Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Sahi nedir bu Kürt sorunu!”

Kürt sorununun olmadığını iddia edenlerin, tersini düşünenlere tepki olarak söyledikleri bir klişe: “Sahi nedir bu Kürt sorunu!” Bu tepki bile Türkiye’de Kürt sorununun varlığının tek başına kanıtı durumunda.

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. “Sahi nedir bu Kürt Sorunu!” lafını çok sık duyuyorum, özellikle son dönemde çok sık duyuyorum. Bir zamanlar Kürt sorununun çözümü konusunda bir hareketlilik varken, çabalar varken, devlet desteği varken, böyle sorular sorulmaz olmuştu; ama bir süredir tekrar bu sorunun üstü örtüldükten sonra, bunu dile getirmeye çalışan az sayıdaki insanların –ki bunlardan birisi de benim– karşısına en çok çıkan soru bu. Aslında soru değil bu. Soranın cevabını bildiği bir şey. Bu aslında Kürt sorunu diyeni yaftalamak için, ya da onu aşağılamak için edilmiş bir tepki cümlesi — sorudan ziyade. “Nereden çıkarıyorsunuz? Böyle bir şey yok” ve tabii bunun devamında gelen birtakım sözler var; mesela “Yıllarca birbirimizden kız alıp vermişiz” sözü var, ya da “Etle tırnak gibiyiz” sözü var, ya da “Benim de Kürt arkadaşlarım var” gibi sözler var. 

Bu mesele bana göre Türkiye’nin en önemli meselesi, yıllardan beri böyle düşünüyorum; çözülmediği müddetçe de böyle düşünmeye devam edeceğim ve bu sorunun çözülmemesi halinde Türkiye’de kalıcı, yapısal hiçbir sorununun çözülebileceğine inanmıyorum; çözüm için de öncelikle bu sorununun varlığının kabul edilmesi gerektiğine inanıyorum. Siz bunu dile getirdiniz, ama böyle bir sorunu dile getirdiğiniz zaman size gelen tepkiler — ki büyük bir ihtimalle bu yayından sonra gelecek olan tepkilerin içerisinde de bunlardan çok olacak. “Ne farkı var? Kürt olup da yapamadıkları ne var?” gibi bir dizi soruyla karşı karşıya kalıyoruz ve daha sonra da bu sorular ayrımcı bir tepkiye doğru gidiyor. Kürtlerin Türkiye’de eksikleri olmadığı, hatta fazlaları olduğuna kadar işi götürenler var — işte, büyükşehirlerde Kürtlerin mafyalaştıklarını söyleyenler, ya da Güneydoğu’da kaçak elektrik kullandığını söyleyenler gibi bir dizi ayrımcı suçlama ve şehir efsanesiyle bu olay geçiştirilmek isteniyor. Bunlar aslında hep bu olayı örtme çabaları; çünkü Türkiye öteden beri Kürt sorununda bir inkâr politikası izlemiş; devlet bunu izlemiş, toplum da büyük ölçüde bunu yapmış, Kürtler de aslında büyük ölçüde buna eşlik etmişler, bu konudaki sorunlarını dile getirmeye cesaret edememişler. Nitekim Çözüm Süreçleri başladığı zaman dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da Türkiye’de Kürt sorununa karşı bu ret ve inkâr çizgisinin ve hatta asimilasyona kadar giden politikaların varlığının altını çizip bundan uzaklaşmak gerektiğini söylemişti ve belli bir karşılık bulmuştu özellikle Kürtler açısından. 

“Bu sorun nedir?” diye soranlar, “Sahi nedir bu Kürt sorunu?” diye soranlar, aslında böyle bir sorunun olduğunu çok iyi bilen kişiler. Zaten böyle bir soruyu sorabilmek –aslında bu soru değil– böyle bir tepki verebilmek, zaten bu sorunun olduğunu bize gösteriyor. Bu tepki aslında dünyanın dört bir tarafında, Türkiye’de de, sayıca çok olanların sayıca az olanların taleplerine karşı verdiği geleneksel tepki. Dünyanın değişik yerlerinde, tarihin değişik dönemlerinde, etnik olarak, dinsel olarak, düşünsel olarak, cinsel olarak farklılıklar söz konusu olduğunda, egemen olan, sayıca çok olan, iktidarda olanlar, kendileri gibi olmayanlara karşı hep bunu dile getirmişler, taleplerin hepsini, her birine “Ne eksiğiniz var? Her şeyiniz zaten fazlasıyla var. Hatta benden ya da bizden daha fazla var” şeklinde tepkilerle karşılaşılmış. Bu tepkiler zaten bu sorunun varlığını dile getiriyor. Türkiye eğer çoğulcu bir demokratik düzene sahip olsaydı –ki bu bugünün meselesi değil yılların meselesi– Kürt sorununun varlığından söz etmemiz mümkün olmazdı. Çünkü çoğulcu toplumda esas olan çoğunluğun değil; her bir parçanın haklarının gözetilmesidir; ama Türkiye’de çoğunlukçu bir sistem var. Sayıca çok olan, hatta kimi durumda –son başkanlık seçimlerinde olduğu gibi– bir fazla oy alan, bütün her şeyi alıp onun dışındaki herkesin de hiçbir şey alamadığı bir sistem hayal ediliyor; sayıca çok olanın, daha güçlü olanın her şeye hâkim olduğu bir sistem savunuluyor. Onun dışındaki kesimler, sayıca az olan, nispeten daha az güçlü olanların da güçlü olan ve sayıca çok olanın verdiğiyle yetinmesi isteniyor, böyle bir sistem var. 

Türkiye’de sadece Kürt sorunu yok; Türkiye’de bir Alevi sorunu da var, Türkiye’de kadın sorunu da var, güçsüzlerin her birinin sorunları bir bütün oluşturuyor, her biri ayrı ayrı sorun; ama tematik olarak baktığımız zaman hepsinde aynı perspektif var; güçlü olanın güçsüz olanın sesini duymaya yanaşmaması. “Kürt olanların neyi eksik? Kürt olanlar da bakan oluyor, başbakan oluyor, şu oluyor bu oluyor” diye söylenenler var; ama sorduğunuz zaman sayılan isimlerin büyük bir kısmı hakkında şöyle şeyler söylenir; mesela Turgut Özal için “Bir yanı Kürtmüş, Kürt denemez, Kürtmüş” denir ki, kendisinin de böyle söylediği vâkiydi. Ama şunu özellikle vurgulamak lazım; “Her yerde Kürtler olabiliyor, her yerde Aleviler olabiliyor” dediğiniz zaman, bu Kürtlerin ya da Alevilerin Kürt ya da Alevi kimliğiyle varlıklarını gösterebilmeleri gerekir. Geçen gün yüksek lisans tezi için araştırma yapan Anadolu’dan bir öğrenci ile buluştuk. Alevilik üzerinde çalışıyordu, ama aynı zamanda Kürtlerle de ilgili çalışıyordu. Kendisi anladığım kadarıyla daha Sünni muhafazakâr bir çevreden gelen bir arkadaş. Adalet ve Kalkınma Partisi’nde Alevi milletvekili olup olmadığını kendisine sordum, bu konuda çalışan birisi olmasına rağmen bilmediğini, mümkün olabildiğini söyledi. Muhakkak vardır, bir iki kişi vardır –belki de, muhakkak diyorum ama belki de vardır–, ama Alevi kimliğini öne çıkararak, bu kimliğini vurgulayarak ne zamandan beri AKP’de milletvekilliği yapan kimse kalmadı. Bir ara Reha Çamuroğlu bunu yapardı, o da bu hareketten çoktan koptu zaten; onu Alevi kimliğini öne çıkardığı için bir şekilde transfer etmişlerdi, ama artık böyle bir şey ihtiyaç bile duyulmuyor. Belki vardır, ama biz Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili olup da ya da hele bakan vs. olup da, üst düzey bürokrat olup da, Alevilerin haklarını, taleplerini dile getiren, bunlara sempatiyi bir kenara bırakın empatik yaklaşan kimseyi görmedik — ben görmüyorum gören varsa beni uyarsın. Aynı şekilde Kürt kimliğine sahip olan –tabii ki Kürt olan milletvekilleri var, ama Kürt kimliğine sahip çıkan– milletvekillerinin de iktidar partisinde zamanla tasfiye edilmiş olduklarını görüyoruz. 

Buralardan başlamak gerekiyor. İnsanların kimliklerini gizleyerek var olmaları, belli yerlere geliyor olmaları, o kimliklerin Türkiye’de hakkaniyetli bir şekilde temsil edildikleri anlamına gelmiyor. Bu anlamda Türkiye’de çok ciddi bir kriz var, bu kriz de Türkiye’de Kürtlerin ve Alevilerin, kadınların da tabii ki hak ettikleri şekilde sayılarının oranını bile yakalayamayacak bir şekilde temsil edildikleri ya da hiç temsil edilmedikleri sözkonusu. Normalde çoğulcu demokrasilerde sayıca az olanlara karşı pozitif ayrımcılık yapılır, bu çok tartışılan bir meseledir. Dünyanın dört bir tarafında, özellikle demokratik toplumlarda, pozitif ayrımcılık çok iyi bir şeydir, bunun yanlış olduğunu ileri sürmek genellikle sağcı bir politika yapma tarzıdır ve geri bir pozisyondur. Normalde bazı durumlarda sayıca az olan toplulukların o toplumda –kendileri dile getirmese bile, kendileri bu cesareti göstermese bile– çoğunlukta olanlar tarafından öne çıkarılmaları gerekir. Türkiye’de çoğunluğun sayıca az olanları öne çıkartması bir kenara, bu konuda haklarını talep etmelerinin önüne de çok ciddi engeller çıkartılıyor. Özellikle çözüm süreci döneminde birçok kazanım elde edildi, ama o kazanımların büyük ölçüde kaybedilmese bile silikleştirildiğini görüyoruz. O bir zamanlar yaşanan Kürt kimliğinin, Kürt dilinin, Kürt kültürünün teşvik edilmesi politikalarından alabildiğine uzaklaşıldığını görüyoruz; Kürtçe eğitim meselesi başlı başına hayatî bir sorun olarak önümüzde duruyor. 

Evet Türkiye’nin bir Kürt sorunu var, bu sorunu çözmesi gerekiyor. Özellikle bu sorunun çözülmesinde Kürt olmayan kesimlere çok büyük rol düşüyor. Tabii ki Kürtlerin de bu sorunun barışçıl bir şekilde çözülmesinde ciddi, yapıcı bir şekilde katkıda bulunmaları gerekiyor. Başlangıç olarak silahın devreden kesinlikle artık çıkarılması gerekiyor ve bir ortak ülkeyi yeniden inşa edebilmenin yollarının barışçıl ve demokratik kanallardan işletilmesi gerekiyor; ama Türkiye maalesef şu aşamada bunun çok çok uzağında. Dolayısıyla siz masumâne bir şekilde “Kürt sorunu, Kürt meselesi” dediğiniz zaman, hemen karşınıza büyük bir böbürlenmeyle “Sahi, nedir bu Kürt sorunu?” diye sözünüzü size yutturmaya çalışıyorlar; ama bu söz, edilebilecek bir söz değil. Çünkü bu sorun çok ciddi bir sorun, gözardı edilebilecek, inkâr edilebilecek bir sorun değil. Öncelikle herkesin bu sorunun çözümünün Kürtlerin beklentilerinin –sayıca az olan her kesimin, ama burada konumuz özellikle Kürtler– beklentilerinin bir şekilde giderilmesinin Türkiye’deki bir arada yaşamayı mümkün kılabileceğini kabul etmesi gerekiyor; ama maalesef bunun çok uzağındayız. 

Tekrar söylüyorum: Özellikle benim gibi Kürt olmayanların, bu konuya daha hassas bir şekilde, diğerkâm bir şekilde yaklaşmaları gerekiyor; ama İsmet Özel’in söylediği gibi, insanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır olduğu müddetçe ve bu yaklaşım hâkim olduğu müddetçe, bunu çözmenin, bu tür hayatî sorunları çözmenin maalesef çok uzağında kalıyoruz, kalacağız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.