Komisyon Öcalan’ı dinleyecek mi? DEM Parti komisyon çalışmalarından memnun mu? DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek, Meclis’te yürütülen komisyon çalışmalarını Ruşen Çakır’a değerlendirdi. Çiçek videoda, “Oy uğruna süreç gözden çıkarılamaz. İnsanların hayatı söz konusu” dedi.
PKK’nın fesih kararı ve silah bırakmasının ardından yürütülecek süreçte gerekli yasal düzenlemeler için TBMM’de kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. Komisyon üç kez toplandı.Çözüm süreci komisyonunun üçüncü toplantısı yedi saat sürdü, 38 milletvekili önerilerini dile getirdi. Komisyon önümüzdeki hafta 19 Ağustos Salı ve 20 Ağustos Çarşamba günleri çalışacak.
- PKK kendini feshetti: İşte yeni çözüm sürecinin kronolojisi
- Öcalan Türkiye’nin siyasi haritasını yeniden çiziyor | Ruşen Çakır yorumluyor
Çiçek, Meclis’te kurulan ve PKK’nın silah bırakma sürecine ilişkin çalışmalar yürüten komisyonun ilk üç toplantısını olgun bir ortam olarak nitelendirdi.
Öcalan’la Oslo sürecinde ve 2013-2015 çözüm sürecinde görüşmeler gerçekleştirdiğini hatırlatan Çiçek, “O dönemde de, 2013-2015’teki süreçte de kendisi özellikle sürecin şeffaf yürütülmesi konusundaki hassasiyetlerini ve önceliklerini paylaşıyordu. ‘Bu güven ortamı nasıl oluşturulacak?’ diye bazen öfkelendiğine bizzat tanıklık ettim” dedi.
Oslo sürecinin, son iki sürece göre daha kapalı yürütüldüğünü belirten Çiçek, siyasal zemine çekilmeyen her girişimin “kumpasa ve müdahaleye açık” olduğunu vurguladı.
“Oy uğruna süreç gözden çıkarılamaz”
Çiçek, Bahçeli’nin sürece dair tutumunu ise “Bahçeli’nin bu sürecin yürütülmesine dair gösterdiği hassasiyetin kendisi önemli ama aynı zamanda stratejik bir devlet aklının da göstergesi.” dedi.
“Fazla oy almanız bu ülkeyi demokratikleştirmedi. Sizi ayakta tuttu ama demokratikleştirmedi sizi” diyen Çiçek, bu durumun tüm partiler için geçerli olduğunu vurguladı.
“Bunu herkesin, ilgili partiye oy veren herkesin artık kabul etmesi ve kendi partisini buradan kuşatması lazım” diyen Çiçek, “Bizi de dahil, oy uğruna süreç gözden çıkarılamaz. İnsanların hayatı söz konusu” ifadelerini kullandı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Meclis komisyonunda yer alan partilerin temsilcileriyle konuşmaya devam ediyoruz. Dün Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye İşçi Partisi vardı. Bugün DEVA Partisi ile başladık. Ve şimdi DEM Parti İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek stüdyomuzda konuk. Hoş geldiniz.
Cengiz Çiçek: Hoş bulduk.
Ruşen Çakır: Herkese onu soruyorum öncelikle: Nasıl gidiyor komisyon?
Cengiz Çiçek: Şöyle diyelim; ilk üç toplantı itibarıyla beklentiler, usule ve esasa dair tartışmalar bağlamında farklı bakış açıları olsa da farklı yaklaşımlar olsa da, dün Ahmet Şık’ı da dinledim, sevgili Ahmet’i, orada da aslında belirttiği üzere, bir olgunluk, bir empati, birbirini dinleyen bir topluluğun ve başlangıç açısından anlamaya yakın bir topluluğun olması iyi. Geçmiş Meclis pratiği bağlamında değerlendirildiğinde oldukça iyi. Ama bu her şeyin birebir bu yaklaşımla çözüleceği anlamına gelmiyor. Belki birazdan tartışacağız. Şimdiden özellikle meselenin odağına dair farklı yaklaşımların olduğunu gözlemlemek mümkün bizim açımızdan. Ama ilk üç toplantı biraz daha karşılıklı temennilerin, beklentilerin daha çok yayıldığı ama asıl komisyonun varlık gerekçesi olan tartışmalara da tam anlamıyla giremediğimiz bir aşamadayız.
Ruşen Çakır: Onlara geleceğiz. Önce şunu bir sorayım, şunu merak ediyorum. Siz parti olarak ve de bir gelenek olarak herhâlde hâlâ şok içindesinizdir. Size eşit muamele yapılıyor; vebalı ya da suçlu muamelesi yapılmıyor. Doğrudan muhatap alınıyorsunuz. Sözünüz kesilmiyor. Söz veriliyor. Hatta üç milletvekili ekleneceği zaman galiba birisi de sizden oldu değil mi sonuçta?
Cengiz Çiçek: Evet, evet.
Ruşen Çakır: Yani dörtten beşe çıktınız. Şey demiyor musunuz, yani bu Devlet Bahçeli’nin el sıkmasıyla başlayan süreçte “Ya bir dakika, rüyada mıyız?” duygusu yok mu?
Cengiz Çiçek: Yok. Öyle diyeyim yani. Niye yok? Çünkü gerilimli de olsa hep muhataptık aslında. Hep karşı karşıyaydık. Bugün biraz daha birbirini anlamaya odaklı, daha taraf gibi görülen bir yaklaşım var. Ama bu bizim şahsımıza ya da partimize dönük bir teveccühten ziyade, savunduğumuz fikirlerin bugün aslında o masada olması, çözüm önerilerimizin o masada olması ve o çözüm önerilerinin, o fikrin, o mücadelenin kendisinin ciddi anlamda kabul görmesi, muhataplık görmesi aslında bir yönüyle hem iyi bir durum hem de bizim tarihsel mücadelemizin geldiği nokta itibarıyla başarımızın da bir göstergesi. Bu önemli. Yani bunu bir rekabet duygusuyla söylemiyorum elbette ama o fikrin, o aklın kendisinin tarihsel olarak masada olması çok kıymetli. Yoksa partimizin ya da şahsımızın olması çok önemli değil.
Ruşen Çakır: Şimdi ben takip ettiğim kadarıyla, elime geçen ne varsa bakıyorum, okuyorum. Komisyon fikri Bahçeli ve Abdullah Öcalan’ın sanki ortak fikriymiş gibi geliyor. Ve Erdoğan’ın geciktirdiği bir… Öcalan bir görüşmede o konuda çok net, hatta kızıyor, Bahçeli’ye mektup yazıyor vesaire falan. Bunda mutabıkız, değil mi? Yani bunun esas olarak Meclis’te bir komisyonda konuşulması, yani bir devlet aklı denen akılla Öcalan’ın buluştuğu bir nokta mı?
Cengiz Çiçek: Öcalan açısından daha net konuşabilirim. Çünkü Oslo sürecinde İmralı’ya giden avukatlardan biriydim. O dönemde sürece dair sonra 2013-15’teki süreçte de kendisi özellikle sürecin şeffaf yürütülmesi noktasındaki hassasiyetlerini ve önceliklerini paylaşıyordu. “Bu güven ortamı nasıl oluşturulacak?” diye bazen öfkelendiğine bizzat ben kendim de tanığım. Yani Oslo sürecinden bahsediyorum, ki daha kapalı bir süreçti son iki sürece göre. Yani “Böyle bir ortamda taraflar kendisine nasıl güvenecek, birbirine nasıl güvenecek, toplum nasıl bu sürecin kendisine bir ad koyacak, güvenecek?” ve o noktada daha çok Meclis’in, yani halk iradesinin tecessüm ettiği yerin kendisinin aslında bir yönüyle bu işin içinde olması bir, şeffaflık açısından iyi, iki, siyasi muhataplık açısından çok önemli. Çünkü siyasal zemine çekilmeyen her şey aslında kumpasa açıktır, müdahaleye açıktır. Aslında işte darbe mekaniğini de biraz o dönem de kavramsallaştırdı. O yönüyle baktığınızda yani Öcalan’da değişen bir şey yok, yani ciddi anlamda o durduğu yerde. Son 15 yıldır çok gönül rahatlığıyla kendi gözlemime dayanarak söyleyebilirim ama hükümet açısından, iktidar ortakları açısından sadece yorum yapabiliriz bizler. Yani Bahçeli’nin bu sürecin yürütülmesine dair gösterdiği hassasiyetin kendisi de bir şey ama gerçekten bir devlet aklının, stratejik bir aklın aslında yaklaşımının göstergesi. Çok ayrıntılara takılmayan, aslında sürecin ilerlemesi için gerekli olan hassasiyetin ve esnekliğin gösterildiğini biz görüyoruz. Bu zaten sürecin en önemli, yani en kuvvetli yanlarından biri. Belki Bahçeli şahsında o stratejik devlet aklının devrede olması, Öcalan şahsında da son derece inisiyatifli Kürt sorununun çatışma zemininden uzaklaştırılıp hukuki ve siyasi zemine çekilmesindeki ısrarı, inadı ve inisiyatifi bu sürecin en kuvvetli yerini alıyor. Ama AKP açısından baktığımızda, dediğim gibi yorum yapabiliriz. Yani AKP kendi içinde ne kadar bu konuda homojen, belki birazdan tartışırız onu ama sürece daha ketum, daha zamana yayan bir yaklaşımının olduğunu hepimiz aslında genel okumalarımız bağlamında söyleyebiliriz.
Ruşen Çakır: Bu bağlamda komisyon çalışmalarında, spekülatif bir şey ama yine de bir… Benim son günlerde konuklarımla yaptığım yayınlarda, mesela Mümtaz’er’le yaptığımız yayında da bunu konuştuk. Ahmet Şık’la da konuştuk. Kendim de öyle düşünüyorum. Bir tür MHP, DEM Parti, CHP yakınlaşma ihtimali sanki önümüzdeki günlerde olacakmış gibi.
Cengiz Çiçek: Spekülasyon olur tabii ama şöyle… Yani artık gelinen aşamada Türkiye’nin devlet olarak kendisini nasıl konumlandıracağına dair tartışmalar… Mesela geçmişte bıraktıklarımızdan bahsetmiyorum. Çünkü o 100 yıllık tarihi deştiğimizde bir sürü farklılaştığımız nokta çıkar. Ama, ‘‘Yeni konjonktürde 21. yüzyılın Ortadoğusu’nda Türkiye yönünü nereye doğru evriltecek?’’ diye bir soru sorduğunuzda, şu ana kadar partilerin verdiği mesajlar, işte demokratikleşme, Türkiye’nin hem siyasi hem idari yapısının tekrardan gözden geçirilmesi bu yönüyle aslında kendisini hem varlık olarak ayakta tutmak hem de demokratik yani içeride demokrasi cephesini, demokratik kültürü, ilişkileri kurumsallaştıran bir zorunluluğu beraberinde gördüğümüzde bu üç ana şey, yani objektif olarak, nesnel olarak daha yakın duruyor. Ama bu nasıl şekillenir, o spekülasyon olur.
Ruşen Çakır: Peki, şunu sorayım. CHP’nin, biliyorsun, komisyona katılması olay oldu. Gözler CHP’deydi. Çok büyük bir baskı oldu sosyal medyada, parti içinden ve çevresinden. Tabii dışarıda olanlar İYİ Parti, Zafer Partisi ayrıca ama çok yakınında da birtakım çevrelerden katılmaması yolunda tepkiler geldi. CHP’nin katılmadığı bir komisyon olabilir miydi?
Cengiz Çiçek: Bir, meşruiyet zemini zayıf olurdu. Çok önemli. Sonuçta şu anda son seçimleri baz aldığımızda aslında birinci parti ve iktidarın en kuvvetli adayı, yani nesnel objektif bağlamda düşündüğümüzde. O yüzden son derece meşruiyet zemini zayıf bir şey olurdu CHP’nin katılmaması. İki, politika olarak aslında ben bizzat süreci de biraz şöyle yorumlamamızın daha doğru olduğunu düşünüyorum, CHP açısından da öyle; yani iktidar alternatifi olan, iktidar hedefi olan bir partinin, her parti için geçerli bu, yani Kürt sorununda bir çözüm aklının, iradesinin, inisiyatifinin de gelişkin olması gerekiyor. Çünkü Kürt sorunu artık bir bölge sorunu. Yani bir dünya sorunu. Bütün ilgili devletlerin bu kadar kafa yorduğu, pratik politika geliştirdiği bir konu hakkında — sadece komisyon bağlamında değil ama komisyonun tarihsel bir işlev işlevi olacak — CHP’nin burada dışarıda kalması, aslında kendi eliyle, kendi inisiyatifiyle, kendi edimiyle kendisini iktidar alternatifi pozisyondan uzaklaştırmak demek olur. Bu bu anlamda baktığımızda da yani CHP’ye dönük bu noktada tazyik kuran güçlerin gerçekten politik tahayyüllerinin ve aklının son derece dar ve güncel siyasete sıkıştığını söylemek mümkün. CHP’nin gelinen aşamada en azından bu tuzağa gelmemesi hayırlı ve gerçekten değeri bilinmesi gereken bir durum.
Ruşen Çakır: Peki sizin hareketiniz, tabanınız, kadrolarınız, sizi takip eden insanlar ve genel olarak Kürtler ne diyor? Çok mu mutlular? Çok mu heyecanlılar? Mesela bu süreci eleştirenlerin çok sık kullandığı bir argüman var: “Kürtler öyle bayram etmiyor” diyorlar.
Cengiz Çiçek: Şöyle, hepimizin deneyimi var Ruşen Bey. Sizin de var, her birimizin var. Yani sadece kişisel deneyimlerden yola çıkarak bile bu soruyu çok rahatlıkla cevaplandırabiliriz. Hep akamete uğramış, hep böyle gerçekten darbeye muhatap olmuş, kumpasa, korsanca yaklaşıma muhatap olmuş bir sorundan bahsediyoruz ve gerçekten artık bir küresel sorun. Buradan baktığımızda geçmiş deneyimlerin kendisi bu sürece inancı zayıflatabilir ama aynı zamanda yani şu umut ve umutsuzluk meselesine biraz politik yorumlar da yani o politik nesnellik etrafında da bakmak lazım. Yani her olumsuz görülen deneyim, her akamete uğramış gibi görünen deneyim aynı zamanda bizde ciddi tecrübeler biriktiriyor. Mesela neyi yapmamamız gerektiği, bunların kendisi bile yani geçmişle kıyasladığımızda neyin yapılmaması gerektiği ya da nelerin daha çok öne çıkarılması gerektiği noktasında bize dersler yüklüyor. Yani meseleye biraz böyle bakmak lazım. Yoksa yani bu süreci tek başına böyle bir demokratikleşme süreci, demokratik anlamda şaha kalkma süreci olarak nitelendirirsek kendimizi kandırmış oluruz. Yani kendimizi de inkâr etmiş oluruz. Coğrafyanın gerçekliğini de inkâr etmiş oluruz. Ama son noktada bizim her birimizin meselesi şu: Bulunduğumuz yerde bu deneyimleri çözüme nasıl tahvil edebiliriz? İşi gerçek anlamda demokratik, eşitlik ve adalet değerleri etrafında nasıl çözüme yakın tutacağız? Bu sadece siyaset kurumunun işi mi? Sadece iktidar bloğunun işi mi? Sadece Bahçeli’nin işi mi? Sadece Öcalan’ın işi mi? Böyle mi bakacağız buna? Yani işte sendikaların görevi ne, sivil toplumun görevi ne? Şimdi mesela bir tablo düşünün. Herkesin gözü kulağı komisyonda, son derece anlaşılır. Ama yani şu barış denilen şeyin, yani meselenin gerçekten silahlardan uzaklaştırılıp hukuki ve siyasi zemine çekilme ve karşılıklı bizim yaptığımız gibi, yani masa etrafında farklı düşüncelerin karşı karşıya geldiği ama belli bir demokratik kültür ve teamülle artık bu işleri bir kültür hâline getirmenin kendisine dair tek sorumluluk bizim mi ya da ilgili aktörlerin mi? Sendikalar ne yapıyor? Sivil toplum örgütleri ne yapıyor? Gençlik örgütleri, kadın örgütleri… Bir bütün olarak aslında bu ülkede demokrasi mücadelesi yürütenlerin şu andaki pozisyonu… Mesela bu belki de ülkemizdeki en büyük talihsizliklerden biri. Yani sadece siyaset kurumunun kendisine, siyasal partinin kendisine kapatılmış her şey işte şeffaf olmaktan uzaklaşır. Sadece şeffaflığı siyasetten beklemenin kendisi de mücadele doğrularımız ve birikimlerimiz anlamında da doğru değil. Yani bence kişisel olarak barış kelimesi belki en fazla bu coğrafyada sağa sola çekilmiş, iğdiş edilmiş bir şey, değil mi? Barışın içi hangi değerlerle yüklenecek? Kim yükleyecek bunu? Biz bunu sadece iktidara mı bırakacağız? Ya da DEM Parti’ye mi bırakacağız? Ya da komisyonda temsil eden partilere mi bırakacağız? Tek onların elinde midir barış? Mesela toplumun barış hakkı. Toplum kendi değerlerini bu barış kelimesinin içine nasıl yükleyecek? Mesela bu bir mücadele işi. Yani biz bu süreci aynı zamanda bir mücadele süreci olarak görüyoruz ama bazı şeyler sanki birbirine karıştırılıyor gibi. Yani bu hani ‘‘negatif barış’’ dediğimiz işte öncelikli hedef, yani Sayın Öcalan’da da gördüğümüz o, yani bizzat gördüğümüz o. Devletle olan siyasal münasebetini silahlı mücadeleden çıkarıp hukuki ve siyasi zemine çekmeye çalışıyor ve çok net bir şey söylüyor. Bakın, diyor ki; “Koçgiri İsyanı sürecinde…’’ Bizzat mesela Oslo sürecinde de gördüğümüz bir şey, kendisinden duyduğumuz şey, bugün de. Koçgiri İsyanı gündeminde, onun atmosferinin etkisiyle Meclis 10 Şubat 1922’de kapalı oturum yapıp Kürt reform tasarısını konuştu o günlerde ve kabul etti o tasarıyı. Sonra inkâr edildi, ayrı bir şey, o tartışmayı geçiyorum. Bugün 29. İsyan olarak adlandırılan süreçte biz isyanı bitirmeyi düşünüyoruz ve 103 yıl önce Meclisin daha cumhuriyet kurulmadan yaptığı işi bugün Meclis yapsın. Yani bir araya gelsin, isyanı bitirme kararı veren bizi dinlesin ve buradan gerçekten daha demokratik bir hat ortaya çıkarsın. Yani artık hani kendi kavramsallaştırmasıyla söylüyorum: 20. yüzyıl inkâr ve isyan yüzyılıydı. 21. yüzyıl yani bu topraklar açısından ne inkâr ne isyan yüzyılı olsun.
Ruşen Çakır: Peki, bu İmralı’ya 27 Şubat öncesinde giden kalabalık heyette vardın.
Cengiz Çiçek: 27 Şubat’ta giden heyette…
Ruşen Çakır: Efendim? 27 Şubat.
Cengiz Çiçek: Evet. Aynı gün gittik. Hemen açıklamamız oldu.
Ruşen Çakır: Evet, o gün gittiniz geldiniz. Biz de sizi izledik otelde yaptığınız toplantıda. Onun dışında da Öcalan’la yapılan diğer görüşmeler hakkında da tabii ki parti olarak, parti yöneticisi olarak, milletvekili olarak bilgi sahibisin. Öcalan bir yerde şöyle bir şey söylemişti: “%5’i kaldı.” Hani “Devletle mutabakatın %95’i hâlloldu, %5’i kaldı” diye. Şimdi hangi görüşmede olduğunu hatırlamıyorum, birçok görüşme notu okuduğum için. “%5’i kaldı.” O zamandan bu zamana o da hâllolmuş olabilir. Bu dediğim Mayıs ayında falan olan bir şey. Özellikle MİT Başkanı’nın yaptığı sunum çok önemliydi diye anlıyorum, bakanlarınki pek değil de MİT Başkanı’nın yaptığı. Orada devletin süreci nasıl gördüğünü gördünüz. O %95’ten %100’e varılmış gördün mü?
Cengiz Çiçek: Yani sahadaki son bir haftadaki gelişmelere baktığımızda, yani o %5’in tamamlanmasından ziyade, özellikle Suriye bağlamında söylüyorum, ciddi açı farkları var, yaklaşım farkları var. Başından beri zaten hani devleti yönetenlerin kendisinin de böyle yaklaştığını düşünenlerden biriyim. Yani bu işin kırılma noktası ya da gerçekten doğru hatta kalıcı bir şekilde girme noktası Suriye, Rojava toprakları olacak gibi gözüküyor. Son haftadaki bütün gelişmeler onu gösteriyor. Aslında bir bölge projeksiyonu, yani stratejik iki yaklaşımın karşı karşıya gelişi. Buna sadece Türkiye içi bir sorun, Türkiye’deki siyasal partilerle daraltılmış bir sorun olarak yaklaşamayız. Şimdi oradan baktığımızda gerçekten son gelişmeler şunu gösteriyor bize, yani işte Kürtler açık açık şunu ilan etti: “Ben Türkiye’de sorunumu Ankara’yla çözmek istiyorum. Suriye’de Şam’la çözmek istiyorum.” Ama bu şu değil, yani mesela böyle kabaca ifade edeyim; bir teslimiyetten ziyade yani bu olgunun kendisini, tarihsel olgunun kendisini tanıyan bir yerden. Yoksa “Aramızda politik rekabet bitsin, aynılaşalım, hepimiz aynı partiye katılalım” demiyor Kürtler. ‘‘Sadece aramızdaki münasebeti hukuki ve siyasi zemine çekelim’’ diyor. Şimdi aynı şey Suriye için de geçerli. Mesela şu anda bizim çıktığımız her yerde şu söyleniyor: “Rojava’da, Suriye’de Kürtler silah bırakacak mı?” Bir, bunun muhatabı zaten biz değiliz ama iki, yani bu topraklarda demokratik geleceğinden sorumluluk almış insanlar olarak da hani bir tablo var ortada ki Dürzilerin, Alevilerin katliamdan geçirildiği bir yerde ve gerçekten atari oyunu izler gibi savaş izliyoruz biz ekran başında. Bir şiddet pornografisiyle karşı karşıyayız, IŞİD’ten bugüne yani. Bunun da bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Artık insani duyarlılıklarımızın bile elimizden alındığı, artık her şeyi makul, normal karşıladığımız, insana dönük bir saldırının olduğu ortamda oturup sadece “Şam’la anlaşın.” dayatmasının kendisi… Evet, Kürtler diyor, “Ben demokratik entegrasyon temelinde, bütüncül hukuk temelinde Şam’la anlaşmak istiyorum.” Zaten mutabakata da vardılar, hani belli tartışmalar olsa da.
Ruşen Çakır: Öcalan da onu söylüyor zaten, değil mi?
Cengiz Çiçek: Tabii. Ama son nokta da yani bir varlığın kendisini güvende hissetmesi, bu bütün canlılar için geçerli. Şimdi insan dediğiniz varlığın, bir toplumun, bir kolektif yapının kendisini, Ortadoğu mesela… Siz düşünün, ben size sorayım Ruşen Bey, kendinizi Suriye’de bir vatandaş, bir Kürt, bir Alevi, bir Dürzi olarak düşünün. Kendinizi güvende hissedebilir misiniz bu ortamda? Yani öyle şeylerle karşı karşıyalar ki…
Ruşen Çakır: Geçen Ahmet Yıldırım’la bir yayın yaptım. Sizin eski milletvekiliniz, biliyorsun. Çok güzel bir tespiti var. Dedi ki: “Geçen süreç Rojava yüzünden bitti. Bu süreç Rojava nedeniyle başladı. Suriye nedeniyle başladı” dedi. Şimdi özellikle devleti yönetenlerin temel kaygılarından birisi bölge ve Suriye. Şimdi burada kilitlenmiş olması şu anda sizin diğer çalışmalarınızı, çabalarınızı felç etmez mi?
Cengiz Çiçek: Sevgili Ahmet Yıldırım’a ek yapayım. Yani tekrar Rojava için bitmemesi… Hani “Rojava üzerinden başladı” diyor ya. Rojava yüzünden bitmemesi için ne yapmalıyız? İşte hükümete bir çağrı yapıyoruz: Orada kolaylaştırıcı olmak. Yani meseleyi böyle yokuşa süren değil, daha fazla sorunun çözümüne odaklı kolaylaştırıcı olan bir rol oynayabilir. Artık içerideki süreç, dışarıdaki süreç ayrımı yok bizde yani. Ama biz şunu çok net görüyoruz, yani hem devlet aklı bağlamında hem Kürtlerin toplumsal aklı ve hafızası bağlamında… Bakın, mesela bu süreç ilk 27 Şubat’ta başladığında ben Londra’da bir halk toplantısına katıldım hemen bir hafta sonra, 27 Şubat’taki deklarasyondan sonra. Orada emin olun Ruşen Bey, yani 100 soru sorulduysa, oran veriyorum, 60 soru Rojava’yla ilgili. Kürtlerin hafızasında da Rojava özel bir yere sahip. Yani ‘‘Rojava ne olacak? Rojava’da nasıl bir çözüm öneriliyor? Bunları bilmek istiyoruz’’ diyorlar. Bizim yakamıza yapışan, bu konuda kaygılarını paylaşan çok ciddi bir kitle var. Yani o anlamda tek taraflı bakmamamız gerekiyor. Bence çabaları var. Sayın Öcalan’ın da çok ciddi çabaları var. Hani devletin o stratejik aklı olarak tariflediğimiz zeminin de çabaları var. Ama dediğimiz gibi, yani bu kadar katmanlı ve bu kadar aktörün içine girdiği bir sorunu gerçekten ayıklamak çok zor. O yüzden belki biraz daha geniş zamanlı düşünmek ve stratejik düşünmek gerekiyor. Mesela bu dönemi taktiksel, emperyal, yayılmacı, böyle sadece kendi ideolojik şeyini düşünen bir akılla yürüten her güç kaybedecek. Büyük kaybedecek. Mesela Numan Kurtulmuş’un uyarısı çok yerindeydi. Hepimiz altında kalırız yani. Mesela ben bazen bu süreci şöyle okuyorum, çünkü Oslo sürecinde gördüğümüz için; yani son 2013-15 süreci sonrasında tufan geldi, hepimiz soluğu zindanda aldık, yani cezaevinde aldık. Ve bu süreç — bazen böyle düşünüyorum — iyi yönetilmezse, bölgede de iyi yönetilmezse büyük savaşı, büyük tufanı örgütleyen, tırnak içinde, bir barış süreci olacak.
Ruşen Çakır: Ben de şaka yollu şey diyorum; başarısızlığa uğrarsa yaptığım bütün bu yayınların her birinden bir 5’er yıl alırız yani. En azından 5’er yıl. Peki, tekrar komisyona gelelim. Şimdi temel mesele, örgütün kendini feshi ve silah bırakmanın hukuki altyapısını oluşturacak bir çalışma yürüteceksiniz anladığım kadarıyla.
Cengiz Çiçek: Evet evet.
Ruşen Çakır: Her ne kadar demokrasi kavramı komisyona eklendiyse de öncelikle mesele fesih ve toplumsal entegrasyon meselesi, değil mi?
Cengiz Çiçek: Evet.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ruşen Çakır: Peki şu anda ilk üç toplantı gayet centilmence geçti ama şimdi iş şeye biniyor.
Cengiz Çiçek: Kollar sıvanıyor.
Ruşen Çakır: Evet, kollar sıvanıyor.
Cengiz Çiçek: Evet.
Ruşen Çakır: Ne bekliyorsunuz? Yani büyük bir ihtimalle devletin hazırladığı birtakım taslaklar var diye tahmin ediyorum. Onlar bir şekilde gelecek masaya ve siz onlar üzerinden tartışacaksınız.
Cengiz Çiçek: Öyle olmayacak, onu söyleyelim. Dün Ahmet de sanki benzer bir şey söyledi. Onu düzeltmek lazım. Hatta eğer öyle anlıyorsa sevgili Ahmet şahsında TİP’e de bir önerimiz olsun, herkes hazırlığıyla gelsin. Yani şöyle bir anlaşma yok bizde; sadece iktidar bloğu yasa tasarısı ya da taslağı oluşturacak, bizim bu konuda fikrimizi soracak değil. Mesela en azından Yeni Yol grubuyla gözlemlediğim somut şeyle söyleyeyim. Her grubun kendi çalışması olacak. Biz zaten bu çalışmalara aylar öncesinden başladık. Mesela özel bir yasa ihtiyacı olacak. Özel bir yasa nasıl olmalı? Biz bu çalışmayı yapıyoruz.
Ruşen Çakır: Şey gibi bir şey deniyor, değil mi? Kendisini feshetme kararı almış bir örgütün bilmem nesiyle ilgili düzenleme.
Cengiz Çiçek: Tabii. Yani hani buna PKK’ya özel yasa da diyebilirsiniz ama zaten PKK’yla mücadele adı altında Türkiye’deki bütün yasalar, yani terörle mücadele adı altında Türkiye’deki bütün yasalar aslında güvenlikçi akılla inşa edildiği için PKK olgusunu kendi başına düşünseniz bile, PKK’ya özel bir yasa çabanız olsa bile doğal olarak CMK’ya dair, Türk Ceza Kanunu’na dair, Terörle Mücadele Kanunu’na dair kimi tartışmaları beraberinde yapmak zorundasınız. Yani aynı zamanda demokrasi güçleri açısından bu özel yasa, mesela sanki hiçbir şeye dokunulmayacak, sadece işte silahları bırakan bir örgütün yani suç tanımı ya da onunla ilgili bütün o sonuçları hukuki anlamda nasıl ayıklayacağız çalışması gibi algılanıyor, ki bu çok yanlış. Zaten bizim en büyük itirazımız o. Mesela biz bu sürece diğer partilerden belki farklı olarak ‘‘cumhuriyetin demokratikleşmesi’’ süreci diyoruz. Yani Kürt meselesi ve 41-42 yıllık çatışma ortamının kendisini hukuki ve siyasi zemine çekme çabası, nesnel olarak herkesin kabul etmesi gereken bir şey bize kapı aralıyor. Yani güvenlikçi akıldan daha demokratik, daha şeffaf, daha diyalog ve müzakereyi esas almış bir siyaset ortamına bir düzeyde geçiş. Yani her şeyi bu süreç kurtaracak ya da bu komisyon her şeyin üstesinden gelecek demedi kimse. Ama bunu demokratik cumhuriyet mücadelesinde bir aşama olarak değerlendirmek lazım. Hatta belki şöyle değerlendirmek lazım: Bunu bir çözüm süreci değil, başta Kürtler olmak üzere, Kürt sorununun demokratik çözümü olmak üzere çözüm mücadelesinin zeminini oluşturan temel bir süreç olarak değerlendirmek lazım. Mücadele, belki ondan sonra daha büyük mücadele yükleyecek.
Ruşen Çakır: Peki, iş ciddiye binince neler olacak? Ne bekliyorsunuz?
Cengiz Çiçek: Yani hangi anlamda iş ciddiye binince?
Ruşen Çakır: Komisyondaki tartışmalar vesaire.
Cengiz Çiçek: Yani muhtemelen ilk üç toplantıdaki gülen yüzler yerini yer yer asık yüzlere, kavgalı ilişkilere bırakabilir ama zaten bunu da göze almak lazım. Sadece diyalog ortamını ortadan kaldıran bir şey olmasın. Yoksa gerçekten şeyi görüyoruz, yani kişisel olarak da gözlemim o, farklı yaklaşımlarımız var ama gerçekten o diyaloğu sadece toplantılardan ibaret görmemek lazım. Toplantı zamanları dışında partilerin birbirine gidip gelmesi, özellikle çetrefilli konuları, ayrıştıkları konuları belki de toplantıların dışındaki zeminlerde çözmeye çalışmaları…
Ruşen Çakır: Bir de koordinatör grup başkanvekillerinin toplantıları…
Cengiz Çiçek: Tabii, niyetiniz ciddiyse Ruşen Bey, bunları yaparsınız zaten. Bakın, bizim mesela AKP’ye dair eleştirimiz şudur: Yani Kürt sorununda daha cesur sözler kurdu bugüne kadar; ama Kürt sorununa demokratik perspektif geliştirme noktasında sınıfta kaldı. Bakın, tabu anlamında düşündü. Ama CHP’ye dönük bizim eleştirimiz şudur: Şimdi bir demokratikleşme, bir demokratik perspektif geliştiriyor, özellikle son zamanlarda, ama Kürt sorununu bu demokratik perspektifin yanına bir ataç gibi tutuşturan bir yaklaşım var. Yani daha somut, daha cesur… Yani ikisi tam böyle, yani ikisinin aslında biri cesur yaklaşım ama demokratikleşme perspektifiyle… İkisi toplamda bir oluyor aslında baktığınızda, yaklaştığınızda. Yani bu mesela bizim komisyonda da ele almamız gereken şeylerden biri. Örneğin şimdi diyelim, dinlemeler olacak, değil mi? Mesela Mümtaz’er Bey ile yaptığınız programda bana çok çarpıcı gelen bir tespiti vardı. Şimdi işte barış anneleri, şehit anneleri, aileleri şey yapacak. ‘‘İşin sadece tarafların kendisini önceleyen yaklaşımları ve daha çok o duygulu, duygusal ortamı açığa çıkaran yaklaşımları biraz böyle öne çıktığında mantık ve muhakeme devre dışı kalır’’ dedi. Son derece ciddi bir uyarı bu yani. Yani biz daha nesnel olmalıyız. Mesela şeffaflık eleştirisi, doğru, ama şunu kabul etmemiz gerekiyor: Bazen her siyasal partinin kendi tabanına dönük kaygısı yok mu? Var. Ama bazen son derece nesnel, çarpıcı, yani belki işte alıştığımız siyasal şeyin dışında argümanlarla dilde o sorunların çözülmesi gerekiyor Ruşen Bey.
Ruşen Çakır: Şöyle anlıyorum: Yani siyasetçi olarak kamuya açık bir toplantıda söyleyeceğinizle kapalı toplantıda söyleyeceğiniz arasında fark olabilir.
Cengiz Çiçek: Evet. Yani ben demokratik siyasete bir tık daha acemi olan biri olarak söyleyeyim, yani diğer arkadaşlara nazaran, şimdi şu tehlikeyi görüyorsunuz. Açıklık, şeffaflık bir ilkedir, değil mi? Ama Türkiye’de bu ilkeyi suistimal eden siyasal anlayışlar var. Açık olduğu andan itibaren, çok net söyleyeyim halk diliyle, tribünlere oynayan, kendi tabanına oynayan… Şimdi o zaman süreç kurban edilecek, yani süreç akamete uğrayacak. Sadece mesela fazla oy alacaksınız diye bir meseleye olgun yaklaşımı niye arkada bırakıyorsunuz? Taviz veren esnek yaklaşımı niye arkada bırakıyorsunuz? Yani ben mesela şeffaflık tartışmaları yürütüldüğünde, kişisel olarak kendi düşüncemi söylüyorum, şu hemen akla geliyor, çünkü davranışları görüyoruz; pat, herkes kendi tribününe neredeyse oynuyor. Bu işler tribüne oynamakla olmadı yani. Fazla oy almanız bu ülkeyi demokratikleştirmedi. Sizi ayakta tuttu ama demokratikleştirmedi sizi. Bunu herkesin, ilgili partilere oy veren herkesin artık kabul etmesi lazım ve kendi partilerini buradan kuşatması lazım. Bizi de dâhil. Yani oy uğruna süreç gözden çıkarılamaz. İnsanların hayatı söz konusu Ruşen Bey. Yani ben bunu böyle hamaset olsun diye söylemiyorum. Ama gerçekten şimdi şeffaflık tartışması son derece ilkesel bir tartışma. Ama bu coğrafyada maalesef siyaset kurumu öyle bir şekillenmiş ki sorunların çözümünden ziyade çözümsüzlüğünü daha fazla olgunlaştıran bir faydacılık var. Yani bunu bence kabul etmemiz gerekiyor eğer bir çözüm üreteceksek.
Ruşen Çakır: Evet, çok önemli, bu husus gerçekten çok önemli. Herkese sorduğum bir soruyu, Ahmet’i izlediğin için biliyorsundur, sana da soracağım. Sezgin’le de konuştuk, Mehmet Emin’le de. Şimdi siz Mecliste bir iş yapıyorsunuz, bir şeyler çıkartacaksınız, nitelikli çoğunlukla kararlar alacaksınız ama ülkede başkanlık sistemi var. Ve başkan diyelim ki, “Ya bunlar bula bula bunu mu bulmuşlar?” diyecek. Diyelim ki bir iki maddeyi silecek ve AK Parti grubuna diyecek ki, “Bunlar öyle değil, böyle olsun.”
Cengiz Çiçek: Ne yapacaksınız?
Ruşen Çakır: Olur mu, olmaz mı?
Cengiz Çiçek: Yani ihtimal vermiyorum. Şöyle ihtimal vermiyorum. Çünkü bahsettiğimiz bütün bu süreçler, Cumhurbaşkanı’nın kendisinin de bilgisi dışında yürümeyecek. Belki de onun da önerisinin alındığı, görüşlerinin alındığı ve mutfağın ona göre biçimlendiği, sonuçlandığı bir şey olacak. Bence böyle bir süreç yönetimi en azından AKP gibi uzun yıllar iktidarda kalmış bir yapının izlemeyeceği bir şey. Yani Erdoğan’dan habersiz herhâlde AKP grubu gidip bir çalışma yapmayacak. Erdoğan komisyondan çıkan şeyi yani üç aşağı beş yukarı tahmin eder. Çünkü bu süreç aynı zamanda bakın, onu tekrar söyleyeyim, sadece komisyon toplantılarında tartışılan şeyler değil bunlar. Bütün partiler son derece olgun bir şekilde aralarda toplanıyorlar. İhtiyaç hâlinde toplantı günleri dışında bir araya geliyorlar. Bütün bunların hepsi partilere bir bilgi olarak akıyor. Mesela bu yöntem çok iyi bence. Yani belki komisyonun o kadar güler yüzlü, karşılıklı sakin geçmesinin bir nedeni de yani o arka kapı diplomasisinin ciddi yürümesi. Gerçekten ciddi yürümesi. Asıl kavgalar orada yürüyor. Asıl tartışmalar orada yürüyor. Oradan baktığımızda bence, sorunuz bağlamında, o ihtimal çok zayıf. Ama şöyle de değerlendirebiliriz belki: “Her şey yolunda gitti, komisyon tarihi bir iş yaptı. Hepimize nişan verdiler. Dediler, ‘Çok tarihsel bir iş yaptınız.’ Kürt sorunu, işte silahsızlanma süreci tamamlandı. İyi, kötü bir tanınma, hukuki ve siyasi zemin oluştu.” E, siz zaten demokratik teammülleri, kültürü kurumsallaştıramadığınız zaman onun da garantisi yok. Birisi gelip bozacak yani. Bozuldu da, anlatabiliyor muyum? O yüzden bunu tarihsel olarak demokrasi mücadelesinin bir birikim süreci olarak değerlendirmek lazım. Burada çelişki bitmeyecek. Bazen insanların bence gözden kaçırdığı o. Yani bu ‘‘aynılaşalım’’ süreci değil. Mesela ben komisyonda da söyledim. Bizim için bu süreç, aramızdaki politik mücadelenin ideolojik olarak devam etmesi ama farklı argümanlarla, farklı araçlarla. Mesela Kürt siyaseti onu diyor: “Ben artık farklı araçlarla bu işi yürütmek istiyorum.” Bu son derece normal bir şey. Mesela önce bunu tamamlamak, bu zemini… Bakın, bu zemini inşa ettiğinizde ne olacak biliyor musunuz? Benim yaşım 47, yaklaşık 30 yıldır toplumsal, yani siyasal mücadelenin içerisindeyim. Hep şunu dedim, bu Sayın Öcalan’ın avukatlığını yaptığımda da kendisinden çok duyduğum bir şey: Terörle mücadele konsepti, iç düşman, dış düşman, hepimizde ilkokuldan itibaren bu kültür artık öyle bir aşamaya gelmiş ki artık gerçek. Herkes düşman. Herkes Türklüğe düşman. Herkes Türk dünyasına düşman. İçeride düşman. Kürt düşman, Ermeni düşman, Yunan düşmanı. Şimdi bu kültür gerçekten bir travma toplumu, yer yer gerçeklikten kopan bir kültürü, ilişkiyi yarattı. Aslında Kürt sorununun gerçek anlamda o çatışma zeminden uzaklaştırılması ve normalleştirilmesi, bu anormalliğin normal hâle gelmesi durumunu düşünün. Mesela bu iş tamamlandı, çözüldü. 20 yıl, önümüzdeki 20 yıl boyunca bir çatışma, bir ölüm haberi duymuyoruz. Son derece böyle her şey normal. Kavga devam ediyor ama çatışma yok, savaş yok, hiçbir şey yok. Kan yok, gözyaşı yok. 20 yıl içerisinde toplumun ve kurumların nasıl kendisini onaracağını hepimiz göreceğiz. Bakın, bu aynı zamanda bizim hepimizin açısından bir normalleşme süreci. Bence Sayın Öcalan’ın temel yoğunlaşmalarından biri de bu yani. Bu anormallik ortamında herkes herkese tuzak kurar.
Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. Başarısızlığa oynayan, temenni eden ve oynayan ve belki de bunun için çalışan birbirinden farklı, hatta birbirine zıt çok yapı var içeride ve dışarıda. Ben bunun şey kısmını sorayım. Kürtlerde mesela… Bunu başkalarıyla da konuştum. Geçen İdris Bey’le yaptığım yayında İdris Baluken’e de sordum. Özellikle yurt dışında birtakım şahıslar, küçük çevreler falan çok ciddi bir şekilde Öcalan karşıtlığı ve süreç karşıtlığı yapıyorlar. Ve orada ilginç bir husus var tabii, bunların önemli bir kısmı yakın zamana kadar silah nedeniyle eleştiriyorlardı, şimdi silah bıraktı diye eleştiriyorlar.
Cengiz Çiçek: “Niye savaşıyorsunuz?” diye eleştiriyorlardı. Şimdi “Niye savaştan vazgeçtiniz?” diye eleştiriyorlar.
Ruşen Çakır: Evet. Şimdi bunlar gülüp geçilecek işler mi, yoksa bir karşılığı olabilir mi?
Cengiz Çiçek: Yani güncel bağlamda baktığınızda hani gülüp geçilmez belki ama çok ciddiye alınacak şeyler değil. Ama tarihsel olarak baktığımızda Türkiye’de 100 yıldır gerçekten bir devlet aklı itibarıyla, pratiği itibarıyla nasıl bu topraklara sağcılık enjekte edildi, Kürt hareketinde de özellikle son 10 yıl içerisinde Kürt hareketinin içine dönük bir sağcılık kuşatması var ideolojik olarak. Yani Kürtlerin haklarını bir halk olarak, kolektif olarak elde etmemeleri durumu süre olarak uzadıkça, o mağduriyetleri süre olarak uzadıkça bunu da fırsata çeviren içeride ve dışarıda güçler olduğunu biz biliyoruz. Yani yeni yeni böyle siyasal oluşumların ya da söylemlerin geliştirilmesi bizim açımızdan çok tesadüf değil, tarihsel olarak bir tehdittir bence. Güncel olarak belki hani güç ilişkileri bağlamında baktığınızda çok tehdit gibi gözükmeyebilir ama Kürt hareketinin o sosyalist karakteri, devrimci karakteri, toplumcu karakteri, özgürlükçü, seküler karakterine dönük gerçekten dinci, milliyetçi, yani sağcı, piyasacı diyeceğimiz bir ideolojik kuşatma var. Bu bahsettiğiniz o dışa vurumlar öyle kendiliğinden şekillenen şeyler değil, bilinçli bir örgütlenme alanları var bu konuda. Hani bilgimiz dâhilinde olanlar var. Bizim açımızdan, yani Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı mücadelesinde, sürecinde Kürtlerin de kendi içinde yüzleşmesi gereken şeylerden biri bu. Ama bunu aynı zamanda dışarıdan enjekte edilmeye çalışılan bir süreç olarak ben okuyorum kişisel olarak.
Ruşen Çakır: Şimdi son olarak şunu sormak istiyorum. Öcalan’ın “demokratik entegrasyon” diye bir önermesi var. Ve bunu sadece Türkiye için değil Suriye’deki, Irak’taki, İran’daki Kürtler için de öneriyor. Ama şimdi ortada demokratik entegrasyon olabilmesi için demokrasi olabilmesi lazım.
Cengiz Çiçek: Evet.
Ruşen Çakır: Hatta Suriye’de devlet de yok. Yani önce bir devlet olacak, sonra o devlet demokrasiye meyledecek ve Kürtler de oraya entegre olacak. Ama Suriye kısmını bir kenara bırakalım, demin konuştuk bayağı bir. Türkiye’ye gelince, tekrar aynı hususa geliyoruz: ‘‘Demokrasi bunun neresinde olacak?’’ Ya da çok söylenen bir şey: ‘‘Erdoğan’dan Bahçeli’den demokrasi beklenir mi?’’ Öcalan diyor ki; Kürtler entegre olacak, demokratik anlamda bir entegrasyon olacak. ‘‘Bunlara mı güvenelim?’’ diye bir soru geliyor.
Cengiz Çiçek: Doğru, doğru.
Ruşen Çakır: Size soruyorlardır.
Cengiz Çiçek: Yani bu en çok karşılaştığımız soru. Şunu söyleyeyim, yani az önce başka bağlamlarda da cevapladım, Kürt sorunu bir demokrasi sorunu. Mesela Kürt sorununun aşamaları var ama. Kürt sorununu tamamen her boyutuyla çözecek demiyoruz biz bu süreci. Yani ilişkinin niteliği, çatışma… Nitelik ne? Çatışma, silah, savaş, ölüm. Bunu bir kere herkes el birliğiyle devre dışı bıraksın. Sonra ortaya nasıl bir tablo çıkıyor? Daha normal, diyaloğa daha açık. Ama bu şu demek değil tabii. Hani mesela hâlâ işte belediyelere operasyon var, siyasi partilere operasyon var. 19 Mart’tan bugüne yaşadıklarımızın kendisi bile antidemokratik bir şey. Şimdi buradan biz iktidar bloğunu bir demokrasi gücü olarak tariflemedik hiçbir zaman. Duydunuz mu bizden böyle bir şey? Demokratlar, özgürlükçüler… Duydunuz mu bizden böyle bir şey Ruşen Bey? O kadar çok program yaptık birlikte değil mi? Siz de takip ediyorsunuz, günlük takip ediyorsunuz. Böyle bir şey söylemedik. Bu, demokrasi mücadelesinde bir eşik, bir altyapı örgütleme süreci olarak da değerlendirilebilir. Burada müşterekleşebiliriz muhalefette, başta CHP olmak üzere. Bakın, mesela diyelim 19 Mart. Biz politik bir hareketiz. Halkımız bilinçli bir halk. Mesela hani 19 Mart’tan bugüne olan süreç… Evet, doğru. Ben özellikle baktığımda yani hafızam yanıltıyor mu diye; 1 Ekim’de tokalaşma, 22 Ekim’de Bahçeli’nin Öcalan’a çağrısı. Bakın, sonrasında bize atanan kayyumlar… 4 Kasım Mardin, Batman, Halfeti, 22 Kasım Dersim, 29 Kasım Bahçesaray, 13 Ocak Akdeniz, 29 Ocak Siirt, 15 Şubat… 15 Şubat 1999 Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi, onun yıl dönümünde Van. Rövanş alır gibi, Van. Sayın Öcalan da ‘‘27 Şubat toplantısı ne oluyor?’’ dedi. ‘‘Dışarıda insan bırakmazsanız bu süreç nasıl işletilecek?’’ dedi. Yani bu kaygıları sadece belli siyasal partiler mi güdüyor? Zaten bakın, hâlâ buraları kayyumlar yönetiyor Ruşen Bey. Yani bu anlamda bu bir demokrasi mücadelesi. Bizim açımızdan tarihsel bir mücadele ve belli zeminleri inşa ederek gitmek zorundayız. Yoksa şöyle mi olacak? Yani iktidar bloku, “Evet ya, bir günde gökten bir şeyler indi, biz demokrat olduk. Hadi CHP seninle de kol kolayız, DEM seninle de kol kolayız,” böyle mi diyecek? Biz siyaseti de böyle mi yorumlayacağız yani? Böyle mi yorumlamak zorundayız? O yüzden başta CHP’li dostlarımız olmak üzere bu komisyonun temel işlevi şu. Bakın, Sayın Öcalan bize ne söyledi. İlk öneren kendisidir zaten komisyonu ve bütün partilere mektup gönderildiği artık biliniyor, değil mi? Mesela diyor ki, “Ben komisyona geleceğim, ben komisyonun beni dinlemesini istiyorum. Ben neden silah aldım elime? Neden silah bırakıyorum? Bunu komisyona anlatmak istiyorum.” Ya bundan daha kıymetli bir şey olur mu?
Ruşen Çakır: Olacak mı?
Cengiz Çiçek: Olmak zorunda. Nasıl süreç ilerleyecek o zaman? Yani bir taraftan çağrısı, coğrafyada her şey değişmeye başlıyor. Görüntülü, videolu mesajı geliyor, örgüt silah yakma töreni düzenliyor. Her koşulda arkasında olduğunu söylüyor. Ve şunu hepimizin kabul etmesi lazım. Ben bir taraf olduğum için söylemiyorum bunu. Nesnel ve objektif yaklaşıma her zaman itibar eden biri olarak söylüyorum: Yani işte coğrafyada kaç milyon Kürt varsa büyük çoğunluğunun dinlediği bir liderden bahsediyoruz. Ve sürecin şu anda en temel muhataplarından biri. Şimdi bunun için kurulmuş bir komisyon en temel muhataplarından birini nasıl dinlemez? ‘‘Kolları sıvayacağız’’ dedik ya, belki başlıklarından biri bu olacak. Şimdiden herkesin bu konuda cesur olması lazım. Şimdi diyor ki, “Ben silahı bırakıyorum.” Silahı bırakırken en meşru, halk iradesini en çok temsil eden yer neresi? Parlamento. Numan Bey’in kendisi de “%98 halk iradesinin sağlandığı yer” diyor. Şimdi o halk iradesini temsil edenlerin silah bırakma aşamasını ve sonraki süreci muhatabından dinleyip ona göre bir pozisyon alması gerekmiyor mu? Bu niye şöyle düşünüyor ki, günün birinde siyasi hesap mı yapıyor? ‘‘Sen Öcalan’la görüştün, ben görüşmedim.’’ Bu da halka kurulmuş tuzak. Geçmişte öyle olmadı mı Ruşen Bey? Denilmedi mi işte “AKP sen çözüm sürecini şey yaptın.” Kötü mü oldu? Defaatle söyledim: Fethullahçılar o dönemi bozdu. Öcalan’ın avukatlarını aldılar gözaltına, bizzat bana… Her fırsatta söylüyorum bunu. Çünkü niye söylüyorum? Bu sadece bize kurulmuş bir tuzak değildi. Fethullahçılar bizzat şurada İstanbul’da Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltına aldıklarında Oslo sürecinde bizi, ‘‘Erdoğan vatana ihanet suçu işliyor Öcalan’la görüşerek’’ dediler. ‘‘Cengiz Çiçek, bu konuda bildiklerinizi söyleyin.’’ Biz de dedik ki, “Siyasi görüşümüz farklı bile olsa vatana ihanet suçu işlemiyor. Kürt sorununun demokratik temelde çözümü için kim çabalıyorsa bu ülkenin insanlarına hizmet ediyor, vatana hizmet ediyor.” Bakın, biz tutuklandık. Üç yıl cezaevinde kaldık. Biz 26 Kasım’da tutuklandık, cezaevine Kandıra’ya gönderildik. 7 Şubat’ta yanlış hatırlamıyorsam 2 buçuk ay sonra Hakan Fidan’ı almaya çalıştılar, şimdiki Dışişleri Bakanını. Şimdi mesela bakın şuna. Şimdi şey mi olacak yani? Günün birinde ‘‘Niye Öcalan’la görüşmek istemiyorsunuz? Şunun hesabını mı yapıyorsunuz, kendinizi iktidara getirmek için?’’ O sizin iktidarınız, o zaferiniz zaten Pirus Zaferi olduğu ortaya çıktı. AKP pratiğinde çıktı. 23 yıllık 24 yıllık pratiğinde çıktı. Bakın, ülke demokratikleşmedi. Bir parti kendisini ayakta tutabilir. Esad kaç yıl ayakta tuttu? Suriye’nin hâli ortada. Biz bu ülkenin çocuklarıyız, bu vatanın çocuklarıyız yani. Şimdi şunu söyleyeyin, hani çok uzattığımın farkındayım ama çok kıymetli bir şey. Yani benim açımdan da aslında hepimiz açısından da kıymetli bir şey olduğunu düşündüğüm için söylüyorum. Bakın, günün sonunda şu hesap yapılıyorsa, yani atıyorum X parti, Y parti diyor ki, 5 yıl sonrasını düşünelim, işte 5 yıl sonrasına ışınlanalım, akamete uğramış; ‘‘Sen görüştün Apo’yla’’ deyip siyaseten kumpas mı kurmak için bugün Öcalan’la görüşmem diyorsun? O zaman sen parti çıkarlarını, kendi partinin iktidar çıkarlarını bu toplumun demokratik ve özgürlük çıkarlarının önüne koyuyorsun. O zaman bu topluma en büyük kötülüğü siz yapıyorsunuz. Biz değil.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler.
Cengiz Çiçek: Ben teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Evet, komisyonun DEM Partili üyesi, İstanbul Milletvekili Cengiz Çiçek’le konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.