Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (37): İktidar seçmenine ne oluyor?

Kemal Can bu haftaki 5 Soru 10 Cevap’ta, 23 Haziran İstanbul seçimlerine bir aydan kısa bir zaman kala iktidar seçmenini, sürekli seçim ve kimlik yoklamasının tabanı konsolide edip etmediği ihtimalini, CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu’nun iktidara oy vermiş seçmende yarattığı etki ve değişimi ele aldı.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba iyi haftalar.

Son günlerde 23 Haziran sonuçları üzerine yapılan bütün tartışmalar, yorumlar, analizler hep iktidar seçmeni içerisinde hareketlenme olduğu, 31 Mart sonuçlarının bir şeylerin değişmeye başladığını gösterdiği şeklinde. Bu yorumlara ek olarak iktidar çevrelerinin gösterdiği reaksiyonlar, alarm hali ve sözcülerin konuşmalarından anladığımız, bu rahatsızlık onların diline de yansımış durumda. Medyascope ekiplerinin seçim sırasında, 31 Mart’tan sonra da alandaki yaptığı gözlem ve haberlerin çoğunda da iktidar tabanında bir rahatsızlık halinin işaretlerini görüyoruz.

İktidar seçmenindeki sonuç üretmeyen değişim neden önemli?

Çok uzun bir süredir çok tartışılan bir konu var: Blok siyaseti, kimlik siyaseti, kutuplaştırma… Bloklar arasında oy geçişkenliğinin olmadığı bir tür kilitlenme ve donma tablosunun belirleyici olduğu görüşü var. Sayısal veriler de büyük ölçüde bu argümanı destekliyor. Bu tablo çeşitli taktik hamlelerle, her seçim aşağı yukarı aynı argümanları kullanan stratejilerle süreklilik kazanabiliyor. Bir donma tablosu, değiştirilemez bir katılık görüntüsü oluşturuyor. Aslında bunun arkasında bir dinamiğin işlediği ve hatta bu donma tablosunun, o dinamiği görmeye de engel olduğu düşünülebilir. Bu yüzden de,  sadece üretilen sayısal sonuçlara değil, o dinamiklerin doğduğu kaynaklara ve ne  yönde hareket etmeye yatkın olduğuna bakarak daha fazla şey anlaşılabilir. Gerçek siyasi dinamikleri anlamak için çıplak sayısal tablolar ya da sayısal tablolardaki hareketsizlik her şeyi anlatıyor olmayabilir. 31 Mart için ekonomik krizin çok belirleyici etkisi olduğu konuşuluyor. Pek çok analiz de iktidar seçmenindeki memnuniyetsizliği ya da isteksizliği ekonomik kriz konjonktürüne bağlıyor. Evet bu çok belirleyici. Rakamlar da bunu doğruluyor. Fakat olayın bundan ibaret olmadığı düşünülebilir.

Belki de ekonomik krizin etkilerini büyüten ya da o etkiler dolayısıyla artık ilişkileri de bozmaya başlayan başka bir dinamiğin işlediğinden bahsedilebilir. Yani sadece ekonomik kriz değil yapısal bir takım ilişki sorunlarını da görmeye başladığımız bir tablo ile karşı karşıyayız. Bu yapısal ilişki sorunlarını birer soru başlığı ile açalım. Bir tanesi aslında taban ile tavan arasındaki ilişki sorunun yaratan “beklenti” söylemi. İkincisi sürekli bir görev çağrısı ile tabanı tek taraflı zorlama içine sokan bir mahkumiyete sokan sürekli kimlik yoklaması verme hali.  Üçüncüsü biraz siyasi duygu dünyası ilişkili “sonucu bilme” hali. Bir de tabi ki özellikle İmamoğlu faktörü ile devreye giren beklenenler ya da sıkıntı vermiş olanların artık iyice açığa çıkması. Bunları sorular halinde açıp devam edelim.

Sorunların çareleri için ‘sürekli erteleme’ nasıl bir his yaratıyor?

Hatırlanacağı gibi, 2 3 yıl içinde şöyle bir tablo ile karşılaştık: “Referandumda iktidar evet deyin güçlü Türkiye’nin önünü açın” sloganı ile, eğer sistem değişikliğine onay verirseniz bir anda Türkiye’nin önü açılacak ve olağanüstü bir şahlanma dönemine geçilecek kampanyası yürütüldü. Referandumdan ucu ucuna haklı ya da haksız evet çıktı ama pek bir şey değişmedi, hatta hafif kötüleşme emareleri daha belirginleşti. Ondan sonra 24 Haziran, “beni bir seçin bakın görün dolarla, faizle, enflasyonla nasıl mücadele edilir, nasıl bunlar hizaya çekilir göreceksiniz, ben seçildiğimde her şeye el atacağım ve her şeyi düzelteceğim” dendi. Erdoğan’ın temel tezi buydu. Oradan da sayısal olarak istenen sonuç alındı. Ama gene bir şey değişmedi, kötüleşme emareleri artmaya başladı. Sonra yerel seçim geldi. Yerel seçim, 24 Haziran’ın teyit edilmesi, beka davası konusundaki pozisyonun netleşmesi seçimine çevrildi. “Bu sefer de bize desteğinizi verin aman ders vermeye kalkmayın zaaf yaratmayın” her şey bambaşka olacak. Ama yine öyle olmadı.

Sürekli ertelenen, “sizin için bir şey yapabiliriz ama önce sizin yapmanız gerekenler var hissi, belki çok da bir beklentiye girmeyecek, güvenlikli kimlik alanında “bizimkiler iktidarda” diyecek, o kimlik alanında daha uzun süre sorunsuz ve rahatsız olmadan duracak kendi seçmenini bir beklentiye soktu. Bunu iktidar kendisi yaptı. Sürekli ileri tarihli beklenti üreterek ve bu beklentilerin karşılığını vermeyerek bu seçim taktiği uyguladı. Ama bunu o kadar çok kullandı ki, normalde bu hızda beklentisi yükselmeyecek kendi tabanında bir rahatsızlık üretti. En son Numan Kurtulmuş’un söylediği, “23 Haziran’da İstanbul’u alalım ondan sonra tövbe edip yanlışlarımızı da düzelteceğiz” lafı artık tam tüy dikmiş durumda. Değil sorun çözmeyi, kendi yanlışlarından dönmeyi bile bir seçim sonucuna, bir vadeye bağlamış olmak, ertelenmiş bir beklenti ve artık yapısal bir ilişki sorununa dönüşmeye başladı.

Sürekli seçim ve kimlik yoklaması tabanı konsolide ediyor mu?

5 yılda neredeyse 7 seçimde, kendi tabanından kimlik sayımına ya da yoklamaya tam bir motivasyonla katılmasını, teşkilatından da bunu örgütlemesini bekleyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Durmadan kendi tabanına görev dayatan bir iktidar var. Evet, kimlik, kutuplaştırma siyaseti, ötekileştirenler üzerinde büyük bir baskı yaratıyor ama kimlik siyasetinin iktidarın kendi tarafı açısından da yarattığı ağır bir yorgunluk var. Bunu kendileri de -teşkilat bazında- metal yorgunluğu diye tarif ettiler ama bu aslında kendi yarattıkları bir yorgunluk. İnsanların, tabanın, teşkilatların zaman geçtiği için doğal olarak yorulmasından değil, bunun aşırı zorlanmasından, bu kimlik yoklaması baskısının ve sürekli görev tebligatı gelmesinin yarattığı bir yorgunluk.

Aşağıdan yukarıya hiçbir talep ve beklenti çalışmazken, sürekli yukarıdan aşağıya beka davası görevi, iktidarı güçlendirme görevi, Erdoğan’ın etrafında birleşme görevi, sabretme görevi ile kendi tabanını baskılayan iktidarın, bu anlamda bir ilişki sorunu yaratmaya başladığı anlaşılıyor. Asıl olarak da bunun iktidarı tabanında bir düşünme biçimi değişimine yol açamaya başladığı görülüyor. Hele ki bu “nankörlük” meselelerinin, İstanbul seçimi itiraz sürecinde teşkilatın neredeyse yok sayılacak biçimde, görevini yapmamakla suçlanmasının büyük etkisi olduğunu söylemeliyim. Bu ilişki bozulmasının, ders verme ile tarif edebileceğimiz hissiyatın yeni bir düşünme biçimini yarattığını görüyoruz. Erdoğan ve iktidar tepe kadrosunun fark ettiği asıl sıkıntının bu olduğunu görebiliyoruz.

Sonucu bilmek ne anlama geliyor, nasıl bir etki yaratıyor?

İki anlamda kullanıyorum. Birinci anlamı şu: Seçmen bazı gelişmeleri, sözleri, adımları ya da bazı konularda sessiz kalınmasını, bunun nereye varacağı konusunu deneyimlerinden çıkardığı bir hisle politikleştiriyor. Ne demek istiyorum? Mesela, beka davasına inanmıyor. Çünkü sadece orada ileri sürülen argümanların doğru olup olmadığıyla ilgili bilgiye sahip olunup olmamasından bağımsız olarak, ortaya konuş biçiminden bir sahicilik sorunu olduğunu seziyor. Hakikaten Türkiye’nin bir beka sorunu olduğu için iktidar etrafında kenetlenmek gerektiği fikrine inanamıyor ya da ötekiler diye tarif edilen bütün muhalefeti suçlayan iktidarın sözlerine çok ikna olmuyor. Referandumda olduğu gibi getirilen sistemin kendisi için ve ülke için daha hayırlı olduğu fikrine ikna olmuyor, yeterince tatmin olmuyor. Bunların bir kısmı muhalefetin anlattıklarını dinlemekle, bir kısmı yorumlara, analizlere bakmakla, bir kısmı da hissiyatla ilgili. Tam oturmadığı zaman, tam ikna edici bulunmadığı zaman, işin nereye varacağına ilişkin kötü hissiyat yarattığında reaksiyon veriyor. Eğer göstereceği tepki, iktidar değişikliği gibi kimlik alanını riske sokan bir macera içermiyorsa itirazını göstermeyi tercih ediyor. Bunun fırsatını her seferinde kullanıyor. Kimlik olarak bu iktidarın arkasında durmaktan vazgeçmemesi, bu iktidarın yaptığı her şeyin kendi ve memleketin lehine olduğu ve doğru olduğu konusunda da ikna olduğu anlamına gelmiyor. Bunu gösterdiği alanlar oluşuyor. Kimlik seçimi noktasına geldiğinde -yani iktidarda kim olacak sorusuna cevap arandığında- konsolide oluyor ama bu tür risk ortadan kalktığında sahiden ne hissettiğini göstermeyi tercih ediyor. Bu değişim kalıcılaştığında bir yapısal bozulma ve çözülmeye de zemin oluşturuyor.

İkinci anlamı ise şu: Ortaya çıkan sonuçlara verilen tepkileri de takip ediyor seçmen. İktidarın zafer kazandığında nasıl davrandığını, oy kaybına uğradığında nasıl davrandığını, güçlü göründüğünde nasıl olduğunu, zayıflığa nasıl reaksiyon verdiğini takip ediyor. Dolayısıyla, ortaya çıkmış sonuçların, o sonucu gördükten sonraki etkileri asla önceki gibi olmuyor. Bu anlamda, 31 Mart seçimleri -iktidarın verdiği reaksiyon ve itirazlar açısından- iktidar seçmenini de bir sonuç görme noktasına getirdi. İktidarın yenilebilirliği ile ilgili genel kamuoyundaki algıyı yarattı ama iktidarın kendi seçmeninde de kendi destekçisi için de, iktidarın  zayıflama anını görme fırsatını verdi. Bunu görmüş olduktan sonra verilen kararlar bunu görmeden önce verilmiş kararlardan elbette farklı olacak. Bu ciddi biçimde yapısal bir dönüşüme neden olur. Özellikle de belirli güç merkezlerinin verdikleri destek açısından.  Bunun çok somut örneklerini gördük.

İmamoğlu iktidar seçmeninde nasıl bir etki ve değişim yarattı?

İmamoğlu’nun kişisel becerisi ve samimi duruşuyla hem genel kamuoyu, hem iktidar seçmeninde önemli bir etki yarattığı doğru. En azından iktidar seçmeninin -belki oy verme tavrı göstermese bile- büyük bir reaksiyon ve alerji göstermediği ortada. Bunun da bir siyasi zemin değişikliğine yol açtığı açık. Ama burada İmamoğlu’nun kişisel performansı ya da kim olduğundan bağımsız olarak, iktidar seçmeninin de bir kısmını kapsamaya başlayan “nasıl” sorusu cevabının da belirleyici olduğunu görmemiz lazım. Yani nasıl bir siyasi zemin, nasıl siyasetçiler ve nasıl bir siyasi ilişki beklendiği meselesiyle ilgisi var. İmamoğlu’na duyulan ilgi ya da ona duyulan sempatiden ayrı olarak, onun temsil ettiği tarzın genel beklentiyle ilişkisi de çok önemli. Burada İmamoğlu kişisel sempatisini büyütürken aynı zamanda da nasıl bir siyasi zemin beklendiğiyle ilgili sorgulamayı, insanların kafasındaki nasıl sorusunu kışkırtması etkisini görmemiz lazım.

İmamoğlu’nun gösterdiği özel performans kadar iktidarın bu süreç içindeki yanlış stratejisinin de bir kontrast oluşturduğunu, İmamoğlu’nun kurduğu daha yumuşak daha samimi siyaset alanının daha farklı görünmesini sağladığını kabul etmemiz gerekir. Dolayısıyla, İmamoğlu’nun faktörünün iktidar seçmeni üzerindeki etkisini büyüten bir nokta da bu oldu. iktidar seçmeninin, “ben iktidarı desteklemeye devam edebilirim ama böyle yapmasını desteklemiyorum” demesinin önünü açtı. Bu çok önemi bir dönüşüm. İktidar seçmenini desteklediği partiden kopartamayabilirsiniz ama iktidar seçmeninin desteklediği partiye “seni desteklemeye devam edebilirim ama yaptıklarını destekliyorum” demesi çok önemli bir ilişki meselesidir. İmamoğlu’nun açığa çıkarttığı en önemli noktalardan biri de budur. Artık herkese saldıran, nankör deyip kendilerine de parmak sallayan siyasi sözcülere, kırıp dökerek siyaset yapma biçimine çok da onay vermediğini söyledi iktidar seçmeni. Rövanşist bir tatminle iktidar seçmenini memnun eden kibir ve şatafatın artık terse döndüğünü ve rahatsızlık üreten bir meseleye dönüştüğünü görmemiz lazım. Bunlar sayısal büyük etkiler henüz üretmiyor olabilir ama çok önemli ilişki dinamiklerinde değişim gösteriyor. Hikayesi bitmiş bir iktidarın bu bozulan ilişkiyi yeniden tamir etmesi de hiç kolay olmayacak.

Şimdilik bu kadar, tekrar iyi haftalar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.