Güçsüzlerin Gücü: Vaclav Havel’in 1978’de yazdığı ve yeraltında dağıtılan tarihi denemesi (Birinci bölüm)

İki gün önce Hindistanlı ünlü iktisatçı Kaushik Basu’nun “Demokraside ‘kazanan her şeyi alır’ mantığı nasıl önlenir?” yazısını Oğul Tuna çevirisiyle yayınladık. Bu yazıda Basu, komünizm döneminde Çekoslovakya’nın önde gelen muhalif aydınlarından Vaclav Havel’in (1936-2011) Güçsüzlerin Gücü başlıklı 1978’de kaleme aldığı denemesine olumlu anlamda referans veriyordu. Aslen oyun yazarı olan Havel 1990’da yapılan seçimlerde Çekoslovakya Cumhurbaşkanı oldu. Aralık 1992’de ülke Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak barışçıl bir şekilde ikiye bölündükten sonra da yeni Çek Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi. Havel 1998’de yeniden Cumhurbaşkanı seçildi ama Şubat 2003’teki seçimi kaybetti.
Havel’in, ülke içinde gizlice elden ele dolaşan ve kısa sürede birçok dile çevrilen deneme, yeni-otoriter rejimleri anlama ve onlara direnme konusunda tarihi değere sahip bu metnini, Fransızca çevirisini temel alarak Haldun Bayrı çevirdi. Bölümler halinde sunacağız.
Fransızca’da tam metin için bakınız: Vaclav Havel, Essais politiques (Calmann-Lévy, 1989).
İngilizce tam metin için tıklayınız.

Vaclav Havel

Resmî ideoloji ve yalanın umumîleşmesi 

Bir manav, tezgâhında soğanlarla havuçların arasına, “Bütün Ülkelerin Proleterleri, Birleşin!” afişi koymuş. Bunu neden yapmıştır? O afişi oraya koyarken, dünyaya ne iletmek istemektedir? Bütün ülkelerin proleterlerinin birliği fikri gerçekten ona şahsen coşku veriyor mudur? Acaba ülküsünü kamuya bildirmek için karşı konulmaz bir ihtiyaç hissettirecek derecede midir coşkusu? Böyle bir birliğin ne şekilde gerçekleşmesi gerektiğini ve bunun ne anlama geldiğini hakikaten –bir saniyeliğine de olsa– düşünmüş müdür?
Manavların ezici çoğunluğunun tezgâhlarında sergilenen afişlerin metinleri üzerine kafa yormadığını haklı olarak varsayabiliriz sanıyorum; kendi dünya görüşlerinden bir şeyleri böyle iletmek istemelerinden ise bahsetmeyelim.
O afiş, manavımıza, şirket tarafından, soğanlar ve havuçlarla beraber verilmiştir; o da bu afişi, yıllardır böyle yapıldığı için, herkes bunu yaptığı için, çünkü böyle olduğu için tezgâhına asmıştır. Asmamış olsaydı, başına dertler açılabilirdi. Tezgâhında afişleme yapmamış olması kınanabilirdi. Hatta vefasızlıkla da suçlanabilirdi. Bunu yapmıştır, çünkü hayatta başının çaresine bakmak istendiğinde yapılacak şeylerin bir parçasıdır; çünkü ona toplumla uyum içinde nispeten rahat bir yaşam temin eden binlerce ıvır zıvırdan biridir bu.
Görüldüğü gibi, asılan afişin anlamsal içeriğiyle manavın ilgisi yoktur; onu tezgâhına asması, kamuya düşüncesini bildirmeyi şahsen arzuladığından değildir.
Eyleminin ne bir saiki ne de bir anlamı olduğu; ayrıca afişiyle hiç kimseye hiçbir şey iletmeyi de istemediği anlamına gelmez elbette bu. O afişin işaret etme işlevi vardır ve bu vasfıyla, her ne kadar açık edilmemişse de belirgin bir mesaj içerir: “Ben, Manav X, buradayım ve ne yapmam gerektiğini biliyorum; benden beklendiği gibi davranıyorum; bana güvenebilirsiniz, kınanacak hiçbir şey yapmıyorum; itaatkârım, bunun için de rahat bir yaşam benim hakkım.” Bu mesajın doğal olarak bir muhatabı vardır: Yukarıya, manavın üstündekilere yöneltilmiştir ve aynı zamanda muhtemel muhbirlere karşı manavın kendini korumaya aldığı kalkanı teşkil eder.
Gerçek anlamıyla, afiş doğrudan manavın varoluşunda yer etmektedir, onun varoluşsal çıkarını yansıtmaktadır. Ne çeşit bir çıkar söz konusudur?
Akıl yürütelim: Şayet manava, “Korkuyorum, bu yüzden her şeye itaat ediyorum” yazılı bir afişi tezgâhına asması emredilseydi, o zaman afişin anlamsal içeriği nazarında bu kadar gevşek davranmazdı; afişin gerçek anlamıyla açık edilmeyen anlamının bu defa tamamen aynı olmasına karşın. Manav muhtemelen kendini bu kadar bariz biçimde aşağılayan bir beyanı tezgâhına koymayı reddederdi; ağır gelirdi bu ona, utanırdı. Anlaşılır bir durumdur bu: Eninde sonunda o da bir insandır, dolayısıyla da insanî haysiyet duygusuna sahiptir.
Bu komplikasyonun aşılması için vefa bildirimi, hiç değilse metnin yüzeysel düzeyinde, çıkar gözetmeyen yüksek bir inanmışlık derecesine gönderen bir işaret biçimine bürünmelidir. Manav kendine şunu diyebilmelidir: “Hakikaten ya! Neticede, bütün ülkelerin proleterleri neden birleşemesin ki?”
Dolayısıyla işaret, bireye, itaatinin “aşağı” temellerini örtmekte, yani iktidarın “aşağı” temellerini örtmekte yardım eder. Üst merci cephesinin ardına gizler onları.
O “üst merci”, ideolojidir.
İdeoloji dünyayla görünür bir ilişki yoludur; bireye, kendisiyle özdeş, haysiyet ve ahlâk sahibi bir şahsiyet olduğu yanılsaması sunduğu gibi, aynı zamanda öyle olmama imkânı da sunar. Birey-üstüymüş, çıkar gözetmezmiş gibidir ideoloji; bireye vicdanını kandırma ve hakiki durumunu ve pek matah olmayan geçici uzlaşmasını dünyadan ve kendinden gizleme imkânı verir. Üretken bir meşrulaştırmadır ve yukarı doğru, aşağı doğru, yana, insanlara karşı ve Tanrı’ya karşı bir haysiyet görünümü sunar. Bireyin, olana teslimini, yabancılaşmasını ve kendini durumlara uydurmasını ardında saklayabildiği bir perdedir. Herkesin kullanabildiği bir mazerettir: Yerini kaybetme korkusunu, bütün ülkelerin proleterlerinin birliğine duyar göründüğü ilgi perdesinin ardına gizleyebilen manavdan; iktidarda kalmakla elde edeceği çıkarı işçi sınıfına hizmet söylemi kılığına sokan yüksek devlet görevlisine.

İdeolojinin ilk işlevi — Bu mazeret işlevi, totalitarizm-sonrası sistemin hem kurbanı hem destekçisi olan bireye, insanlığın düzeniyle ve evrenin düzeniyle uyum içinde olduğu yanılsamasını vermektir dolayısıyla.
Bir diktatörlüğün hareket alanı ne kadar ufalırsa, toplumdaki uygarlık farklılaşmaları o kadar daralır, diktatörlük iradesi de o kadar doğrudan gerçekleşebilir; karmaşık dünyayla ilişkisiz biçimde ve kendini meşrulaştırmayan oldukça çıplak bir disiplinin yardımıyla olur bu. Fakat iktidar mekanizmaları ne kadar karmaşıklaşırsa, denetim altına aldıkları toplumlar da o kadar büyür ve katmanlaşır, tarihsel eylemleri o kadar uzar, o zaman da sistem dışarıdan bireylerle bütünleşmek zorunda kalır ve bireylerin eylem alanında ideolojik mazeretin büründüğü anlam o kadar büyür; iktidarla birey arasındaki, üzerinden iktidarın bireye yakınlaştığı, bireyin de iktidara eriştiği bir tür köprü gibi.
Sırf bu nedenle bile, ideolojinin totalitarizm-sonrası sistemde son derece önemli bir rol oynadığı söylenebilir: Bileşenlerden, derecelerden, kumanda çubuklarından ve dolaylı manipülasyon araçlarından oluşan, hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan ve iktidarın bütünlüğünü çok farklı şekillerde temin eden bu karmaşık mekanizma, iktidarın evrensel mazereti ve sistem üyelerinin her birinin “mazeret”i olan ideolojisiz düpedüz düşünülemezdir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.