Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yeniden kayyum: Erdoğan’ın büyük çaresizliği

Hafta sonu CHP liderinin eşi Selvi Kılıçdaroğlu’nun Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın doğum günü için düzenlediği buluşmanın görüntüleri 31 Mart seçimlerinden sonra başlayan “yepyeni Türkiye” dönemi hakkında önemli ipuçları içeriyordu. Bu sabah İçişleri Bakanlığı’nın Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye başkanlarını görevden alıp kayyum olarak valileri atamasıysa iktidarın bu yeni döneme ayak uydurabilmesinin imkansız olduğunu gösterdi.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. İyi haftalar diyorum, ama hafta hiç de iyi başlamadı. Diyarbakır, Mardin ve Van’dan kayyum haberleri aldık. Diyarbakır’da Selçuk Mızraklı, Mardin’de Ahmet Türk, Van’da Bedia Özgökçe Ertan, seçilmiş belediye başkanları görevlerinden alındılar. Yerlerine valiler kayyum olarak atandı. İçişleri Bakanlığı’nın gerekçe olarak sunduğu şeyin iler tutar bir yanı yok. Ama sonuçta üç büyükşehir tekrardan, geçmişte bir önceki dönemde olduğu gibi kayyumla yönetilmeye başlandı. Devamı gelecek mi? Diğer il belediyelerine ve ilçe belediyelerine, HDP’li belediyelere kayyum atanacak mı? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çok acı bir haber. Türkiye için kötü bir haber. Savunacak hiçbir tarafı yok. Anlaşılır hiçbir tarafı yok. Denenmiş ve devlet tarafından da başarısız sonuçlanmış bir politika. Ama aynı suda ikinci kez yıkanmaya çalışıyorlar. İlkinde de yıkanamamışlardı. Şimdi tekrar yıkanmaya çalışıyorlar. Bunu değerlendireceğim. Ama öncesinde şunu söyleyeyim: Geçen hafta üç tane Kürt sorunu ile ilgili yayın yaptım: “Öcalan faktörü”, “PKK silahı bırakırsa” ve “Kürt sorununu kim çözer?” Buna değişik tepkiler geldi. HDP’li milletvekili bir arkadaşımla hafta sonu bu konuları tartıştığımızda, bugün için yeni bir yayın başlığı şekillenmişti. Kendisine de bu fikri bana verdiği için teşekkür etmiştim. Yayını normalde, “Barış mı demokrasi mi?” olarak yapacaktım. Çünkü HDP’nin içerisinde bir tartışma var. Aslında Türkiye’de de bir tartışma var. Ama HDP’nin içerisinde daha çok yaşanan tartışma. Bir yanda Kürt sorununun çözümünün öncelikli olması ve dolayısıyla barışın, silahların susmasının vs. öncelikli olduğu; bir diğer perspektif de öncelikli sorunun Türkiye’nin demokratikleşmesi olduğu, demokratikleşme ile beraber barışın da kaçınılmaz olarak geleceği. Aslında bu bir tavuk-yumurta ilişkisi gibi gözüküyor. Ama gerçekten önemli bir tartışma bu. Bu tartışmayı önümüzdeki günlerde tekrar yapmak istiyorum. Ama bugün itibariyle, sonuçta devletin bu uygulaması bize hem demokrasinin hem barışın devlet tarafından alenen bir kere daha sabote edildiğini gösterdi. Bunun demokrasi ile hiçbir iler tutar yanı yok. Daha yeni seçim oldu. 4-5 ay geçmeden belediye başkanları görevden alındı. Belediye başkanları eğer görevden alınacaktıysa niye adaylıklarına izin verildi? Bunları yeni mi tanıdılar? Hele birisi –Ahmet Türk– kaç yılın siyasetçisi, Recep Tayyip Erdoğan’ın çok daha eskisinden beri siyasetin içinde olan birisi. Buradaki seçim niye yapıldı? Açık farkla bu belediyelerde HDP’li adayları kazanmışlardı. “Bu halkın iradesi Kürtler söz konusu olduğu zaman milli irade kapsamına girmiyor mu?” gibi bir dizi soru sorulabilir. Bir diğeri de tabii buna bağlı olarak mesela Mardin Valisi Twitter’da, sosyal medyada bir tweet attı. “Yeniden hizmet ediyoruz” gibi bir tweet, tam olarak hatırlamıyorum, ama nasıl bir hızsa… Burada Karar gazetesi yazarı Yıldıray Oğur’un bir cevabını gördüm. Çok doğru bir cevap. Bunun yerine kendisine, Mardin Valisi’ne şunu demeyi öneriyor: “Kısa bir demokrasi arasından sonra yine birlikteyiz.” Evet kısa bir demokrasi arası verildi ve Diyarbakır, Mardin ve Van’da tekrardan devlet toplumu, halkı bir kenara itip, onun tercihini bir kenara itip, seçilmişleri bir kenara itip, atanmışlarla tekrar olaya el koydu ya da olaya el koyduğunu sanıyor. Aslında el konulmuş bir olay yok. Bir önceki kayyum deneyiminden de biliyoruz ki bu kayyumlar devlete hiçbir şey kazandırmadılar. Halka da pek bir şey kazandırmadılar. Ama daha yeni yapılan birtakım açıklamalarda, seçilen belediye başkanlarının geriye dönük incelemelerinde gördüğümüz kadarıyla kendileri bayağı bir şekilde istifade etmişler. Harcamalar, uluorta harcamalar, dev harcamalar ve bırakılan borçlarla gitmişlerdi. Sonuçta kayyum her anlamıyla –hem demokrasi hem de belediyecilik anlamıyla– bir fiyasko olarak tarihe geçmişti. Yeni bir fiyaskonun eşiğinde olduğumuz anlaşılıyor.

Peki niye böyle bir şey yapılıyor? Tam da “Acaba yeniden çözüm süreçleri mi başlayacak?” deniyordu. Suriye’de ABD ile yürütülen görüşmeler, PYD ve YPG’yle dolaylı görüşmeler, Abdullah Öcalan’ın açıklamaları, insanları birazcık olsun heyecanlandırır gibi olmuştu. Bunun üzerine kayyum olayı geldi. Ve devlet tekrar şahin pozisyonuyla karşımıza çıktı. Bu çıkış, aslında birçok açıdan baktığımız zaman bir şeylerin perdelenmesi de olabilir. Özellikle Suriye’de yapılan, yapılmakta olan görüşmelerde bambaşka bir tavır izliyor da olabilir devlet. Ve Türkiye’de şahin, ama Suriye’de en azından ABD’ye karşı belli ölçülerde güvercin bir politika izliyor da olabilir. Böyle bir şey var. Bir diğer husus, erken seçim tekrardan gündeme gelebilir yorumları yapılıyor. Ama bence en önemli husus burada artık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ülkeyi tek başına yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın artık tam anlamıyla siyaseten çaresiz halde olması ve hiçbir şekilde yeni bir şeyler söyleyememesi, yeni bir şeyler yapamaması.

Şimdi hafta sonu yaşanan bir olaya değinmek istiyorum. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Selvi Kılıçdaroğlu bir davet verdi, Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın doğum günü nedeniyle. Ve buraya Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu, Selahattin Demirtaş’ın kardeşi ve aynı zamanda avukatı Aygül Demirtaş da katıldılar. Bunun fotoğrafları CHP tarafından ve İstanbul Belediyesi tarafından da, fotoğrafları ve videosu servis edildi, paylaşıldı. Genellikle CHP’nin HDP ile temasları kapalı kapılar ardından olurdu. Çok fazla açık edilmezdi. Ama bu görüntüler bize yeni bir dönemin, yepyeni bir dönemin başladığının işareti olarak kayıtlara geçti. Benim hep söylediğim “Yepyeni Türkiye”de artık HDP’nin gizli değil, örtük değil, açık bir müttefik ya da koalisyon ortağı olacağı, olması gerektiği, artık o eski tür oyunların sürdürülemeyeceğinin bir görüntüsüydü bence, bir kanıtıydı. Tabii bunun kadınlar tarafından yapılmasının apayrı bir önemi var. Ve onun üzerinden geldi bu kayyum uygulaması. Belki yani buna cevap değildi tabii; ama şuna cevaptı: CHP ile HDP’nin yakınlaşması –daha doğrusu yakınlaşmanın alenen artık olması– ve buraya başka partilerin de pekâlâ eklenebileceği –İYİ Parti ne derece olur bilmiyorum, açıkça olması çok söz konusu olmaz herhalde–, ama AKP’den kopması söz konusu olan yeni partilerin de bu süreçte böyle bir yerde, böyle bir yeni ittifak modelinde yer alma ihtimali olabilir. O korku duvarlarının yavaş yavaş açılmakta olduğunu görüyoruz. Nitekim bugün kayyum açıklamasının ardından Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere CHP’den çok açık ve net açıklamalar, kınamalar geldi. Ve burada mesela İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer, dayanışma içerisinde olacaklarını söyledi. CHP MYK’sı olağanüstü toplanıyor. Oradan ne karar çıkacağını bekliyoruz. Aslında bu kayyum ataması, “Yepyeni Türkiye”ye, 31 Mart’tan sonra şekillenmekte olan “Yepyeni Türkiye”ye eski yöneticilerin, eskiden beri ülkeyi yöneten kişilerin verecek bir cevaplarının olmadığını bize gösterdi. Şimdi burada soru “Yepyeni Türkiye”nin yeni aktörlerinin, öne çıkan aktörlerinin bu yeni dönemde buna nasıl cevap verecekleri, bunu nasıl karşılayacakları meselesi. İşte ilk günden, ilk andan itibaren verilen tepkiler birtakım şeylerin değişmekte olduğunu bize gösteriyor. Ama yine de bekleyip görmek gerekiyor. Gerçekten çok kritik bir yerden geçiyoruz. Erdoğan tekrar Türkiye’yi bir kutuplaşmanın içerisine hapsetmek istiyor. 31 Mart’ta ve 23 Haziran’da kutuplaşma stratejisinin yürümediğini gördü. Ama elinde başka bir enstrümanı olmadığı için tekrar devlet eliyle bu kutuplaşmayı tırmandırmak istiyor. Bunda başarılı olabilecek mi? Başarılı olabilir, eğer karşısındakiler ona onun istediği şekilde cevap verirlerse. Buradan kastım şu: Türkiye’de bir süredir terör anlamında çok ciddi hâdiseler çok şükür yaşanmıyor. Sıfır noktasında değiliz, ama büyük ölçüde bir sakinlik var. Ve hatta kamuoyu araştırmalarında da normalde çok yüksek olan terörden şikâyet hususlarının çok altlarda olduğu görüyoruz. Bir sakinlik, bir barış havası var. En azından çatışmaların belli anlamlarda durmuş olduğunu görüyoruz. Ve bunun getirdiği siyasetin önünün açık olduğunu görüyoruz. Ama bu kayyum uygulaması ile beraber devlet, tekrardan bu şahin uygulaması ile birlikte Kürt hareketi içerisinde tekrar şahin pozisyonların güçlenmesini teşvik ediyor bence. Ve buna aynı şekilde, sert bir şekilde müdahale edilmesini, tepki gösterilmesini istiyor.

Burada daha önceki yayınlarda dile getirdiğim ve Kürt hareketi içerisinden bazı kesimlerin –hepsinin olmasa da– tepki gösterdiği silah bırakma meselesine gelmek istiyorum. Bazıları bana, “Gördün mü? Sen bunu diyorsun, hâlâ mı diyorsun?” diyor. Aslında bu kayyum ataması devletin, Erdoğan’ın, Süleyman Soylu’nun bu kayyum ataması aslında silahın ne kadar işlevinin artık hiçbir şekilde kalmadığını, silahların tamamen ortadan kalkması gerektiğini bize gösteriyor. Çünkü devlet olayın şu haliyle, ülkeyi yönetenler olayın silahlı çatışma üzerinden yürümesini tercih ediyor. Çünkü demokratik yollarla gidildiği zaman kazanmalarının imkânı olmayan bir topluluk var. Kürtleri artık kaybetmiş durumda devlet. Kaç seçim yapsa, ne yaparsa yapsın, ne tür engeller çıkartırsa çıkarsın rakipleri kazanıyor. HDP kazanıyor. Eğer burada kayyum atamasına karşı tepkiyi yine birileri demokrasinin dışındaki birtakım yerlerde, yöntemlerde ararlarsa, bu aslında devletin istediği olacaktır. Ben bu kanıdayım. Kayyum uygulaması, devletin nasıl yasal anlamda, demokratik anlamda devleti yönetenlerin çaresiz kaldığını gösteriyor. Ve buradan yüründüğü zaman, demokrasinin içerisinden yüründüğü zaman Kürtlerin daha hızlı ve daha fazla ve daha kalıcı kazanım kazanımlar elde edebileceğini düşünüyorum. Ve bugün itibariyle bu görüşüm çok daha pekişmiş durumda. Aksi takdirde verilecek olan radikal tepkiler –radikalden kastım esas olarak şiddete başvurulması–, aslında devletin tam da ihtiyacı olan, bu politikayı uygulayanların tam da ihtiyacı olan şey. Diyecekler ki: “İşte, görüyorsunuz, biz bu kayyumları boşuna atamadık”. Böyle bir olay var. Burada köşeye sıkışmış olan aslında ülkeyi yönetenler, çaresiz olan aslında ülkeyi yönetenler. Tekrar aynı şeyleri yapıyor. Yeni bir siyaset geliştirmiş olsa, yeni bir uygulama geliştirmiş olsa, diyebiliriz ki ülkeyi yönetenler Erdoğan başta olmak üzere siyasete müdahale edebiliyor. Edebildikleri bir şey yok. Hep aynı bildik ezberlerle bir şeyleri ertelemeye çalışıyorlar, geciktirmeye çalışıyorlar. Bunun karşısında, bunu böyle okuyup, buna yönelik olarak demokrasinin içerisinde, yasal sınırlar içerisinde birtakım strateji ve taktiklerin geliştirilmesi halinde bu yenilginin, Erdoğan’ın sürekli yenilgisinin bir an önce gerçekleşebileceği kanısındayım. Aksi takdirde gösterilecek olan yasadışı tepkiler ya da cevaplar bunu uzatacaktır. Ve Türkiye tekrar yine bir terör ekseninde kamplaşmaya doğru gidecektir. Bu aslında bir yerde, baktığımız zaman bu tür uygulamalar bir yerde çok önemli sınavlar ve bir anlamda da fırsatlar. Tabii ki halkın kendi seçtiği belediye başkanlarının elinden alınması sonuçta hiçbir şekilde anlam verilemeyecek, kabullenilemeyecek bir şeydir. Ama buna ek olarak şunu da görmek lâzım: Bu aynı zamanda ülkeyi yönetenlerin yönetemediklerini bize çok daha net bir şekilde gösterdiği bir andır. Ve bunun, bu çaresizliğin, yönetim krizinin daha alenileştirilmesi ve buna alternatif birtakım siyasetlerin geliştirilmesinin zemini bu anlamda daha elverişli bir hale gelmiştir.

Evet, söylenecek çok şey var, ama uzatmayalım. Sonuçta bana ne zaman Kürt sorunu desem “Nedir bu Kürt sorunu kardeşim?” diye soranlara “İşte budur Kürt sorunu” diyorum. Kürtlerin seçtiği belediye başkanlarına bile devlet tarafından tahammül edilemediği bir ülkede yaşananın adı tabii ki Kürt sorunudur. Ama bu devletin bu tahammül edememe halinin ne kadar birbirini tekrar eden, denenmiş ve başarısız olduğu saptanmış, kanıtlanmış yöntemlerden başka yöntemler bulamıyor olması da bunun sürdürülebilir bir çözüm olmadığını bize gösteriyor. Eminim Kürt sorunu “Yepyeni Türkiye”de çok da gecikmeden tekrar çözülme sürecine girecek. Bu kayyum atamaları bunu geciktirmeye yönelik hamleler olabilir. Ama doğru cevaplarla, serinkanlı cevaplarla, sakin şekilde, haklılık zeminini kaybetmeden verilecek cevaplarla tam aksine çözüm süreci, çözüm imkânı hızlandırılabilir, çözüm imkânları genişletilebilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.