boyutlarına getirdi.

Ruşen Çakır: Gönül, sen ne dersin? Ömer de değindi, Ahmet eş-Şara bu olaya ne kadar dâhil ve bu konuda ne kadar rahatsız?  Bir araştırma komisyonu gibi bir şey kurdular, ama Aleviler herhalde suçluların bulunup cezalandırılacağına pek güvenmiyorlardır. Aleviler olmadan Suriye’yi inşa etmek de mümkün değil. Alevilerden arındırmak gibi bir şey olamayacak. Nasıl görüyorsun? 

Gönül Tol: Ahmet eş-Şara’nın perspektifinden bakıldığında, bütün bu olanlar Ahmet eş-Şara’yı çok zor bir durumda bırakıyor. O nedenle bunu özellikle kazıyan taraf, rasyonel bir aktör olduğunu varsayarsak, ki Ahmet eş-Şara son derece pragmatik olduğunu kanıtladı aslında. Rusya’nın Suriye içerisindeki üslerde yeniden kontrolü sağlaması konusunda bir istişare yürütülüyor ki rejimi ayakta bu kadar tutmuş ve katliamların bir parçası olmuş bir ülkeden bahsediyoruz, Rusya’ya karşı bile son derece pragmatik bir yaklaşım içerisinde olan bir liderin, kendisini bu kadar zor durumda bırakacak bir şeye girişmesini ben mantıklı bulmuyorum. Ama bu şu demek değil: Suriye’deki insan hakları ihlallerini izleyen farklı grupların raporlarına baktım. Kimin bunu başlattığına dair bir kafa karışıklığı var. Ömer’in de bahsetti gibi, rejime bağlı unsurların bunu başlattığını söyleyenler var, fakat daha sonra Suriye Güvenlik Güçleri’nin de benzer şekilde sivilleri öldürdüğü söyleniyor. Muhtemelen şöyle bir durum var: Aralık ayında, Esad’ın düşürülmesinden hemen sonra, Ahmet eş-Şara, Esad rejiminde askeri olarak görev almış fakat bu toplu katliamlara bulaşmamış insanlar gelip teslim olsunlar açıklamasını yaptı. Bunlara bir af çıkardı ve “Eğer silahlarını teslim ederlerse, bunlara kimlik kartları verilecek ve sivil hayatlarına devam edebilirler” dedi. Bu program sayesinde, Esad ordusunda görev almış on binlerce insan, bu programın bir parçası olarak kimlik kartlarını aldı ve sivil hayata devam etti. Bunlar genelde orta ve alt kademelerde görev almış insanlar. Fakat Esad’ın ordusunda üst kademede görev alan insanlar, katliamlarda kilit rol oynadıklarından muhtemelen bu aftan faydalanamayacaklarını düşündükleri için, Ömer’in bahsettiği gibi küçük milisler, askeri oluşumlar oluşturdular. Amaçları da kendi deyimleriyle ‘’Suriye’yi özgürleştirmek.’’ Ahmet eş-Şara hükümetini meşru bir hükümet olarak görmüyorlar ve bunlar hem silahlarını ellerinde tuttular hem de Alevilerin güçlü olduğu çeşitli bölgelerde askeri mobilizasyona başladılar. Bu tür üç dört oluşum olduğunu biliyoruz. 

Bütün bunlar olurken Ahmet eş-Şara kabinesinde olan insanların bir kısmı “Bu, doğru bir taktik ve strateji değil. Bu insanlara af sağlamak ileride başımıza iş açar. Çünkü bunlar ayaklanabilir, mobilize olabilirler” dediler. Buna karşı Ahmet eş-Şara’nın verdiği yanıt “Ben Irak’ın yaptığı hatayı yapmak istemiyorum” oldu. Hatırlarsan, Amerika’nın Irak’ı işgalinin ardından BAAS’çılardan temizlemek için operasyon başlatılmıştı ve bütün BAAS’çı askerler elimine edilmişti. Ahmet eş-Şara “Ben bu hatayı yapmak istemiyorum. Eğer bu hatayı yaparsam, kurban edilmiş bir grup oluştururum ve bu bir noktada bize geri döner” dedi. ‘’Ahmet eş-Şara bunun arkasında mı?’’ diye sordun ya, Alevi katliamın ardından kabine içerisinde bu tartışmalar yeniden alevlenmiş durumda. “Bak bunu yapmamalıydık, bunların hepsini hapse atmalıydık” diyenler, şimdi bu çatışmaları göstererek “Haklıydık” diyorlar. Bence Ahmet eş-Şara hâlâ benzer bir noktada duruyor, ama yaptırımların kaldırılmasını istediği bir noktada bu çatışmaların dünyaya “Şam sahada hiçbir şeyi kontrol edemiyor” mesajını verdiğini ve bunun iyi bir imaj olmadığını anlıyor. Nitekim Amerika, Dışişleri Bakanı Marco Rubio çok endişe duyduğunu ifade eden bir açıklama yaptı. Bir taraftan da Dürziler özerklik ilan etmiş durumdalar. Yani bu resim Ahmet eş-Şara için iyi bir resim değil. Şimdi Brüksel’de yatırımcı konferansına katılacak. Batı’yı, sınırlarının içinde olanları kontrol ettiğine, ikincisi de azınlıkların, yönetimi altında güvende olduğuna ikna etmek zorunda. Tam da bu resmin parçası olarak, Kürtlerle yapılan anlaşmanın zamanlamasını düşünmek gerekiyor. Çünkü dünyanın yeniden “Biz Şam’a, Ahmet eş-Şara’ya çok hızlı kredi verdik. Ama bakın hiçbir şey kontrol altında değil, şiddet eylemleri başladı, azınlıklara karşı katliamlar başladı” dediği bir anda, Kürtlerle yapılmış bir anlaşma var. 

Bu sadece yaptırımların kaldırılmasının önünde bir engel olarak ortaya çıkmıyor, aynı zamanda bölge ülkeleri için de çok endişe verici bir durum. Mesela binlerce Alevi Suriye’den Lübnan’a gitti. Zaten Lübnan son derece istikrarsız bir yer. Bir de Rusya, İran ve hatta İsrail gibi Suriye’yi istikrarsızlaştırma emeli olan ülkelere alan açıyor. Bu noktada şunu da düşünmek lazım; Türkiye ve İran arasında da bir gerilim var Suriye’de olanlar içim Türkiye İran’ı direkt suçlamıyor ama Türk yetkililerin konuşmalarına baktığınızda, ‘’aslında bunun arkasında da İran var’’ savını duyuyorsunuz. Benzer şekilde, İran da Türkiye’yi suçluyor. Bütün bu çatışma ortamı, tabii ki insani olarak bu büyük bir trajedi, ama onun ötesinde, jeopolitik olarak da baktığınızda, Şam için son derece istenmeyen bir durum. Bu arada, Türkiye’nin desteklediği Milli Suriye Ordusu da bu sivilleri öldüren gruplar içerisinde ve bunun da bir sonraki adımda konuşulması gerekiyor. Kürtlere entegre etmek için böyle bir anlaşmanın içerisindeyken Milli Suriye Ordusu’na ne olacak? Onlar neden entegre olmuyor, onların silahlarını bırakması söz konusu değil ama, neden yeni bir oluşum içerisinde entegre edilemiyor? Bunları da konuşmak lazım. 

Ruşen Çakır: Tam bunlar olurken, çok önemli bir anlaşma imzalandı. İkisi de terörist olarak tanımlanan, sivil kıyafetli Mazlum Abdi ve zaten çoktan kravat takmış olan Ahmet eş-Şara, tarihi bir anlaşma imzaladılar ve Suriye’de Kürtlerin asli unsur olduğu tescillendi. Birçok madde var. İlk başta, ‘’Ankara buna ne der?’’ dendi ama Erdoğan dün akşam itibariyle anlaşmaya sahip çıktı biliyorsunuz. Bunun Türkiye’de süren çözüm süreciyle de bir ilgisi olup olmadığı yolunda da bir tartışma var. Özellikle Kürt hareketinin sözcüleri, bunun doğrudan ilişkili olduğunu da söylüyorlar, ki ben de aynı kanıdayım. Ömer ne dersin, bu anlaşma ABD’nin doğrudan dahil olduğu, hatta İngiltere, Fransa gibi güçlerin de bir şekilde olduğu ve Ankara’nın da onay verdiği bir anlaşmaya benziyor. Suriye için bir dönüm noktası gibi bir şey.

Ömer Taşpınar: Ruşen, bence çok kesin analizler yapmadan önce Suriye’deki devletin yapısının ne kadar zayıf olduğunu görmek lazım.  Suriye’de yeni bir düzenden bahsediyoruz ama demin benim de anlatmaya çalıştığım şey, şiddet tekelini tam olarak eline almış gözükmüyor. Hâlâ ülke içinde paramiliter güçler var, ne kadar kontrol edebiliyor, ordusu ne büyüklükte? Bazen 25-30 bin askerin olduğu bir ordudan bahsediyoruz, ki bunlar üniter bir şekilde merkez komuta çerçevesinde emir zincirinde hareket edebiliyorlar mı? Bir Genelkurmay var mı, bir Savunma Bakanlığı tam olarak otoritesini kurabildi mi? Çıkan kanunları hayata geçirebilecek kurumlar ve bir güç var mı? ‘’Ülke iç savaşa doğru gidiyor’’ analizleri yapılırken birden ortaya böyle bir anlaşma çıktı ve bu anlaşma bir dönüm noktası olarak yansıtılıyor. Halbuki ben bunu bir anlaşmadan çok, bir ön mutabakat, bir çerçeve olarak görüyorum ve içindeki maddelerin hayata geçirilip geçilemeyeceği de havada. Bir sürü bilinmeyen var. Kurumların işlemediği, daha doğru dürüst asayişin kurulamadığı, Anayasa’nın olmadığı, rejimin ortaya çıkmadığı bir Suriye var. Maaşların tam olarak ödenemediği, ekonominin dönmediği, hâlâ çok zayıf ve kırılgan bir Suriye ile karşı karşıyayız. Ama bütün bunlara rağmen bu anlaşmanın olması şunu gösteriyor: Ahmet eş-Şara, Batı’ya, pragmatik ve bir şekilde Kürtlerle anlaşmaya açık olduğunu göstermek zorundaydı. Özellikle de bu Alevi katliamı olayından sonra bu daha da elzem bir yere gelmişti. Bunun bir an evvel olması, bir bakıma apar topar, daha Alevi katliamı meselesi dünya basınında gündemden düşmemişken, Kürtlerle anlaşma olması, bir bakıma Ahmet eş-Şara’yı kurtarıyor. En azından Avrupa’ya gidip “Suriye yaptırımlarını kaldırın. Biz burada yeni bir devlet kuruyoruz, otorite benim elimde, bakın Kürtlerle de bir entegrasyon içine giriyoruz, IŞİD’i biz beraber kontrol altında tutacağız” deme fırsatını sunuyor. 

Bu anlaşmanın içinde hem Türkiye’yi hem Kürtleri hem Şam’ı hem Amerika’yı, yani her tarafı tatmin edebilecek unsurlar var. Kürtler kurucu unsur ve tabii ki vatandaşlık hakları ortada, siyasi haklarına kavuşuyorlar ve federasyon olmasa da bir bakıma kimliklerinin siyasi anlamda kabulüyle karşı karşıyayız, burası kesin. Ama askerî açıdan ne derecede Türkiye’nin istediği gibi, Suriye ordusuna birey asker olarak nasıl entegre edilecekler, orası büyük bir soru işareti. Zaten komiteler kurulmuş durumda. Bana göre burada Kürtleri mutlu eden, memnun eden şey, temelde SDG içindeki YPG’nin, belirli tümenler ve tugaylar olarak kuzeyde Kürtlerin hâkim olacağı bölgelerde, Suriye ordusunun içindeymiş gibi gözükerek blok halinde varlıklarını devam ettirebilecek olmaları. Bu orduyu, askerleri birey olarak asimile edecek bir Suriye gücü yok ortada. Suriye’nin böyle bir askeri gücü de yok. Baktığımızda aslında YPG-SDG denen birimin belki de HTŞ’nin kendi askeri gücünden daha güçlü olduğunu bile söylemek mümkün. O nedenle, zayıf bir hükümetin ve merkezin, ademi merkeziyetçiliğe izin vermemesi, üniter bir devlet olarak ortaya çıkması gibi bir durum söz konusu. Federatif bir yapı kabul edilmiyor, federatif bir yapı yokmuş gibi davranılıyor ama aslında ortada, Kürtlerin bir bakıma hem askeri hem siyasi olarak varlıklarını devam ettirebilecekleri, özellikle YPG’nin SDG’nin devam ettirebilecek bir anlaşma söz konusu. Tabii ki ülkenin üçte birine hâkim oldukları bir durum devam etmiyor. Sonuçta, ellerinde bulundukları topraklar Fırat’ın doğusunda, Rakka, Haseke, Deyrizor gibi yerler zaten Arap ağırlıklı yerlerdi. SDG’nin buradan çıkması gerekecek. 

Ama ortada bir de bilinmeyen bir mesele olarak, yerinden edilmiş, Afrin’den çıkmış Kürtlerin Afrin’e dönüp dönemeyeceği var. Burada Türkiye’nin konumu çok önemli. Türkiye garantör ülke konumunda. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu anlaşmaya “Biz bundan endişe duyuyoruz” deme lüksü yok. Zaten Şam’ı kendisi kontrol ediyor gibi bir hava var. Katar ve Türkiye, HTŞ’yi ve eş-Şara’yı neredeyse şartsız bir şekilde kabul ediyor. Dolayısıyla Türkiye’nin bir şekilde anlaşma olduktan sonra “Biz buna karşı çıkıyoruz” demesi, Türkiye’nin güçsüzlüğünü ortaya çıkarırdı. Öyle bir durum söz konusu değil. Ama bence, Amerika bir şekilde Mazlum Abdi’nin Şam’a bir Amerikan helikopteri tarafından getirilmesinden tutun, Amerika’nın bütün ayrıntılarına kadar bu işin içinde arabuluculuk yapmış olması ve sonuna kadar da takip etmiş olması gösteriyor ki, aslında Amerika olmasaydı, Kürtler bu derecede güçlü bir şekilde istedikleri bazı konularda objektiflerine ulaşamazlardı. Burada Amerika’yı da memnun edebilecek şartlar var, Suriye Şam’ı da Türkiye’yi de memnun edebilecek şartlar var. Detay, bunların yürürlüğe geçirilip geçirilemeyeceğinde. Yarın bir gün, Alevi bölgelerinde veya Kürtlerle Araplar arasında çatışmalar tekrar çıkarsa, bu ön kabul anlaşma taslaklarının ne derecede değeri olacak, bence bir soru işareti. Dolayısıyla ben Suriye konusunda ‘’büyük bir dönüm noktası aşıldı, büyük bir sorun geride bırakıldı ve artık düzlüğe çıktık’’ iyimserliği içinde değilim.

Ruşen Çakır: Zaten Transatlantik programı, birçok konuda benim söylediklerime sizin tarafınızdan muhalefet şehri düşülmesine tanık oluyor. Tabii ki dönüm noktası derken, artık geri dönüş yok demiyorum ama çok önemli bir eşik aşıldı. Bundan sonra kaza olma ihtimali tabii ki var. Çok zor bir şey. Ben yaptığım yayınlarda uzmanlara “İki ayrı dünya söz konusu” diyorum. Bugün Amberin Zaman ile bir yayın yaptım, bu gece yayınlanacak. Amberin Suriye’yi çok iyi biliyor biliyorsunuz. Bir tarafta Ahmet eş-Şara, bir tarafta Mazlum Kobani. İkisi birbirini tam zıttı insanlar. Ama sonuçta bir anlaşmayı imzalıyorlar, o önemli bir etap. Elbette bunun kesin olacağını söyleyemeyiz. Çok zorluk olacak ama bir yerden başlamak gerekiyordu, başladılar. Gönül, ne dersin? Senin muhalefet şerhlerini alayım.

Gönül Tol: Ben ikinize de katılıyorum. Sonuçta bunun yapılmış olmasının her taraf açısından farklı bir önemi var, ama evet, yol kazası olabilir. Anlaşmanın maddelerine baktığınızda, Kürtler için gerçekten önemli bir kazanım var. Ben geçen haftaki programda “Kürtler için öne sürülen bu anlaşma fena bir anlaşma değil” demiştim. Yine bir sürü hakaret duydum. Ama Kürtler de aynı şeyi düşünüyor. Eğer bu anlaşma hayata geçirilirse, Kürtlerin haklarının anayasal olarak tanınması söz konusu. Eğer öyle olursa, Suriye, Kürt hakları konusunda Türkiye’den dahi daha ileri bir noktada olacak. Fiili durumdan bahsetmiyorum. Mesela anlaşma metninde hem anayasal olarak Kürt kimliği tanınacak, ki Baba Esad döneminden bu yana, Suriye’de Kürt kimliğinin tanınmadığını, Kürtlerin temel haklardan mahrum bırakıldığını düşündüğümüzde, bu inanılmaz bir kazanım. Bunun içerisinde kendi dillerini öğrenme ve öğretme hakkı da var. Bu yönüyle de Kürtler, anayasal haklar açısından Türkiye’den daha ileri bir noktada olacak. 

Ama askeri güçler, Kuzeydoğu Suriye’nin statüsü ne olacak konusunda herkes silah bırakma diyor. Geçen haftaki yayınımızda da silah bırakma gibi bir durumun söz konusu olmadığını söylemiştim. Bu insanlar ellerindeki silahlarla Suriye Ordusu’na entegre olacaklar, yani Suriye Ordusu’nun askeri olacaklar. Fakat problem şu: Şam “Siz silahlarınızla entegre olun, ama Kuzeydoğu Suriye’de değil, ülkenin herhangi bir yerinde görev yapın ve bir Kürt bloku olarak entegre olmayın” dedi. Kürtler de “Biz bulunduğumuz yerde kalalım ve bir Kürt bloku olarak orduya entegre olalım” diyorlardı. Bu konuda hâlâ bir netlik söz konusu değil. O yüzden komiteler kurulacak, bu mesele yıl sonuna kadar konuşulacak. 

Diğer taraftan, Ömer’in de bahsettiği gibi, Afrin’de Kürtlerin evlerine dönebilmesi Kürtler açısından çok büyük kazanım. Özellikle Ahmet eş-Şara açısından baktığımızda, bunun zamanlaması çok önemli oldu. Çünkü bütün dünya Suriye’ye bakıp ‘’Suriye’de her şey sarpa sarıyor’ dediği bir anda önemli bir azınlık olan Kürtlerle el sıkıştı ve onlara anayasal hak sözünü dünyaya duyurmuş oldu. Bu Ahmet eş-Şara’nın inandırıcılığı, meşruiyeti açısından da önemli. Dolayısıyla onun da bir kazanımı var. Amerika açısından kazanım nedir? Eğer gerçekten bu anlaşma hayata geçirilirse, ki siz de söylediniz, bu, Amerika’nın arabuluculuğunda oldu ve CENTCOM, özellikle uzunca bir süredir, Esad’ın devrilmesinden çok daha öncesinden beri Kürtleri bu anlaşma masasına itiyordu. Çünkü hep bir ‘’Amerika Suriye’den çıkacak’’ durumu vardı ve bunun için planlar yapılıyordu. Amerika Suriye’den çıkabilmek için istikrarlı bir şekilde bırakmak istiyordu, IŞİD’le mücadelenin sekteye uğramamasını sağlamak istiyordu, bu anlaşmayı da bu yüzden ittiriyordu. Geldiğimiz noktada, Trump’ın içgüdülerinin çekilme yönünde olacağını düşünüyoruz ve eğer bu anlaşma nihayete ererse, bir yol kazası olmazsa, Amerika çok daha rahat bir şekilde çekilebilecek. Bu da Amerika’nın kazanımı. 

Türkiye açısından da iç siyasette Öcalan’la başlayan sürecin en çetrefilli ayağından bir tanesi Suriye’ydi. Şimdi orada bir anlaşma sağlanırsa, çok daha hızlı ilerleyebilir. İç siyaset açısından birincisi bu. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye’nin dış politikası açısından da avantajlar içeriyor. Her şeyden önce özellikle Amerika’nın çekilmesine vesile olursa, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açılması durumu olacak. Ama aynı zamanda Suriye politikası ve özellikle de belki çok daha önemli olarak Irak politikasına da bunun bir pozitif etkisi olacak. Nihayete ererse, İran gibi İsrail gibi Kürt kartını, PKK kartını kullanmaya çalışan ülkelerin elinden bir koz alınmış olacak. O yüzden aslına baktığınızda, evet herkes için “kazan kazan kazan” içeren bir anlaşma bu. O yüzden dileyelim ki nihayete ersin.

Ruşen Çakır: Evet, noktayı koyalım. Bu hafta sadece Suriye’yi konuştuk. Haftaya tahmin ediyorum ve umuyorum ki, sizin cenahta Trump ve Elon Musk olaylarından bahsederiz. Ukrayna konusunda birtakım gelişmeler olacağa benziyor. Konuşacak çok şey olur ama Türkiye hâlâ bayağı önemli bir yerde. Bakalım, neler olacak. Transatlantik’i burada noktalıyoruz. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.