Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Davutoğlu partisini sonunda kuruyor mu?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. Bayramdan sonraya randevu vermiştim, ama arada arife günü bir yayın yapmak durumunda oldum. Neyse, her işte bir hayır vardır diyelim. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun parti kurma çalışmaları konusunda bayağı ilginç gelişmeler var. Bunlar hakkında bir kere daha –tabii bu yeni gelişmelere bağlı olarak–, yeni söylediklerine bağlı olarak görüşlerimi dile getirmek istiyorum. Ama onun öncesinde bir hususa değinmeden edemeyeceğim; o da İstanbul’da yapılan “Enderun Teravihi” adı verilen Yenikapı’da yapılan faaliyet — faaliyet diyelim. Kalabalık toplandı, Diyanet İşleri Başkanlığı düzenledi, Cumhurbaşkanı Erdoğan Meclis Başkanı’yla beraber en önde saf tuttu. Şu âna kadar Türkiye’de böyle bir şeyi görmemiştik. AKP de kaç yıldır iktidarda, AKP iktidarında da görmemiştik ve ilk defa böyle bir olaya tanık oluyoruz. Bu tamamen yaratılmış bir şey. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 23 Haziran seçimleri için bir şekilde elinden geleni yapması olarak tanımlanabilir. Her ne kadar Binali Yıldırım bu teravihe katılmadıysa da, bildiğim kadarıyla bunu onun 23 Haziran İstanbul seçimlerine yönelik bir halkla ilişkiler faaliyeti ya da propaganda faaliyeti olarak görmekte bence hiçbir sakınca yok. Ne işe yarar? Çok emin değilim. En azından AKP içerisinde safları sıklaştırmaya yarar belki; ama henüz AKP’nin 31 Mart’ta sandığa gitmemiş seçmenlerini bu sefer için tam olarak ikna edebildiği yolunda elimize çok güçlü bulgular yok. Hatta tam tersine; daha önce 31 Mart’ta Binali Yıldırım’a oy vermiş olup da tereddütte olan kişiler olduğu söyleniyor. Neyse, bu ayrı bir husus; ama Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu tür siyasete doğrudan dahil olmasının ne o kuruma ne Türkiye’ye ne de Türkiye’deki laikliğe hiçbir hayrının olmadığını çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Arada yapıldı, gitti; ama tarihe de böyle bir kayıt var. Bu diyanetle ilgili söylenecek çok şey var, ama bu teravih zaten söylenebilecek birçok şeyin aslında çok da gerekli olmadığını bize gösteriyor. Devletin elinde basit bir enstrüman olduğunu gördük. Diyanet İşleri başkanlarının siyasî iktidar karşısında herhangi bir güçlerinin, etkilerinin, ağırlıklarının olmadığının tescili. Ve daha önceki başkanlarla yola devam edilmemesinin de bir anlamda nedenini görüyoruz. 

Neyse, Ahmet Davutoğlu’na geçecek olursak: Ahmet Davutoğlu, memleketi Konya’da bir iftara -–iftar programı deniyor biliyorsunuz– katıldı ve orada yine bir şeyler söyledi. Ve bu sefer söyledikleri yeni bir partinin daha somut bir işareti olarak değerlendirildi. Önce arkadaşlarımız o söylediklerininin kaydını bir göstersin, oradan devam edelim: 

“Yeni bir davranışa, yeni bir duruşa, yeni bir hâle kavuşmadıkça bize intikal eden emaneti gelecek nesillere hakkıyla teslim edemeyiz. Temel değerlerimizi yitirmemek için, bize çok büyük fedakârlıklarla emanet edilen bu ekibi aynı ölçüde ve daha güçlü bir şekilde gelecek nesillere aktarmak için hepinizi yeni bir misyonla birlikte, yeni hâl ile hallenmeye davet ediyorum. Bu yeni hâl bir milletin insanlığın geleceğine hizmet edecek bir duruşun eseri olacaktır.” 

Evet bunlar cüretkâr çıkışlar, organizasyonlar. Daha önce Diyarbakır’da da bir iftar yaptı; hatta AKP yanlısı bir grup protesto etti önceden, ama yaptı. Öncelikle burada alıntıladığımız sözlerine geçmeden önce bir hususu vurgulamakta yarar var: Davutoğlu buralarda yaptığı faaliyetlerde artık yanında bir ekiple beraber dolaşıyor. Bunların içerisinde eski AKP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Selçuk Özdağ var, İstanbul İl eski başkanı Selim Temurci var, Mustafa Baloğlu, Abdullah Başçı, Sefer Üstün, Muhammet Uğur Kaleli gibi eski milletvekilleri var. Yani tek başına değil; bir ekiple beraber hareket ediyor olması da parti iddialarını daha da güçlendiriyor. Ve 23 Haziran öncesinde bunları yapıyor olması daha da anlamlı. Bu yapılanların 23 Haziran’da AKP’nin, Binali Yıldırım’ın kazanmasına yardımcı hususlar olmadığı, yardımcı faaliyetler olmadığı kesin ve bu nedenle de yaptığı her faaliyetin özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kızdırdığını söylemek gayet mümkün. 

Ne söyledi? Evet, Konya’da söylediklerinden hareketle, “Yeni parti artık galiba kuruluyor” dendi. Aslında söylediği Said Nursî’den bir alıntı. Önce Davutoğlu’nun ağzından aktaralım deminki söylediklerini: 

“Yeni bir hâlle hallenmek lazım. Bu yeni hâl bir milletin ve insanlığın geleceğine hitap edebilecek olan bir duruşun eseri olacak. Ya yeni bir hâl ya da izmihlâl”. 

Bu aslında Said Nursî’nin Osmanlı’nın son dönemindeki bir lâfı. O şöyle demişti tam olarak: 

“Eski hâl muhal, ya yeni hâl ya izmihlâl”. 

Yani, “eski hâl geçmişte kaldı ya yeni bir hâle geçeceğiz ya da çökeceğiz, çöküş yaşayacağız”. 

Burada söylediği genellikle şöyle yorumlanıyor: “Tarihte geri dönüş olamaz. Geçmişin hayaliyle yaşanamaz. Ya yeni bir gelecek inşa edeceksiniz –tabii bunu yaparken geçmişten yararlanabilirsiniz– ya da geçmişin hayaliyle yok olacaksınız”. 

Bu sözler aslında çok cüretkâr sözler. Bu sonuçta artık AKP’nin ilk yıllarına dönme iddiasının ötesinde bir şeyler söylemeye çalıştığını gösteriyor Davutoğlu’nun. Hatırlanacaktır, manifestosu ağırlıklı olarak AKP’nin ilk yıllarına referanslıydı; yani bir geriye dönüş özlemiydi, öze dönüş özlemiydi. Şimdi Said Nursî’nin bu sözlerini kullanarak artık kendini bunun dışına çıkartmak durumunda kaldığını kabulleniyor demek. Yani eski AKP’yi yeniden hayata geçirmek iddiasının yeteri kadar ikna edici olmayacağını görüp, yepyeni bir şey yapma iddiasıyla ortaya çıkıyor. Bunu nasıl yapacak? Bu çok ciddi bir soru işareti tabii ki, muhakkak. Ama burada bu Said Nursî’ye yaptığı referansın önemli olduğunu özellikle vurgulamak lâzım. Çünkü aslında İslam’da da var, tüm kültürlerde var, tüm medeniyetlerde var, bir öze dönüş iddiası vardır. İslam’da buna “Asr-ı saâdet” denir. Kimileri sadece Peygamber dönemine, kimileri Peygamber ve Dört Halife dönemine gönderme yapar. O güzel günlerden uzaklaşıldığı ve buraya tekrar geri dönmek gerektiği iddiası. Bu, Batı’da “Altın Çağ” olarak adlandırılıyor ya da “gold age” diye tanımlanan bir şey. Her medeniyetin böyle bir altın çağı, özü vardır ve her dönemde de birileri buralardan sapıldığı ve buralara tekrar geri dönülmesi halinde insanlığın kurtulacağını söyler. Ama öze dönüş teorileri kadar, politikaları kadar, öze dönüş politikalarının eleştirileri de vardır ve eleştiriler büyük ölçüde haklıdır. Artık böyle bir şekilde tarihte geriye dönüşün olamayacağı; ileriye doğru birtakım perspektiflerin geliştirilmesi gerektiği… Dolayısıyla Davutoğlu’nun artık –eğer Said Nursî’nin bu sözünü bilinçli bir şekilde kullandıysa ki öyle kullandığı anlaşılıyor– ve Davutoğlu’nun zaten kendisi bu tür kelimeleri özel olarak seçen bir kişi, bu yönünü biliyoruz. Dolayısıyla artık Davutoğlu’nda eskinin yerine yeni bir parti arayışının daha öne çıkacağını varsayabiliriz. Lâkin, daha sonra gazetecilerle konuşurken, en son açıklanan Yargı Reformu Stratejisi’nden olumlu olarak bahsedip şu mealde bir şey söylüyor: “Doğru şeyleri destekleriz, yanlışları eleştiririz”. 

Bu Yargı Reformu Stratejisi’nin doğru bir şey olarak tanımlanması bence hiç gerçekçi değil. Tamamen “Dostlar alışverişte görsün” şeklinde yapılan bir uygulama. Nitekim o açıklamanın ardından İstanbul’da Gezi’yle ilgili yapılmak istenen o yürüyüşe, daha sonra Cumartesi Anneleri’nin faaliyetlerine izin verilmedi ve bugün de Diyarbakır’da gazeteci Nurcan Baysal gözaltına alındı –umarım serbest bırakılmıştır–, ama her şey aynen devam ediyor. Dolayısıyla bu strateji açıklamalarının Türkiye’nin yaralarına, hukuk devleti ihtiyacına merhem olmayacağı belli. Ama Davutoğlu’nun buna olumluluk atfetmesi de aslında onun önümüzdeki dönemdeki perspektifinin çok ciddi bir kopuş olacağını bile göstermiyor. 

AKP içerisinde mi kalacak, AKP’nin dışına mı çıkacak? Hâlâ bu soru tam olarak netleşmiş değil; ama yaptığı her faaliyet, her faaliyette dile getirdiği yeni sözler, yeni açılımlar, onun AKP içerisindeki ömrünü ve şansını iyice azaltıyor; hatta bir iddiaya göre, hakkında parti üyesi olduğu için disiplin soruşturması bile yapılabilir deniyor. Ben çok ihtimal vermiyorum, ama yine de belli olmaz, onu da bir kenara koymak lâzım. Ama şu haliyle çizdiği çerçeve bugünkü AKP’nin ilerisinde olmakla beraber; AKP’den yorulan, bıkan, onu aşmak isteyen kişilerin beklentilerini karşılamayı da tam olarak gerçekleştirebilecek gibi durmuyor. Çünkü en önemli husus şu: Hep olduğu gibi –manifestosunda da bu vardı bugün, dünkü olayda da bu var, Diyarbakır’da da bunu yaptı– yaşanan yanlışların, kötülüklerin, eksiklerin sorumlusunu doğrudan hedef almıyor. Yani Erdoğan’ı eleştirmeden bir eleştiri yapmaya çalışıyor, bir yüzleşme yapmaya çalışıyor. Erdoğan’ı eleştirmek tabii ki öyle kolay bir şey değil; ama Erdoğan’ı eleştirmeden yapılan eleştirilerin hepsi dolaylı, üstü kapalı vs. hepsi havada kalıyor. Kim ki AKP içinden ya da AKP’nin bir zamanlar içinde yer alıp daha sonra bir şekilde dışında kalmış marjinalleştirilmiş kişilerden kim ki, iddialı olan kim ki, doğrudan yaşanan olumsuzlukların sorumlusu olarak bizzat Erdoğan’ı gösterir, o zaman onun belki bir şansı olur. Hâlâ bu anlamıyla baktığımız zaman Ahmet Davutoğlu’nun yaptığını utangaç ve dolaylı bir eleştiri olarak görmek lâzım ve buradan o anlamda yeni bir parti çıksa bile bu partinin çok da fazla beklentileri karşılama ihtimali olmadığını düşünmek lâzım. 

Tabii ki şu husus da önemli: Diğer taraftan Abdullah Gül destekli Ali Babacan’ın da bir parti hazırlığı içerisinde olduğu söyleniyor; ama onun kamuya yansımış herhangi bir şeyi yok — arada Abdullah Gül’ün attığı bir iki tane tweet’i saymazsak. Dolayısıyla şu anda Davutoğlu, manifestosuyla; Diyarbakır’da, Konya’da ve başka yerlerde yaptığı, iftarlarda yaptığı konuşmalarla –ki bunları sürdüreceğe benziyor– birkaç adım önde, bunu kabul etmek lâzım. Ve tabii ki burada esas dönüm noktası 23 Haziran olacak. 23 Haziran’da seçimi tekrarlatarak Cumhurbaşkanı Erdoğan çok büyük bir risk aldı. Bu riskli seçimi eğer bir kez daha kaybederse Binali Yıldırım –aslında Tayyip Erdoğan–, o zaman Davutoğlu ve Babacan ve başkaları, “İşte, biz haklı çıktık” diyecekler ve aşağıda yaşanan, yani AKP tabanında yaşanan demoralizasyon, hayal kırıklığından istifade ederek kendileri öne çıkmaya hazırlanacaklar. Davutoğlu’nun yeni partiyi tam telaffuz etmemesinin belki şöyle bir avantajı olabilir: Eğer 23 Haziran’da Binali Yıldırım seçilirse, bu AKP’ye ve Erdoğan’a belli bir nefes alma hakkı tanıyacak. Bir müddet daha zaman kazanmasına yol açacak –ki bence bu müddet çok uzun olmayacak, ama yine de bir müddet zaman kazanmasını sağlayacak–, işte o zaman Davutoğlu, “Ben zaten parti arayışı içerisinde değilim; partinin yeniden yapılanması arayışı içerisindeyim” deyip tekrar AKP içerisinde bir şeylere talip olabilir. Ama 23 Haziran’da ikinci kez yenilgi yaşanırsa, işte bütün bunları yeni bir partinin hazırlığı olarak karşımıza çıkaracak. 

Tekrar söylüyorum: O tarihten itibaren yapılacak olan Erdoğan eleştirisi –ki hâlâ ona da emin değilim– 23 Haziran’da bâriz bir yenilgi yaşasa dahi, Davutoğlu gibi birisinin Erdoğan’ı, adını vererek doğrudan eleştirebileceğini açıkçası pek sanmıyorum, çok zor olacaktır onun için. Ama belli bir aşamadan itibaren bunu yapmak zorunda kalacak, yapmadığı takdirde çok fazla şansı olacağı kanısında değilim. Davutoğlu’nun şansını, parti ihtimalini vs. değerlendirebilmemiz için Babacan cenahında tam olarak neler yaşandığını görebilmemiz lâzım; ama onlar şu anda ser verip sır vermiyorlar. Muhtemelen 23 Haziran sonrasını bekliyorlar; dolayısıyla 23 Haziran’a kadar bir tarafın sakin, sessiz ve derinden gittiğini; diğer tarafın da olabildiğince açıkta bir şeyleri söylediğini ve eleştirinin tonunu giderek artırdığını göreceğiz. Ve 23 Haziran’ın ardından Ali Babacan ya da Ahmet Davutoğlu ya da ikisi ayrı ayrı parti kuracağa benziyorlar. İkisinin birlikte parti kurma ihtimali, yani bu çabalarını birleştirme ihtimali şu aşamada çok fazla telaffuz edilmiyor, aralarında bayağı bir mesafe olduğu söyleniyor. 23 Haziran’da eğer bir başarısızlık yaşanacaksa –ki ben muhtemelen böyle olacağını düşünüyorum– o zaman gerçekten çıngar kopacak ve biz de bunları takip etmeye devam edeceğiz. 

Evet tekrardan iyi bayramlar diliyorum ve yine her zaman olduğu gibi: Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.