Pazar günkü Çubuk saldırısı hakkında, kısa bir tereddütten sonra AKP’nin de MHP çizgisine sürüklenmesi ne anlama geliyor? 31 Mart’ın mağluplarının gerilimi yeniden tırmandırma stratejisine karşı galiplerin sakin olmaktan başka seçenekleri var mı?
Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer
Merhaba, iyi günler. İngilizce bir başlıkla karşınıza çıktım. Çünkü hep ele aldığım bir konuyu bir kere daha vurgulayacağım. Ben bu sefer başka bir yolla vurgulayayım dedim. Evet, “Be cool” sâkin ol demek, sâkin olun demek. 31 Mart seçimleri öncesi ve sonrasında yaptığım birçok yayında özel olarak bu sâkinliğin, sükûnetin altını çizdim. Hâlâ onda ısrarlıyım. Mesela “Sâkin olan kazanıyor” dedim, “İktidar kibrine karşı sâkin güç” dedim vs.. Birçok yerde bunu vurguladım.
Ve bunun da bence 31 Mart’ta en çarpıcı örneği Ekrem İmamoğlu’ydu. Kendisine hiç doğru dürüst şans verilmezken, o sükûnetiyle adım adım yükseldi ve seçimi kazandı. Şimdi elinden başkanlığın alınması için uğraşıyor siyasî iktidar. Yüksek Seçim Kurulu’nda onun süreci sürüyor.
Şimdi tekrar 31 Mart sonrasına baktığımız zaman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kutuplaştırma siyasetinin, gerginliği artırma siyasetinin başarısız olduğunu görerek geri adım atmaya çalıştığına tanık olduk, o meşhur “Türkiye İttifakı” çıkışıyla ve “Kızgın demiri soğutma” çıkışıyla bir arayış içerisine girdiği, yaptığı yanlışın farkına vardığı ve onu bir şekilde onarmaya yöneldiğini, yöneleceğini gördük. Ancak Cumhur İttifakı’nın diğer ortağı olan Devlet Bahçeli, baştan itibaren “Türkiye İttifakı” lâfını duyar duymaz buna tavır aldı ve bunun üstüne pazar günü Kılıçdaroğlu’na yönelik o çirkin saldırı yaşandı.
Ve çirkin saldırının ardından ilk aşamada AKP bu saldırının karşısında bir konumu tercih etti. Ömer Çelik parti adına yaptığı açıklamada bu saldırganın AKP üyesi olduğunu ve ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk edildiğini söyledi ilk günden. Ama şimdi bakıyoruz, AKP’liler bu tahliye edilen saldırganı tebrik etme, onu göklere çıkartma, yüceltme yarışına girdiler. Bir-iki gün içerisinde AKP çok ciddi bir tavır değişikliği içerisine girdi. Erdoğan da buna dahil oldu tabii ki. Ve Erdoğan zaten en son olarak da “Türkiye İttifakı” dediği şeyin aslında Cumhur İttifakı’nın bir devamı olduğunu söyledi. Yani sembolik bir anlam kattığını, MHP dışında kendisine müttefik aramadığını söyledi şu aşamada.
Şimdi bu kadar kısa bir zaman içerisinde iktidarın en büyük ortağının ve ülkeyi yıllardır tek başına yönetmiş olan Erdoğan’ın bu kadar keskin dönüşler yapıyor olmasının nedeni nedir? Kaybediyor olması, kaybetmesi ve kaybını durduramıyor olması ve alanının iyice daralmış olması. Böyle bir sıkışıklık hali var. Bu uzun bir süredir vardı, şimdi çok daha belirginleşti. 31 Mart seçimlerindeki bâriz yenilgi ile de katmerlendi. Özellikle İstanbul’u ve Ankara’yı kaybetmekle birlikte, artık AKP’nin gerçekten çok ciddi bir şekilde önünü göremediğini görüyoruz. Böyle bir noktada tekrardan alabildiğine sertleşme pozisyonuna girmek üzere AKP — öyle anlaşılıyor. Daha doğrusu ilk başta ılımlı bir siyasete doğru yönelecek havası yaratmışken, hemen, Bahçeli’nin de itirazları ile beraber, hemen tekrar eski sert, kutuplaştırıcı söyleme yöneldiğini görüyoruz.
Peki burada karşı taraftakiler ne yapabilir? Ne yapmalı? Şimdi, her zaman olduğu gibi –seçim öncesinde de bunu çok gördük, seçimin hemen ardından da bunu çok gördük–, Erdoğan’ın yenilmezliği, Erdoğan’ın her istediğini yapabileceği kanısı, kendi tabanı kadar, hatta belki yer yer kendi tabanından daha fazla, kendisini sevmeyen, kendisine karşı olanlar tarafından benimseniyor. Yani “Erdoğan bir şey derse yapar, eğer o bir politika uyguluyorsa bunu hayata geçirir” vs. Ve aslında Erdoğan’ın güçlü olmasının, güçsüzken güçlü görülmesinin en büyük nedeni bu.
Buna karşılık, seçim öncesi yayınlarda benim özellikle altını çizmeye çalıştığım husus şuydu, onu tekrar bugün de tekrarlamak istiyorum: Aslında Erdoğan kazanmıyor, kazanamıyor; yenilebilir, kaybetmeye mahkûm, ama karşı tarafındakiler yani rakipleri bunu böyle algılamadıkları için, onu yenilmez gördükleri için hâlâ yenilgisini erteleyebiliyor. Kaçınılmaz olan yenilgisini erteleyebiliyor. 31 Mart bu yenilginin, 7 Haziran’dan sonra berrak bir şekilde ortaya çıktığı ikinci an oldu.
Ve şimdi o yenilginin ağır yükü altında Erdoğan yine kendini biraz toparlamaya çalışıyor. Ne yapacağını aslında bildiğini sanmıyorum. Sürekli anlık politikalarla yol almaya çalışıyor ve büyük ölçüde de MHP’ye ve Bahçeli’ye mahkûm olmuş durumda. Zaten şu anda çizilen, izlenilen yol Bahçeli’nin çizdiği yol. Nasıl? Pazar günü Bahçeli saldırının ardından yaptığı açıklamayla bir pozisyon belirledi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Bu pozisyon neydi? Saldırgandan ziyade Kılıçdaroğlu’nu suçlamak. Ve şimdi bir gün, iki gün sonrasında AKP’nin geldiği yer de aynı nokta oldu. İşte burada sâkin olmak, tekrar çok ciddi bir şekilde önümüze en önemli seçenek olarak çıkıyor bence.
Bir yanda kaybeden bir iktidar koalisyonu var. Yani AKP ve MHP, Büyük Birlik Partisi’ni de katalım, yani Cumhur İttifakı, kaybettiler. Yüzde 53 oy vs. falan diyor, ama bunların ne derece sahici olduğu ayrı bir tartışma; bir de yerel seçim olduğu için, ülkenin en büyük şehirlerinin neredeyse hepsinin muhalefetin eline geçmiş olması da apayrı bir realite olarak önümüzde duruyor. Bu bâriz bir yenilgi. Birisi kaybetmiş, birisi kazanmış.
Şu anda kaybedenin sanki kendisi kazanmış gibi yapmaya çalıştığı bir yerdeyiz. Ve bu noktada da kazananlar: 1) kazançlarını muhafaza etmek; 2) daha fazla kazanmak istiyorlarsa, aslında gücün artık kendilerinde olduğunu görmeleri gerekiyor. Yani inisiyatif iktidarda değil artık. 31 Mart öncesinden itibaren böyleydi. 31 Mart’la beraber bu iyice ortaya çıktı. Dolayısıyla şu anda iktidar koalisyonunun yaptığı şeylerin hemen hemen hepsini reaktif ve uzun vadeli olmayan, günü kurtarmaya yönelik çıkışlar olarak görüyorum.
Bu bağlamda “Be cool” lâfı tam da buraya bence uyuyor. Yani birisi telaşla bir şeyler yapmaya çalışırken karşı tarafı kışkırtmak, onları da telaşı sürüklemek, onlardan fevrî hareketler gelmesini beklemek ve bu fevrî hareketlerin sonucunda da ülkede bir istikrarsızlık havası yaratmak, bir kaos havası yaratmak ve bu kaos havasının üzerinden tekrar iktidarını konsolide etmek.
Yani biz bu oyunu nerede görmüştük? 7 Haziran-1 Kasım arasında görmüştük. Orada doğrudan terör eylemleriyle bu olay gerçekleşmişti. Değişik kanallardan, değişik yerlerde yaşanan, özellikle büyük şehirlerdeki kör terör eylemleri ile bu ortam tırmanmıştı. Ve kaybeden bir AKP, yaratılan istikrarsızlık ortamında, kaos ortamında, tekrar tek çare olarak kendini pazarlayabilmişti. Şimdi benzer bir olayın yaşanmak istediğini görüyorum.
Bu aslında pazar günü yaşanan olayda kendini göstermişti. O olayın ardından bir yazı kaleme almıştım ve orada da yine “Sâkin olmanın önemi” diye başlığa onu çıkartmıştım. Gördüğünüz gibi sâkin lâfını artık çok fazla kullanıyorum, daha da kullanacağım. Ve bazı arkadaşlarım bunu eleştiriyorlar, bunun da farkındayım. Ama sâkin olmanın yerine konulabilecek herhangi bir şey yok. Yani aynı şekilde cevap vermek, iktidar koalisyonunun adımlarına, manevralarına aynı şekilde cevap vermenin bir kere imkânı yok, ikincisi bir anlamı yok. Çünkü birisi kaybederek, kaybetmenin verdiği buruklukla, kızgınlıkla bir şeyler yapıyor. Dolayısıyla kazananın, kazanmaya devam edeceği anlaşılanın sükûnetini korumasında yarar var.
Telaşla hareket edenler yanlış yapıyor. Pazar günkü olayda, saldırganların gerek saldırı sırasında gerek saldırı sonrasında başlarına bir şey gelmeyeceği güveniyle hareket ettiklerini yazmıştım; bir şey bildiğimden değil, ama daha önceki deneyimlerden hareketle. Ve gördük. Şu anda tutuklu hiç kimse yok. Tek, biraz daha geç tutulan kişi de neredeyse kahramanlaştırılıyor ve böylece de yeni saldırıların zemini hazırlanmış oluyor. Bu bir realite. Bunu engellemenin yolu yok. Böyle bir şey teşvik ediliyor, bunu anladık.
Peki burada yapılabilecek olan nedir? Birincisi, bu tür saldırılara karşı tedbir almak, kendini korumak, buna zemin hazırlayacak olaylardan uzak durmak, mekânlardan uzak durmak vs. Ama daha önemlisi bence bu tür saldırıların kendisinde, her türlü şiddet eyleminin kendisindeki olay, bence esas olarak o eylemin o ânında olandan ziyade sonrasında ne olduğudur. Yani bir eylemi gerçekleştiren, şiddet eylemini gerçekleştiren –diyelim ki birisini öldürüyor, bir yeri bombalıyor–, orada o kişiyi öldürmek, o yeri bombalamanın ötesinde bunun ardından yaşanacakları hesaplayarak bunu yapar. Bunun ardından ne olacak? Nasıl tepkiler gelecek? Devlet nasıl tepki verecek? O saldırıya uğrayan kesimler nasıl tepki verecek? vs. Ve bunun üzerine bir hesap yapar.
Burada da hesabın büyük ölçüde, 31 Mart’ta zaferle çıkmış olan bir kesimin, bu zaferin daha tadını çıkaramadan kendilerini, önünü göremedikleri birtakım yollarda bulması, yani sokaklara dökülmesi, yani “misliyle” cevap verme gibi argümanların peşine takılması olurdu. Pazar günkü saldırının ardından bu yaşanmadı. Maltepe’de miting vardı, orada hiçbir şey olmadı. O günden bugüne hiçbir şey olmadı. Yani gördüğüm kadarıyla CHP’liler –Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere– bayağı sâkin bir şekilde bu olayla hesaplaşmanın yollarını arıyorlar; bulurlar, bulmazlar ayrı bir şey; yani o saldırganın tutuklanması, onun azmettirenlerin ceza alması vs., tabii ki bunlar olması gereken şeyler; ama bunun ötesinde bu saldırının hedefine ulaşıp ulaşmaması meselesi var.
An itibariyle bu saldırı hedefine ulaşmadı. Hedefine ulaşmadığı için belki önümüzdeki günlerde yeni saldırılar, yeni birtakım provokasyonlara tanık olabilir Türkiye. Çünkü önümüzde İstanbul seçimlerinin yenilenip yenilenmeyeceği meselesi var. Yüksek Seçim Kurulu’nun vereceği bir karar var. Bu tür gerginlikler Yüksek Seçim Kurulu’nun vereceği kararları etkilemekte de bir fonksiyona sahip. Diyelim ki karar yenilenmesi yolunda çıktı. Haziran’ın 2’sinde –yanılmıyorsam 2’si olması lâzım–, yeniden seçim kararı çıktı. İşte o zaman yine ortamın gerilmesi ve özellikle de Ekrem İmamoğlu’na oy vermeyi düşünen kesimlerin sandığa gitmemesi –protesto amacıyla vs., korktuğundan, şundan bundan–, sandığa gitmemesini sağlamaya yönelik bir gerginlik yaratılmak istenebilir.
Ben şahsen seçimi yenileme kararının çıkacağını sanmıyorum. Ama bu benim sanmamla alâkalı bir şey değil. Pekâlâ çıkabilir de. Ondan sonra yepyeni bir dönem başlar, eğer bir karar çıkarsa. Ve o zaman onu tartışmak gerekir. Şimdi şu hususun özellikle altını çizmek lâzım: Dün burada Ahmet Davutoğlu ile ilgili yaptığım yayında da onu söyledim. Cumhur İttifakı’nın ömrü uzun mu, geleceği var mı diye tartıştığımda da onu söyledim.
Şu anda esas yangın iktidar blokunun içerisinde. MHP tabanında çok fazla sorun olmayabilir — ki ondan da çok emin değilim. Ama AKP tabanının içerisinde, AKP tabanında çok ciddi bir şekilde bu Kılıçdaroğlu saldırısı ve sonrası hakkında çok ciddi bir rahatsızlık olduğunu düşünüyorum, işaretlerini de görüyorum. Nitekim Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu daha ilk günden bunu çok net bir şekilde kınadılar. Düne kadar AKP ile birlikte hareket etmiş birçok eli kalem tutan insan yazılarında bunu ele aldılar — bugün Akif Beki’nin çok iyi bir yazısı çıktı Karar‘da mesela. “Böyle giderse Kemal Kılıçdaroğlu’nu tutuklayacaklar” diye yazdı Akif Beki. Buna benzer yazılar çoğalıyor.
Bunu sadece AKP içerisinde bir iktidar savaşı olarak görmemek lâzım. Bu aslında AKP tabanının, ilk baştan itibaren dile getirdiği arayışlarla gelinen nokta arasında yaşadığı hayal kırıklıklarının ve burukluklarının bir dışavurumu aslında. Şimdi MHP ile bu kadar içli dışlı olup, MHP ile –bugün Fehmi Koru’nun blogunda yazdığı gibi– “Siyam ikizi”, ameliyatla bile ayrılamayacak “Siyam ikizi” haline geldiklerini iddia ediyor Fehmi Koru, ne derece doğrudur onu bir kenara koyalım. Ama bu görüntüden çok ciddi bir şekilde rahatsız olan AKP’liler olduğunu biliyorum. Öte yandan böyle bir görüntü sonucunda AKP’nin içerisinde milliyetçi eğilimleri güçlü olan kesimlerin MHP’ye doğru kaydıkları da bir gerçek. En azından AKP’nin İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da oylarının önemli bir kısmının son iki seçimde üst üste MHP’ye kaydığı yolunda çok açık bulgular var.
Sonuçta AKP tabanının bir kısmı MHP’ye doğru yönelirken, MHP’ye daha yakınlaşırken, ciddi bir kısmının da büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını ve kendine yeni yollar aramak üzere olduğunu tahmin ediyorum. Bu anlamda Ahmet Davutoğlu’nun çıkışının ve o manifestosunun içerisinde MHP ile işbirliğine yönelik sert eleştirilerinin çok anlamlı olduğu kanısındayım. Bu, gerçekten AKP içerisinde, AKP’nin elitleri içerisinde çok güçlü olan bir duygu.
Çünkü Türkiye’de çok öteden beri, Osmanlı’nın son yıllarından beri yaşanan bir olaydır bu. İslamcılık ve milliyetçilik her ne kadar birbirlerine çok yakın olsa da, aynı zamanda birbirleriyle çok çatışan iki akımdır. Ve birbirleriyle bu çatışma kimi zaman ittifak, kimi zaman çatışma şeklinde gelişir. Ama aslında bunlar yakın gözükseler de –bilinçli olan kesimlerini kastediyorum tabii–, bilinçli olan, daha elit olanları, kadro düzeyindeki insanlarda bir birbirine güvenmeme hali vardır. Dolayısıyla şu anda AKP’nin içerisinde, AKP kadroları içerisinde, özellikle Milli Görüş hareketi geçmişinden gelenler içerisinde MHP ile bu kadar yakın düşmenin çok ciddi bir rahatsızlığa yol açtığı kanısındayım.
Dolayısıyla esas yangın iktidarın, iktidar koalisyonunun kendi içerisinde, özellikle de AKP içerisinde. Ama işte bu ateş topunu karşı tarafa atmaya çalışıyorlar. Kendi yangınlarını gizlemek, önemsizleştirmek ve karşı tarafı bir tartışmanın, kavganın ya da bir tereddütün ya da bir telaşın içerisine sevk etmeye çalışıyorlar.
Eğer sükûnetini muhafaza ederse, muhalefet cephesi diyelim, muhalefet cephesi… tabii bunu yaparken “Ensesine vur lokmasını al” gibi bir olayı kastetmiyorum. Hakkında sonuna kadar ısrar etmek, ama bunu yaparken kesinlikle ve kesinlikle sükûnetini kaybetmemek, yani “cool” olmak, öyle diyelim. Bunu başarabildikleri ölçüde iktidar blokundaki çatlak büyür ve AKP içerisinde yaşanan çözülme de bayağı kendisini daha ciddi bir şekilde gösterir.
Benim tahminim Erdoğan’ın bunu çok fazla yürütemeyeceği yolunda. Fehmi Koru’dan bu anlamda ayrılıyorum. Bir şekilde Cumhur İttifakı olayını –yumuşak mı olur, sert mi olur– bir şekilde sonlandırmak zorunda kalacağı kanısındayım. Tabii çok erken bir öngörü bu. Ama bu yol, gidilebilecek, sürdürülebilecek bir yol olarak –hele yaşanan ekonomik kriz ortamında– pek gelmiyor bana. Ama bunu olabildiğince geciktirmeye çalışacağı anlaşılıyor. Öncelikle İstanbul seçimlerinin yenilenip yenilenmeyeceğine bakacağız. Eğer yenilenmezse, YSK iptal başvurusunu reddederse, o zaman çok daha hızlı bir şekilde netleşecektir. Ama eğer iptal kararı çıkarsa daha bir müddet daha Cumhur İttifakı ve gerilimi tırmandırma politikalarının süreceğini düşünüyorum. Ama ret kararı çıkarsa, o zaman bence Cumhur İttifakı ile olan geleceğini Erdoğan’ın ciddi bir şekilde masaya koyacağı kanısındayım. Evet “cool” olmakta yarar var. Sâkin olmakta yarar var. Aceleye, telaşa mahal yok. Çünkü Türkiye artık yepyeni bir veçheye bürünüyor. Önü açık aslında Türkiye’nin, bütün krizlerine rağmen önü açık. Buna, Türkiye’nin ileriye doğru yürüyüşüne ayak uyduramayanların teker teker tasfiye olacağı bir döneme çoktan girmiş durumdayız. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.