Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İstanbul’da “düzensiz göç” ile mücadelenin ayrıntıları

İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, bir grup gazeteciye “düzensiz göç” konusunda yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlattı. Toplantıya katılan Ruşen Çakır’ın izlenimleri.

Yayına hazırlayan: Caner Polat

Merhaba, iyi günler. Dün İstanbul Valisi Ali Yerlikaya, benim de aralarında bulunduğum bir grup gazeteciye düzensiz göçe karşı İstanbul’da yürüttükleri faaliyetleri, bir anlamda mücadelenin detaylarını anlattı, birtakım rakamlar verdi. Çok istifade ettim, önemli… Bazıları kısmen medyada yer bulmuştu, ama hepsini derli toplu bir şekilde, doğrudan olayın aktörleri tarafından –ki yanında Göç İdaresi’nden sorumlu kişiler de vardı–, bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Böyle bir toplantıyı yapmış olması önemli. Şu açıdan önemli: Benim çağrıldığım toplantıda o büyük medya diye tabir edilen kurumlardan değil de onun dışında sosyal medya üzerinden, internet üzerinden yayın yapan ya da yeni faaliyete geçen bazı haber kanallarından temsilciler vardı. Bu da şunu gösteriyor açıkçası: Siyasî iktidarın denetlediği ve her türlü haberi istediği şekilde çıkarttığı o medya, devletin meramını anlatmakta yardımcı olamıyor. Hatta tam tersine negatif etki yapıyor. Vali, konuşmasında, sohbette, kendilerinin birçok haber kanalını ya da televizyon kanalını, gazeteyi gezdiklerini ve kendilerini bu konuda bilgilendirdiklerini söyledi. Ama şu âna kadar bu konuda ortaya çıkan bilgiler büyük ölçüde kirli bilgiler. Bu da Türkiye’de artık medyanın ne derece fonksiyonsuz olduğunu ya da kamuoyunu doğru bilgilendirmenin tam zıddına, kamuoyunu yanlış bilgilendirme gibi bir fonksiyonu olduğunu gösteriyor. Tabii burada şunu söylememek lâzım, şu kolaycılık olur: Bu büyük medya diye bilinen yerler bunu yapıyor, ama onun dışında kalanların hepsi çok temiz demek çok mümkün değil. Mesela şöyle bir olay oldu: Vali Yerlikaya bu düzensiz göçle mücadele konusunda çıkan yalan haberlerden –ki çok belli ki canı yanmış– uzun uzun tam bahsederken, internet medyasının popüler bir ismi de –Türkiye’de pekâlâ yalan haber yaymada çok meşhur birisi, en son başıma geldiği için biliyorum, benim hakkımda da bir dezenformasyonu büyük bir iştahla servis etmişti– yanında oturuyordu. Dolayısıyla bu yalan haberi, çarpıtmayı sadece ve sadece büyük medyaya atfetmemek lâzım. “Büyük” medyanın dışında, büyüğü tabii tırnak içine alıyorum, “büyük” medyanın dışında olan yerler, sırf sosyal medyada yayın yapıyor diye bir kurum, kuruluş ya da bir kişi otomatik olarak doğru yayın yapıyor, doğru şeyler yazıyor anlamına gelmez. Bunu bizzat yaşayanlar bilir. Bizzat yaşayanlardan ve bunun mağduru olan birisi olarak da ben buna tanığım. 

Neyse, konumuza gelelim. Konumuz, bir faaliyet oldu, çok yoğun bir faaliyet oldu. İstanbul’da güvenlik güçleri düzensiz göçe karşı kimlik kontrolleri yaptılar ve çok sayıda kişi bir yerlerden bir yerlere yollandı. Ama bu konuda genellikle Türkiye’de, Vali Yerlikaya’nın da söylediği gibi, sanki bütün göçmenler Suriyeli’ymiş gibi bir algılama var. Halbuki bu yapılan faaliyetlerde, uygulamalarda esas hedef kitle, düzensiz göç ile gelenler, Türkiye’ye gelenler, İstanbul’a kadar ulaşanlar. 12 Temmuz-5 Ağustos arasında 14.735 yabancı uyruklu kişi düzensiz göç yaptığı tespit edilip geri gönderme merkezlerine sevk edilmiş.  Bu, şu anlama geliyor: Alınıyorlar, kaçak girdikleri tespit ediliyor ya da Türkiye’deki sürelerinin, normal kendilerine tanınan kalma sürelerini aştıkları tespit ediliyor. Ve bu kişiler kendi ülkelerine geri yollanıyorlar — uçağa bindiriliyorlar büyük ölçüde. Bu, Vali’nin de söylediği gibi son derece meşakkatli ve aslında pahalı da bir iş, ama bunu yapıyorlar. Ve bunların hiçbirisi Suriyeli değil. Çünkü Suriyeliler’in durumu bunlarla aynı değil. Geçici misafir olarak tanımlanıyor Suriyeliler, geçici koruma kapsamında olarak kabul ediliyorlar. Onların bir yasal statüsü var. Bunlar daha çok Afganistanlı, Pakistanlı, Orta Asyalı ya da Bangladeşli, belki de Afrikalı ve çoğu da karayoluyla –özellikle İran üzerinden– gizlice girenler oluyor. Bunların sayısının sürekli yüksek bir sayı olduğu söyleniyor. 14.735 kişi yüksek bir rakam, ama çok daha fazlasının söz konusu olduğu ve bunu sürdüreceklerini belirtiyorlar. 

Bir diğer husus ise, tabii Suriyeliler arasında da kayıt dışı olanlar tespit ediliyor. Türkiye’deki Suriyeliler’in büyük bir kısmı geçici koruma kapsamında. Yani bunlar Türkiye’ye girdikleri andan itibaren kayıtları yapılıyor ve belli sürelerle bu kayıtlar yenileniyor. Ve bunlar belli yerlere dağıtılıyorlar ve belli illerde kayıt oluyorlar. Ve esas olarak oralarda hayatlarını sürdürüyorlar, oralardaki imkânlardan faydalanıyorlar. Dolayısıyla kayıt dışı giren Suriyeliler de var. Bunlar tespit edildiği zaman geçici barınma merkezlerine sevk ediliyorlar. Geçici barınma merkezlerine sevk edildikten sonra haklarında bir kimlik araştırması yapılıyor — güvenlik soruşturması gibi diyelim.  Ondan sonra Türkiye’de kalmaları uygun görülüyorsa, bunlara da belli iller işaret ediliyor. Bir de İstanbul’da son yapılan önemli hususlardan birisi, kayıtları başka ilde olup da İstanbul’a gelenler. Bu aslında çok anlaşılır bir şey. Çünkü İstanbul’da iş imkânı çok daha fazla ve diyelim ki İç Anadolu’da birtakım illere kayıtlı olan kişiler iş bulamıyorlar ya da kendilerine göre daha cazip işlerin İstanbul’da olduğunu düşünüp İstanbul’a geliyorlar. Bunlar tekrar kendi esas illerine sevk ediliyorlar. Şimdi ara verilmiş, Vali’nin söylediğine göre. 20 Ağustos 2019’a kadar herkese bağlı bulundukları illere dönmeleri çağrısı yapılmış. Ondan sonra tekrar bu uygulamaların yapılacağı söyleniyor. 

Burada en çarpıcı, beni en çok etkileyen husus, bu olayın Vali tarafından ve devletin yöneticileri tarafından sadece bir düzensiz göç ve kayıt dışı Suriyeliler olayı olarak değil, aynı zamanda kayıt dışı istihdamla mücadele faaliyeti olarak gösterilmesi, görülmesi. Suriyeliler gerçeği ya da mülteci gerçeği ya da düzensiz göçmenler gerçeğinin esas en önemli hususu bu. Olayın çok ciddi bir ekonomik boyutu var. Bu ekonomik boyutun da en önemli yönlerinden birisi ucuz işgücü meselesi. Vali, biz gazetecilere şunu söyledi: “Kimsenin yapmak istemediği işleri, düzensiz göçmenler, bir sonraki aşamada da kayıt dışı Suriyeliler tercih ediyor. Onların üstlenmemesi durumunda buralardaki işverenler büyük ölçüde çalışacak insan bulmakta zorlanıyorlar”. Bir diğer husus tabii ki kayıt dışı olan kişilerin sigortası ödenmiyor, vergisi ödenmiyor, ucuza geliyor. Dolayısıyla bu birçok işveren için maliyetleri düşürüyor ve cazip oluyor. Yani birileri Türkiye’den mültecilerin, sığınmacıların, Suriyeliler’in gitmesini isterken, birilerinin de ödü kopuyor, giderlerse iş gücü maliyetleri yükselecek diye. Burada çok önemli bir ekonomi faktörü var ve bu konuda çok ciddi bir mücadele yürüttüklerini söylüyor. Ama bunu yaparken de işverenleri, ticaret odalarını, sanayi odalarını çok da fazla ürkütmeden onlara rehberlik etme iddiasıyla yapıyorlar, faaliyetlerini rehberlik olarak tanımlıyorlar. İkna etmeye çalışıyorlar. Böyle ilginç bir durum var. Şu husus tabii önemli: Diyelim ki yan yana iki dükkân var, iki dükkân da diyelim ki Suriyeli çalıştırıyor. Birisi kayıtlı çalıştırıyor, diğeri kayıtsız çalıştırıyor ve dolayısıyla aralarında çok ciddi bir haksız rekabet oluşuyor. Bu da ayrıca sorunlar doğuruyor. Yani buradaki mesele Suriyeliler’in ya da Suriyeliler dışındaki göçmenlerin ama en çok da Suriyeliler’in olması meselesinde onların buradan artık gitmesini isteyenler vs. işin bu yönünü genellikle ıskalıyorlar. Hatta şunu da söyleyebiliriz: Suriyeliler’den ve diğer göçmenlerden, kaçaklardan ya da düzensiz göçmenlerden istifade eden çok kişi de kendisini göçmen karşıtı vs. diye tanımlayabiliyor. 

Vali Yerlikaya sık sık, başta yapılan birtakım hataların bugün ciddi sorunlara yol açtığını söyledi. Hataların ne olduğu konusunda üç aşağı beş yukarı herkes bunun ne olduğunu görebilir. Ama bir diğer husus da şu ki özellikle Suriyeliler’e kapılar açıldığı zaman ve diğer düzensiz göçmenler de belli ölçülerde tolere edildiği dönemlerde Türkiye’de ekonomik anlamda bir büyüme vardı. Ve bu büyümenin ışığında ucuz işgücü birçok kişiye pekâlâ cazip geliyordu ve bu katlanılabilir bir şeydi, çünkü pasta büyüyordu. Ama şimdi, Türkiye bir süredir çok ciddi bir ekonomik kriz ile uğraşıyor. Ekonomik krizle ulaşmaya başladığı andan itibaren de bütün bunların hepsi göze batmaya başlıyor. Ekonomik kriz olduğu müddetçe ilk akla gelenler Suriyeliler ya da diğer göçmenler oluyor. Bir araştırma gördüm — çok ciddi bir kamuoyu araştırması. Orada değişik tarihlerde seçmene, vatandaşa Türkiye ile ilgili sorular soruluyor. Ve baktığımız zaman son 1-2 yıl içerisinde oluşan öncelikli sorunların çok ciddi bir şekilde değiştiğini görüyoruz. Mesela yüzde 60 terörden şikâyet ederken, son dönemde bunun oranı yüzde 1-2’lere kadar düşüyor. Ve en önemli şikâyet şu anda enflasyon, hayat pahalılığı. Rakamlar çok çok yüksek, şikâyet rakamı çok yüksek. Ve Suriyeliler diye tanımlanan bir grubun da Türkiye’de vatandaşın en çok şikâyet ettiği üçüncü dördüncü konu olmaya başladığını, terörün de üstünde olduğunu görüyoruz. Bunun doğrudan ekonomi ile çok ciddi bir ilişkisi var. Ekonomik kriz sürdüğü müddetçe –ki daha uzun bir süre süreceğe benziyor–, orada da insanların, bunun sorumlusu olarak siyasî iktidarı –tabii ki sorduğunuz zaman öyle söylüyorlar ama– siyasî iktidarın otoriterliği yüzünden ürktükleri için ona karşı seslerini çok fazla çıkartamayıp bunun doğrudan öznesi olmayan göçmenlere ve sığınmacılara ya da geçici misafirlere diyelim, geçici konuklara yönelik bir eleştiri var. Hükümetin de özellikle İstanbul’da bu faaliyetlerinin son günlerde artırılmasının bir nedeni bence bu. Özellikle İstanbul seçimlerinin kaybedilmesinde, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere ülkeyi yönetenler, Suriyeliler’e yönelik tepkilerin önemli bir faktör olduğu düşüncesindeler. Bu anlamda da belli ölçüde havasını almayı da istiyor olabilirler. Ama şunu özellikle vurgulamak lâzım. Dünkü sohbette Vali ısrarla Suriyeliler’den “misafirlerimiz” diye bahsetti, “Karşı duruşumuzda, bakışımızda, sevgimizde en ufak bir değişiklik yok” dedi. Bunun ısrarla altını çizdi. Suriyeliler’e yönelik ayrımcı, ırkçı yaklaşımlara karşı tavrını da çok net bir şekilde gösterdi. Bu anlamda baktığımız zaman çok zor bir konu, zor bir mesele Suriyeliler meselesi. Ülkenin kendisi için, toplumun yüzleşmesi anlamında ve ülkeyi yönetenlerin baş etmesi anlamında giderek büyüyen bir sorun oluyor. Daha çok konuşulan bir sorun oluyor. Daha da çok konuşulacağa benziyor. Ama tekrar söyleyelim, olay sadece Suriyeliler değil. Suriyeliler’in dışında –onlar en azından kayıtlı–, kayıtlı olmayan, dünyanın değişik yerlerinden, Türkiye’den yoksul yerlerden gelen insanlar var. Ama bu arada Türkiye ekonomik kriz nedeniyle yoksullaştığı için, bunlar artık eskisinden çok daha fazla göze batar durumdalar. Rakamlar çok çarpıcı. Ülkemizde kayıtlı 3.643.000 civarında Suriyeli var dendi bize. İstanbul’da geçici koruma kapsamında, kayıtlı 547.943 kişi var. Vali, bunu bir tür “Büyükşehirin içerisinde ikinci bir büyükşehir” olarak tanımladı. Kendilerini temsil etmeye yönelik birtakım dernekleri vs. var, ama çok güçlü bir örgütlülüklerinin de olmadığını biliyoruz. Gerçekten çok zor bir durum. Bu işleri daha da zorlaştırıyor. Ve özellikle de onların birtakım sorunlardan sorumlu tutulmasıyla beraber gelişen atmosferde işler çok daha zorlaşıyor. 

Evet, bugüne kadar bu konu ile ilgili birtakım yayınlar yaptım. İlk defa birileri, devletten birileri, somut verilerle ne yapmak, nasıl yapmak istediklerini söylediler. Bu da Türkiye’de, dünyanın her yerinde tabii, kamuoyu oluşturmada, kamuoyunu bilgilendirmede medyanın rolü ve medyanın ülkeyi yönetenler ile sağlıklı bir ilişki kurmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Biz burada, yakında Medyascope’ta 4. yılımızı doldurmak üzereyiz. Bu 4 yıl içerisinde şu âna kadar ülkede yaşanan o kadar sorunun içerisinde, o kadar meselenin içerisinde, ülkeyi yönetenlerden hiçbirisi zahmet edip bize, “Biz şunu şöyle yapıyoruz, şundan yapıyoruz, şöyle yapmayı düşünüyoruz” diye herhangi bir arayış içerisine girmemişlerdi. Nasıl olsa medyayı kontrol ettiklerini düşündükleri için bizim gibi kurumları herhalde önemsiz, değersiz vs. görüyorlardı. Ama bu anlamda Dün Vali Yerlikaya’nın benim de dahil olduğum bazı kuruluşları, insanları çağırması, işlerin değişmekte olduğunun da bir işareti olarak görülebilir. Ama tabii ki bu ülkede hiçbir şeye çok fazla umutlanmamıza izin vermiyorlar. Bu daveti bir şekilde pozitif olarak yorumladığım sıralarda, önceki gün ve dün, Jandarma Genel Komutanlığı’nın başvurusu ile çok sayıda sosyal medya hesabına ve internet sitesine yasak geldiğini, erişim yasağı kararı alındığını gördüm. Özellikle bunlardan bir tanesi, bianet.org. çok öteden beri bildiğim, kuruluşundan itibaren bildiğim, başında çok yakın arkadaşım Nadire Mater’in olduğu ve elimden geldiğince de destek olmaya çalıştığım, Türkiye’de bağımsız gazetecilik yapma anlamında çok ciddi bir mesafe katetmiş olan, kendini kanıtlamış olan bir kurum. Ve bu kuruma erişim yasağının ne gerekçeyle getirildiği konusunda ortada hiçbir şey yok. Dolayısıyla, hani nasıl denir, “Kaşıkla verip, kepçeyle almak” gibi denebilir, hatta daha fazlası denebilir. Bu tür yaptırımların, bu tür sansür uygulamalarının tabii ki öncelikle halkın haber alma özgürlüğüne indirilmiş çok ciddi bir darbe olduğu gerçeği var. Ama onun ötesinde bu uygulamayı yapanların da bundan istifade edebileceğini açıkçası sanmıyorum. Ondan sonra yarın öbür gün başlayacaklar, tekrar bu tür doğru haber veren kurumları kendi işlerine gelmediği için kapatanlar yarın öbür gün istediklerini kamuoyuna doğru dürüst aktaramamaktan şikâyetçi olacaklar, bunu görüyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.