Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP tabanı: Efsaneler ve gerçekler

Yerel seçimlere beş gün kala gözler AKP seçmen tabanında. Liderine körü körüne bağlı insanlar mı söz konusu, yoksa siyasi tercihini akılcı kriterlerle yapanlar mı?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Yerel seçimlere tam 5 gün kaldı ve bugüne kadarki tartışmalarda baktığımız zaman hep iki soru var: 1) Muhalefet tabanı ne yapacak, sandığa gidecek mi? 2) İktidar partisi ve iktidar ortağı ne yapacak? Ve bir AKP parti tabanı söylemi var. AK Parti tabanının kutuplaşmaya paralel olarak Erdoğan’ın etrafında kenetlenmiş olduğu ve kolay kolay saf değiştirmeyeceği ya da Erdoğan’dan rahatsızlık duysa bile bu rahatsızlığını bir CHP adayını destekleyerek göstermeyeceği, en iyi ihtimalle sandığa gitmeyeceği şeklinde. Dün Bekir Ağırdır ile burada yaptığımız yayında o bu konunun özellikle altını çizdi. Çok kişi benzer şeyler söylüyor. Kutuplaşma bir veri olarak alınıyor. AKP tabanı sabit bir veri olarak alınıyor. Bütün dertlerine rağmen, şikâyetlerine rağmen kolay kolay vazgeçmeyeceği şeklinde bir yaklaşım var. Bu ne derece gerçeği yansıtıyor, önemli bir tartışma konusu. 

Kişisel gözlemlerime dayanarak –ki bu kişisel gözlemlerim gazetecilik hayatımla paralel; yani 30 yılı aşkın bir süre boyunca İslamî hareketleri, Milli Görüş hareketini, daha sonra da AKP’yi takip etmiş bir gazeteci olarak ve bu takibi sadece yöneticiler anlamında değil ama aşağıdaki tabanında da yapmış birisi olarak– bir şeyler söylemek istiyorum:

Değişik dönemlerde, özellikle seçim öncelerinde Türkiye’nin dört bir tarafında, bütün bölgelerinde yaklaşık –herhalde abartmıyorum– en az 60 farklı ilde, belki daha fazla farklı ilde AKP’nin, bugünkü AKP’nin ya da dünkü Refah Partisi’nin tabanından, orta kademe yöneticisinden üst düzey yöneticisine kadar çok sayıda insanla değişik konjonktürlerde görüşme imkânım oldu, tartışma imkânım oldu. Bugün de hâlâ bir şekilde bunu sürdürmeye çalışıyorum. Birtakım sürekli görüştüğüm arkadaşlarım, kimi durumda da haber kaynakları diyelim. Ve çok dinamik bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Hep böyleydi. Bu yapı çok inanmış, siyasete bir dava olarak bakan bir yapı olarak gözüktü. Ama bu yapının içinde hep birtakım tartışmalar, tedirginlikler, iç çatışmalar oldu. Görüş farklılıkları çok oldu, yaklaşım farklılıkları çok oldu. Ama bir şekilde zamanında Erbakan’la ya da bu hareketin yükselişte olmasıyla alâkalı olarak bütün bu sorunlar bir yerde ertelenip birlikte yola devam edildi. Ve Türkiye’nin aslında 80 sonrasına damga vuran bir hareket oldu. Nitekim Türkiye 2002 sonundan beri de AKP tarafından, Erdoğan tarafından yönetiliyor. 

Erdoğan’ın kurmuş olduğu bu ilişki, tabanla kurmuş olduğu bu ilişki ömür boyu sürecek bir ilişki mi? Hiç sanmıyorum. Bu hareket Erbakan gibi bir lideri, Erbakan gibi kayıtsız şartsız itaat edilen bir lideri reddedebilmiş bir hareket, ona karşı çıkarak oluşmuş bir hareketten söz ediyoruz. Erdoğan bir Erbakan değil –kimileri tabii ki, ona çok bağlı olanlar onu belki Erbakan’dan daha ileri bir noktada görüyorlar; ama benim kişisel gözlemlerime, değerlendirmeme göre böyle bir şey yok–; Erbakan’la Erdoğan liderlik anlamında çok farklı iki ayrı alanın insanları. Erbakan bir nevi bir davanın lideriydi. Ve bu davanın çok ciddi bir şekilde uluslararası boyutları da vardı. Erdoğan bunu denedi, ama bence başaramadı. 

Erdoğan Türkiye’de bir iktidarın lideri. Ve belli bir aşamadan sonra, özellikle son dört beş yıldır bu hareket artık iktidar üzerinden tanımlanan bir hareket oldu. Ve iktidardan uzaklaşma ihtimalinin Erdoğan’a olan bağlılığı azalttığını, daha da azaltacağını düşünüyorum. Yediği darbeler sonrasında bunun çok büyük bir kopuşa yol açabileceğini düşünüyorum ve bir çözülme olduğunu düşünüyorum. Bu çözülme 31 Mart’ta sandığa yansır mı? Ne derece yansır? Bunları söyleyebilecek durumda değilim. Kamuoyu araştırma şirketleri vs. bunun üzerine ciddi olarak çalışanları da var; ama büyük bir çoğunluğun çok üstünkörü çalışmalar yaptıklarını biliyoruz. Ama sonradan bunları daha net görebileceğiz. 

Burada birtakım hususlara bakmak lâzım. Bu insanlar Erdoğan’ı ve AKP’yi niye seçtiler? Giderek bu oran –arada bir yerel seçimde tökezleme dışında– niye belli bir süre artarak devam etti? AKP ve Erdoğan’ın oyu neden sürekli arttı? Ve şimdi bir gerileme varsa –ki bence var, hatta bu gerilemenin de ötesinde bir çözülme var–, neden böyle bir şey yaşanıyor? Buraya baktığımız zaman, öncelikle AKP tabanını, AKP seçmenini sırf birtakım maddi çıkarlarla buraya bağlanmış kişiler; bir zamanlar çok yapılan, makarnayla ya da kömürle oyları satın alınan ya da göbeğini kaşıyan insanlar olarak görmemek lâzım. Belki de Türkiye’de Kürt seçmen ile yarışır — politizasyon anlamında. Çok politize, politika ile çok ilgili, rasyonalitesi çok güçlü olan bir kesimle karşı karşıyayız. 

Muhalefetin en büyük hatası bence, bu AKP etrafındaki, Erdoğan etrafındaki seçmenin rasyonalitesini çok ciddiye almamaları, bu bağlılığı irrasyonel yani akıldışı birtakım gerekçelerle açıklamaya çalışmaları. Halbuki bence AKP’ye ve Erdoğan’a karşı yürütülecek bir muhalefetin öncelikle yapması gereken, AKP tabanının, AKP seçmeninin neden ve nasıl rasyonel hareket ettiği, neleri göz önüne aldığını kurgulamak. Lider kültüne bağlı olanlar muhakkak vardır, körü körüne inananlar muhakkak vardır. Bu her harekette var. AKP’de belki daha fazladır, çok emin değilim, ama diyelim ki böyle. Fakat bence ezici bir çoğunluğu farklı farklı gerekçelerle, aklî gerekçelerle hareket ediyor. Tabii ki işin içerisine vicdanlarını, kalplerini de katıyorlar; ama AKP’yi desteklemek ve Türkiye’de 80’li yıllardan itibaren ortaya çıkan İslamî hareket –genel olarak İslami hareket, sadece Milli Görüş hareketi değil, sadece AKP hareketi değil– aklın ve kalbin birlikte yürüdüğü hareketler bunlar. Genellikle burada muhalefet cephesinin yaptığı en büyük hata, buradaki akıl boyutunu, zihin boyutunu ihmal etmeleri. Ve bu hareket güçlenmesini özellikle en çok bu insanları, sistemin dışladığı insanları merkeze taşıma iddiasıyla başardı. 

Ama bir diğer hususu da unutmamak lazım: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kimi seçimlerde %50’lere varan oy oranlarını yakalamış olması, sadece dindar-muhafazakârlıkla açıklanacak bir şey değil. AKP’ye belli bir tarihten itibaren geçmişte merkez sağ ya da merkez sol denen, hatta Kürt hareketine yakın olduğu söylenen kesimlerden de çok ciddi bir ilgi, teveccüh, destek ve katılım yaşandı. Burada da bu kesimler birtakım rasyonel akıl yürütmelerle bu harekete oy verdiler, bu harekete dahil oldular. 

Çünkü bu hareket sadece sistemin dışladığı dindarları sistemin merkezine taşımak iddiasını dillendirmiyordu. Aynı zamanda şu ya da bu nedenlerle, farklı gerekçelerle şikâyeti olan insanların da dertlerini çözme iddiasıyla hayata geçti. Mesela ilk başta adında adalet olması ve Avrupa Birliği’ni savunması, demokrasiyi, özgürlükleri savunması, yasaklara karşı olması ve öte yandan bütün bunları yaparken global kapitalist sistemle entegrasyonu savunuyor olması gibi nedenlerle ve bu arada da yaşanan ekonomideki büyüme vs. gibi gelişmelerle de, pozitif gelişmelerle bu hareketin içerisine farklı kesimlerden farklı insanlar dahil oldular, oy verdiler, üye oldular, yönetici oldular, milletvekili hatta üst düzey bürokrat oldular vs.. 

Ama belli bir tarihten itibaren bir çözülme yaşanıyor. Artık AKP bir yandan dindar-muhafazakârların, merkeze taşınmış dindar-muhafazakârların oradaki refahını ve huzurunu garanti edebilecek bir hareket olmaktan çıkmak üzere. İlkin böyle bir boyutu var bence. Bir diğer yandan, değişik şekillerde bu harekete inanmış, inanan ya da ehven-i şer olarak gören, dindar-muhafazakâr olmayan kesimlerin beklentilerini artık tam olarak karşılayamayan, hatta tam zıttı bir pozisyon alan bir harekete dönüştü — özellikle Erdoğan’ın bütün iktidarı tekelleştirmesiyle beraber. Dolayısıyla birtakım kopuşların, mesafe almaların olduğunu görüyorum, duyuyorum, gözlemliyorum. 

Bu kopuşları farklı farklı açılardan ele alabiliriz. Birincisi: Muhafazakârlar içerisinde, İslamî hareketten gelip AKP içerisinde yer alan, ona destek veren kesimlerin içerisinde ciddi bir sorgulama yaşanıyor. O da başlangıçta muhalefette ya da iktidarın ilk yıllarında dile getirilen söylemin, savunulan söylemin, stratejilerin tamamen dışına, hatta tam zıddına taşınılmış olması. Özellikle demokrasi, hukuk devleti gibi olaylardan uzaklaşılmasının İslamî kesimden gelen birçok kişide, özellikle orta sınıflardaki kişide –kadınlar bunun içerisinde bence önemli bir yer oluşturuyor, özellikle eğitimli muhafazakâr kadınlar– çok ciddi sorgulamaları da beraberinde getirdi. Şunu unutmayalım: Erdoğan demokrasiyi, Avrupa Birliği’ni, Batı ile ilişkileri vs.’yi araçsallaştırmış olabilir. Ya da belli bir süre inanıp sonra terk etmiş olabilir. Ama bütün bu süreç içerisinde Türkiye’de dindarlar gerçekten, dindarların hepsi olmasa bile önemli bir bölümü demokrasiyi içselleştirdiler, benimsediler ve sekülerleştiler. Sekülerleşmenin de ötesinde laikliği savunur, alenen lafız olarak olmasa bile duruşlarıyla, aldıkları pozisyonlarla laikliği savunur hale geldiler. 

Ama şu anda gelinen noktada Erdoğan’ın izlediği çizgi bunun çok dışında bir çizgi. Türkiye demokraside, o bir zamanlar dile getirilen ileri demokrasi, ilerisinden vazgeçtik, demokrasinin kendisinden de bayağı uzaklaşmış bir ülke. Çoğulculuk yok. Hukuk devleti ortadan tam anlamıyla kayboldu. Geçmişte de sorunluydu, ama kayboldu. Avrupa Birliği perspektifi diye bir perspektif sadece arada sırada demeç olarak belki veriliyor, ama kesinlikle böyle bir şey yok. Bu çok büyük bir hayal kırıklığını beraberinde getiriyor. Benim gördüğüm, tanıdığım birçok insan, bunu dinleyen ve İslamî harekete karşı alerjik bakan birçok insan beni saflıkla suçlayacaktır, yıllardır yaptıkları gibi. Ama bunu çok iyi biliyorum ki şu anda Türkiye’de çoğulcu demokrasinin taşıyıcılarından birisi de, önemli bir bölümü de gerçekten dindar insanlar Türkiye’de. Ve Erdoğan son dönemde yaptıkları ile bu insanların hayallerini, beklentilerini tuzla buz ediyor. 

Büyük bir rahatsızlık var. Bunu hiç kimse inkâr edemez. Sadece bu kişiler sessiz kalabilirler, kol kırılır yen içinde diye düşünebilirler. Hatta bazıları –çok oldu, böyle çok gördüm–, birçok insanın başına geldiği gibi kendilerinin de başına bir şey gelir diye korkabilirler. Dolayısıyla öncelikle İslamî hareket kökenli AKP destekçisi kesimlerin, özellikle orta sınıftan olanların içerisinde çok büyük bir hayal kırıklığı, burukluk ve rahatsızlık var. Erdoğan’ın bu sert üslûbu, kutuplaştırıcı üslûbu, var olan birtakım kutupları, kutuplaşmayı artırdığı gibi, birtakım insanların kutuplaşmadan tamamen uzaklaşmasına da yol açıyor. Bunu tekrar söylemek istiyorum. Tabii ki Erdoğan birtakım sert üslûplarıyla onu bunu haini ilan ederek, düşman ilan ederek birilerini gaza getiriyor olabilir. Ama birçok insanın, ötekine farklı bakan birçok insanın tam tersine öteki diye gördüğü kişiyi daha fazla anlama arayışına girmesine de yol açıyor. Ve Erdoğan aslında kutuplaşmayı tırmandırmaya çalışırken, bazı çevrelerde, özellikle dindar-muhafazakâr çevrelerde, kutuplaşmadan illallah gelmesine de neden oluyor ve bu anlamda hayırlı bir iş yapıyor. 

Onun dışında, demin başta söylediğim gibi şunu da unutmamak lâzım: Muhafazakâr olmayan, dinle çok fazla alâkası olmayan, ama Erdoğan’a, AKP’ye oy vermiş olan çok geniş kitleler var bu ülkede — oldu ve hâlâ var. Ama son dönemde özellikle ekonomide yaşananlardan sonra bu kişilerin artık Erdoğan ve AKP defterini kapatmaya yöneldiklerini düşünüyorum. Çünkü artık bu hareket, bu iktidar kendini yeniden üretemiyor. Bu hareket ileriye yönelik vizyon üretemiyor. Çünkü demokrasi rotasından çoktan sapmış durumda, hukuk devletinden çoktan sapmış durumda ve bu da bir rahatsızlık yaratıyor. Dolayısıyla bazı insanlar, AKP’ye oy vermiş insanların bazıları muhalefet partilerine oy vermeyebilirler, sandığa gitmeyebilirler. Bazıları, özellikle İslamî hareket kökenliler Saadet Partisi’ne yönelebilirler. Ama şunu da biliyorum: Birçoğu da pekâlâ İYİ Parti’den ya da CHP’den de belediye başkan adaylarına oy verecekler bu seçimde. Benim gördüğüm bu. Çünkü bu bir yerel seçim ve özellikle CHP’nin çıkarttığı adaylar çok sivri adaylar değil. Özellikle büyükşehirlerde sivri adaylar değil. Ve bu kişilere oy verirken rahatlıkla “Ben CHP’ye oy vermedim ama işte adaya oy verdim, çünkü bu aday sakin birisi, dinle bir sorunu olan birisi değil” vs. gibi gerekçelerle bunu yapabilirler. 

Tekrar toparlamak istiyorum: AKP tabanını irrasyonel olarak görürseniz, algılarsanız, benim bu söylediklerimin hiçbir anlamı yok. Ama bunca yıllık tecrübem, bunca yıllık deneyimim, gözlemlerim, benim bu tabanın, Türkiye’de AKP’ye oy veren seçmenin Türkiye’de gerçekten çok aklıyla da hareket eden, tek başına aklıyla olmasa bile, politikayı çok yakından takip eden bir hareket olduğunu, bir kesim olduğunu gösteriyor. Ve bu kesimin içerisinde, yaşananları kabul etmeme, Türkiye’nin gittiği yolu doğru bulmama eğiliminin giderek güçlendiğini görüyorum. Bu 31 Mart’ta yansır mı? Bence yansıyacak. Daha birkaç gün var, burada yapacağım değerlendirmelerde bunu biraz daha açacağım. Ama bu seçim gerçekten bunun daha görünür olduğu bir seçim olacak. Peki bunun ardından ne çıkar? Ali Babacan’ın ya da Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı varsayılan partiler mi bu kesimleri ikna edecek? Artık onu da sanmıyorum. Çünkü var olan bu rahatsızlık, arayış, sorgulama, onları da aşmış bir şey. Erdoğan o kadar çok tüketti ki birtakım insanların beklentilerini, ümitlerini ve inandığı şeyleri. Sonuçta Türkiye’de önümüzdeki dönemde daha laikliği, sekülerizmi öne alan, dini siyasetin önde gelen bir argümanı olarak ele almayan hareketlerin önünün daha açık olacağını tahmin ediyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.