Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

CHP’nin muhalefeti üzerine

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu o beklenen konuşmasını biraz önce tamamladı. Birtakım belgeleri dile getirdi ve 2011 yılı sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kardeşi, oğlu ve birtakım başka yakın akrabaları tarafından yapılan birtakım yurtdışına para transferi belgeleri gösterdi, dekontlar gösterdi CVV kodlarını gösterdi, CVV yazışmalarını gösterdi, önemli çıkıştı tabii ki. Öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaten nelerin olabileceğini herhalde bilerek ön alıcı bir konuşma yapmıştı. Eskiye dayanan bir olay, 2011’e dayanan bir olay; ama iş bayağı ciddiye binmişe benziyor.
Peki, buradan ne çıkar? Böyle bir soru çıkıyor önümüze, CHP’nin muhalefeti meselesi. Burada, Medyascope’ta Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını arkadaşlarla izledik ve sonra aramızda tartıştık. Genel eğilim bunun gerçekten iktidarı zorlayabileceği, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı zorlayabileceği yönünde; ancak bu konuda ben şerh düşme yanlısıyım. Benzer bir olay 17-25 Aralık Süreci’nde yaşanmıştı, ülke yerel seçimlere gidiyordu ve o tarihte Kılıçdaroğlu Meclis grup toplantılarında özellikle tapelerle bayağı iddialı çıkışlar yapıyordu, bayağı ortalığı karıştırıyordu. Tapelerdeki bilgiler onun grup konuşmaları aracılığıyla kamuya mal oluyordu; ancak sonuçta baktık ki, pek bir şey değişmedi: Yerel seçimlerde AKP sarsılmakla birlikte yıkılmadı. O tarihlerde de birtakım meslektaşlarımla ve çevremdeki insanlarla konuştuğumuzda bunun çok doğru bir strateji olduğunu düşünmediğimi söylemiştim. Burada da aslında çok emin değilim, bugün konjonktür biraz değişmiş olabilir; ancak yine de burada dile getirilen belgelerin doğruluğu yanlışlığı bir yana –ki Kılıçdaroğlu ana muhalefet lideri, belgelerin doğruluğu konusunda emin bir şekilde konuştuğu için çok da fazla sorgulamak anlamlı olmayabilir ama– onlar bir yana, “Bu bir muhalefet stratejisi olarak doğru bir strateji mi?” sorusu önümüzde bence duruyor.

Zarrab Davası ile çakışması isabetli mi, değil mi?

Şu anda siyasî iktidar, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’de Rıza Zarrab’ın yargılanmayacağı anlaşılan Zarrab Davası nedeniyle gerçekten zor bir süreçten geçiyorlar ve Amerikan yargı sistemiyle kendi haline bırakıldığı zaman bu olayın Türkiye’yi çok yakından ilgilendirdiğini ve çok yakından etkileyeceğini net bir şekilde söyleyebiliriz. Buradan ne çıkacak? Buradan doğrudan siyasî sonuç çıkmayabilir, ancak davanın seyri bunun çok ciddi olduğunu gösteriyor, Zarrab’ın işbirliği yapacak olmasıyla –artık netleşmiş durumda– beraber çok ciddi ekonomik sonuçları olacağa benziyor, bazı bankalara cezaların gelme ihtimali çok yüksek ve bu süreçle beraber bunun siyasî sonuçlarının da olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Böyle bir süreç içerisinde ve zaten siyasî iktidar temsilcilerinin Zarrab olayının başından itibaren –ki 17-25’ten alabiliriz–, ya da onu bir kenara bırakalım, kendisinin ABD’de tutuklandığı andan itibaren yaptıkları açıklamaların sürekli değişiyor olması, ilk başta sahip çıkılırken daha sonra bazı iktidar temsilcilerinin “Bize ne bundan?” noktasına gelmiş olmasına baktığımız zaman bunu söyleyebiliyoruz. Burada çok büyük bir şok yaşandığını ve bu krizin yönetilemediğini; yönetilmesinin de aslında çok mümkün olmadığını görüyoruz. Çok büyük bedellere yol açabilecek bir kriz bu. Bu bedellerin bir kısmını Türkiye ödeyebilir; çünkü söz konusu olan kamu bankaları. Kamu bankalarının cezalarını da sonuçta orada çalışan kişiler ödemeyecekler, onu yöneten kişiler ödemeyecekler; sonuçta bunlar bir şekilde doğrudan bizlerin cebinden çıkacak; ama bunun siyasî sonuçlarının özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere AKP’lilerin önüne bir fatura olarak gelebileceğini söyleyebiliriz.
Böyle bir ortamda Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı, kimilerine göre zaten Zarrab olayında zor durumda olan siyasî iktidara ikinci darbe olarak yorumlanıyor, yorumlanacak, Kılıçdaroğlu da herhalde böyle düşünüyor ve bu zamanlamayı bunun için seçmişe benziyor. Ben bu konuda çok emin değilim, tam tersine Zarrab olayında belli bir sıkıntı yaşayan, ciddi bir sıkıntı yaşayan Erdoğan ve siyasî iktidarın, Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışıyla beraber bir ölçüde nefes alma şansını yakalayabileceğini düşünüyorum. O da; olayın belgelerinin Kılıçdaroğlu’nun dile getirdiği belgelerin falan tartışmasını bir kenara bırakıp, bunun sonuçlarının zaten Türkiye’de bu belgelerden hareketle bir sonuç çıkacağını, yargı sonucunu çıkacağını düşünmek zaten inandırıcı olmaz, bunları bir kenara bırakıp, klasik, çok sık gördüğümüz Erdoğan-Kılıçdaroğlu kavgasına, atışmasına, polemiğine çevirmeye çok müsait ve zaten Erdoğan başından itibaren bu noktaya gelene kadar hep böyle bir strateji izledi. Bugün grup toplantısında da bunu yaptı; herhalde bundan sonra da bunu yapacaktır. Elinde çok muazzam bir medya gücü var, bu gücü sonuna kadar kullanacaktır ve şimdiden zaten kullanılmaya başlandığını görüyoruz, bazı kanallar daha Kılıçdaroğlu konuşmasını yaparken, altyazılarında belgelerin inandırıcı olmadığı, sahte çıktığı yolunda yayınlar yapmaya başlamışlar.

Eşitsiz bir mücadele

Şu anda baktığımız zaman Kılıçdaroğlu’yla Erdoğan tamamen eşitsiz bir mücadele içerisindeler, daha önceki örneklerde de gördüğümüz gibi hem imkân anlamında eşitsizlik hem de siyasi becerî anlamında da bir eşitsizlik var. Dolayısıyla Erdoğan bu bunalmış ânında, sıkıntılı ânında Kılıçdaroğlu’nun kendisini sarsacağı kesin olmakla beraber bu çıkışını bir şekilde deforme edip, içeriğinden koparıp, ana muhalefet liderinin kendisine yönelik bir saldırısı olarak okuyup, bunu böyle işleyecektir diye tahmin ediyorum ve bu anlamda da bunun örneklerini geçmişte sık sık gördük; bu olay kısır bir kavgaya dönüşebilir ve böyle kısır kavgalar olduğu zaman da, iş kişiselleştiği zaman da, işin özü her zaman gözden kaçar. Kılıçdaroğlu’nun bugün dile getirdiği belgelerin özü, ama bir diğer husus da esas yaşanan olay, New York’ta yaşanan olay, Zarrab Davası olayının üstü bu şekilde pekâlâ örtülebilir, böyle bir imkânın olduğunu düşünüyorum.
Tabii ki siyasetçilerin değişik hesaplamaları var ve buna göre de benim bu söylediklerim doğru çıkmayabilir; ancak daha önceki deneyimlerdeki, yaşadıklarımızdan hareketle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu yapılan grup konuşmasından, gösterilen belgelerden rahatsız olacağı kesin; ama ilk şoku atlattıktan sonra –ki 17-25 Aralık’ta da böyle olmuştu, çok ciddi sarsıntılar geçirdi– bir şekilde bu sarsıntıların üstünden gelebildiği andan itibaren iktidarını pekiştirebildiğini gördük. Yani yıkılmayıp sarsıldıktan sonra Tayyip Erdoğan’ın kendisine saldıranları, kendisine karşı atağa geçenleri şaşırtacak ölçüde bu saldırıları kendi lehine çevirebileceğini değişik örneklerde gördük. Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışının da böyle olma ihtimalini bir not olarak düşmek istiyorum. Bu emin olunacak bir husus değil; çünkü çok yeni bir olay, çok sert bir olay, çok ciddi iddialar var, ama bir kere Türkiye bir hukuk devleti değil, bunu hepimiz biliyoruz, hukuk devleti olmaktan çıkalı bayağı bir oldu; ikincisi Türkiye’de siyasî iktidarın –Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın– elinde tekelleşmiş durumunda, sonsuz imkânları var, OHAL var, kolay kolay kalkacağa benzemeyen OHAL var, özgürlükler, ifade özgürlüğü, haber alma özgürlüğü noktalarında çok ciddi engellemeler var. Böyle bir ortamda, tam Zarrab olayında bütün Türkiye’deki OHAL’in vs.nin yetmediği bir alan olan ABD’deki yargılama süreci, Zarrab sürecinda, böyle bir atmosferde, konjonktürde tekrar topu Türkiye’ye iç politikaya çekme imkânı olarak görebilir Erdoğan diye düşünüyorum.

Adalet Yürüyüşü’nün farkı

Adalet Yürüyüşü sırasında yaptığım değerlendirmeleri hatırlıyorum, orada Kılıçdaroğlu olayı özelleştirmeden, Erdoğan meselesine indirgemeden çok daha ciddi bir sistem meselesi olarak alıp, tüm toplumun arayışı olan adaleti dile getiren şaşırtıcı bir çıkış yapmıştı ve bu anlamda da gerçekten oyunu büyük ölçüde bozmuştu. Oyun neydi? Erdoğan’la Kılıçdaroğlu’nun karşılıklı atışmasından ibaret iktidar-muhalefet oyunu gibiydi. Onun dışında başka bir alana taşımıştı. Şimdiki olayda tekrar 17-25 Aralık Süreci’nde yaşananları ister istemez hatırlıyorum, o tarihte de yapılan grup toplantılarında okunan tapelerin her şeyi değiştireceğini vs. düşünenler vardı, bu olayın hiç de böyle olmadığını gördük. Değiştirebilirdi belki, ama Erdoğan bir aşamadan sonra, eğer kontrolü yakalayabiliyorsa, bu ilk saldırıları bertaraf edebiliyorsa ve kontrolü eline geçirebiliyorsa, bu saldırıları kendi iktidarını pekiştirebilmek için malzeme olarak kullanabiliyor. Şimdi de büyük ihtimalle onu yapmaya çalışacak ve bunu Kılıçdaroğlu’nun kendisiyle kişisel bir meselesi olarak göstermeye çalışacak ve Türkiye’de bir süre boyunca, herhalde önümüzdeki süreçte tekrar aynı iki kişinin kavgasından ibaretmiş gibi bir olayla karşı karşıya kalacağız.

Akşener faktörü

Bu noktada bir meslektaş arkadaşımın görüşünü aktarmak istiyorum: Grup toplantısından önce bu konuyu kendisiyle telefonda konuştuğumuz Ünsal Ünlü çok önemli bir not düştü. Bence gerçekten altı çizilmesi gereken bir husus: Erdoğan’la Kılıçdaroğlu’nun bu sefer yeniden birbirlerini yıpratıcı bir şekilde bir mücadeleye girmesi durumunda, ikisinin de kaybedeceği ve bir üçüncü kişinin kazanabileceği bir durum oluşabilir. Daha önceki durumlarda üçüncü kişi yoktu; ama şimdi var gibi, o da Meral Akşener. Ünsal’ın bu hatırlatmasının önemli olduğunu düşünüyorum, daha önceki durumda iki oyuncudan ibaret bir siyaset arenası vardı ve ikisinden birisi kazanıyor gibiydi. Daha önceki olaylarda en azından seçim sonuçlarına bakarak bunu söyleyebiliriz; 17-25 Aralık sonrası yapılan yerel seçimlerde AKP kazandı –en azından kaybetmedi–, ama şimdi yeni bir süreçte, yeni bir konjonktürde yapılacak olan yeni bir Erdoğan-Kılıçdaroğlu düellosunda, biteceğe benzemeyecek olan bu düellodan üçüncü bir siyasetçinin istifade etme imkânı olduğunu da Ünsal’a referans vererek not düşmek isterim. Evet, çok yeni bir olay, sert geçecek, çok daha sert geçecek, o belli; ama en azından şunu tahmin edebilirim ki, Türkiye’de hükümetin denetimindeki, siyasî iktidarın denetimindeki medya, bu olayı vesile ederek, bunun üzerinden Zarrab olayıyla ilgili gelişmeleri ikinci plana itmeye çalışacaktır. Bunda ne derece başarılı olacaklarını da göreceğiz, ama böyle bir ihtimalin olduğunu söylemek lazım. Tabii burada yaşanan bütün olayların New York’taki davaya bir etkisi olacağını sanmıyorum. O dava kendi başına gelişiyor, çok ilginç bir şekilde gelişiyor. Her adımında yeni bir şey öğreniyoruz, orada yapılacak olan yargılamanın çok ciddi bir şekilde Türkiye’nin ve özellikle Türkiye’yi yönetenlerini kaderini etkileyeceğini tekrar vurgulamak istiyorum.
Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.