Uluslararası siyasi ekonomi alanında dünya çapında bir isim olan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dani Rodrik’in 10 Temmuz 2018’de project-syndicate.org’ta çıkan yazısını Okan Yücel çevirdi.
Ekonomistler genellikle serbest ticaretin kaybeden tarafına aşırı ölçüde odaklanılmasına karşı çıkarlar ve ihracatçıların kârlarının görmezden gelinmesine yönelik eğilimi lanetlerler. Ancak şu anda ABD’nin ticarî korumacılığının da başka ülkelere fayda sağlayacağı gerçeğini görmezden gelerek bu kez aynı hataya düşmemeliler.
İş insanları ve finansal elitlerin yanı sıra sağduyuya da meydan okuyan ABD Başkanı Donald Trump, bir ticaret savaşı ihtimalinden keyif alıyor gibi gözüküyor. 6 Temmuz’da son ticaret kısıtlamaları – 34 milyar dolarlık Çin malı ithalatlarına yüzde 25’lik gümrük vergisi – yürürlüğe girdi ve anında misilleme olarak Çin, kendi pazarına giren Amerikan mallarına aynı büyüklükte bir gümrük vergisiyle karşılık verdi. Trump ise Çin’e karşı daha fazla önlem almakla tehdit ederken bu politikaların kapsamını Avrupa’dan ithal edilen otomobiller ile de genişleteceğini duyurdu. Bunların yanı sıra Trump’ın, Meksika ve Kanada’nın istediği değişiklikleri yapmadıkları takdirde ABD’yi NAFTA’dan (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Antlaşması) da çekmesi mümkün görünüyor.
Kıyamet senaryolarına kapılmadan…
Trump’ın fazla düşünmeden ortaya koyduğu ticarî korumacılık politikası kendisinin seçilmesinde önemli payı olan çalışan ve işçi sınıflarına pek de yardımcı olmuyor. Trump’ı başka konularda destekleyen hoşnutsuz Cumhuriyetçi kongre üyeleri ve mutsuz ticarî şirket sahipleri bütün bu olanlara rağmen kısa vadede Trump’ın görevde kalmasından yana. Ancak benim gibi Trump’ın ticaret konularındaki havlamasının, ısırığından daha kötü olabileceğini düşünenler bütün bu yaşananların nereye varacağı konusunda ikinci bir düşünceye sahipler.
Ancak ticaret hakkındaki kıyamet senaryolarına kendimizi kaptırmadan önce diğer ülkelerin tepkilerini ve taleplerini de göz önünde bulundurmamız lazım. Trump bir ticaret savaşını hevesle bekliyor olabilir ama bunu tek başına elde edemez. Ticaret savaşı için diğer ülkelerin de misilleme hamlelerine gerek vardır. Ve diğer ülkelerin neden böyle bir savaş istememeleri gerektiğine yönelik onları zorlayıcı sebepler mevcut.
Olağan senaryoda, ticarî misillemeler, ülkeler ekonomik sebeplerden dolayı düşük gümrük vergilerinden kurtulmak istediği zaman meydana gelir. Bunun en fazla benimsenen tarihsel örneği ise 1930’lu yılların başında, devletlerin büyük bir işsizlik sıkıntısına karşı yetersiz politikalarından dolayı cevap veremediği “Büyük Buhran” dönemde ortaya çıkmıştır. O yıllarda konjonktüre karşı maliye politikaları (counter-cyclical fiscal policy) henüz revaçta değildi. – John Maynard Keynes’in Genel Teori’si ancak 1936 yılında basılmıştır. – Altın Standardı ise para politikalarını neredeyse kullanışsız hale getirmişti.
Bu şartlar altında ticarî korumacılık politikaları her ülkeye kendi içinde belli faydalar sağlamıştı; çünkü yabancı mallara olan talep azalmış ve bu da yerli istihdamın artmasına olanak sağlamıştı. (Tabii ki bütün ülkeler göz önünde alındığında ticarî korumacılık felaket demektir. Bir ülkenin yaptığı harcamada yaşanan değişim, diğer ülkelerde yaşanan değişimin de etkisiyle olması gereken dengeyi aşar.)
İstihdam ile ilgili kaygılar önemli mi?
Ekonomistler ayrıca gümrük vergilerinin ticaret üzerindeki etkisine odaklanan bir başka senaryoyu da dikkate alıyorlar. Ticaretin boyutunu kısıtlayarak, büyük bir ülke veya bir bölge, dünya pazarında yarıştığı bir ürünün fiyatını kendi çıkarları doğrultusunda manipüle edebiliyor. Özellikle gümrük-ithalat vergisi bir yandan ülke içinde o ürünün fiyatının artmasına sebep olurken, öte yandan, dünyadaki ithal girdi fiyatlarının baskılanmasına neden olabiliyor. Ana ülkenin hazinesi de gümrük vergisi gelirlerinin farklılığından yararlanabiliyor.
İki senaryo da günümüzde pek bir anlam ifade etmiyor. Avrupa da Çin de dünya fiyatlarını, kendi yıllık gelirleri veya ithalat hacimlerini arttırmak için değiştirme konusunda hevesli değiller. İstihdam ile ilgili kaygılar da çok büyük bir mesele değil. Euro bölgesindeki bazı ülkeler yüksek işsizlik oranlarından dolayı sıkıntı yaşasalar da ticarî korumacılık politikaları onlara genişletici maliye politikalarının veya Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikalarının sonuçlarından fazlasını vaat etmiyor.
Eğer Çin, Avrupa ve diğer ticaret ortakları Trump’ın vergi politikalarına aynı şekilde karşılık verecek olsalardı çok basit bir şekilde ticarî korumacılık politikasının avantajlarından faydalanmadan kendi ticarî kazançlarını azaltabilirlerdi. Bu sayede görünüşte Trump’ın diğer ticaret ortaklarının ABD ile olan ekonomik ilişkilerinde adil davranmadığına yönelik şikâyetlerini de haklı çıkartarak Trump’a büyük bir iyilik yapmış olurlardı. Dünyanın geri kalanı için ticarî engellemeleri yükseltmek Trump’ın hamlelerine gereksiz bir büyüklükte reaksiyon göstermek olurdu ki bu da öncelikle kendileri için zararlı olurdu.
Avrupa ve Çin’in yapması gereken
Bunların yanında eğer Avrupa ve Çin belli kurallar çerçevesinde çoklu bir ticaret sistemi oluşturmak istiyorsa, ki böyle olduğunu dile getiriyorlar, Trump’ın yaptığı gibi tek taraflı davranarak bütün inisiyatifi kendi ellerinde toplayamazlar. Çabuk bir çözüm bulmaya çalışmak ve sonunda Trump’ın bu çabalarına meşruiyet kazandırmak yerine bu ülkeler Trump’ın hamlelerine karşılık vermek için Dünya Ticaret Örgütü’nü devreye sokmalı ve yasal bir yetki alanı oluşturmalılar.
Kısaca, hem kendi çıkarları hem de prensipleri için birbirlerine danışmalı ve ani bir misillemeye gitmemeliler. Şu an Çin ve Avrupa’nın kendilerine güvenli durmalarının zamanı. Bir ticaret savaşının içine çekilmeyi reddetmeliler ve Trump’a “Kendi ekonomine zarar vermekte özgürsün, biz kendimiz için en iyi işleyen prensiplere bağlıyız.” mesajını vermeliler.
Diğer ülkelerin aşırı bir reaksiyon vermeyeceklerini varsaysak bile, Trump’ın korumacılık politikası pek çoklarının seslendirdiği kadar pahalıya mal olacak. Trump’ın ticaret politikasından dolayı alınan önlemler ve karşı önlemlerin değeri şimdiden 100 milyar doları buldu. Financial Times’dan Shawn Donnan’a göre, bu değer yakında 1 trilyon doları geçecek ki bu da global ticaret hacminin %6’sı demek. Bu çok büyük bir sayı olsa da bu hesaplama olası bir misillemeyi öngörüyor ki bu da gerçekleşmesi kesin bir durum değil.
Daha önemlisi, esas mesele gelir ve refah düzeyi, ticaretin kendisi değil. Ticaretin hacmi büyük bir darbe alsa bile, karşılığındaki ekonomik performans aynı düzeyde sıkıntılı olmayabilir. Bazı Avrupalı havayolu şirketleri Boeing firmasının uçaklarını Airbus firmasına tercih ederken, bazı Amerikan havayolu şirketleri ise tercihini Airbus’tan yana kullanıyorlar. Ticaret kısıtlamaları, Avrupa ve ABD’nin son yıllarda giderek büyüyen bu iki yönlü uçak ticaretini de tamamen çökertebilir. Ancak havayolları şirketleri bu iki şirketin (Boeing ve Airbus) uçaklarını yakın ikame mal olarak gördükleri müddetçe ekonomik refah seviyesindeki kayıp bu çöküşün etkisine kıyasla daha küçük kalabilir.
Bu durum Amerikan pazarı kapalı kaldığı sürece spesifik Çin ve Avrupa şirketlerinin maruz kalacağı bedelleri minimize etmez. Ancak bütün ihracatçılar alternatif pazarlar bulmaya yönelirler ve bu da yeni bir yerli firmanın yeni fırsatlar bulmasına yol açabilir. ABD ticareti sallandıkça daha az Amerikalı rekabetçi ve daha az “Amerikalı rekabet” olacaktır.
Ekonomistler genellikle bu duruma tersten bakarlar. Serbest ticaretin kaybeden tarafına aşırı ölçüde odaklanılmasına karşı çıkarlar ve ihracatçıların kârlarının görmezden gelinmesine yönelik eğilimi lanetlerler. Ancak şu anda ABD’nin ticarî korumacılığının da başka ülkelere fayda sağlayacağı gerçeğini görmezden gelerek bu kez aynı hataya düşmemeliler.
Trump’ın ticarî korumacılığı, aksi yönde göstergeler olsa da, bir ticaret savaşına yol açabilir ve bunun sonuçları da şu anda kendisine zarar veren politikalarından çok daha ciddi boyutlarda olabilir. Ancak eğer böyle bir durum olacaksa bu Trump’ın budalalığından ziyade Avrupa ve Çin’in aşırı tepkileri ve yanlış hesaplamaları yüzünden olacaktır.