Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

2019’a doğru muhalefet: Hüseyin Ergün ile söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/321617529″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Hüseyin Ergün konuğum. Hüseyin Ergün Türkiye’de sol siyasetin önde gelen isimlerinden biri. Sosyal Demokrasi Partisi SODEP vardı, onun genel başkanıydı. Ama partiyi iki yıl önce kapattılar arkadaşlarıyla beraber. Ama Hüseyin Ergün yine siyaset üzerine düşünüyor, tartışıyor. Kendisiyle referandum sonrası Türkiye ve özellikle muhalefetin, özellikle de solun neler yapabileceği, neler yapması gerektiğini konuşacağız. Hoşgeldin ağabey.
Hoşbulduk, merhaba.

Ne diyorsun? Bir kere siz çevre olarak yeni anayasa konusuna bayağı bir kafa yordunuz ettiniz. Türkiye sivil anayasa falan derken apar topar bir anayasa değişikliğine gitti. Ve bir sistem değişikliği, kimilerine göre rejim değişikliği oldu. Sonuç olarak bu ortaya çıkan olayı nasıl yorumluyorsun?
Şimdi bu ortaya çıkan olay tamamen Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisi için biçtiği bir şey. Bunu da öteden beri düşünmüyordu. Normal bir anayasal sistem düşünüyordu, ondan başka bir şey de… Düşün ki Ergun Hoca’nın ve arkadaşlarının yaptığı bir anayasa var. Eğer o anayasa için Deniz Baykal “Kapağını bile açmam, elimin tersiyle iterim” demeseydi belki Türkiye o zaman normal bir anayasaya kavuşacaktı. Ama öyle olmadı. Ve zaman geçtikçe, belki biraz da bu Fethullah Hoca hareketi dolayısıyla da kendisini bütün güçleri toplayan bir hale getirme aklından geçti. Ve bu anayasa denemeyecek olan metin, bir tek adamlık metni biçiminde Türkiye’nin başına dert oldu.

Peki burada sonuçları nasıl değerlendiriyorsun? Şimdi bir kere sonuçlar üzerinde bir şaibe tartışması var, ama artık etkisi kalmamışa benziyor. Ama her hâlükârda bu sonuçları veri aldığımız zaman bu nasıl bir tablo?
Ben doğrusu bu kadar iyi bir tablonun çıkacağını düşünmüyordum. Yani böyle 55’in altında bir yere inerse “Evet” oyları, buradan bir güçbirliği çıkabilir kanaatindeydim. Halbuki ondan daha aşağı indi. Kısmî olarak birtakım usulsüzlükler de yapılmış, özellikle Güneydoğu Anadolu’da köylerde falan. Tanıdığım bir insan sandık başkanı. Geliyorlar korucular ve askerler. “Haydi çıkın dışarı, biz burada bomba arayacağız” diyorlar. Ondan sonra ona göre dizayn ediyorlar şeyleri. Dolayısıyla o tarafı da var. Ama ben hep şöyle düşünmüşümdür: Genel olarak sol, CHP’liler falan “Bunda hile var” demişlerdir. Ben de her defasında, 1946 seçiminden sonra hiçbir seçimde seçim sonuçlarını etkileyecek derecede bir şey olmadı diye düşündüm. İlk defa burada seçim sonuçlarını etkileyecek olmasa bile insanları etkileyecek bir hile var diye düşünüyorum. Yani yine olamayabilirdi. Ama arada mesela bir buçuk milyon oy farkı olacağına beş yüz bin olurdu. Öyle bir şey burada yapılmaya çalışılmış diye düşünüyorum ve ilk defa böyle düşünüyorum. Ondan önce hiçbir zaman öyle düşünmemiştim.

Peki sonuçta bu “Hayır” oylarının varolan şeyde yüzde 48’in üzerinde, 49’a yakın çıkması resmî rakam olarak, bu ne anlama geliyor? Türkiye için bir umut anlamına mı geliyor yoksa başka bir şey mi?
Bence bir umut anlamına getirilebilir. Ama burada sahici bir güçbirliği yapılabilmesini sağlamak lazım. Tabii hatırlamazsın sen ama, 1957’den önce Demokrat Parti’ye karşı bir güçbirliği yapıldı. O güçbirliğinin “ilk hedefler beyannamesi” diye bir beyannamesi vardı. İnanılmazdı bu. Hak ve özgürlükleri dikkate alan bir anayasa, üniversite özerkliği, TRT özerkliği, hâkim bağımsızlığı… Bütün bunlar o 1957’den sonra ortaya konan bir şeydi. Ve sonuçta 27 Mayıs Anayasası’nın vesayet kısımları hariç, bütün bunlar Türkiye’nin önünde demokratik bir toplum koyacak biçimde geldi. Şimdi burada henüz böyle bir şey yok. Yani bir güçbirliği, benzeşen bir şey var. Ama bu Türkiye’ye bir hak ve özgürlükler, demokrasi vs. getirecek bir noktada değil.

Mesela şimdi baktığımız zaman “Hayır” diyenlerin içerisinde MHP’den kopan Türk milliyetçileri, bir de HDP var. Başkaları da var da, bunlar en uçta duranlar. Buradan nasıl bir güçbirliği olabilir? Daha önce de 7 Haziran seçimleri sonrasında biliyorsun, HDP’nin doğrudan ya da dolaylı dahil olduğu hiçbir hükümete girmeyeceğini deklare ederek MHP orada çok net bir tavır almıştı. Bu oylamada herkes ayrı ayrı “Hayır” için çalışmış olabilir, ama burada 2019 için nasıl bir güçbirliği çıkartabilir mesela bu iki aktör?
Şimdi evet, şöyle: Şu andaki sistem bir değişikliğe, yani eskiden alıştığımız bir güçbirliğine değil başka bir şeye imkân verebilir. O da şu: Bu güçbirliğinde, seçimde Millet Meclisi’ne girecek herkes kendisi bir çaba gösterebilir. Buna karşılık da cumhurbaşkanlığı seçiminde bir birliktelik sağlayabilir. O zaman tabii şöyle bir şey de olabilir: Bu hükümet dışarıdan insanlarla kurulacağı için de burada bir güçbirliğiyle denebilir ki, kabinede de bir şekilde bölüşebiliriz, kim olacaksa başında. Bir imkân var, fakat o imkân ancak yüzde 50’nin altına inmesiyle cumhurbaşkanı adaylarının olabilir. Yani Recep Tayyip Bey aday oldu ve 49’da kaldıysa, o zaman öteki tarafın eli dönmeye başlar.

Yani şöyle bir şey mi: İlk turda herkes kendi adayıyla çıkar. Daha sonra iki aday kaldığı zaman Erdoğan’ın karşısına diğerleri, kim birinci sırada gelirse ona verir. Bu formül işleyebilecek bir formül mü? Çünkü şöyle bir şey var: Burada Erdoğan’ın sağ seçmenin oyunu alma konusunda bir becerisi ve sonsuz imkânları var. Yani medya imkânı, devlet imkânı vs. Bazıları da çünkü şöyle bir formül öneriyor: Daha baştan bir adayda, hatta şimdiden mutabık kalıp, o aday etrafında, o adayın ekibi vs.’siyle beraber 2019’a girmek.
Doğrusu bunun yapılabileceği konusunda biraz kuşkuluyum. Çünkü bir yanda Saadet Partisi var, bir yanda HDP var. Onun yerine ilk seçimde böyle bir şey yapılabilir. Ondan sonra da cumhurbaşkanı seçilecek adamın etrafında toplanabilir. Bu yöntem de yani cumhurbaşkanlığı sistemi de hükümette de nispî olarak bir paylaşmayı kolaylaştırır.

Bir de cumhurbaşkanının yardımcıları var.
Tabii. Yardımcıları, bakanları var. Onları doğrudan dışarıdan yapabiliyor. Böylece bir kolaylık sağlayabilir. Hükümetin güvenoyu alması da gerekmiyor. Dolayısıyla adamı seçtin mi tamam. Buradan hükümet yapabilme imkânları doğuyor.

O zaman burada tabii senin formülde CHP öne çıkıyor yani.
Evet.

Dolayısıyla burada diyelim ki her siyasi oluşum kendi adayını koydu. CHP, MHP’den ayrılanlar, Saadet, HDP koydu. Sonuçta diyelim ki Tayyip Erdoğan yüzde 48 aldı, diğerleri toplam yüzde 52 aldı. Ama kim çıkıyor? En yüksek oyu alan çıkıyor. O da muhtemelen… Bizde Fransa’daki gibi bir olay olabileceğini şu aşamada en azından pek göremiyoruz. Çünkü Macron partiler-dışı bir aday olarak geldi ve kazandı. O zaman CHP. Ve CHP’de Deniz Baykal daha ilk başta bir tavır aldı ve ortalığı karıştırdı.
Şimdi Deniz Baykal bir defa, üç meselede Türkiye’nin ayağına taş bağladı. Birincisi bu 367 olayıdır. 367 olayı göz göre göre bir yanlışlıktı. Ve onunla yeni cumhurbaşkanı seçiminin, daha doğrusu Abdullah Bey’in normal yolla seçilebilecekken öyle bir yolla seçilmesini zorlaştırdılar. Dolayısıyla bu 367 çok önemli bir zarar vermiştir. İkincisi bu Ergun Özbudun anayasası konusunda Türkiye’ye çok büyük bir zarar vermiştir. Yani sonra 2010 anayasa değişikliğinde tamamen yanlış şeyler yaptı. 2010 anayasa değişikliğinde, 26 maddelik şeyde ben tamamına “Evet” dedim. Neden “Evet” dedim? Hatta şöyle de diyorum: Burada 26 maddeden 23 tanesi “Çimlere basmayınız” maddeleridir. Ama bunun içinde iki-üç tane madde var ki, birincisi de Anayasa Mahkemesi’ne bireylerin başvuruda bulunabilmesi gibi çok olağanüstü bir şey vardı. Dolayısıyla o öteki şeylerin hiçbirinde de ben bu konuda arkadaşlarla da konuştuğumda “Gelin şu 26 maddenin hangisinden memnun değilsiniz bana bir söyleyin” diyorum. Ama çok önemli bir şeydi bireysel başvuru imkânı. İkincisi, bu HSYK falan meselesinde eğer gene hâkimlerin ve savcıların bireysel oy verme söz konusu olsaydı, yani bir adaya herkes verir olsaydı ortada doğru dürüst, bugünkü gibi güdümlü bir HSYK olmayacaktı. Bu da yine CHP’nin ve Deniz Baykal’ın şeyidir. Dolayısıyla CHP’nin buradan bir şekilde kurtulması lazım. İkincisi de mesela bu dokunulmazlıkların kaldırılmasında devletle birlikte oldu. Yani AK Parti’yle beraberdi. Yani CHP artık devletle beraber gitmek yerine milletle beraber gitmenin yoluna girmesi lazım. Girmeyecekse zaten saçma sapan bir…

Peki bu Baykal’ın mesela Abdullah Gül önerisi. Bu tamamen ortalığı karıştırmak için mi?
Ben de öyle düşünüyorum. Asla böyle bir şey olamaz. Abdullah Gül bilinen bir insan. Abdullah Gül, oradan gelmiş bir insanın burada CHP’nin sürüklediği bir şeyde aday olabileceğini sanmıyorum.

Peki nasıl profillere ihtiyaç var size göre? Mesela şimdi ilk akla gelen tabii ki parti liderleri. Geçen sefer HDP kendi… Aslında istemedi, ortak bir aday aradılar. Hatta isim de söylediler. Neydi? Eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yargıcı Rıza Türmen’in adını mesela dile getirmişlerdi. Ama CHP, MHP’yle işbirliği yaptı. Bunun üzerine Selahattin Demirtaş aday oldu. Yani burada bu sefer mesela Baykal, Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını; olmayacaksa genel başkanlığı bırakmasını dayatıyor. İlla bir CHP’nin genel başkanı, ya da partilerin genel başkanını aday göstermesi gerekir mi?
Bence gerekmez, bir. İkincisi, henüz farkına varılmadı ama şöyle bir şey: Buradaki cumhurbaşkanının aynı zamanda yürütme erkini yürütecek güçte olması lazım. Tek başına çünkü. Yanındaki insanlar falan tamamen onun el uşağı gibi. Dolayısıyla da bu insanın karar verme yetisinin olması lazım. Eğer öyle birisi olmazsa zaten perişanlık olur. O bakımdan seçilecek insanın… Yani Rıza Türmen çok kıymetli bir insan. Ama Türkiye’nin meselelerini alıp yoğurmaya –nasıl söyleyeyim– alışkın değil. Bir hukuk adamı, çok güzel bir şey. Fakat memleketin bütün meselelerini tek başına alacak, götürecek, öyle bir adam olması lazım. Yani ekonomiyi yönlendirebilmesi lazım, dış politikayı yönlendirebilmesi lazım. Recep Tayyip Erdoğan’ın bütün Batı dünyasını karşısına aldığı bir yerden, Batı dünyasıyla tekrar işbirliği yapabilecek hale gelmesi lazım.

Bu noktada Selin Sayek Böke’nin görevlerinden istifası, daha sonra birtakım iddiaları olacağı yolunda değerlendiriliyor. Aklına yatıyor mu?
Yatmıyor. Niye yatmıyor? CHP Genel Başkan Yardımcısı vs. Orada da bence kotarabilecek durumda değildi. Çok düzgün bir insan, hiç şüphe yok. Fakat öyle birisi değil benim kanaatim, alıp götürecek. Bu cumhurbaşkanı memleketi alıp götürecek. Türkiye bugün bütün dış politikada perişan bir durumda. Ekonomi kötü bir durumda. Efendim, insan hak ve hürriyetleri perişan bir durumda. Bütün bunları alıp götürecek. Yoksa o kadro, eğer sürükleyici olmazsa bu kişi, oraya aldığı bakanlar, cumhurbaşkanı yardımcılarından falan bir şey çıkmaz.

Peki var mı böyle bir şey? Herkes bunu soruyor.
Bilmiyorum. Ama buna önem vermeleri lazım. Çünkü şey değil, efendim biz bu anayasa değişikliklerini değiştireceğiz, yapacağız demekle olmaz. Gelmiş adam bir bütçe yapacak. Yani o kritik nokta birdenbire değişmiş bulunuyor benim kanaatimce.

Ama bir de şöyle bir şey yok mu? Şöyle bir önerme de var: Bir aday çıkacak, bu aday seçildikten sonra ilk fırsatta tekrar sistemi değiştirmek için kolları sıvayacak.
Aynı zamanda yapacak onu. Yani iyi niyete bırakamayız. Dolayısıyla eğer bir başkanlık sistemi olacak idiyse bile hakiki, demokratik, hukuka uygun bir başkanlık sistemine dönüştürülebilir. Ama Türkiye 140 yıldır parlamenter bir sistemle geliyor. Özellikle 1909’dan itibaren de hakiki bir parlamenter sistemi olmuştur. Yani demokratik değildir, ama hakikidir parlamento. Parlamento çalışır. O bakımdan bir fikri olması lazım, her meselede bir fikri olması lazım. Anayasayı değiştirmek yetmez. Zaten toplum da diyecek ki: “Ya kardeşim, sen hani memleketi kalkındıracaktın, bana iş bulacaktın, aş bulacaktın, eğitimi düzeltecektin, sağlık işlerin daha ileriye götürecektin?” Böyle bir şeyi olması lazım bu şahsın.

Peki o zaman şahsın kim olduğunu bilemiyoruz da, şahsın aranmasının parametreleri ne olabilir?
Konuşmak. Yani herkes bu fikirleri ortaya atmalı. Burada böyle bir mesele var, memleketi yönetme meselesi var. Bir günde anayasayı değiştiremezsin. Bütün imkânlar gelse, Meclis’te de yüzde 50’den fazla alsan yetmiyor. O nedenle de bu yapıda memleketi yönetmek…

İşte bunu soruyorum. Bu aday olarak öne çıkması muhalefetin… Yani bir tarafta Tayyip Erdoğan’ın olduğunu biliyoruz. O ismin aranmasındaki kriterler ya da yöntemler ne olabilir? Birileri kalkıp kendini mi lanse edecek? Birileri birilerinin adını mı ortaya çıkacak? Çünkü ortada özgür bir medya ortamı da yok.
Yok. Ama bu özgür bir medya arayan bir şey değil. Öteki tarafı bırakalım, diyelim ki bu güçbirliği –güçbirliği diyorum ben buna– küçük bir medyayla haşır neşir oluyorsa bile o da bu fikirlerin ortaya atılmasına yardımcı olabilir. Yani bugünden itibaren bu meselelerin önümüzde olduğunu bilmemiz gerekir. Ve işin de o kadar kolay götürülebilecek bir iş olduğu kanaatinde değilim. Yani özellikle bu Güney Amerika’da falan perişanlık bu işler. Bizim solcuların çok sevdiği Chávez lüzumsuz bir adamdı. Şimdi gelen adam korkunç bir adam. Böyle şeylere götürebilir bu cumhurbaşkanlığı sistemi. Bilmiyorum tam onların hukukî ayrıntılarını, ama Türkiye’de konulan şey doğrudan doğruya bir diktatörlük sistemi biçiminde.

Yani öyle birisi gelmesi lazım ki bunu, bu sistemi demokratikleştirebilsin ve daha sonra da başka bir sistemin imkânlarını şey yapabilsin. Önce o kişi gelecek. O kişi bunları yapabilecek. Bayağı işimiz zor o zaman.
Yani evet. Ama çok güzel de bir fırsat. Bu normal seçimler olsaydı yine CHP yüzde 25 alacaktı, yine AK Parti birinci parti olacaktı falan. Şimdi böyle bir fırsat doğmuş bulunuyor. Türkiye’nin insanlarının bu fırsatı kullanabilmesi gerekir.

Yani varolan kısır döngüyü kırmakta bu istenmeyen sistem bir kapı aralamış oluyor.
Aynen böyle düşünüyorum evet.

Burada noktayı koyalım o zaman. Evet, Hüseyin Ergün’le 2019’a doğru muhalefet ve muhalefetin özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminde neyi nasıl yapması gerektiğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.