Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

ABD’nin üçlü mutabakata bakışı: Tolga Tanış ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/299678058″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

 

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

 

Merhaba, iyi günler. Geçen hafta bugün akşam saatlerinde Rusya Büyükelçisi Ankara’da suikaste uğradı. Ertesi gün de Moskova’da üçlü bir zirvede Türkiye, Rusya ve İran Suriye konusunda bir mutabakata vardı. Sekiz maddelik bir mutabakat, çok önemli bir mutabakat. Ve bunun bir devamı olarak da Ocak ortasında Almaata’da yeni bir toplantının olacağı ve Suriye rejiminin de, Esad’ın bu toplantının Almaata’da yapılmasını onayladığı söylendi. Ama Esad’ın veya temsilcilerinin katılıp katılmayacağı en azından şu aşamada bilinmiyor. Üç ülkenin katılacağı kesin. Peki bütün bunlar Amerika Birleşik Devletleri’nde nasıl karşılanıyor? Çünkü Suriye’de ABD ve Batı da bir şekilde var. Ama burada ABD’nin ve Batı’nın dışlanmış olduğu bir süreç görüyoruz. Ve Türkiye de bu sürecin içinde yer alıyor. İşte bu konuya en hâkim olan isimlerden, Cumartesi ve Pazar günü de Hürriyet gazetesinde bu konuyu yazmış olan Tolga Tanış’la konuşuyoruz. Washington’dan Skype’la bağlanıyoruz. Hürriyet gazetesi Washington temsilcisi, Tolga merhaba.

 

Merhaba, iyi yayınlar.

 

Üçlü mutabakata geçmeden önce şu suikaste bir bakalım. Orada nasıl karşılanıyor? Çünkü Büyükelçi de burada yalanlama zorunluluğu hissetti, suikastte bir şekilde Amerikan parmağı olduğu yolunda üstü kapalı, kimin zaman açık iddialar da ortaya atıldı. Ne deniyor suikast için? Şok kısmını geçelim. Kimin yapmış olabileceği üzerine orada herhangi bir görüş beyan edildi mi?

 

Ertesi gün hemen soruldu John Kirby’ye, Dışişleri Sözcüsü. “Daha çok erken” dedi. Hatta hükümetin bu konudaki açıklamalarına atıfta bulunarak “Gülenciler olduğu yolunda birtakım suçlamalar var, bu konuda sizin görüşünüz ne?” diye soruldu. Malum konu çok hassas Gülen’in burada yaşıyor olmasından dolayı. “Daha çok erken, daha bilemeyiz” diye karşılık verdi. Tabii olayın riskli olan kısmı Washington açısından, iki başkentte de şu anda Amerika’ya yönelik olumsuz bir hava var. Hem Moskova’da hem Ankara’da, birtakım farklılıklardan dolayı çok eleştirel bir hava hâkim iki başkentte de. Bir de böyle bir olayın olması tabii, iki ülkenin de bu olayda Amerika’yı suçlama ihtimali yüksek malum sebeplerden, şu anda yaşanan bölgedeki farklılıklardan. Anladığım kadarıyla biraz bunu giderici adımlar atmaya çalışıyorlar şimdi. John Bass’in mülakatını da o çerçevede görmek lazım.

 

Peki bu FETÖ iddiası herhangi bir şekilde orada ciddiye alınıyor mu? Yoksa yakıştırma olarak mı görünüyor?
Yani, ciddiye alınıyor mu? Şimdi, 15 Temmuz’u yaşadı bu ülke. 15 Temmuz’dan sonra da birtakım eleştiriler getirdik, biliyorsun, Amerikan yönetiminin 15 Temmuz’dan sonraki pozisyonuna. John Kerry’nin ilk olaydan sonra yaptığı açıklamadaki kınamama vurgusu veya hemen sonraki, bir gün sonraki basın toplantısında “Bize somut bilgiler getirsinler, suçlamalar değil” şeklindeki açıklaması, yani “Müttefik bir ülkenin yanında olacağız, beraber bakacağız” demek yerine bu iddiaları ve bu suçlamaları biraz göz ardı edici bir pozisyonda olmalarını 15 Temmuz’dan sonra eleştirdik. Şimdi öyle bir noktadan sonra her olayda böyle bir pozisyon almalarını beklemek tabii doğru mu? Şimdi 15 Temmuz’u yaşamış bir ülke eğer Türk hükümeti bu olayda da ağırlıklı olarak işaretlerin orayı gösterdiğini söylüyorsa, öyle daha önceki hatalarını tekrarlayamazlar. İlk öncekinden farklı bir tepki diyebiliriz. En azından reddeden, “hiçbir şekilde yoktur, bize suçlamalar değil de somut kanıtlar getirsinler” diye bir tavır sergilemedikleri doğru. Bakıyorlar, sadece beklemede Amerikan yönetimi de Ruslar gibi.

 

Burada şimdi yapacağımız değerlendirmede şöyle bir sorum var tabii: Üç hafta sonra Trump yönetime gelecek. Dolayısıyla şu aşamada Amerikan yönetimi neye nasıl bakıyor meselesi şu an gerçeği birebir yansıtmayabilir ama, bu üçlü mutabakata –sen yazdın– temkinli bir pozisyon alma gördüm ben. Yanılıyor muyum? Tam bir alkışlama zaten yok. Ama çok bir karalama da yok. Böyle ortada ne yapacağını şaşırmış bir Amerikan yönetimi gördüm. Ne dersin? Katılır mısın bana?

 

Evet aynen öyle. Çünkü tepki göstermeleri için aslında çok da büyük bir sebep yok. Amerikan yönetimin IŞİD’le savaş dışında Suriye’de angaje olmak istemediğini, Suriye meselesine dahil olmak istemediğini biliyoruz. Hep iki türlü gitti Amerikan yönetiminin Suriye politikası. Bir tanesi IŞİD’le olan savaş ve uluslararası koalisyonun oluşturulması. Ötekisi politik sürece dönülmesi, işte Esad mı olacak, Esad’sız mı olacak, muhalifler nerede olacak. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda bile bu ikisine bakan birimler farklıdır. Hep ikisine odaklandı ve ikisini ayrı tuttu başından beri. Ama ağırlık verdiği her zaman IŞİD’le mücadele oldu. Şimdi Türkiye’nin İran ve Ruslarla bu işin geçiş kısmına ağırlık veren diplomasiye yönelmesi ve Amerika’nın zaten çok da gönüllü olmadığı bu sürecin dışında tutulması ve bütün ağırlığını IŞİD’le savaşa verebilecek bir pozisyona geçmesi çok da fazla Washington’daki insanları, Obama yönetimi dahil, rahatsız eder mi, çok da emin değilim. Kaldı ki Obama yönetimini bile rahatsız edip etmeyeceği belli olmayan bu mesele, Trump yönetimini hiç rahatsız etmez. Çünkü bütün kampanya döneminde verdiği mesajlar zaten bu yöndeydi. “Ne işimiz var bizim Suriye’de? Niye Esad’ı devirelim?” diye konuştu. Şimdiye kadarki kampanyadan sonra, seçimden sonra verdiği mesajlar da bu pozisyona aykırı düşecek bir politikaya işaret etmedi. Hep Rusya’yla girdikleri diyalog veya Suriye’yle ilgili verdiği mesajlar da bu yönde oldu. Dolayısıyla Amerikan yönetimi bu sürece “Niye bizi dışladınız? Niye biz burada değiliz?” diye bakmayacaktır ve bakmıyor da şu anda.

 

Burada söylediğin hususlarda bir iki şerh düşeyim. Sırayla gidelim. Böylece IŞİD’e karşı mücadele daha fazla yoğunlaşabilir diyorsun ama ABD’nin son günlerde IŞİD’e yoğunlaşma konusunda çok net bir şey görmüyoruz. Hatta Rakka operasyonunun ertelendiği söyleniyor. Bir diğer husus tabii bugün Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın net bir şekilde rahatsızlığını dile getirdi: “El Bab’da uluslararası koalisyon hava desteği vermiyor, bu kabul edilemez.” El Bab’da çünkü TSK destekli ÖSO ve esas olarak da TSK diyelim, IŞİD’le savaşıyor ve çok sert bir savaş olduğunu görüyoruz. Ve burada destek alamadığını söylüyor.

 

Başından beri böyleydi Amerikan yönetiminin pozisyonu. Üç hafta önce “İki müttefik El Bab’da kilitlendi” diye bir şey yazıp anlatmaya çalıştım bunun madde madde neden böyle olduğunu. Amerikan yönetiminin El Bab konusundaki pozisyonu buydu. Neydi? Türkiye şu anda bir fiili durum yaratarak yürütüyor Suriye politikasını. Amerika’yla koordine ederek veya işbirliği yürüterek değil, en baştan karar vererek değil. Adımlar atıp daha sonra Amerika’yı buna destek vermeye zorlayıcı bir pozisyon yaratarak, fiili durum yaratarak oluyor. Cerablus operasyonunda da bu oldu. Amerikalılar destek vermediler. Çünkü Cerablus operasyonu başladığında 24 Ağustos’ta, Menbiç düşmüştü 12 Ağustos’ta. Menbiç’ten SDG’yle birlikte El Bab’a doğru yürümeye hazırlanıyorlardı. Ne zaman ki Türkiye Cerablus’a girdi, ne zaman ki dört gün sonra Cerablus’un hemen güneyinde YPG unsurlarıyla Menbiç’in kuzeyinde çatışmalar başladı, işin Amerikan yönetiminin IŞİD’le mücadeleye yönelik oluşturduğu planlarının baştan ele alınmasını gerektiren bir duruma dönüştüğünü gördük. Bu da tabii yönetimin memnun olmadığı bir meseleydi. O yüzden başta destek vermedi Cerablus’a. O yüzden Türkler de destek gelmeyeceğini bildikleri için bilerek fiili olarak bu durumu yarattılar. Ama tabii sonuçta müttefik bir ülke Türkiye. İncirlik açılıyor. Bütün o 100 kilometrelik şerit zaten şimdiye kadar IŞİD’in lojistik olarak veya yabancı savaşçıları geçirmekte kullandığı geçiş hattı olarak biliniyor. Bunları tabii göz ardı edemez. Dolayısıyla bir orta nokta bulmaya çalıştılar. Dediler ki “100 km genişliğinde, 20 km derinliğinde tampon bölge gibi bir şey oluşturalım o zaman. Siz buraya girin. Madem Cerablus’tan geldiniz. Aşağıda güneye Kürtlere doğru yürümek yerine batıya doğru yürüyün. Azez hattını kapatın. Orada bir cephe oluşturun. Ondan sonra zaten sizin istediğiniz de buydu. Mültecileri de yerleştirebilirsin, orada kendine bir güvenlik alanı oluşturabilirsin vs. Bu oluştu. Aşağı yukarı üç haftada zaten bu kapatıldı. Ama sonra Türkler bu hattın dışında kalan Dabık’a yürüyerek ilk kanırtıcı, anlaşmanın ötesine gidici bir adım attılar. Amerikalılar ona da tamam dediler, “tamam Dabık 20 km içeride, bunu da o zaman dahil edelim.” Amerikan hava unsurları Dabık’a de destek verdiler. Ama ne zaman Dabık’tan daha güneye, El Bab’a doğru yürümeye başladılar, bu iş Amerika’nın Rakka operasyonunun ve Suriye’deki IŞİD’le savaşını da tabii büyük oranda değiştirmesine sebep olacak bir adım oldu. Neydi? Niye Rakka operasyonuna SDG ile başladı Amerikalılar? Oradakiler Arap zaten, Kürt yok; Amerika da öyle çok büyük, öyle SDG’in içine girip kontrolünü sağlayacağı, orada yönetimini devralacağı bir yapı yok ki. Bu Obama’nın yönetiminin devredilmesinden evvel Amerikan yönetimine IŞİD’le savaşta SDG’nin şimdiye kadar Amerika’dan aldığı destek karşılığında sunacağı bir hediye olacaktı. Obama da dönecekti Amerikan halkına, “Bak Rakka’yı kuşattık” diyecekti. Bunun karşılığında da Kürtler iki tane kampını birleştirecekti. Oradan Afrin’den Kobani’ye bir hat açılacaktı El Bab üzerinden. Türkiye’nin bu hamlesi tabii bu planı olduğu gibi değiştirmek zorunda bıraktı Amerika’yı. Amerikalılar tabii en başta “Destek vermeyeceğiz çünkü bu bizim başta planladığımız plana uygun değil” diyerek geri çekildikleri için de şimdi destek vermeme pozisyonunu devam ettiriyorlar. Ama dediğim gibi Cerablus’ta da böyleydi. Cerbalus’ta da destek vermeyeceğiz demişlerdi. Çünkü işin bozulması aslında Cerablus harekâtının başlamasıyla oluyor. Hatta ilk o zaman Wall Street Journal’a konuştu şimdi IŞİD’le olan savaşı yürüten Komutan Korgeneral Townsend. Dedi ki: “Bizim Rakka operasyonumuza ket vuruldu, büyük bir oranda ertelenmek zorunda kalındı”. İlk Cerablus’ta başladı bu planın değiştirilmesini gerektirecek olan süreç. Ondan sonra şimdi El Bab’da da devam ediyor. Amerikalılar yine destek vermeyeceğiz diyorlar. Ama tabii iki taraf arasında yoğunlaşan bu çatışmalar, IŞİD unsurlarıyla TSK arasındaki çatışmaların bu kadar yoğun bir hale gelmesi koalisyon üzerinde ve Amerika üzerinde bir baskı olacaktır. Cerablus’ta da vermeyeceğiz demişlerdi, sonra verdiler. Burada bakalım daha ne kadar devam edecek.

 

Amberin Zaman Cuma günü bizim Güne Bakış’a bağlandığında verecekler diye bir değerlendirme… Bilgi olarak değil de analiz olarak, El Bab’a hava desteği vermelerinin beklendiğini söyledi. Herhalde sen de o noktaya istemeyerek de olsa gelmelerinin söz konusu olduğunu söylüyorsun.

 

Şimdi Türkler kararlı bir şekilde bu işi devam ettiriyorsa, bu kadar kayıplar oluyorsa, kamuoyunu da etkileyecek böyle ağır sonuçlarla karşı karşıya kalıyorsa, Amerika nasıl buna “ben hayır girmiyorum” demeye devam edecek? O açıklama bu anlamda evet, “Uluslararası koalisyonun buna destek vermesi düşünülemez, kabul edilemez” demesi evet doğru. Nasıl olacak? Nasıl açıklayacak Amerikalılar bunu? “Biz başta böyle bir plan yapmıştık. Türkler bozdu. Biz de o yüzden küstük, vermiyoruz.” Tamam, evet, başta konuşulana uymuyor. Tampon bölgeye uymuyor. Ama sonuçta bu. Türkler de şu andaki geçiş döneminin yarattığı belirsizliği iyi bir şekilde kullanarak sıkıştırıyor. Sen de çık açıkla bunu, niye destek vermediğini.

 

Peki üçlü mutabakata ABD’nin tavrına bakarken, tamam pratik olarak bu çok da zarar veren bir şey değil ama, şöyle bir olay var: Nüfuz anlamında baktığımız zaman Rusya çok etkili bir şekilde Suriye’nin tek söz sahibi gibi bir pozisyona geliyor neredeyse. Şimdi Türkiye’yi, İran’ı ayrıca değerlendirmek lazım ama, ABD için esas muhatap Rusya. Ve Rusya Ortadoğu’da, Suriye’de, öncelikle Suriye’de ve doğal olarak da bütün Ortadoğu’da çok güçlü bir pozisyona geliyor. Bundan rahatsız olmayacak mıdır Amerikan yönetimi? Mesela Trump’ın nükleerle ilgili attığı tweet. O kadar Putin dostu olarak lanse ediliyordu. Birden bir tweet attı ve “Yahu ne oluyoruz?” diye herkes ne yapacağını şaşırdı. Rusya’nın bu kadar elini güçlendirmesinden rahatsızlık duymayacak mıdır ABD?

 

Elini güçlendirmek… Şimdi tamam Suriye’de, Lazkiye’de bir üs vardı. Orada kalmaya devam edecekler. Orada kendisine yakın bir yönetimi iktidarda tutuyor, bölgeye bir etki alanı yaratıyor vs. Ama eskiden de çok umurunda mıydı? Obama dönemi öncesinde de Suriye rejimiyle herhangi bir bağı yoktu ki, Amerikan yönetiminin oradaki bir etki gücü yoktu ki. Şimdi Ruslar ellerindeki bu mevcut etki gücünü büyük bir fatura karşılığında devam ettirme çabası içindeler. Rusya orada olmayan bir alan yaratmıyor ki kendine. Var olan alanını koruyor, hem de büyük bir bilanço karşılığında. Trump dönemi ve Trump’ın tweetleri falan, onları nasıl analiz etmek lazım? Buradaki insanlar da çaresiz şimdi. Bir şey söylüyor, sonra inkâr ediyor. Sonra tam tersi bir şey söylüyor. Ne kadar ciddiye alıp Amerikan yönetiminin bundan sonra izleyeceği politikaları o tweetler üzerinden yorumlamak doğru, ondan çok emin değilim. Etrafında bir takım, bir halka var. Onlar çok yakın çalışıyor Trump’la. Hiç yanından ayırmadığı Mike Flynn var mesela. Kişilerin ortaya koyacakları yaklaşım daha belirleyici olacaktır. Onlar da öyle tweet falan, bıraktılar artık. Dolayısıyla yönetime geldikten sonra, 20 Ocak’ta göreceğiz. Ama dediğim gibi Amerikalılar “Ruslara orada Suriye’yi kaybettik” gibi bir his içinde de değiller. Ha bunu kamuoyuna anlatma kısmında çok zorlandılar. Hatta basın toplantısında Obama’ya sordu bir gazeteci. Dedi ki “Siz orada yatırım yaptınız, Suriye’ye müdahalede bulundunuz vs. Ama şimdi Ruslar takır takır işlerine bakıyorlar. Siz başarısızlığa mı uğradınız?” Obama da “Niye başarısızlık olsun ki? Rusların ekonomisi şu kadar kötü, biz bu kadar büyüyoruz. Onlar bu kadar kaynak ayırıyorlar bu işleri devam ettirebilmek için. Biz daha akıllıca davranıyoruz. Bizim ekonomimiz daha iyi” gibi bir cevap verdi. Bunu kamuoyuna anlatmak tabii, özellikle mesele Rusya olduğu zaman Amerikan kamuoyunda milliyetçi bir yan da oluyor olayları değerlendirirken. “Ruslara acaba kaybediyor muyuz” gibi bir hava içine giriyorlar. Suriye gibi meselelerde bunu kamuoyuna anlatması bir noktada zor oluyor. Ama bu anlatmak için bulunacak olan argümanlarla ilgili bir şey. Gerçekte politikaya olan etkisi bağlamında Amerika yönetiminin çok da “Biz Suriye’de kaybediyoruz Ruslara” gibi bir hava içinde olmadığını söyleyebiliriz. Böyle bir durum yok.

 

Peki Türkiye’yi Rusya’ya kaybetme gibi bir ihtimal söz konusu mu? Ya da böyle bir dertleri var mı, ona ne dersin? Şimdi sonuçta Türkiye ABD ile NATO ortağı vs. Ama şimdi Suriye’de fiilen Rusya’yla birlikte hareket ediyor. Bayağı büyük taahhütler altına girildi. 8 maddelik önemli bir bildirge yayınlandı. Orada bir not düşeyim: Bugün Aydın Sezer sayesinde bir şeyi öğrendim. Birinci madde, o meşhur “seküler, bölünmeyen, tek parça Suriye” maddesi var ya, Rusya’nın Kasım sonunda yenilediği Rusya’nın dış politika öncelikleri metninden olduğu gibi alınmış konmuş. Sonuçta orada birinci maddesi Rusya’nın dış politika önceliği, aynı zamanda Türkiye’nin ve İran’ın da önceliği oldu. Bayağı bir kendi önceliğini diğer iki ülkeye dayatmış durumda. Türkiye’nin bu şekilde Rusya’yla böyle bir çok yoğun –stratejik olduğu net olan en azından– Suriye’de ilişkiye girmesi de mi rahatsızlık yaratmıyor?

 

Şimdi bunun iki boyutu var. Birincisi, Suriye bağlamında bakmak lazım. Suriye bağlamında bölgeye en azından Esad’ı da içine alan geçiş ve siyasi çözüm bağlamında angaje olmak istemeyen Amerika’nın, müttefiki Türkiye’yi Rusya’yla bu kadar yakın çalıştığını görüyor olmaktan bir rahatsızlığı var mıdır? Ben o konuda bir rahatsızlık yaşandığını düşünmüyorum. Rusya’yla çalışacaksın; Rusya eğer bu kadar angajeyse, kaynaklarını ayırıyorsa, aynı senin dediğin gibi tarafları, burada vekalet savaşı yürüten tarafları masanın etrafına oturtup kendi dış politika önceliği kapsamında birleştiriyorsa bu Rusya’nın hikâyesi. Amerikalılar da zaten şimdiye kadar işe bulaşmak istemedikleri için, işin bu kısmına, Esad kısmına bulaşmak istemedikleri için “Tamam, Türkiye’de orada bu işlere dahil olmak istiyorsa tabii ki Rusya’yla çalışacaktır” diye düşünecektir. Rasyonel olarak Amerikalıların yaklaşımının bu olacağını söyleyebilirim. Ama işin öbür kısmı, daha bölgesel olarak Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşmanın Suriye’nin ötesine geçmesi. İşin ekonomiyi ilgilendiren, nükleer enerjiyi ilgilendiren, daha stratejik boyutlarda nereye evrileceği meselesi Washington’dakiler tarafından elbette çok yakından takip edilen bir konu. Bir NATO müttefikinden bahsediyoruz. Daha önce biliyorsun füze ihalesinde, milli füze sistemi kurulacakken Ruslardan mı alınacak, Çinlilerden mi alınacak vs. gibi tartışmalar sırasında da bir NATO müttefikinin bu tür stratejik alımlar konusunda NATO standartlarına uyması, oraya dahil edilecek olan sistemlerin başka ülkelerin, NATO’nun dışındaki ülkelerin erişimine açık olma ihtimalini yaratabilme tehlikesi vs. gibi bir sürü tartışmalar olmuştu. Türkiye ve Rusya arasında Suriye’de başlayan yakınlaşma bu çapta bir stratejik işbirliğine dönüşür mü meselesi asıl soru. Yani “Biz Suriye’yi Rusya’ya kaptırdık mı” meselesi değil. “Biz Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiyi NATO’nun kabul edebileceği bir çizgide tutabilecek miyiz” meselesi. En başta ağırlık verilen hikâye bu tabii.

 

Son olarak, Suriye konuştuk ama çok gündemde olan bir Şengal olayı var biliyorsun Irak’ta. Şengal’deki PKK varlığı var. En son Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani oranın PKK tarafından terk edilmesini istedi. Bugün hükümetten yapılan açıklamada “Irak Kürdistan yönetimi bunu halledemezse biz hallederiz. Orası yeni bir Kandil olmayacak” dendi. Böyle yeni bir kriz çıktı. Daha önce bir başka kriz vardı biliyorsun Irak’ta. Herhalde ABD’nin bir şekilde gündeminde vardır bu Şengal meselesi. Bu konuda bir şey konuşuluyor mu, tartışılıyor mu?

 

Geçen hafta mesela bu Şengal meselesi soruldu. Amerikan yönetiminin Suriye’den farklı olarak şöyle bir pozisyonu var Irak’taki PKK unsurlarıyla. Orada da aslında “PKK değiliz” diyorlar. Gider sorarsan Şengal’dekilere “Biz Şengal koruma birlikleriyiz, unsurlarıyız” diyor. Aynen işte PYD, YPG gibi. Ama Amerikalılar YPG ve PKK’yı iki ayrı örgüt olarak kabul ederken, Şengal’deki Şengal koruma birliklerini doğrudan, farklı bayraklı olmasına rağmen, tıpkı PYD/YPG gibi farklı bir organizasyon olarak kendilerini sunmalarına rağmen PKK olarak kabul ediyor. PKK varlığı diyor oraya. “Biz PKK’yı 1997’den beri terörist sayıyoruz, o yüzden biz reddediyoruz” diyor. Türkiye bu Musul operasyonundan sonra iki noktada endişesini dile getirdi. Başika’dan ayrı olarak söylüyorum, Başika’dan çıksın mı çıkmasın mı tartışmasından ayrı olarak. Birincisi: Telafer’deki Türkmen nüfusu nedeniyle oraya yürüyecek olan Haşdi Şaabi unsurların Şiilerden oluşan –aralarında Sünniler de var bunun, salt Şii değil– oradaki halk… İşte şey diyorlar ya, “Popüler halk hareketi denilen, Arapçası Haşdi Şaabi olan milis güçlerinin kontrolüne verilmemesi, çünkü onların ağırlıklı olarak Şii olduğu, Telafer’e girildiği zaman Şiiler ve Sünniler arasında, orada Türkmenler olduğu için Türkiye’nin doğrudan ilgilenmesini gerektirecek bir gerilim de yaratacağından biz bunu kabul etmiyoruz” diyerek birinci itirazını dile getirdi. İkincisi de Şengal hikâyesi. “Şengal’deki PKK unsurlarının kesinlikle Musul operasyonuna katılmasını istemiyoruz” dediler. Amerikalılar şöyle bir pozisyon belirlediler: PMF dediğimiz Haşdi Şaabi Telafer’e yürüyecek. Hatta bugün The Daily Beast’te Townsend’ın bir mülâkatı var. Önemli bir mülâkat, onu da okumak lazım. Övüyor. Diyor ki “Musul operasyonunda Irak ordusu şu an durdu. Son bir haftadır çok büyük bir hareketlilik yok. Dinleniyor ve geriyi güçlendiriyor. Ve kendi kuvvetlerini sağlama almaya çalışıyor.” Yüzde 30’muş kaybı şu anda. Çok korkunç kayıplar var. “Musul operasyonu dururken Haşdi Şaabi Telafer’e bizim düşündüğümüzden daha hızlı ilerliyor” diyor. “Biz Irak ordusunu daha hızlı gidecek diye düşünüyorduk, yavaş gitti. Bu unsurların ilerlemesinin de daha hızlı olduğunu gördük bizim tahminimizden” diyor. Ama şöyle bir şey var, destek vermiyor. Danışmanlar yok hâlâ. “Bu pozisyonunuzu değiştirecek misiniz?” diye muhabir soruyor. “Siz hızlı gidiyor diyorsunuz, peki arasına verecek misiniz danışman?” diyor. “Hayır şu anda öyle bir plan yok” diyor. “Ama hani takdir etmemek de mümkün değil” diyor.

 

Evet o aynı şeyde benim de en çok dikkatimi o çekti. Bayağı Amerikan komutan Haşdi Şaabi denen yapıyı övüyor sonuçta.

 

Evet, aynen öyle. Bu birincisi. Türkiye’yle bu konuda farklılık devam edecek demektir bu. Ama ikincisi, ikinci Türkiye’nin itiraz ettiği noktada da Türkiye’ye “Sen haklısın” diyor. “Telafer konusunda sen adım at, Şengal konusunda da ben sana destek vereyim” diyor. Barzani’nin çıkışını da böyle değerlendirmek lazım. Türkler geçiş döneminde iyi bir diplomasi yürütüyorlar, iyi hesaplıyorlar, doğru çıkışlar yapıyorlar. Maalesef bunlar tabii ne kadar Türkiye’nin yararına, bu ayrı bir tartışma konusu. Verilen kayıplar vs. falan bunlar tartışmaya açık konular. Ama en azından hükümet şimdi belirlediği, kendince doğru olduğunu düşündüğü politikayı güçlendirici adımlar atıyor.

 

Tolga, burada noktayı koyalım. Çok sağol. Çok verimli, bilgilendirici bir sohbet oldu. Çok teşekkür ediyoruz. Evet Suriye dedik ama suikasti de, Irak’ı da konuştuk. Hürriyet gazetesi Washington temsilcisi Tolga Tanış’la söyleşimiz için kendisine teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.