Bilgehan Uçak, bu haftaki yazısında genel af kavramını ve bu uygulamanın toplumun yükselen tansiyonunu düşürmede oynayabileceği rolü ele alıyor.
22 Ekim’de başlayan sürecin hedeflenen menzile ulaşması için kritik bir evreye girdik.
Gündemin en yakıcı konusu, silahların bir daha ele alınmamak üzere terk edilmesi ve PKK’nın kendini feshetme kararını alacağı kongrenin toplanması.
Gelgelelim, hayati öneme haiz bu hususların yürürlüğe girebilmesi için atılması gereken adımlar var.
Nasıl bir genel af?
Bunların başında “genel af” geliyor.
Şimdi “genel af” deyince bir durmak gerekiyor, zira önceki tecrübelerimiz hoş değil, ne kadar katil, hırsız, uğursuz varsa hapisten çıktı.
Ama “genel af” olmadan bu sürecin ilerlemesi de mümkün gözükmüyor.
O zaman toplumun vicdanını yaralamayacak bir affın koşullarını tartışmalıyız.
Devletin öncelikli muhatabı davacısının kendisi olduğu kişiler, yani devlete karşı işlenen suçlar.
Bir şefkat ürperişi
Her ne olursa olsun, devlet, vatandaşına şefkatle yaklaşmalı ve müşfik bir el uzatmalı.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Aklıma Tanpınar’ın Reşat Nuri için söylediği “bir şefkat ürperişi” sözü geliyor. Bu “genel af” tartışması da bence bu minvalde ilerlemeli ve o ürperiş toplumu sarıp sarmalamalı.
Öyle tecavüzcülere, çocuk istismarcılarına, kadınları sokak ortasında kesenlere, katillere, bir ömrün birikimini çalan dolandırıcılara yönelik bir aftan bahsetmiyoruz.
Kocamışlar, kronik hastalar, yaşlılar, bebeği olanlar, hakkında bir hüküm olmadığı halde uzun müddettir tutuklu yargılananlar derhal bu kapsama alınmalı.
İfade özgürlüğünde AİHM kriterlerini baz alalım, ki zaten bizim anayasanın 90. maddesi de böyle emrediyor.
Cumhurbaşkanı gerilen toplumu rahatlatmalı
Ama bunlar yetmez.
Böyle bir “şefkat ürperişi” bizzat Cumhurbaşkanı’nın hakaret davalarını tümden geri çekmesiyle ivmelenebilir diye düşünüyorum.
Çok gerildi bu toplum, çok sıkıştı, bir rahatlamaya ihtiyacı var ve bunu yapabilecek yegâne isim de Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Böyle bir “jest”, Cumhurbaşkanı’ndan bir şey götürmez; onu güçsüz göstermez. Çünkü ancak kendine güveni çok yüksek insanlar bu tavrı göstermeye cesaret edebilir.
Peki FETÖ’cülere, PKK’lılara ne olacak?
Tabii buradaki düğüm gelip FETÖ ve PKK’dan hüküm giyenlerin ne olacağına dayanıyor.
PKK’lıların geleceklerinin ne olacağına dair bir düzenleme herhalde yapılıyordur.
Liderler nereye gidecek, alt yönetici kadroların akıbeti ne olacak, dağdaki militanların entegrasyon süreci nasıl yürütülecek ve tabii içerde güvenlik nasıl sağlanacak…
PKK’lıların durumunu, sayıca da az oldukları için FETÖ’cülükten yatanlara nazaran kolay görüyorum.
FETÖ ise ciddi bir mesele olarak karşımızda duruyor.
Gene de Fethullah Gülen’in ölümünün yeni bir sayfa açılmasına vesile olabileceğine dair güçlü bir inanç taşıyorum.
FETÖ’nün muğlak bırakılan tanımı
FETÖ nedir?
Fethullahçı Terör Örgütü.
Böyle bir örgüt var mıdır?
Vardır.
Peki, Gülen’le bağ kuran, ona inanan, onun sözlerinde keramet arayan, Zaman okuyan, Bank Asya’ya para yatıran, hatta kendisini Cemaatçi diye adlandıran herkes FETÖ’cü müdür?
Benim buna cevabım hayır.
FETÖ’nün muğlak bırakılan tanımını yapmak durumundayız.
Ben kendimce şöyle bir tanım yapabilirim: İnsanları yok yere tutuklu yargılayarak hürriyetlerini tahdit edenler, sınav sorularını çalanlar, darbeye karışanlar, ne idüğü belirsiz bir sivile selam duran askerler, Başbakan Erdoğan’ı iktidardan alaşağı edebilmek için gayrimeşru yollara başvurmaktan çekinmeyenler, istihbaratı bu amaçla kullananlar, dahil oldukları bütün kurumlarda nepotizm suçunu büyük bir zevkle işleyenler FETÖ’cüdür.
Ama her Cemaatçi, FETÖ’cü değildir.
Cemaat’in gazetesinde yazan, bankasında çalışan, okullarında ders veren, üniversitesinde kürsü sahibi olan herkesi bir çuvala doldurmak bana insafsızca geliyor, bu hukuksuzluğa karşı çıkmamın temel sebeplerinden biri de mağduriyet üretmesi.
“Kurunun yanında yaş da yanar” derler ama burada birkaç yaş için bütün orman yanıyor ve onlar sürekli olarak bu bigünah zavallıları öne sürerek kendi konumlarını meşrulaştırmaya çalışıyorlar.
Dünya çapında değerli bir akademisyen ile nepotizm batağında onlarca suç işlemiş ya da işlenmesine göz yummuş bazı bürokratları bir tutamıyorum.
15 Temmuz’u bizim gibi televizyondan öğrenen bir Cemaat mensubu ile bir gün öncesinde “yatakta basıp, şafakta asacaklar” diyebilen alçağı aynı kefeye koyamıyorum.
Ayrıca, bir dönem Cemaat’e yakın ya da bizzat içinde olduğu halde yolunu çoktan ayırmış isimler var, onların bir bölümü yurtdışında, çocukları var, aileleri var, onları bir şekilde bu ülkenin bir parçası yapmamız gerekmiyor mu?
Türkiye bundan çekinmeyecek büyük bir ülke
Aidiyet hissi çok önemli, onlara bu imkânı vermek bizi büyütür.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, FETÖ için “altı ibadet, ortası ticaret, üstü ihanet” demişti.
Ben de bu fikirdeyim.
İhanet edenler haricinde devletin müşfik elini uzatmaktan kendini sakınacağı kimse olamaz.
Onların da büyük bölümü ülkeyi çoktan terk etti zaten.
Türkiye kapsamlı bir genel af ilan etmekten çekinmeyecek, kendine güvenli, büyük bir ülkedir.