Önce şu basit soruya cevap verin:
Bu ülkenin birliğine, bütünlüğüne, güvenliğine, halkının refah ve mutluluğuna yönelik en büyük tehdit onursuz, sahtekâr, çıkarı için her çanağa hücum eden yalama tiplerden mi yoksa teröristlerden mi gelir?
Tereddüt ediyorsanız şu zorlu soruya kafa yorun:
İnsanları onursuz bir hayata zorlayan kapalı-adaletsiz bir zulüm yönetimi terörü besler mi, yoksa azaltır mı?
Terörsüz Türkiye’nin elbirliği ile peşinde iken, alın size canlı bir münazara konusu.
Kim pişman olacak?
Pişmanlık:
Yasası bile çıktı, ama kimse ne anlama geldiğine kafa yormadı. Temel insan hakkı ve ceza usul kuralıdır: Kimse kendi aleyhinde ifade vermeye zorlanamaz. İtiraf somut suçlar için yapılır, pişmanlık ise doğrudan isnat edilen suçun kabulüne dayanır. Pişmanlık emaresi gösterince mahkeme cezanızı azaltacak, hatta yırtacaksınız. Cezaevinde kalmak yerine denetimli serbestlikten daha uzun süre yararlanma hakkınız var.
Sadece söz, dilinizin ucuyla “pişmanım” demeniz yeterli. Kalbinizde ve beyninizde olanlardan hiç kimsenin haberi yok.
Mahkeme önünde pişmanlık ikrarı, pratikte insanı ikiyüzlülüğe ve onursuzluğa zorlayan bir balık zokası haline gelir. Hele siyasi suçlarda, masumiyetinize inanıyorsanız ve suçsuz olduğunuzu savunuyorsanız, pişmanlık emaresi göstermediğiniz gerekçesi ile cezanız arttırılır. Zaten maksat pişmanlık göstermesini bekleyerek zanlıyı kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırmak, onursuz davranmaya zorlamaktır. Muhalefeti sindirmek, etkisiz hale getirmek için kestirme bir yol. Pişmanım dediğiniz zaman özgürlüğünüze kavuşma imkânınız var. Ne yapacaksınız?
Ben bu kelimeyi telaffuz etmediğim için iki buçuk sene daha fazla cezaevinde kaldım.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Kaçma şüphesi olmadığı halde kamuoyunun tanıdığı-bildiği insanları şafak baskınlarının ardından ters kelepçe ile özel olarak çağrılmış foto muhabirlerine teşhir etmek ile yargılamada pişmanlık beklemek aynı şeydir.
İnsan onurunu yok etmek.
İnfaz sistemine göre cezaevi yönetimleri zorla alıkoyma suçu işliyor:
Sizi özgürlüğünüzden mahrum bırakmanın alternatifi olarak onursuz bir hayata mahkûm eden ceza sisteminin “pişmanlık” takıntısı mahkeme kararıyla bitmiyor. Aldığınız ceza içinde üçte bir oranında şartlı salıverilme, bir yıl denetimli serbestlikle özgürlüğünüze kavuşma imkânınız var. Etkin pişmanlıktan yararlanıp bu bir yılı üç yıla çıkarma şansınız var. Bu sefer cezaevi yönetimleri, “pişmanlık zokası” etrafında adeta bir dizi denetim ve disiplin ritüeli oluşturuyor. Amaç kesinlikle suçlunun ıslahı değil, tanrısal bir gücün, cehennemde tutma gücünün kendini göstermesi.
“Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik” başlığı ile 2020 yılında çıkartılmış bir cumhurbaşkanlığı kararı var. Cezaevlerinin anayasası olan bu yönetmelik İnfaz Kanunundan bile daha etkili bir mevzuat. Bu yönetmeliğe göre her cezaevinde bir İdare ve Gözlem Kurulu oluşturuluyor. Cezaevi müdürü, müdür yardımcısı, tabip, psikolog, öğretmen, teknik eleman gibi üyelerden oluşan bu kurul mahkumların iyi haline ve disiplin cezalarına karar veriyor. İyi haline karar vermek, doğrudan özgürlüklerine karar vermek anlamına geliyor.
Kendi tecrübemi nakledeyim:
Cezaevinde, zorunlu olarak psikoloğun karşısına çıkartıldım. Genç hanım, psikolog değil sosyal yardım uzmanıydı, “obssesion”un ne olduğunu bile bilmiyordu. Acemi bir istihbarat görevlisi gibi, detay bilgilerin arasında pişmanlık duyup duymadığımı sordu.
“Muhalif olmak dışında hiçbir suçum yok, neden pişmanlık duyayım” demiştim.
Yaygın hak ihlalleri:
Bu kurulların iki önemli zaafı var. Birincisi ehliyet sorunu. Üyeler, kendilerine tevdi edilen görevi deruhte edecek ehliyete sahip değiller. Verecekleri kararın suçluların ıslahı ve toplumun çıkarlarının korunmasına hizmetini temyiz etme yeteneğinden bahsediyorum. İkincisi ise meslekî deformasyon. Kendilerine verilen bu görevi mahkumların aleyhine kullanma ve sicil amirleri olan müdürün talimatları dışına çıkmama gibi katı bir eğilimleri var. Ama verdikleri karar, ağır ceza mahkemelerinin verdiği karar kadar ağır: İnsan özgürlüğünü tahdit.
Verilen kararlara, infaz hakimliği nezdinde itiraz hakkınız var. Onun kararına da ağır ceza mahkemesine müracaat ediyorsunuz. Üç aşamanın da arasında müthiş bir uyum var: İdare ve Gözlem Kurulu kararlarının değiştirildiğine dair bir örneğe kolay kolay rastlamanız mümkün değil. Ceza kesinleşiyor ve yargı yolları tükenmiş oluyor.
Benim bizzat yaşadığım tecrübe size somut fikir verebilir:
Bir telefon görüşmesinden dolayı hakkımda disiplin soruşturması açıldı ve ceza olarak iki ay görüş yasağı getirildi. O gün mahkeme tahliyeme karar verseydi, bu görüş yasağının uygulanabilmesi için iki ay daha cezaevinde kalacaktım. Şaka gibi değil mi? Size görüş yasağı gibi ayrıntı bir cezayı uygulayabilmek için sizi özgürlüğünüzden mahrum bırakıyorlar. İnfaz hâkimi, duruşmada kararını söylemedi. Bir yerlere danışacağını anladım. Ağır Ceza Reisi, tesadüfe bakın beni tutuklayan Sulh Ceza hakimiydi. İkisi de itirazlarımı reddetti ve disiplin cezam uygulandı.
AYM’ye müracaatım dört yıl sonra karara bağlandı. Hak ihlali kararı verildi ve tazminata hükmedildi (AYM, İkinci Bölüm, Mümtazer Türköne Başvurusu. Başvuru numarası: 2020/15366, Karar tarihi: 14.1.2025). Kararı okursanız akıl, mantık ve hayatın basit işleyişine aykırı bir sürü absürtlüğün nasıl ciddi ciddi uygulandığına tanık olacaksınız.
Selçuk Kozağaçlı’nın özgürlüğü
Bir avukat, Çağdaş Hukukçular Derneği başkanlığı yapmış bir kanaat önderi.
Cezaevinde iken birkaç kere karşılaştım. Geleneksel jargonda dik duran, delikanlı bir adam. Bir inancın, bağlılığın verdiği pervasızlığı vardı. Dosyası hakkında fikir sahibiyim. Nahak yere cezaevinde tutulduğu kanaatindeydim. Daha çok bir düşüncenin temsilcisi, tanınan-bilinen bir ismi olarak yargılandı ve mahkum edildi. Bu hükmü, geçmişi Selçuk Kozağaçlı’nın siyasî görüşünün tam zıddı olan biri olarak veriyorum.
Ben cezaevinde kalırken tanık olduğum ve etkisinde kaldığım bir Ebru Timtik olayı var. Genç bir avukat hanım, uğradığı haksızlığı protesto etmek için başlattığı açlık grevinde öldü. Avukat görüşlerinde birkaç kere karşılaşıp konuşmuştuk. Hayat dolu, akıllı bir hanımdı. Ölünce dosyası kapatıldı. Dosyası mutlaka incelenmeli ve yargılaması tamamlanmalı. Bu dosya tek başına, terörist damgası yapıştırılıp insanları yalnızlığa mahkûm edip haksızlık ve hukuksuzluğun nasıl pervasızca yapıldığına dair trajik bir timsal olabilir.
Selçuk Kozağaçlı’nın onuru
Evet bir terör bataklığı var. Bu bataklık polis fezlekelerine, adliye koridorlarına, savcıların soruşturmalarına ve mahkeme kararlarına uzanıyor. Haksızlık-hukuksuzluk duygusu insanları çaresiz bırakıyor.
Terör elbette çıkar yol değil. Peki müsebbiplerine hiç mi söz etmeyeceğiz?
Kozağaçlı’ya dönelim.
Kozağaçlı, bir yıl önce serbest kalabileceği denetimli serbestlik hakkından yararlandırılmadı. Şartlı salıverilme hakkı gelince iki gün önce İnfaz hakimliği kararı ile serbest bırakıldı. 24 saat sonra aynı hâkim kararını geri aldı ve tekrar tutuklanıp cezaevine kondu. Bir hâkimin verdiği kararı geri alıp düzeltme yetkisi yoktur. Savcılık veya avukatın itirazı ile başka bir yargı merciinin devreye girmesi gerekir.
Ben asıl “pişmanlık” faslını söz konusu etmek istiyorum.
İbretlik bir vesika
İnfaz hakiminin, serbest bırakma kararını geri alan ve Selçuk Kozağaçlı’nın tekrar tutuklanmasına yol açan kararı ibretlik bir vesika. Kendisinin hiç dahli olmayan dışardan gelen ve kendisine teslim edilmeyen mektuplar ve kitaplar da şartlı salıverilmeye uymama, yani yeniden tutuklama kararının gerekçesini oluşturuyor. Cezaevinde uzun süre kalmasını istediğiniz biri varsa, ona suç içeren bir paket göndermeniz yeterli demek ki. Ama asıl önemlisi pişmanlık beyanı faslı. Şöyle diyor gerekçe olarak:
“Terör örgütünden ayrıldığına dair somut beyanı bulunmadığı…”
En sade mantığı yürütün:
Terör örgütü mensubu, bir an önce özgürlüğüne kavuşup tekrar melanetini işlemek için o “somut beyan”ı, yani dille ikrarını kolaylıkla yapar. Terör örgütü mensubu olmayan veya bu isnadı saçma bulan, üstelik sekiz yılını bu gerekçeyle cezaevinde geçiren biri bu sözü asla etmez. Çünkü ederse, hayatının geri kalanını onursuz bir adam olarak yaşamak zorunda kalır. Bu pişmanlık beklentisi, suç ve suçluyla mücadele için değil, (nitekim hiçbir faydası olmaz, olmayacağını hâkim de bilir); tekrarlıyorum insanların elinden onurlarını almak içindir.
Burada cezalandırılan bir terör suçu değil insanlık onurudur.
Otokrasi bataklığı somut örnekleriyle her gün karşılaştığımız üzere ahlâksız insanlar üretiyor ve bununla kalmayıp insan onurunu da cezalandırıyor.
Eğer terör bataklığını kurutmak, gerçekten Terörsüz Türkiye’yi inşa etmek istiyorsak önce insan onurunu korumamız gerekir. Çünkü onuru ayaklar altına alınan insanlar için bu sefer terör bataklığı münbit bir yaşam alanına habitatını genişletir.
İnfaz Kurumları, Denetimli Serbestlik ve Şartlı Salıverilme yetkilerini kullanırken özgürlükten yoksun bırakma ve zorla alıkoyma suçu işliyorlar. Mahkeme ayrı, ehliyeti tartışmalı kurullar ayrı ayrı ceza vermiş oluyor.
Selçuk Kozağaçlı’nın özgürlük hakkını ve onurunu korumak, terör bataklığını kurutmak adına sadece inandırıcı bir adım atmak demek.