Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Şimdi çözebilir mi? | Hasan Cemal yorumladı

Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Ruşen Çakır’ın konuğu Hasan Cemal, Sırrı Süreyya Önder’in cenazesinde yaşananları ve çözüm sürecini değerlendirdi.

Tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren TBMM Başkanvekili ve DEM Parti İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder için AKM’de tören düzenlendi.

Salonda “Sırrı’ya sözümüz barış olacak” sloganları atıldı. Önder’in naaşı saat 10.35’te alkışlar eşliğinde AKM’ye getirildi. Yarım saat kala dolan salona yüzlerce yurttaş giremedi.

Törende yer alan gazeteci Hasan Cemal, Önder’in ardından şu sözlerle duygularını ifade etti:
“O Atatürk Kültür Merkezi’nde naaşı sahneye çıkarken patlayan zılgıtları hiç unutamayacağım. Gözlerim doldu. Sevgili kızı Ceren’in babasına yazdığı mektupta ağlamayan kalmadı. Hepimizin kalbine, vicdanına dokunmuştu. Sırrı Süreyya kardeşim huzur içinde uyusun. Kendini barışa adamıştı”

Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Şimdi çözebilir mi? | Hasan Cemal yorumladı
Türkiye Kürt sorununu neden çözemedi? Şimdi çözebilir mi? | Hasan Cemal yorumladı

Cemal, Önder’in cenazesinin toplumun her kesiminden insanı bir araya getirdiğine dikkat çekti.

Hasan Cemal videoda, “Zaman içinde şunu gördüm: PKK ve silahlı mücadelenin miadını doldurduğu kanaatine vardım. Bu düşüncemi yıllardır savunuyorum; yazılarımda ve kitaplarımda da defalarca ifade ettim. Bu silahlar artık gönülsüz; yani sürdürülebilir değil” dedi.

Özel’e Önder’in cenazesinin ardından saldırı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Sırrı Süreyya Önder için Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) düzenlenen tören sonrası saldırıya uğradı. Saldırgan Özel’e tokat attı.

Özel, saldırının ardından konuştu, sözlerine Sırrı Süreyya Önder’i anarak başladı, “Bugün malum Sırrı Süreyya Önder, çok değerli dostumuzun cenazesi için AKM’de törene katıldık. Şunu kaydetmek lazım, Gezi Parkı’nda ağaçlara dozerler yürüdüğünde hepimiz evimizdeyken ilk önüne Sırrı Abi atlamıştı. O gün Sırrı Süreyya Önder orada olmasaydı, bugün uğurladığımız AKM’nin önünde AVM olabilirdi” dedi.

“Türkiye’de bir demokratik şahlanış var”

Özgür Özel’in cenaze boyunca sergilediği tutumu ve sonrasında yaşanan saldırıyı değerlendiren Hasan Cemal, “O tokadı atan kişi tek başına hareket etmiş olabilir ama onu azmettirenler de beklediklerini bulamaz. Bu tokat, aslında Halk Partisi’ni ve Özgür Özel’in yürüttüğü demokrasi mücadelesini daha da güçlendirdi. Özgür Özel de bu olayı çok dikkatli bir şekilde ele aldı. Gerçekte o tokat, Türkiye’de demokrasiye karşı olanların yüzünde patladı. Bu saldırı, demokrasi mücadelesini durduramaz; tam tersine, daha da güçlendirir. Türkiye’de bir demokratik şahlanış var ve bu beni çok heyecanlandırıyor” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Gazeteci Hasan Cemal konuğumuz. Kendisiyle Kürt meselesini konuşacağız. Zira 22 yıl önce yazdığı Kürtler kitabı çıktığında bayağı ilgi görmüştü, tartışılmıştı. Bugün yeniden basıldı. O vesileyle, Kürtleri, Kürt sorununu, yeni çözüm sürecini, ama öncelikle, dün toprağa verdiğimiz Sırrı Süreyya Önder’i konuşacağız. Ağabey, hoş geldin. 

Hasan Cemal: Hoş bulduk. Konuşalım.

Dün cenazede sen de vardın. 

Cemal: Evet. 

Çok büyük bir ilgi vardı. Çok duygusaldı.  

Cemal: Çok. Atatürk Kültür Merkezi’nde naaşı sahneye çıkarken, o patlayan zılgıtları hiç unutamayacağım. Gözlerim doldu. Bir de tabii sevgili kızı Ceren’in, babasına yazdığı mektubu okurken, salonda ağlamayan kalmadı. Öyle bir ‘insan’ olduğunu, ölümünden sonra özellikle bütün Türkiye anladı. Hepimizin kalbine, vicdanına dokunmuş Sırrı Süreyya kardeşim. Huzur içinde uyusun. Kendisini barışa adamıştı ve ne güzel ki hep birlikte yürüyorduk. Ama onun güzel hatırası, barışa olan adanmışlığı, bizim yolumuzu, barış ve demokrasi yolunu aydınlatmaya devam edecek. 

O kadar çok detay vardı ki. Ben bu sabah bunların bazılarını hızlıca anlatmaya çalıştım. Orada herkes vardı gerçekten. 

Cemal: Toplumun her kesiminden her insan. Onun “Barışın kimseye zararı olmaz. Barıştan herkes yararlanır” sözü hafızalardan hiç silinmeyecek. Benim de yürekten katıldığım bir şey. Cenazesi de barışın ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha gösterdi. 

Peki, Kürtler kitabına gelelim. Benim seni tanımam 1991 yılındaydı. O dönemde, Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP), Islahatçı Demokrasi Partisi’nin kurduğu seçim ittifakı vardı. Cumhuriyet gazetesinde onunla ilgili bir yazı dizisi yapmıştım. 

Cemal: Unutmuşum onu.

Ben çok iyi hatırlıyorum. Orada da Kürt meselesiyle ilgili bir bölüm vardı ve şahsen, oradaki Hasan Cemal’le, sonraki Hasan Cemal’in Kürt meselesine bakışı arasında bayağı bir fark olduğunu gözledim.

Cemal: Evet.

Kürtler kitabı da bu değişimin, dönüşümün en önemli hususlarından birisiydi. Sen, Türkiye’de ana akım medyanın tam merkezlerinde çalışmış, bulunmuş birisi olarak, Kürt meselesine bakış… O zaman PKK daha yeni, 80’lerin başlarında başlamış. İlk baştaki bakışla, sonraki bakış arasında, 1990’lardan itibaren ve özellikle 2000’de, orada bir dönüşüm yaşandı, değil mi?  

Cemal: Değişim bitmiyor. 80’lerin sonuna doğru PKK ve Öcalan sahneye çıktıktan sonra, o zamanki bakışla, daha sonraki bakış da değişime uğradı. Sonra bir daha değişime uğradı. Nedir değişime uğrayan? Önce sadece terör ve şiddet tarafını görme eğilimi ağır basıyordu. Bende de öyleydi. Ama PKK’nın şiddet ve terörü, aynı zamanda Kürt meselesini de Türkiye’nin gündemine soktu. O gündeme girdikten sonra, ki benim kitabımda da vardır o değişim, ‘’Peki o şiddet ve terörü lanetleyelim, ama tek başına lanetlemek yetmez. Bir de bunun nedenlerine bakalım. Niçin bu sahneye çıktı?” dediğin vakit, o zaman, Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde Kürtlere yapılan haksızlıkları görüyorsun. Bu ta Cumhuriyet’in kuruluşundan başlıyor. ‘’Kürt yok, Türk var, Kürtçe yok Türkçe var’’ zihniyetinin devamı. Ama sonra da değişimde şu oldu, kendimde de yaşadım: ‘’Evet, terör ve şiddeti lanetleyelim, ama bununla birlikte, devlet de yapılması gerekenleri yapsın.’’ Nedir o? Demokrasi, insan hakları, özgürlükler konusunda üstüne düşeni yapsın, sorunu başka türlü tümüyle yok edemeyiz. Kürtler kitabının her sayfasında bu vardır. Kürtler kitabının girişi, eski Diyarbakır Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı rahmetli Felat Cemiloğlu’na, Diyarbakır Askeri Cezaevi’nde dışkı yedirilmesiyle başlar. Adamın PKK’yla en ufak ilgisi de yoktur. Felat Bey cezaevinden çıktıktan epey sonra “Çıktığımda genç olsaydım, o işkencelerden sonra dağa çıkardım” demiştir. Sorunun bu boyutunu hiç unutmamak lazım. 

Zaman içinde, PKK ve silahlı mücadelenin miadını doldurduğu düşüncesine geldim ve bunu çok yazdım. ‘’Miadı doldu, bu silahlar gömülsün artık’’ görüşünü yıllardır savunuyorum. Yazılı olarak da kitaplarımda da belirtiyorum. Bir yerde, bu noktaya geldik. Türk devleti, PKK’yı Türkiye’nin sınırları içinde kımıldatmaz hâle geldi ve bu görüldü. Silahlı mücadele zamanını epeydir doldurdu. Silah bırakılmasını, silahların gömülmesini 2013’te de konuştuk. Öcalan bu çağrıları 2013’te de yaptı. Hatta Öcalan’ın çağrısında 2013’te, “Silah bırakılması gerçekleşmezse tarihin çöp tenekesine gider” diyecek kadar da ileri laflar etmişti. Bugün de o noktadayız.

Söyleyeceğim şu, çünkü hep yanlış anlamaya müsait bir şey. Örgütün kendini feshetmesi, silahların gömülmesi, barış yolunda bir adımdır, barış değildir. Barış kapısının açılmasıdır. Ama barışın sağlam bir altyapıya kavuşturulması için, Türkiye’de demokrasi, hukuk ve insan hakları düzeninin kurulması lazım. Siz eğer Türkiye’de demokrasi ve insan haklarını, hukuk düzenini yerli yerine oturtamazsanız, barış kalıcı ve hakça olmaz. O yüzden bu ikisini karıştırmamak lazım. Evet, silah bırakmak ve örgütün kendini feshetmesi kesinlikle gereklidir. Ne olursa olsun yapılmalıdır. Bu barış yolunda kapının açılmasıdır, ama sadece açılmasıdır. Barışın tam oturması için bundan sonra demokraside yapılacak şeylerdir. Geçenlerde bir yazı yazdım. Kısa bir yazıydı. Terörsüz Türkiye’ye evet. Terörsüz Türkiye! İyi güzel, ama ya demokratik Türkiye? Terörsüz Türkiye! İyi güzel, ama ya hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı? Anlatabiliyor muyum?

Buna tekrar geleceğiz, ama şunu sormak istiyorum. Sen 80 sonrası Türkiye’yi yönetenlerin hepsiyle, Turgut Özal olsun, Tansu Çiller, Erdal İnönü, Süleyman Demirel, sonra Recep Tayyip Erdoğan, Bülent Ecevit olsun, hepsiyle bir şekilde gazeteci olarak çok yakından tanışıyordun, konuşuyordun. Uçaklara bindiğin oldu, röportajlar yaptığın da oldu ve bunların her birinin, özellikle Süleyman Demirel’in, Turgut Özal’ın, Tansu Çiller’in, Kürt meselesinde bir şekilde bir şeyler yapma konusunda açık ya da örtülü, niyet beyanları oldu. Onlar neden yürümedi?

Cemal: Senin de dediğin gibi, kapalı kapılar arkasında Turgut Özal olsun, Demirel olsun, Mesut Yılmaz, hatta Ecevit, hepsi Kürt meselesinin önemini kabul etti. ‘’Kürt meselesi’’ demeyen Ecevit gibiler de vardı. Ecevit ‘’Güneydoğu sorunu’’ derdi. Fakat aynı zamanda, kapalı kapılar arkasında askeri bu konuda eleştirirlerdi. Ama hiçbir zaman kalkıp ‘’Kürt sorunu’’ bile diyemediler; sorunun adını bile koyamadılar. İki: Bütün bu dönemde Kürt sorunun çözümü konusunda gerekli adımları atmadılar, hep konuyu askere bıraktılar. Asker de, Genelkurmay da ‘’bu sorun benim tekelimdedir, ona karışmayın’’ dedi. Buna ses çıkarmadılar. Sonuç olarak, benim bir iki ay sonra çıkacak yeni kitabımın konusu bu. Cumhuriyetin neden demokrasiyle taçlandırılamadığını anlatıyorum o kitapta da. Cumhuriyetin kuruluşu müthiş bir sıçramadır bizim tarihimizde. Ancak cumhuriyetin demokrasiyle tamamlanmamış olması da çok büyük bir eksiktir. Ama bu konuda cumhuriyetin kurucu babalarını, Atatürk’ü, İnönü’yü suçlamıyorum. Suçlu olan, kabahatli olan, çok partili dönemde, 77 yıl boyunca Kürt meselesinin gereğini yapmayanlardır. O çok partili dönemin bütün liderleri, siyasi partileridir. Kendi aralarında kavga ettiler, Türkiye’nin temel meselelerine el atmadılar. Türkiye’nin temel meselesi, Kürt sorunuydu. Ne zaman asker kılıcını ortaya attı, onu da sineye çektiler. Darbelere ses çıkarmadılar. Perde arkasında şikâyet ettikleri askere karşı, “Kardeşim, demokrasinin gereği budur” deyip, kendi aralarında uzlaşamadılar. 

Hazır seni yakalamışken bu arada yeni kitabımın adını da söyleyeyim. Adı, Nihayet Demokratik Cumhuriyet olacak. ‘’Nihayet olacak’’ diyorum, çünkü 19 Mart darbesine karşı Türkiye’de şahlanan demokrasi direnişi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu konuda üstündeki ölü toprağını atıp, Özgür Özel’iyle, İmamoğlu’yla Türkiye’de böyle müthiş bir demokrasi direnişini başlatmaları, beni yeniden umutlu kıldı. Umudum da şu: Türkiye’de bu demokrasi şahlanışı, cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılması yolunu aralamıştır. Bir de hakikaten Kürt barışını yapabilirsek ve onun sağlam temeli olan demokrasi ve hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü kurma yoluna girersek, Türkiye de şahlanır gider. 

Daha önceki çözüm sürecini de yakından takip ettiğini biliyorum. Devlet doğrudan Kandil’i ve İmralı’yı muhatap aldı. O dönemin partisine çok önemli görevler yüklendi. 

Cemal: Bu konuda da Tayyip Erdoğan’ın rolünü hiç görmezlikten gelmeyelim. Erdoğan 2005 ya da 2006 yılında Diyarbakır Meydanı’na çıktı ve orada, “Kürt sorunu bizim de sorunumuzdur. Devlet olarak bu konuda yapacaklarımız vardır” dedi. Ama sonra bunu unuttu. Öcalan sadece askerle görüşürdü. İmralı askerin tekelindeydi. İlk defa sivile yol açtı. İlk defa Oslo görüşmelerini başlattı. Hakan Fidan’ı o zaman temsilcisi olarak PKK’nın karşısında oturtan ilk kişidir. Ama 2013’te o süreç başladı. O dönemde de maalesef süreci elinin tersiyle kapatan da Erdoğan oldu.

Peki, bugün 2024 Ekim ayında fiilen görünür olan sürecin taşıyıcısının Devlet Bahçeli olması…

Cemal: Bunu daha önce seninle konuştuk.

Evet. 

Cemal: Bu olduğu vakit, “Ben maalesef Devlet Bahçeli ile ‘barış’ sözcüğünü yan yana getiremiyorum,” dedim. Aynı şey Tayyip Erdoğan için de geçerlidir. Çünkü, “İkisinin de sicilleri bu açıdan pek iyimserlik vermiyor bana” dedim. “Ancak…” diye devam ettim. “Ama söz konusu barış olunca, ona bir fırsat, bir kredi vermek gerekir” dedim. Şimdilik gidiyor, ama kolay olmadığını da görüyorum. 

Nedir zorluklar? Ne gibi zorluklar var şu anda?

Cemal: Bugün perde arkasında ne olduğunu ne bittiğini bilmiyorum. Herhangi bir duyumum, istihbaratım, bilgim yok. Ama konuya şöyle bir bakınca zorluklar gözüküyor. Mesela üç kere Kandil’e gittim; 2009, 2011 ve 2013’te. Her seferinde, PKK’nın Kandil’deki liderleriyle, Karayılan, Cemil Bayık, hepsiyle de konuştum. Her zaman şunu gördüm. Türkiye’de Kürt siyasal hareketini de başlatan PKK’dır. Kuzey İrlanda sorunundan farklıdır. Kuzey İrlanda sorununda IRA’yı, silahlı örgütü kuran, sivil siyasi harekettir. Türkiye’de de tam tersi olmuştur. Ama bugün gelinen noktada, -2013’te de öyleydi-, bir örgüt, “Kendimi feshediyorum, silahları gömüyorum” derken, kendi içinde buna hiç mi ‘’hayır’’ diyen çıkmayacak? Mümkün değil. Çekilme sürecini 2013’te dağda izlemiştim. Çekilme sürecinde, PKK’lı gerillalar gece yarısından sonra Türkiye’nin doğusuna geldiler. Onlara da sordum. Hepsinde ufak bir kırıklık vardı ve şunu hissettim: “Biz neden çekiliyoruz, neden silah bırakıyoruz? Bunca zamandır neden dövüştük?” Bu duygu, bir silahlı örgütte her zaman vardır. Öcalan’ın söylediği geçerlidir. Öcalan’ı önder olarak kabul ediyorlar ve kabul edecekler. Ama kendi içinde bu nasıl olacak? Keşke bu arada bir daha fırsat olsa, ama bu yaşta artık olmaz, Kandil’e çıkıp, yüz yüze oturup, Karayılan’a, Cemil Bayık’a, hepsine, “Ne oluyor? diye sorsam. Kolay değil, ama şu âna kadar Kandil’den verilen sinyaller, Öcalan’a ‘’evet’’ dedikleri yolunda. Ama bu yine de kolay değil.  

Burada bir kongre meselesi var ve Kandil’den, kongreyi Öcalan yönetsin diye bir talep var. Bu aslında teknik olarak olabilecek bir şey, ama devletin böyle bir şeyi kabul etmesi bana biraz zor gibi geliyor. Çünkü devletin hep böyle, ‘’taviz vermiyoruz, pazarlık etmiyoruz’’ havası var. 

Cemal: Devlet bal gibi pazarlık ediyor. Ama onun istediği, ‘’Oldu da bitti, Maşallah.’’ Bu o kadar kolay değil. Öcalan da kendi sesinin net biçimde duyulmasını ister. O yüzden, video düzeni mi kurulur, başka bir şey mi yapılır, bilmiyorum. Şu ya da bu şekilde Öcalan’ın İmralı’daki şartlarının, çalışma şartlarının, yaşama düzeninin daha iyileştirilmesi, kolaylaştırılması, bu silah bırakma sürecinde de çok önemlidir diye düşünüyorum. Devletin bunu dikkatle düşünmesi lazım. 

Mesela, Öcalan, Sırrı Süreyya ile ilgili bir taziye mesajı yayınladı. İmralı heyetinin Öcalan’a gitmesine gerek kalmadı. Öcalan, taziyesini bir şekilde devlet aracılığıyla, İmralı aracılığıyla verebiliyor. Biz daha önce, gidip onun mesajını getirdiklerini görüyorduk. Ama kimsenin gitmesine gerek olmadan da pekâlâ yapılabiliyor demek ki. 

Cemal: Yapılır. Yapılmaz olur mu? Yapılır, ama hem Kandil’in perde arkasında hem devletin perde arkasında hem de Kürtlerin, siyasi partinin, DEM’in perde arkasında, birtakım düşünceler, olumsuzluklar, soru işaretleri mutlaka var. Kolay bir iş değil. 1970’lerde kurulmuş, 80’lerde silahlı mücadeleyi başlatmış bir hareket ve Türkiye’de oluk gibi kan akıtmış bir hareketin sonlandırılması, elbette kolay değil. 

Tabii orada şöyle bir husus var. Ben geçenlerde yazdığım ‘’Kürtler bu iktidara niçin ve nasıl güvensin?’’ başlıklı yazımda şunu anlatmaya çalıştım. 2008’de ‘’PKK kayıtsız şartsız silah bıraksın’’ diye peş peşe yazılar yazmıştım ve insanlar beni “Biz kurbanlık koyun muyuz?” diye eleştirmişlerdi. Ben de o tarihte gayet sakin bir şekilde bunun pekâlâ olabileceğini söyledim. Ama bugün, Türkiye’deki otoriter sistem nedeniyle 2008’deki gibi rahat konuşamıyorum, zorlanıyorum. 

Cemal: Neden? 

Çünkü 2008’deki Türkiye ile 2021’teki Türkiye arasında yönetim anlamında çok büyük, olumsuz farklar var.  

Cemal: Evet, doğru. 

Kayyumlar, şunlar bunlar. 

Cemal: Türkiye’de demokrasi ve hukuk düzeni çok büyük darbeler yemiştir ve buna demokrasi demek, hukuk devleti demek artık mümkün değil. Haklısın. 

Peki, o zaman insanlar şunu sormuyorlar mı? “Tamam, silahı bırakıyoruz, ama bunun hukuki altyapısının oluşturulacağına nasıl güvenelim?” 

Cemal: Orada benim sözüm şu, hep bunu söylüyorum: Silah bırakmak, silahları gömmek bir ön koşul değildir. Mutlaka yapılması, atılması gereken bir adımdır. O adımın atılması, barış kapısını açar. O kapıdan içeri girdiğimiz vakit de demokrasi ve hukuk devletinin gerekleriyle karşı karşıya kalırız. Yani, “Ben silah bırakırım, ama sen ne yapacaksın?” Bu sonra konuşulacak bir şey. Sen önce silahları göm, çünkü bununla gidilecek bir yol kalmadı. Göm, ondan sonra siyaseten daha güçleneceksin. Türkiye’de Kürt siyasal hareketi, silahların toprağa gömüldüğü şartlarda çok daha güçlenir, çok daha inandırıcılık kazanır. Bırak DEM’i ve diğerlerini, bugüne kadar Cumhuriyet Halk Partisi’ne bile yapılan… Ne var? Devlet, “Sen terör örgütünün uzantısısın” diyor. Bunu yok edeceksin. O zaman senin sesin çıkacak, daha gür çıkacak, daha inandırıcı olacaksın. Söylemek istediğim o.  

Peki. Selahattin Demirtaş’a yeni süreçte nasıl bir rol biçiyorsun?

Cemal: Selo Başkan sadece Kürt değil, Türk kamuoyunun içinde de çok önemli bir isim, bir lider. Selo Başkan’ın bu konuda olumlu bir rol oynayacağına inanıyorum ve Edirne’de demir parmaklıklar arkasında bile, o rolünü oynuyor ve iyi oynuyor. Olumlu mesajlar veriyor. Selahattin Demirtaş’ın mutlaka serbest bırakılması lazım; Osman Kavala, Can Atalay gibi. Zaten Anayasa Mahkemesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uyulması da gerekiyor ve diğerleriyle birlikte bir an önce bırakılması lazım, Gezi tutsaklarında olduğu gibi. Özgürlüğüne kavuştuğu vakit, Selahattin Demirtaş’ın Türkiye’de barış ve demokrasi konusunda Kürt kitlelerinin içinde de, Türklerin nezdinde de çok iyi bir rol oynayacağını düşünüyorum.

Biliyorsun, Mümtaz’er Türköne son dönemde söyledikleriyle bayağı tartışmalara yol açtı. 

Cemal: Evet, dikkatle izliyorum. 

Daha ilk andan itibaren onun söylediği şöyle bir şey vardı:Bu ‘yeni süreç’ başarıyla sonuçlanırsa, AK Parti’nin çok da lehine olmayacak. Yani kazanan AK Parti olmayacak.” 

Cemal: Tamamen katılıyorum. Erdoğan çoktan kaybetti. Kaybedeni Erdoğan. 19 Mart darbesiyle aslında kendisine darbe yaptı. Kendi inandırıcılığına çok büyük bir darbe vurdu ve kendisini seçim sandığına gömecek olan harekete de büyük bir destek vermiş oldu. 

Peki, o zaman Türkiye’nin yakın geleceğinde CHP ile DEM Parti’nin birlikte olacağı bir Türkiye mi öngörüyorsun?

Cemal: Cumhuriyet Halk Partililerle, Türklerle, Kürtlerin, DEM Parti’nin birbirinden kopacağı ve çatışacağı bir Türkiye düşünemiyorum. Anlaşmazlıkları olur, farklı bakış açıları olur, aralarında siyasi mücadele olur. Ama son tahlilde, Türkiye’de demokrasi inşa edilecekse Cumhuriyet Halk Partisi ve DEM Parti’nin, ikisinin de çok önemli rolü var. İki tarafın birbiriyle kapışmaması lazım. Siyasi mücadele olacak tabii, farklı bakış açıları var. Bugüne kadar da dikkat ediyorum, DEM Parti ve DEM Parti’nin lider kadrosu, Erdoğan’ın kurmak istediği tuzağa düşmedi. Erdoğan’ın kurmak istediği tuzak neydi? Bu İmralı süreciyle birlikte, Halk Partisi ile Kürtleri birbirine düşürmek, DEM Parti’yi birbirine düşürmek ve alacağı destekle anayasayı değiştirip kendi önünü açmaktı. Ama şunu söyleyeyim: son tahlilde yine meydanlara seçim sandıkları konulacaktır. Öyle bir anayasa değişikliği yapsa bile, yapabilse bile ki kolay değil, son tahlilde seçim sandığında milletin oylarından kurtulamaz. Erdoğan’ın milletin oylarından çekeceği var. Anketler de onu gösteriyor zaten. 

Son olarak şunu sormak istiyorum…

Cemal: Bu arada beni çok konuşturdun. 

Dün Sırrı Süreyya’nın cenazesinde, Özgür Özel bütün etaplarda, yani AKM’de, camide ve mezarlıkta, hepsinde vardı ve başından itibaren, hatta gün boyu, Sırrı’nın senaryoyla ilgili kendisine verdiği birtakım sırları da açıkladı biliyorsun. 

Cemal: Evet, çok çarpıcıydı.

Çok pozitif bir şey verdi orada, ama AKM çıkışında saldırıya uğradı.

Cemal: Evet.

Sen Türkiye’yi, devleti yıllardır takip ediyorsun. Türkiye’de buna benzer olaylar çok oldu. 

Cemal: Çok oldu. 

Adamın biri kalkmış, oraya gelmiş ve CHP liderine tokat atmış bir meczup olarak görülebilecek bir olay değil herhalde.

Cemal: Değil tabii. Ben de o olayı izledim ve şiddetle lanetledim. Ama şunu söyleyeyim: Bu meczubu azmettirenler, beklediklerini bundan bulamazlar. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi’ni, onun demokrasi mücadelesini, Özgür Özel’i güçlendiren bir tokat olmuştur. Özgür Özel de bu konuyu çok dikkatli bir biçimde aydınlattı. O tokat, Türkiye’de demokrasiye karşı olanların suratında patladı aslında. O tokat, Türkiye’de demokrasi mücadelesini durduramaz. Tam tersine, Türkiye’de bir demokratik şahlanış var, bundan da çok heyecan duyuyorum.

Çok teşekkürler ağabey. Çok sağ olun.

Cemal: Ben teşekkür ederim. İnşallah ağır aksak konuşmamla ifade edebildim. 

Her geçen gün gelişme gösteriyorsun.

Cemal: Eyvallah.

Evet, gazeteci Hasan Cemal’le, 22 yıl sonra yeniden basılan Kürtler kitabını vesile ederek, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Kürt sorununun gelişimini ve şu anda yaşadığımız, içinden geçtiğimiz sürecin nelere yol açabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.