Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Nina L. Khrushcheva: Rusya ve Çin’deki Leninistler kendi sınırlarını aşınca…

Nina L. Khrushcheva‘nın Project Syndicate’deki “When Leninists Overreach” başlıklı yazısının çevirisidir.

Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev’in torunu olan Nina L. Khrushcheva, New York’taki New School’da ululsararası ilişkiler profesörüdür

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping uzun süredir iç politikada siyasi güçlerini artırıyor. Öte yandan Çin ve Rusya uluslararası sistem içinde giderek yalnızlığa itilen iki aktör haline geldi.

Hong Kong’da ve Moskova’da devam eden protestoların iki otoriter lider Putin ve Xi Jinping’i ürküttüğüne şüphe yok. Moskova’daki protestolar son yıllardaki en geniş katılımlı eylemlere sahne olurken orantısız bir şiddet ile dağıtılacak noktayı da aştı. Putin ise insanlarla diyalog kurmak yerine hâlâ güçlü olduğunu kanıtlamak için deri kıyafetler giyerek favori motosikletine binerken poz veriyor.

Yine de bu gösterilere olan katılım, Putin’in popülaritesinin düşüşünün acı bir işareti. Yirmi yıldan beri Putin Rus elitleri nezdinde özellikle de elitlerin finansal çıkarları açısından Rusya’nın çıkarlarının yegâne garantörü olarak görülüyordu. Ancak Rus ekonomisi son yıllarda yaptırımlardan dolayı gerilemeye başlarken Putin’in varlığı da ekonomik ilerleme için itici güç olmaktan, bir bariyer olma noktasına geldi. Kremlin’in Kırım’ı ilhakının ardından herkes tarafından dillendirilen “Putin Rusya’dır, Rusya da Putin” söylemi artık gittikçe zayıflamaya başladı.

Dahası, Putin’in, Trump’ın Rusya ile ilişkilerini geliştireceği öngörüsü artık geçerliliğini kaybetti. Her ne kadar Trump Amerikan kurumlarını zayıflatsa ve Batı ittifakını eskisinden daha güçsüz hale getirip Putin için hayırlı olabilecek işler yapmış olsa da ABD dış politikasını oldukça öngörülemez ve tutarsız bir noktaya taşıdı. Daha da kötüsü ise Trump’ın bir süredir nükleer silahların kontrol altına alınmasını sağlayan yasaları gevşetmeye başlıyor olması; çünkü Rus elitleri ülkelerinin ABD’ye karşı bir nükleer silahlanma yarışını kazanmasının imkânsız olduğunu biliyor.

Hong Kong’daki protestolar da tıpkı Rusya’dakiler gibi yoğunluğunu kaybetmeyecek gibi görünüyor ve otoriterliğin kendi sınırlarının bile ötesine geçmesinden kaynaklanıyor. Bu gösteriler Çin yanlısı Hong Kong hükümetinin, Hong Kong vatandaşlarının ve yerleşimcilerinin Çin’e iade edilmesini sağlayacak yasayı gündeme almasıyla patlak vermişti. Bu kararın ne kadar sakarca çıkartılmaya çalışıldığını bir kenara bırakın, Çin hükümeti de bunun olası sonuçlarını ve siyasi etkilerini iyi öngöremedi. Verdiği tepki ise hükümetin kendi kendisini bitirebileceği türden.

Çin Halk Kurtuluş Ordusu, protestocuları, Hong Kong hükümetine karşı yapılacak gösterilere bizatihi müdahil olup bunları önlemekle tehdit etmişti. Böyle de oldu, Hong Kong polisleri olaylara müdahale etmezken Çin’den gelen güvenlik kuvvetleri eylemleri bastırmaya çalışıyor ve herkes bunun Xi’nin emriyle gerçekleştirildiğini biliyor.

Daha kaygı verici olan ise Xi’nin “bir ülke, iki sistem” uygulamasının zamanının geçtiğine inanıyor olması. 1997 yılında Hong Kong’un egemenliğinin Birleşik Krallık’tan Çin’e geçmesine ilişkin antlaşmada uzlaşılan şartlara rağmen Çin, sınırları içinde demokrasi benzeri bir şey istemiyor diyebiliriz. Dahası, Xi eğer bu politikanın işe yaradığını görürse aynı politikayı Tayvan özelinde de hayata geçirmek isteyebilir. Ancak bunu yaparsa Tayvan meselesinde elde etmek istediği şeyin tam tersini yaptığını unutmuş olduğu ortaya çıkacaktır.

Ancak Xi daha da şiddetli bir politika düşünüyor da olabilir. Eğer Trump yönetiminin “Önce Amerika” politikasının Tayvan’ı korumak ile hiçbir alakası olmadığını görürse bir askeri operasyon ile Tayvan’ı yeniden Çin topraklarına dâhil etmeye çalışabilir. Ancak bu da büyük bir hata olur çünkü Çin-ABD ilişkilerinin kapsadığı alanları düşünürsek Tayvan’a düzenlenecek herhangi bir askeri operasyona ABD’nin sessiz kalması mümkün değil. Kaldı ki her ne kadar Çin Güney Denizi’nde Çin’in ciddi bir nüfuzu olsa da o bölgedeki ABD donanması Çin’in operasyonlarını olumsuz yönde etkileyecek kapasiteye sahip.

Tıpkı Putin’de olduğu gibi Xi’nin de otoriterliğinin kendi sınırlarını aşması da, ticaret savaşları ve Çin’in komşularıyla olan sorunlu politikaları göz önüne alındığında Xi için son derece olumsuz etkiler oluşturabilir. Xi yönetimindeki Çin diplomatik olarak şu an oldukça yalnızlaştırılmış durumda. Dünyanın ileri ekonomik ve askeri güçlerinin neredeyse tamamı, AB, Hindistan, Japonya ve Brezilya, Xi’den önceki liderlerle pragmatik ilişkiler kurarlarken şu anki Çin’den endişe duyarak Xi yönetimi ile birlikte hareket etmekte tereddüt ediyorlar ve hatta şu anki ABD’yi bile Çin’e tercih ediyorlar. Tıpkı Rusya’da olduğu gibi, Çin elitleri de ülkelerinin uluslararası alanda istenmeyen kişi haline geldiklerinin farkında. Dış dünya Kremlin’in nasıl Putin’e bağlı olduğunu düşünüyorsa Çin hükümetinin de Xi’nin emrinde olduğunu düşünüyor olabilir. Ancak 1964 yılına gelindiğinde pek çok kişi SSCB Komünist Partisi Yönetim Kurulu ile Kruşçev arasındaki ilişkiyi de bu şekilde değerlendiriyordu. Ancak Kruşçev yıl bitmeden parti yönetim kurulu tarafından görevinden azledilmişti.

Uzun sure SSCB Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Andrei Gromyko’nun eski bir şakası vardır: “Kruşçev’i görevinden almak zorundaydık, bir kumarbaz için fazla pervasızdı. Eğer devam etseydi Moskova’da asıldığımız için kendimizi şanslı hissetmemiz bile gerekebilirdi.” Kruşçev gerçekten de Küba füze krizinde ortaya çıktığı gibi son derece fevri karar alan biriydi. Askeri açıdan ABD’yi yakalamayı kendisine motivasyon unsuru haline getirmişti. Yine de bugün Putin ve Xi’yi yönlendiren Stalinist hezeyanlara kendini kaptıran biri olmamıştı. Bu iki isim de şu anda kendi ülkelerinin gelecekleri adına bahis oynuyor.

Bugün ise hiç kimse bu iki ismin, despotik yönetiminin kendi sınırlarını bile aşmasından rahatsız olduğu için kendi çevresi tarafından acı bir ölüme sürüklendiği iddia edilen Stalin ile de Kruşçev ile de aynı kaderi paylaşacaklarını düşünmüyor.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.