Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

CHP’nin sağcı merakı

CHP, İyi Parti ile birlikte Ordu’da belediye başkanlığına eski AKP’li İdris Naim Şahin’in aday gösterilmesinin düşünüldüğü iddiasını yalanlamadı. Aslında bu ilk değil. CHP yıllardır, “başka kesimlere açılma” gerekçesiyle eski sağcı politikacılara listelerinde yer veriyor. Ama bu stratejinin akılcı olup olmadığı tartışmalı.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. 31 Mart yerel seçimleri yaklaşıyor ve CHP’nin sağcı merakı da depreşiyor — öyle söyleyelim. En son İdris Naim Şahin’in adı geçiyor. Eski AKP’li, ama yollarını belli bir tarihten sonra ayırmıştı. Kendi başına siyaset yapmaya çalıştı. Bir zamanlar Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınındaki isimlerden birisiydi. Onun adı Ordu’da İYİ Parti ile birlikte ortak aday olarak geçiyor. Ve bu belli anlamlarda bir rahatsızlığa, itiraza yol açtı. Olacağına emin değilim, ama bu ihtimal reddedilmedi. Olursa kazanır mı? Açıkçası çok fazla sanmıyorum; ama olay bir yerden sonra kazanıp kazanmama meselesi değil. Burada, CHP’de aslında Deniz Baykal zamanından beri bir sağcı merakı var. Yani dışa açılma, başka kesimlere açılma perspektifini bazı isimler üzerinden gerçekleştirebileceğini sanma…

Baykal ile Kılıçdaroğlu farkı

Aslında Deniz Baykal bunu daha çok vitrin düzenlemesi gibi yapardı. Çok da fazla abartmazdı; ama yapardı. Kılıçdaroğlu döneminde bu biraz daha fazla yapılır oldu. Hem genel seçimlerde hem de yerel seçimlerde, merkez sağda yer aldığı bilinen birtakım isimler aday gösterildi. Kimisi seçildi, kimisi seçilemedi. Ama en çarpıcı örnek tabii ki Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ortak cumhurbaşkanı adayı olarak MHP ile beraber gösterilmiş olmasıydı. O başlı başına çok büyük bir fiyaskoydu. O tarihlerde, köşe yazdığım dönemlerde Vatan gazetesinde, bu konuda çok sayıda yazı yazdığımı ve televizyon programlarında da bu konuda, bunun yanlışlığı, çatı adayı projesinin yanlışlığı üzerine yazdığımı biliyorum. Ve zaten beklenen olmuş ve hezimetle karşılaşmıştı.

Burada şöyle bir soru var: CHP’nin, yani Türkiye’de geleneksel olarak ortanın solu olarak bilinen –ki CHP’nin solculuğu hep öteden beri tartışmalıdır ama merkez sol diyelim kabaca– bu hareketin oy oranı için ülkenin yaklaşık üçte biri telaffuz edilir. Böyle geleneksel bir rakam var ortada. Tabii bırakanlar oluyor, değişik tarihlerde değişebiliyor; ama CHP’nin parti olarak son dönemde girdiği seçimlerde de yüzde 25 gibi bir oranı var. Bunun ötesine geçmeden iktidara gelebilmesi mümkün değil. Bunun ötesine geçebilmek için de kendisine yabancı, kendisine mesafeli kesimlere ulaşabilmesi lazım, doğru. Peki bunu nasıl yapacak sorusu masada ve bu soruya genellikle CHP’yi yönetenler, birkaç kişiyle, birkaç isimle, öteki mahalleden ya da bu ulaşılamayan kesimlerden birkaç isimle bunun halledilebileceğini, en azından halledilmeye çalışıldığı imajı verilebileceğini düşündüler. Böyle bir aldatmaca ile bu yapıldı.

Bu arada birtakım isimler CHP kontenjanlarından milletvekili ya da belediye başkanı seçildiler. Milletvekili ya da belediye başkanı seçildikten sonra genel olarak Türkiye’ye, özel olarak CHP’ye ne katkı verdikleri başlı başına bir soru işareti olarak kaldı. Kimilerini sadece seçim zamanı adaylıkları ile duyduk, seçildikten sonra ne yaptıklarını da pek bilmedik. İsim vermek istemiyorum, çok sayıda isim var. Bu kişisel bir mesele değil.

Transfer denilemez

Ama şunu özellikle vurgulamak lazım: Alınan kişiler, transfer edilen kişiler diyelim, aslında burada transfer çok doğru bir kelime olmayabilir, çünkü transfer bir partiden almaktır. Genellikle CHP’nin aday gösterdiği kişiler o anda o seçim öncesi sahipsiz olan yani yeri yurdu olmayan kişiler. Geçmişte şu ya da bu partide, sağ partilerde görev yapmış, seçilmiş olabilir, üst düzey yöneticilik yapmış olabilir; ama o partiden koparıp getirdiği pek aday olmadı benim bildiğim kadarıyla. Genellikle eski bir tarihte o partilerde yer almış –bu kimi zaman ANAP, Doğru Yol olabilir, kimi zaman AKP olabilir– arada açıkta kalmış, partisiz kalmış, kendisi bir şeyler denemiş belki, ama sonra, birkaç yıl sonra, bazıları yıllar sonra CHP’nin bir şekilde sahip çıkması ile tekrar siyasete –bir nevi tıbbi terimle söyleyecek olursak reanimasyon oluyor–, tekrar hayata döndürülmüş kişiler.

Burada sorun şu: Bu kişilerin hayata döndürüldüğü kesin. Bu kişiler tekrar bir yerden çıkartılıyorlar. Ama bu hayata döndürülen kişiler bu partiye, bu harekete ne katıyor? Onu hayata döndürebiliyor mu? Gerçekten ona bir dinamizm katabiliyor mu? Bu soruyu sorduğumuz zaman genellikle cevabın olumsuz olduğunu görüyoruz.

Abdüllatif Şener örneği

En son seçimlerde Abdüllatif Şener örneği, Konya’da CHP’den milletvekili seçildi. En iddialı isimlerden birisiydi. AKP’nin kurucu ekibinin önde gelen isimlerinden ve ilk bakanlarından –ki daha önce Refah Partisi döneminde de bakanlığı var, AKP ile yolunu ilk ayıranlardan birisi– ve kendisi bir şeyler yapmaya çalıştı, parti kurdu vs.. Yıllar sonra geldi. Bayağı da bir imkân buldu. Şu âna kadar bir olumsuzluğunu gördüğümü söyleyemem; ama Abdüllatif Şener’in katılması ile beraber CHP’ye yeni bir dinamizm, yeni bir soluk geldiğini söylemek hayli abartılı olur. Sonuç olarak Abdüllatif Şener’in CHP’den milletvekili olmasının yanlış olduğu anlamında söylemiyorum; ama diyelim ki Abdüllatif Şener AKP ile ilk yollarını ayırmaya niyetlendiği zaman, daha hâlâ AKP üyesi iken, ya da AKP’den ayrıldıktan hemen sonra CHP’ye girmiş olsaydı yaratabileceği etki ile yıllar sonra gelmesi ile yarattığı etki arasında çok büyük fark oluyor.

İdris Naim Şahin örneği

Abdüllatif Şener örneğini bir olumlu örnek olarak görüyorum. Çünkü belli bir birikimi olan, kendini kanıtlamış bir isim. Dolayısıyla pozitif bir örnek olmasına rağmen çok olağanüstü bir katkısı olmadığını görüyoruz — ki İdris Naim Şahin gibi pozitif sıfatının hiç yakışmadığı bir isimden bahsediyoruz. Bu kişi özellikle CHP seçmeni nezdinde hep kötü hatırlanan ya da gülerek hatırlanan bir isim. Sonradan Erdoğan’la yolları neden ayrıldığını da tam bilmiyoruz açıkçası. Ayrılmış olabilir, çok sert eleştiriler getirmiş olabilir; ama İdris Naim Şahin gibi bir ismin ne katacağı, ne katabileceği sorusu gerçekten CHP seçmeninin önünde çok büyük bir soru işareti olarak durabiliyor. Sadece ve sadece geçmişte bir yerde siyaset yapmış birisini siz yıllar sonra devşirdiğiniz zaman o kesimden birkaç oyu, hatta bir de yüklü sayıda bir oyu alabileceğini düşünmek hiç gerçekçi bir husus değil.

Peki ne yapması gerekiyor CHP gibi bir partinin? CHP’nin başka yerlere açılmak, başka kesimlere açılmak konusunda bunun üzerinde ciddi bir şekilde durması lazım. Ama burada yıpranmış, eskimiş ve siyasette aktif olduğu zaman da çok iyi isimler bırakmamış bazı kişiler yerine birincisi, o kesimlere ulaşmasını kolaylaştırabilecek daha genç, daha yeni, gelecek vaat eden kişilere yönelebilir. Böyle bir mesele var. Ama bu hiç akla gelen bir şey değil.

CHP’de yenilerin, gençlerin önü ne derece açık?

Zaten şunu da biliyoruz ki CHP gibi bir parti kendi tabanı içerisindeki genç, yıpranmamış, gelecek vâdeden kesimlere karşı da çok –nasıl söyleyeyim?– onları teşvik eden bir parti değil — CHP ya da ona benzer hareketler. Dışarıdan böyle isimleri almak, onları öne çıkartmak en son akıllarına gelecek bir şey herhalde. Çünkü şöyle bir mantıkla bakılıyor: Yahu bu kadını kim tanır, bu adamı kim tanır? Tamam, iyi, muhafazakâr camiadan olabilir ya da merkez sağdan olabilir, ama ben bile adını ilk defa duydum, bize ne katkısı olur şeklinde bir yaklaşımın geçerli olduğunu biliyoruz. Ama sorun şu: Sizin denenmiş, yıpranmış ve belli bir yerden sonra aslında emekli olması gereken –ki hatta bazıları olmuş– kişileri tekrardan siyasete döndürdüğünüz zaman kazancınızın olabileceği çok rasyonel değil.

Birinci yol, eğer gerçekten bu kesimlere onun içerisinden insanlarla ulaşmak isteniyorsa, öncelikle daha genç, daha yıpranmamış isimlere bakmak gerekir bence. Ama daha önemlisi şu: İsimler üzerinden değil, politikalar üzerinden gitmek gerekir. Yani bazı kesimler size hasmâne bir şekilde bakıyorsa, size oy vermeyi düşünmüyorsa, sizden nefret ediyorsa, sizi düşman görüyorsa, ya da eleştirileri varsa, bunları değerlendirmek, bunlara bakmak, buradaki eleştiri noktalarının içerisinde düzeltilebilecek yerler üzerinde çalışmak ya da çok önemli bir husus: Yanlış anlamalar, çarpıtmalarla mücadele etmek, bunları gündeminize almak gerekir. Yani kendinizden olmayan, mesela muhafazakâr kesimlere ulaşmanın yolu, muhafazakârlığı tescilli birtakım insanları şu ya da bu nedenle, şu ya da bu şekilde safınıza katmaktan ziyade, muhafazakâr kesimlerin sizin partinize yönelik eleştirilerini, itirazlarını ve beklentilerini ciddi bir şekilde inceleyip, değerlendirip, bunlara göre birtakım politikaları geliştirmek ya da neden geliştirmediğinizi olabildiğince ikna edici bir şekilde açıklamaktır.

Bunu yapmadan birtakım kişileri vitrine koyarak, “Aslında benim muhafazakâr kesimlerle bir sorunum yok” demeye çalıştığınız zaman, çok anlamlı olmuyor — hatta çok anlamlı değil, hiç anlamlı olmuyor. CHP’nin sağcılık merakından önce, bence yapması gereken temel husus solculuğunu bir gözden geçirmesi ve yeniden tanımlaması ya da solculuk demeyelim, kendi siyasî duruşunu yeniden tanımlaması gerekiyor. Ve onu iyice tanımladıktan sonra bunu çağdaş koşulların ışığında, diyelim ki sosyal demokrasi diyorsa kendisine, sosyal demokrasiyi günümüz dünyası ve Türkiye’sinde yeniden tanımladıktan sonra bu bağlamda da kendisine mesafeli olan kesimlere yönelmenin 1) politikalarını; 2) sloganlarını; 3) mekanizmalarını oluşturması gerekir.

Kişiler değil mekanizmalar önemli

Bu mekanizmaları oluşturmak zor bir iş, bunun farkındayım. Ama siz bu mekanizmaları oluşturmakla uğraşmak yerine, “Bir iki kişiyi transfer ederim, alırım, aday gösteririm ve zaten bu mekanizmaları onlar kurar” dediğiniz zaman, çok büyük bir yanılgı içerisine düşmüş olursunuz. Çünkü aldığınız bu kişilerin önemli bir kesiminin –transfer ettiğiniz ya da saflarınıza kattığınız diyelim– kişilerin önemli bir kesiminin, o dahil olduklarını varsaydığınız kesimlerle, mahalleyle diyelim ya da, siyasî çevreyle zaten ilişkileri büyük ölçüde kopmuş durumda oluyor. Yani bunlar gidip, diyelim ki zamanında Refah Partisi’nde ya da AK Parti’de politika yapmış birilerini aldığınız zaman, bunların gidip AK Parti seçmeninde çok sıcak karşılanacağını falan beklemek çok da gerçekçi olmuyor, hatta kimi zaman çok daha sert tepkilerle karşılaşabiliyorlar. Bir nevi, o taban tarafından bir nevi hain olarak da görülebiliyorlar. O kişi yerine belki sizin tescilli, yılların CHP’lisi bir ismi o kesimlere yollamanız daha fonksiyonel bile olabilir. Böyle de bir soru var ortada.

CHP içindeki sağcılık

Tabii bir diğer sorun şu: Bugün CHP’de siyaset yapan isimlerin çok ciddi bir kısmının neden CHP değil de, bir AKP’de ya da geçmişin ANAP’ında ya da geçmişin Doğru Yol partisinde siyaset yapmadığı konusunda, O soruya verilecek çok net cevaplar yok. Yani CHP’nin içerisinde çok ciddi bir siyaset sınıfı var ve bu siyaset sınıfı siyaseti o kadar hayatının her yerine taşımış ki, aslında kendine yabancılaşmış, partisine ve ülkesine de yabancılaşmış geniş bir kesim var. Ve bu kesimler özellikle delege sistemi ile beraber parti yönetiminde ve parti örgütlerinde çok da etkili olabiliyorlar, belirleyici olabiliyorlar. Dolayısıyla aslında şunu söylemek lazım: CHP’nin sağcı merakı, dışarıdan sağcı devşirme merakının dışında kendi içerisindeki sağcılaşmaya, statükoculaşmaya, muhafazakârlaşmaya vereceği bir cevabı da yok.

Yani dışarıdan sağcı alan CHP’nin içerisinde, –sağdan ne anladığınızla ilgili bir şey, ama benim anladığım kadarıyla sağ esas olarak değişimin önündeki engelse; siyasette, yeniliğin, ilerlemenin önündeki engelse–, CHP’nin içerisinde zaten bol miktarda bundan var, sağcı var ve kendilerini solcu olarak tanımlıyorlar — CHP’nin içersinde ya da CHP’nin çevresinde. Bir de böyle bir sorunu var. Dolayısıyla sorun her şeyden önce CHP’nin kendini yenilemesi — ki Kılıçdaroğlu ile beraber “yeni CHP” diye bir laf ortaya atılmıştı ve bayağı bir dolaşıma sokulmuştu. Ama dönüp baktığımızda o kadar geçen zaman içerisinde Baykal CHP’si ile Kılıçdaroğlu CHP’si arasında birisine eski, diğerine yeni dememizi haklı kılacak şekilde büyük değişiklikler olduğunu açıkçası görmüyorum. Büyük ölçüde CHP eski alışkanlıklarından çok da fazla sıyrılabilmiş bir parti değil. Dolayısıyla bu parti yine kendi yapısal sorunları ile, kendi ontolojik meseleleri ile, kendi ciddi ideolojik-politik krizleri ile uğraşmak yerine, daha geniş kitlelere ulaşma adı altında birtakım vitrin düzenlemeleri ile, hepsi değilse bile önemli bir kısmı aslında çoktan tekaüt olmuş eski sağ parti siyasetçilerini alarak yoluna devam etmeye devam edecek gibi gözüküyor. Ve buradan da bir şey çıkacağını açıkçası sanmıyorum.

İdris Naim Şahin ile başladık, öyle bitirelim. Eğer anlaşma olursa herhalde İYİ Parti’nin adayı olacak Ordu’da İdris Naim Şahin. Yani böyle bir formülü şu anda Türkiye’de muhalefetin içinde bulunduğu açmazı aşmada böyle bir ismin bir –nasıl söyleyeyim?– çare olarak görülebiliyor olması bile bence başlı başına bir facia. Ama Ekmeleddin İhsanoğlu faciasının sonunda bence bütün sonradan yaşananların, hatta öncesinde olanların ve sonradan yaşananların hepsi bir yerden sonra çok hafif kaçıyor. Onu yapmış olan bir hareketten, aslında her türden bu tür küçük çaplı facialar beklemek şaşırtıcı olmaz herhalde diye düşünüyorum.

Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.