Cemil Kavukçu, son öykü kitabında bizleri hayvanların dünyasına ve insanın biçareliğine taşıyor. Karanlığın Rengi, şu dönemde bize farklı bir “aydınlık” sunuyor. Onun deyişiyle: “Bu durumda sevgisizlik eşittir karanlık oluyor ve dolayısıyla da bir rengi yok.”
“Sevgisizlik eşittir karanlık”
- “Bütün acıların sonu olduğunu biliyorum ve sonuna dek hepsine katlanacağım.” Bu cümle, Cemil Kavukçu’nun “Karanlığın Rengi” adlı kitabındaki aynı adlı öyküsünde, kahramanların yaşadığı acıların “ortak bir paydası” olduğunu vurguluyor. Kahramanlar, çeşitli zorluklara ve içsel acılara katlanmak zorundalar. Bu bağlamda, kitabınız, aydınlığı nasıl betimlememizi veya ummamızı istiyor?
Cemil Kavukçu: Bu öykünün ve kitabın başlığının esin kaynağı Cem Karaca’nın 1970 yılında yaptığı “Adsız” şarkısı oldu. O yıldan beri dinlerim ve çok severim. Karanlığın rengini bilmem, diyor Karaca şarkısında, ardından da “Aydınlık ne demek?” diye soruyor. Mutlu olmak sevmekse, sevmek aydınlık demek, diye karşılığını veriyor. Buradaki sevmeyi bir insanın bir insanı sevmesi olarak değil de yaşamı, tüm canlıları ve doğayı sevmek olarak düşünüyorum. Bu durumda sevgisizlik eşittir karanlık oluyor ve dolayısıyla da bir rengi yok. Öykü kişilerinin kendileriyle didişerek aydınlığı aramalarını göstermeye çalıştım.
- “Karanlığın Rengi” adlı kitapta insanlardan çok hayvanlar, özellikle kediler öne çıkıyor. Bu patili dostlara kahraman olarak yer vermenizin ardındaki nedenler nedir?
Cemil Kavukçu: Kedilerin zaaflarımızı iyi bildiğini ve bunu ustalıkla kullandıklarını düşünüyorum. Evimize, mahremimize girmekle kalmıyor, baş köşeye kurulup istediklerini yaptırıyorlar. Kendilerini sevdirmeyi ve sevgiyi yönetmeyi iyi biliyorlar. Yalnızlığı paylaşmaları, çeşitli oyunlarla sizi eğlendirmeleri, dert ortağı olma özellikleri de var. Öykülerimde, kişilerin yalnızlığına, iç dünyalarındaki karmaşaya ışık tutmaları ve onların ikinci sesi olmaları amacıyla yer verdim bu sevimli yaratıklara.
- Kitapta kedilerin yanı sıra böcekler, sinekler ve örümcekler de önemli bir yer tutuyor. Özellikle 4. öyküde (Karanlığın Rengi) ve son öyküde (Zehirci) sineklerle kahramanın mücadelesi, aslında daha derin bir varoluş mücadelesi olarak yorumlanabilir. 21. yüzyıl insanına nasıl bir bakış açısıyla yaklaşıyorsunuz? Böceklerden ve sineklerden neler öğrenilebilir?
Cemil Kavukçu: 44 yıl önce yazdığım ve ilk yayımlanan öyküm “Pazar Güneşi”ndeki küçük kız pencere camında gördüğü bir sineği, ortada hiçbir neden yokken, öğrenilmiş bir refleksle tül perdeyi üzerine bastırarak öldürüyor. Sonra da pişman oluyor. Sinek de “ölünecek gün müydü bugün” diye haykırıyor. Son kitabımdaki “Karanlığın Rengi” öyküsüne de adam banyoda gördüğü küçük bir böceğin üzerine -yine öğrenilmiş bir refleksle- terliğiyle basarak öldürüyor. Yazma serüvenimin başından beri karga, kedi, köpek, sinek, at, ayı, köstebek, fare, örümcek, sansar gibi hayvanlar sık sık öykülerimde yer aldılar. Hoşlanmadığımız, korktuğumuz ya da tiksindiğimiz bazı canlıları bizden ve evlerimizden uzak tutmanın, girmelerini engellemenin yolları varken neden öldürmeyi tercih ediyoruz? Oysa onlar da bir tehlike karşısında bizim gibi korkuyorlar ve onların da bizim kadar yaşama hakları var. Bakmasını bilirsek doğadan öğreneceğimiz çok şey var. Onu tahrip etmeye devam ettiğimiz sürece başımıza gelenlerin ve gelecek olanların cezasını ödüyoruz, fazlasıyla da ödeyeceğiz.
“Bakış açımızı değiştirirsek farklı şeyler görebiliriz”
- Ve köpekler… Köpeklerle ilgili bir öyküde (Köpek), sahibini kaybetmiş bir köpeğin ruhsal durumu üzerinden bir tedirginlik ve acı gözler önüne seriliyor. Kahramanın köpekle kurduğu ruhsal alışverişin anlamı nedir? Köpeği bu kahramana göre bilge kılan unsurlar nelerdir? İnsanlığın bu durumdan çıkarması gereken dersler, ahlak veya erdem nedir?
Cemil Kavukçu: Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birine dış görünüşünden ötürü önyargılı davrandığımız olmuştur. “Köpek” öyküsündeki anlatıcı semtlerinde gördüğü bir köpeği, davranışlarındaki tutarsızlıklardan ötürü hem tekinsiz hem de komik bularak ona “ahmak” yaftasını yapıştırıyor. Oysa köpeğin davranışlarındaki tutarsızlıkların çok başka nedenlere dayandığını öğrendiğinde kendisiyle yüzleşmesi gereken bir kapının da aralandığını görecektir. Buradan çıkarılacak bir ders olduğunu düşünmüyorum, daha doğrusu böyle bir amaçla yazmıyorum öykülerimi. Bakış açımızı değiştirirsek farklı şeyler görebiliriz demek istiyorum sadece.
- “Karanlığın Rengi” adlı kitabın kahramanları, Orhan, Kazım, Ressam Rasim gibi, yaşamda yenilmiş karakterler. Bu yenilmişliği nasıl açıklıyorsunuz? Bu insanlar neye ve ne zaman yenildiler? Soruya yanıt verirken özellikle bu üç karakter üzerinden düşünmenizi rica ediyorum.
Cemil Kavukçu: Bu karakterlerden Orhan ve Ressam Rasim herhangi bir mücadele sonucu yenik düşmüş değiller, çünkü hayal ettikleri yaşamı kurmak için içinde bulundukları koşulları değiştirmek adına hiçbir çaba göstermemiş, yenilgiyi baştan kabullenmişler. Birer öykü kişisi olsalar da kaybettiğim iki arkadaşımdan izler taşıyor bu iki karakter. Onların kendilerini ifade edemediklerini, dolayısıyla anlaşılamadıklarını ve kurmayı hayal ettikleri dünyanın enkazı altında kaldıklarını düşünüyorum. Kazım’ın durumu biraz daha farklı; hikâyesi anlatılmasa da izlendiği, güvende olmadığı kuruntusuna kapıldığı hissettiriliyor. Sonuçta bütün yollar yalnızlığa çıkıyor.
“Rüyalar bilmek istemediğimiz yanlarımızı yansıtıyor”
- Kitapta yer alan 8 öyküde kahramanların rüyaları, onların çaresizliklerini ve yaşam mücadelelerini yansıtır nitelikte. Rüyaların bu bağlamdaki önemi nedir? Rüyaları nereye koyuyorsunuz?
Cemil Kavukçu: Rüyaları önemsiyorum; ne kadar gerçeküstü ve absürt olsalar da bize bilmediğimiz ya da bilmek istemediğimiz yanlarımızı yansıtıyor. Öykülerimde ele aldığım karakterlerin çizgilerini biraz daha kalınlaştırmak, bir prizmanın öbür yüzeyindeki görüntülerini başka açıdan göstermek ve yaratmak istediğim atmosferi güçlendirmek için yer veriyorum rüyalara.
- “Hiçbir yerdeki arkadaşlarınıza” ithaf edilen bu kitapta, Sırp yazar ve şair Milorad Pavic’in, “İnsan hayatı garip bir yarıştır, varılacak yer pistin sonunda değil ortasındadır,” yaklaşımıyla, bu öyküler arasında nasıl bir ilişki kurabiliriz?
Cemil Kavukçu: Son on yılda birçok arkadaşımı kaybettim. Bu ithaf, artık hiçbir yerde karşılaşamayacağım, seslerini duyamayacağım arkadaşlarıma. Milorad Pavic’den alıntıladığım saptamaya gelince, öykülerimdeki kişiler de hedeflerini belirlememiş ya da belirlemişlerse bile farkında olmadan o pisti çoktan geçmişler.