Ruşen Çakır, son yayınında Kürt meselesi, yeni anayasa süreci ve muhalefet içindeki dinamikler üzerinden yürüyen tartışmaları değerlendirdi. DEM Parti’nin Cumhur İttifakı ile ilişkilendirilmeye çalışılmasının siyasi bir manipülasyon olduğunu savunan Çakır, “Birileri Kürtleri hâlâ siyasetin figüranı olarak görmek istiyor ama artık bu mümkün değil” dedi.
Yeni anayasa tartışmaları ve infaz düzenlemesi gibi kritik gündemlerde DEM Parti’nin tutumu üzerinden yürütülen tartışmaları ele alan Çakır, muhalefet içindeki bazı çevrelerin DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na yakın göstermek için yoğun bir çaba içinde olduğunu söyledi.
Çakır, “Kürt hareketi en kötü ihtimalle yüzde 10 oy alabilen bir siyasi güç. Buna rağmen Erdoğan’dan çekindikleri için ona yaklaştıkları söyleniyor. Bu, ne DEM Parti’ye ne de siyasal gerçekliğe uygun bir değerlendirme” diye konuştu.
Yeni anayasa süreci ortaklaşmaya mı yoksa bölünmeye mi hizmet edecek?
Çakır, Özlem Kaygusuz’un yazısına atıf yaparak, yeni anayasa sürecinin otoriter rejimin yeni bir pazarlık alanı olmaması gerektiğini belirtti. Muhalefetin –özellikle CHP ve DEM Parti’nin– bu süreçte kalıcı iletişim ve ortak zemin arayışına girmesi gerektiğini vurguladı. Çakır’a göre, bu fırsat iyi değerlendirildiğinde Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde önemli adımlar atılabilir.
Yayını Selahattin Demirtaş’a ithaf eden Çakır, “Türkiye’nin acil ihtiyaç duyduğu siyasetçilerden biri. Onun yeniden siyasete dönmesi sadece Kürt hareketi için değil, tüm Türkiye için hayırlı olur” diyerek sözlerini noktaladı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Kimileri benim Kürt meselesine, Kürtlere kafayı taktığımı söylüyor. Diyorlar ki, “Üstelik Kürt bile değilsin.” Bazıları da benim adımdan hareketle bunun Kürtçe olduğunu, ‘‘gülen yüz’’ anlamına geldiğini, onun için böyle yaptığımı sanıyor. Halbuki benim bildiğim, Kürtçe de olabilir ama, Farsça bir kelime Ruşen. Neyse, bunu bir kenara bırakalım. Desinler, az bile konuşuyorum, az bile ele alıyorum. Daha fazla konuşmamız lazım ve önümüzdeki günlerde hele çok çok fazla konuşacağız. Çünkü bu yeni çözüm süreci Türkiye’nin kaderini gerçekten belirleyecek. Yılların sorununun çözülmesinde çok önemli bir eşiği atlıyor gibiyiz. Tabii ki her türlü olumsuz gelişme ihtimalini akılda tutarak diyorum. Ve bir de benim Kürtlere çok taktığımı, bu konuya çok taktığımı düşünenlere bir kötü haberim daha var: Bugün, günübirlik de olsa Diyarbakır’da olacağım. Bir toplantıda İslami hareket ve Kürtleri anlatacağım dilim döndüğünce. Kusura bakmayın, bu konuyu ben çok önemsiyorum ve bu konuyu konuşmaya devam edeceğim.
Şimdi bugünkü meselemiz nedir? Daha önce çok ele aldım, tekrar söyleyeyim: Hâlâ birileri Kürtleri Türkiye’de siyasetin ana bir aktörü olarak görmek istemiyorlar; bir figüran olarak görmek istiyorlar. Nasıl? O çağırınca giden, o kovunca kaybolan bir güçmüş gibi yapıyorlar. Ama halbuki hiç de böyle değil. Kürt hareketi, Türkiye’de 80 sonrasında HEP ile başlayan bir süreçte, kapanan partilere, tutuklanan milletvekillerine, parti yöneticilerine, belediye başkanlarına rağmen her zaman bir şekilde gücünü korudu. Hatta çok da arttırdığı zamanlar oldu. Ama şunu biliyoruz ki en kötü haliyle %10 civarında oy alabilen bir hareketten bahsediyoruz, yasal siyasi hareketten bahsediyoruz. Ve son dönemde ne oluyor? Yeni çözüm süreci. Bahçeli’nin ilk dile getirdiği, Erdoğan’ın sonradan dahil olduğu sürece, başından itibaren birçok kişi, muhalefetten birçok kişi, burada Erdoğan’ın Kürtleri, DEM Parti’yi kandırdığını ileri sürdüler ve buradan bir şey çıkmayacağını söylediler. Şu oldu, bu oldu. Amacın, Erdoğan’ı yeniden başkan seçtirmek olduğunu söylediler ve Kürtleri burada Erdoğan ne derse onu yapan bir siyasi figüran olarak resmetmeye çalıştılar. Ama hiç de böyle gelişmedi. Şimdi, Öcalan’ın 27 Şubat çağrısı ve PKK’nın da kongre toplayıp buna uyacağını açıklaması sonrasında — yani kendini feshedecek ve silahları bırakacak — Türkiye yeni bir tartışmaya girdi. Anayasa… Erdoğan, anayasayı Türkiye’nin gündemine sokmaya çalışıyor ve DEM Parti de bu konuda hiç de şikayetçi değil. Geçen Meral Danış Beştaş’la yaptığım yayın, ki çok paylaşıldı, genellikle onu eleştirmek isteyenler tarafından paylaşıldı. Baştan beri zaten yeni anayasa istedikleri için buna prensip olarak sıcak bakıyorlar. Ama bu arada tabii acil olarak, bayram öncesinde infaz yasasındaki düzenleme meselesi konuşuluyor. Ne oluyor? Burada muhalefetin içerisinden birileri… Doğrudan mesela bir Özgür Özel değil, bir Ekrem İmamoğlu hiç değil. Muhalefet derken CHP’yi kastediyorum. Diğer partilerin çok da fazla bir etkisi kalmadı, özellikle 19 Mart’tan sonra. Sürekli DEM Parti’nin Erdoğan’a, daha doğrusu Cumhur İttifakı’na yamandığını kanıtlama çabası var. ‘‘Şunu yaptı, çünkü bundan yaptı, çünkü Erdoğan’dan korkuyorlar, Erdoğan’dan çekiniyorlar. Aman sürecin başına bir şey gelmesin diyerek…’’ ki bunu düşünmeleri çok aslında mantıklı ama bu nedenle Erdoğan’ın suyuna gittiklerini ve gitmeye devam edeceklerini söyleyen çok şey yapıldı. Mesela Sosyalist Enternasyonal’de ‘‘Free İmamoğlu’’, ‘‘İmamoğlu’na özgürlük’’ dövizini DEM Partililerin kaldırmadığı söylendi ve buradan hareketle işte ‘‘Erdoğan’dan korktukları için’’ dendi. Ama hem kendileri açıklama yaptı, hem Özgür Özel açıkladı, bunun böyle olmadığını söyledi. Şimdi bir başka olay; Erdoğan ‘‘10 kişi görevlendirdim, anayasa çalışıyorlar’’ derken, mesela Meral Danış Beştaş, ‘‘Bu anayasa Meclis’te yapılacak ve biz o masada oluruz’’ dediğinde, işte Erdoğan’a biat etme olarak tanımlanıyor. Yani bunu DEM Parti’ye rağmen, DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’nın neredeyse yeni ortağı gibi tarif etmeye çalışmanın ne anlamı var? Yani neyi kanıtlamaya çalışıyorlar? Diyelim ki öyle oldu, diyelim ki öyle oldu, ne olacak? CHP tek başına bütün her şeyi mi sırtlanacak, bütün muhalefeti tek başına mı sırtlanacak? DEM Parti, kendilerini Üçüncü Yol olarak tarif ediyorlar ama muhalefete daha yakın olduklarını en son seçimlerde, 2023’te alenen, 2024’te kısmen CHP ile iş birliği yaparak gösterdiklerini biliyoruz bu partinin. Niye böyle bir gayret var, ellerine ne geçecek açıkçası anlamıyorum. Tam tersine, eğer gerçekten Türkiye’de demokrasi isteniyorsa, Türkiye’de otoriterliğe karşı mücadele edilmek isteniyorsa Kürtlerden ve DEM Parti’den daha cazip bir ortak bulabileceklerini açıkçası sanmıyorum. Ama şöyle bir akıl yürütüyorlar: ‘‘Erdoğan bunlara bir şeyler verecek, karşılığında onları alacak, başka türlü yanaşmazdı’’ diye bir yaklaşım var. Diyelim ki bu doğru, ki bence değil ama diyelim ki bu doğru, o zaman ne yapacağız? O zaman zaten her şey bitmiş. Ama öyle değil. Şimdi Birikim’in internet versiyonunda, dergide değil, dün Özlem Kaygusuz çok güzel bir yazı yazdı: “Rejimin Otoriter Pazarlıkları ve Kürt Meselesi” diye. Eğer bir aksilik olmazsa Özlem Hoca’yla yarın bir yayın yapıp bu makaleyi tartışacağız. O makalede otoriter rejimin otoriter pazarlıkları anlatılıyor ve bu pazarlıklarda Erdoğan’ın muhataplarının kimi zaman MHP, ama birçok zamanda da CHP olduğunu hatırlatıyor. Mesela HDP’lilerin, Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının içeri girmesinde ya da 15 Temmuz sonrasında milli güvenlik gerekçesiyle bunu dayatarak, Erdoğan otoriter pazarlık yaptı ve kendi otoriter düzenini tahkim etti ve burada muhalefet, “Kamuoyu ne der?” vesaire gibi gerekçelerle, ‘‘Anayasaya aykırı da olsa ‘evet’ diyeceğiz” gibi acayip laflarla buraya dahil oldular. Kaygusuz’un yazısının sonu çok önemli, bunu okumak istiyorum olduğu gibi: ‘‘Muhalefetin giderek güçlenen aktörleri olarak CHP ve DEM’in bu süreçte sürekli ve kalıcı iletişim kanallarının olması, yeni anayasa süreci başlatıldığında gerek parlamentoda gerekse toplumsal alanda ortak bir zeminde hareket etmeleri elzemdir. İktidar koalisyonunun yeni anayasa sürecinde muhalefeti bölecek yeni bir otoriter pazarlık kurabilmek için milli güvenlik zemininden yoksun olması çok önemli bir değişimdir.’’ Yani, ‘‘PKK’nın kendini feshettiği bir yerde siz milli güvenlik bahanesiyle muhalefetten kendinize partner devşiremeyeceksiniz’’ demeye getiriyor, öyle anlıyorum. ‘‘Ve bu durumun Türkiye’deki tüm iktidar karşıtı kesimler tarafından değerlendirilip değerlendirilemeyeceği önümüzdeki en temel meseledir’’ diyor. Yani şu: bu çözüm süreci, PKK’nın silah bırakması, kendini feshetmesi, Türkiye’nin önünü çok açmaya müsait bir şey ve bu açılan yerden muhalefet, CHP ve birlikte hareket edebilirlerse DEM, Türkiye’nin demokratikleşmesi için ortak çok şeyler yapabilirler. Ama siz baştan, ‘‘Bu pazarlığı yaptılar, Erdoğan’la anlaştılar, bütün hesapları burada CHP’yi tasfiye etmek’’ gibi birtakım senaryolardan bahsederseniz… Böyle niyetleri olabilir iktidarın; ama DEM Parti’nin, Kürt hareketinin diğer aktörlerinin buna baştan razı olduklarını, buna biat edeceklerini düşünerek yapılan yaklaşımlar, suçlamalar… Yani öyle acayip laflar ediliyor ki gerçekten niyeti yoksa bile o lafların ardından DEM Parti’nin Cumhur İttifakı’na gidesi gelebilir. Yapmayacaklar, tabii ki abartıyorum. Zaten, tekrar söylüyorum, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu bu konuda çok dikkatli. Sürekli olarak Kürtlere ve Kürt hareketine, DEM Parti’ye özellikle sürekli olarak sempatik mesajlar veriyorlar. Ama onlara rağmen birileri bu işi bozmak ve DEM Parti’yi Cumhur İttifakı’na doğru itmek çabasındalar. Burada, tekrar söylüyorum, bir yukarıdan bakma hali var hala Kürtlere ve Kürt hareketine. Bu yukarıdan bakış… Anlamak mümkün değil. ‘‘Ne yaptınız da, Kürtlerin şu ana kadar hangi sorunlarında yanlarında oldunuz da, şimdi onlardan gözü kapalı bir şekilde sizlerle birlikte hareket etmesini istiyorsunuz?’’ diye insanın sorası geliyor.
Neyse, uzatmayalım. Bu yayını tabii ki Selahattin Demirtaş’a ithaf ediyorum. Özellikle Türk-Kürt kardeşliği diyelim ve HDP’nin Türkiye partisi olması konusunda çok büyük işler yaptı ve bu yüzden de hala cezaevinde. Selahattin Demirtaş gerçekten Türkiye’nin çok acil ihtiyacı olan bir siyasetçi. Umarım bu sürecin ilk, en hızlı kazanımlarından birisi, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere tüm siyasi tutsakların, tabii ki Ekrem İmamoğlu’nun da ve diğer CHP’li belediye başkanları ve belediye çalışanlarının da, tabii ki Osman Kavala’nın ve tabii ki Gezi davası tutuklularının serbest bırakılmaları olur ve bu gelişmelere tanık oluruz. Ama tekrar söylüyorum, Selahattin Demirtaş’ın bir an önce tekrar aktif bir şekilde siyasette olması hem Kürt hareketi için ama en önemlisi muhalefet için ve genel olarak Türkiye için çok hayırlı olacak. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.