Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kudüs hezimetinden sonra Trump’ın geleceği

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda tarihî bir oylama yaşandı ve Amerikan Başkanı Donald Trump’ın İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıyıp büyükelçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e taşıma kararı çok ezici bir çoğunlukla mahkûm edildi. Trump bir nevi meydan okudu tüm dünyaya, tüm dünya ülkelerini tehdit etti. Ve sonunda gerçek anlamıyla bir hezimet yaşadı. Sadece 9 ülke, kendisi dahil –ki bir diğeri de İsrail–, Trump’ın yanında yer alırken, 128 ülke karşısına çıktı. 35 çekimser ülke var ve bu ülkelerin kimler olduğuna baktığımız zaman genellikle Orta Avrupa ülkeleri dikkat çekiyor. Bunlar AB’ye eklemlenmiş ülkeler, ama eski Komünist Blok ülkeleri. Çok çarpıcı bir tabloyla karşı karşıyayız. Bu aslında çok öğretici bir tablo. Bir yanıyla umut veren, bir yanıyla da aslında önümüzdeki süreçte dünyada çok daha kötü şeylerin yaşanabilme ihtimalini bize duyuran bir tablo. Öncelikle şunu söylemek lazım: Trump birçok uluslararası kuruluş hakkında olduğu gibi, Birleşmiş Milletler hakkında da seçim öncesi ve sonrasında çok meydan okuyucu, aşağılayıcı şeyler söylemişti. Ve her seferinde de Amerika Birleşik Devletleri’nin buraya çok para verdiğini, ama bunun karşılığını almadığını söylemişti. Her şeyi bir ticaret olarak gören bir zihniyete sahip ve bu paranın, ABD’nin başta BM olmak üzere NATO ve başka uluslararası kuruluşlara bu harcamalarının, aslında Amerika’nın dünyadaki hegemonyasının bedeli olduğunu kabul etmek istemeyen bir üslûp takındı. Bunun karşılığında bir al-ver ilişkisi içerisinde olma iddiasını dile getirdi. Ve bunun ilk ciddi fiyaskosunu bu Kudüs oylamasında yaşadı. Ne yaptı? Tehdit etti alenen. Kendisine karşı oy verecek olan ülkelere yardım etmemek, yardımlarını kesmekle tehdit etti. Hem bizim paramızı alıyorsunuz hem de bizim dediğimizi yapmıyorsunuz gibi bir efendi-köle ilişkisi kurma ısrarını söyledi. Şu hâliyle bunun böyle olmadığı ortaya çıktı.
Burada Türkiye dahil olmak üzere –hatta öncü güçlerden birisi–, bazı ülkeler bu konuda çok ciddi bir çaba gösterdiler, bu oylamanın bu şekilde sonuçlanması anlamında. Şimdi hemen ardından, oylamanın ardından tekrar BM Temsilcisi –şu anda kendisini görüyorsunuz– Haley yine tehditlerini sürdürdü. Bunun hesabının sorulacağını söyledi bir anlamıyla. Nasıl sorabilir, ne yapabilir? Hesap sormaya kalkarsa ne olur? İşte bu önümüzdeki dönemin çok ciddi soruları.

Trump’ın yalnızlaşması

Şimdi şunu çok net bir şekilde görüyoruz: Trump dünyayı uç noktalara taşımak istediği zaman kendi başına kalabiliyor. Daha önceki dönemlerde, birtakım kritik oylamalarda, birtakım kritik pozisyonlarda hep ABD’nin yanında olan bazı önemli güçler –başta İngiltere– olmuştu. Avrupa’dan ve Asya’dan birtakım önemli ülkeleri yanında bulmuştu. İlk defa bu kadar net bir şekilde yalnız kalmış durumda. Bunu tersine çevirebilir mi? Sanmıyorum. Bu üslûpla çevirebilme ihtimali yok. Ama bunun böyle sürmesi hâlinde dünyadaki var olan geleneksel dengelerin, ilişkilerin hızlı bir şekilde değişmesi gerekecek. Dünya buna hazır mı? Ya da diğer ülkeler hazır mı? Bir diğer önemli husus: ABD hazır mı? Bence en önemli hususlardan birisi bu. ABD’nin kurulu düzeninin, oradaki iktidar odaklarının Trump’ın ülkeyi getirdiği bu noktadan çok da fazla memnun olduklarını sanmıyorum. Sonuç olarak Trump aslında öteden beri olagelen bir dünya düzeninin adını kaba bir şekilde, doğrudan bir şekilde koymaya kalktı. Eskiden de ABD dünyanın en önemli gücü olarak dünyayı kafasına göre şekillendirme konusunda adımlar atıyordu, ama bütün bunları yaparken usturuplu bir şekilde, örtülü bir şekilde yapıyordu. Sürekli dilinde, barış ya da demokrasi ve özgürlükler gibi kavramlar vardı. Ve diğer yandan da kendi hegemonyasını, tahakkümünü sürdürmeye çalışıyordu. Trump bunu artık, bu kavramlara, bu kaplara, bu örtülere başvurmadan alenen yapmaya başladı. Bu da tabii ki içeride ve dışarıda çok ciddi bir şekilde tepki çekiyor.

Trump Kudüs kararını değiştirmez ama…

Kişisel olarak görüşüm Amerikan sisteminin, var olan sisteminin, geldiği andan itibaren Trump’la zaten birçok konuda sorun yaşayan sistemin bu durumu kabullenmeyeceği noktasında ne olacak? Nasıl olacak? Öteden beri değişik iddialar dile getiriliyor. Trump’ın görevden alınmasına yol açabilecek birtakım soruşturmalar, Rusya’yla ilişkiler bağlamında dile getiriliyor. Bunlar ne derece olur bilmiyorum. Ancak Trump’ın ABD’yi götürmek istediği, götürmekte olduğu bu nokta ABD’nin içerisindeki çok ciddi güç odaklarını; özellikle finansal, ekonomik güç odaklarını, siyasî güç odaklarını ciddi bir şekilde rahatsız ediyor olsa gerek diye düşünüyorum. Bunun yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Peki onun dışında dünya ne yapabilir? Dünya aslında dünkü oylamada bir cevap verdi. Verebileceği cevabı verdi. Çok sembolik anlamda önemli bir cevap bu. Trump’ın Kudüs kararını değiştirmeyeceğini herkes biliyor. Ama onu Kudüs kararını aldığına bir anlamda pişman edecek bir oylama yaşadığımızı söyleyebiliriz. Buradan hareketle Filistin davası daha meşru bir zemine taşınmış oldu. Kısa vadede sonuç alamayacak olsa bile, şu son olayda dünyanın büyük bir kısmı, Filistinlilerin aslında dünyada o kadar da yalnız olmadığını, İsrail’in ve ona kayıtsız şartsız destek veren ABD’nin belli bir sınır içerisinde kalması gerektiğini kendilerine söyledi. Dolayısıyla Trump’ın damadı üzerinden bölgeye dayatmak istediği birtakım yeni planların başarı şansı olduğunu hiç sanmıyorum. Öte yandan Trump’ın yine Ortadoğu’da Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri üzerinden kurmaya çalıştığı yeni güç dengelerinin de bu son olaydan dolayı çok ciddi bir şekilde tehlikeye girdiğini düşünüyorum. Çünkü bu kadar açık bir tablo karşısında Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin Amerikan yönetimiyle, Amerikan Başkanı Trump’la fütursuzca birtakım ilişkilere girebileceklerini açıkçası düşünmüyorum. Tabii ki o ilişkiler sürecektir. Tabii ki İran tehdidi gerekçesi ya da bahanesiyle yeni birtakım ittifaklar oluşturulmak istenecektir. Ama bu hiç de kolay olacağa, sürdürülebilir olacağa benzemiyor.

NATO ve Türkiye’ye yansımaları

Burada tabii ilginç bir husus var. Avrupa’nın bütün önemli ülkelerinin, Rusya’nın, Çin’in hepsinin birden evet dediği bir karar var. Ve bütün birbirinden farklı odakların burada ABD’ye, daha doğrusu ABD Başkanı Trump’a karşı elbirliğiyle bir sınır çizmesi olayı var. Bu sınır çizme olayı bu ülkelerin birbirleriyle yakınlaştıkları anlamına gelmiyor. Birlikte hareket edecekleri anlamına gelmiyor. Ancak eğer Trump ayrım gözetmeksizin “Ya bendensin, ya da düşmanımsın” çizgisinde ısrar ederse, karşısında birtakım yeni ittifakları doğuracağını da düşünebiliriz. Bunlar tabii hemen olacak hususlar değil. Ancak bu ihtimali hep akılda tutmak lazım. Bu bağlamda NATO’nun işinin de hiç kolay olmadığı gözüküyor. Çünkü NATO’daki en önemli müttefiklerinin Trump’a karşı çıktığını buradaki oylamada gördük. Bunun muhakkak NATO’ya da yansımaları olacaktır.
Türkiye’ye yansımaları tabii ki kaçınılmaz olarak olacak. Zaten Türk-Amerikan ilişkileri iyice kötülemiş bir durumdaydı. Maddeleri saymaya gerek yok. Tek başına Suriye’de yaşananlar bile başlı başına bir kriz sebebi. Bunun ardından bu son olayda da açık bir şekilde bir saflaşma oldu. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan Trump’a yönelik hitaplarında başka ülkelere yönelik üslûplarına göre biraz daha dengeli olmaya dikkat etse de bu son olayda Birleşmiş Milletler’in bu kararının böyle çıkmasında, Ankara’nın ve Erdoğan’ın rolünü hiç kimse yabana atmamalı. Bunun altını özellikle çizmek lazım. Bu altını çizme meselesini Trump’ın da yapmış olacağını varsayarız. Ama ne yapabilir? Türkiye ile zaten ilişkiler iyice kötüye gidiyor. Daha fazla ne yapabilir? Türkiye Trump’a karşı ya da ABD’ye karşı ne yapabilir? Bu konuda ilk akla gelen tabii İncirlik ve diğer üsler oluyor. Ama bunların bugünden yarına olabilecek gelişmeler olduğunu açıkçası sanmıyorum. Ama Türk-Amerikan ilişkilerinin Trump ABD’yi yönetmeyi sürdürdüğü müddetçe iniş hâlinde yol almaya devam edeceğini çok net bir şekilde söylemek mümkün.

Trump bu üslûpla devam ederse, dünya çok büyük kopuşlar yaşar

Tabii burada şunu hatırlatmakta yarar var: Ankara tercihini Trump’tan yana yapmıştı. Uzun bir süre bunda ısrar etti. Trump’ın göstere göstere yaptığı İslam-karşıtı açıklamalarını görmezden geldi vs.. Ve orada büyük ölçüde de Suriye’de Obama yönetiminin YPG ile kurmuş olduğu ilişkiden duyulan rahatsızlık nedeniyle tercih Hillary Clinton yerine Trump’tan yana yapılmıştı. Ve şu anda bu tercihin ne kadar yanlış olduğunu hep beraber gözlüyoruz. Hâlâ Ankara’da ya da siyasî iktidarı destekleyen çevrelerde aslında Trump’ın kötü bir insan olmadığı, çevresinin kötü olduğunu söylemeye çalışanlar var. Ama bu Kudüs olayı çok net bir şekilde gösteriyor ki bunun çevreyle mevreyle alâkası yok. Muhtemelen çevresi kendisine böyle bir çılgınlık yapmaması telkininde bulunmuştur. Ama Trump bir seçim vaadini gerçekleştirme yaklaşımıyla bunu yaptı. Trump’ın Kudüs kararını böyle sert bir şekilde ve büyük bir coşkuyla vermesinde İsrail’i sevmesi kadar –ama İsrail’i tercih etmesinin ötesinde– İslam dünyasına ve Müslümanlara, dolayısıyla Filistinlilere yönelik antipatisinin de çok birinci derecede belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bunu şu âna kadar, seçim öncesinde söyledikleri, seçimden sonra yaptıkları, seçildikten sonra yaptıkları çok açık bir şekilde, hiç tartışmaya yer bırakmayacak bir şekilde Trump’ın –nasıl söyleyeyim? – ırkçılığa varan bir şekilde dünyaya baktığını, ırkçı olduğunu açıkçası, bu anlamda demokrasi, eşitlik, dayanışma gibi duygularla bir ilişkisi olmayan, özellikle kendisinden olmayan, kendisi gibi olmayan, kendisine benzemeyen insanlara, gruplara, ülkelere karşı nefreti öne çıkan bir Amerikan başkanı olduğunu gösteriyor.
Daha önceki Amerikan başkanları içerisinde de vardı tabii ki böyleleri. Ama bunun kadar aleni bir şekilde ve övünerek bunu yapanlar çok yoktu. Tahmin ediyorum ki –başta söylediğime tekrar geleceğim– Amerikan sisteminin de artık buna çok daha fazla tahammül edebileceğini sanmıyorum. Eğer her şeye rağmen Trump bu üslûpla devam ederse, dünyada çok büyük kopuşları yaşayacağa benziyoruz. Tabii ki bu tür büyük kopuşlar dünyada zaten var olan çatışmaları, terörü vb. savaşları daha çok alevlendirecektir. Sonuçta Trump dünyanın başına bela olmuş durumda. Son oylamada da gördüğümüz gibi dünyanın büyük bir kısmı bunun farkında. Ama bir tek, en önemlisi, kendi bunu kabul etmek istemiyor. Yaptığının doğru olduğunu düşünüyor. Bu da tabii herhangi bir ülkenin devlet başkanı olsa çok da fazla insanların umurunda olmayacak bir şey, ama ABD’nin başkanının bu fütursuzlukta, bu üslûpla yürüyor olması hepimizi birinci derecede yakından ilgilendiriyor.

Komplo teorilerinin sonu

Sonuç olarak Birleşmiş Milletler oylaması bize dünyanın aslında pekâlâ o kadar da kötü olmayabileceğini gösterdi. O meşhur “Dünyayı Yahudiler yönetiyor”, “Masonlar yönetiyor”, “Hepsi İslam’a, Müslümanlara, Araplara, Filistinlilere karşı” vs. şeklindeki retoriğin, komplo teorilerinin de baştan savma olduğunu çok net bir şekilde gösterdi. Birdenbire hızla ezici bir çoğunluğun burada net bir şekilde almış olduğu pozisyon aslında İslamcı anlatının dünya tasavvurunun da aslında ne kadar baştan savma olduğunu bize gösterdi. Maharet tabii ki, önemli olan, bu üslûbun, bu tercihin, bu pozisyonun kalıcılaşabilmesi. Bunun kalıcılaşabilmesi için de tabii İslam dünyasının, Müslümanların üzerinde özel olarak çok ciddi bir sorumluluk var. Bunun yerine getirilebilmesi durumunda gerçekten bir şeylerin değişme ihtimali belirebilir. Ancak bu kaotik ortamdan hareketle birtakım aşırılıkçı unsurlar öne çıkarsa –ki bu çok kuvvetle muhtemel–, birtakım terör eylemleri, küresel anlamda terör eylemleri söz konusu olursa, tırmanırsa, o zaman Trump kendisinin ne kadar haklı olduğu iddiasını çok daha güçlü bir şekilde dillendirecektir. Dolayısıyla hepimizin önünde böyle bir görev olduğunu düşünüyorum. Bütün bu gelişmeler, dünyanın ve İslam dünyasının BM kararını bir olumluluk olarak alıp bunun üzerinden sakin bir şekilde, serinkanlı bir şekilde sorunları birlikte çözmenin yollarını araması gerektiğini gösteriyor. Aksi takdirde gerçekten Trump yaklaşımı çok daha etkili bir şekilde tahakkümünü sürdürecektir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.