Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

CHP değişmeli mi? Değişebilir mi?

Yerel seçimlerden zaferle çıkan CHP’yi nasıl bir gelecek bekliyor? İktidara gelmesi mümkün mü? Nasıl?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Dün 11 Eylül 2001 saldırılarını değerlendirdim burada. Bugün de 12 Eylül ve 12 Eylül üzerine konuşmamı bekleyenler olabilir. Ama konuşmayacağım. Çünkü artık konuşa konuşa yoruldum diyeyim. 11 Eylül konuşmak bana hâlâ anlamlı geliyor. Ama 12 Eylül’ü bizzat yaşamış, o tarihte 18 ayını cezaevinde geçirmiş birisi olarak bugün 12 Eylül’ün üzerinden konuşmak bana artık çok da fazla anlamlı gelmiyor. Ama 12 Eylül’de askerî mahkemelerde yargılanmış birisi olarak –daha önce bazı yayınlarda da söylemiştim– şu kadarını belirteyim: O dönemin askerî mahkemelerindeki yargılamaların bugünkü yargılamaların daha ilerisinde, hukuka yakınlık anlamında daha olumlu olduğunu söylemek mümkün. En azından bizim İstanbul’da yaşadıklarımız böyleydi. Tabii ki başka yerlerde başka türlü yaşanmıştır. Ama benim gördüğüm kadarıyla, benim yargılandığım davalarda sivil yargıçlar –askerî savcılar öyle değildi, ama sivil yargıçlar– her işi kuralına göre yapmaya çalışıyorlardı. Bugün Türkiye’de maalesef bu kadar yıl geçtikten sonra hukuk anlamında, yargılamalar anlamında 12 Eylül’ü aratır uygulamalar olduğunu görüyoruz.

12 Eylül’ü bir kenara koyalım. Biraz CHP’den bahsetmek istiyorum. CHP çok çekici bir konu değil birçokları için. Ama konuşmakta yarar var. Her ne kadar 31 Mart ve 23 Haziran’ın esas galibi olsa da o tarihten bu tarihe kadar CHP çok büyük bir çıkış yapmadı ve birçok şeyi ağırdan alıyor. “Yapıyor mu yapmıyor mu” tartışması bir yana, “Yapabilir mi” tartışması da var. Ve bugün yayının başlığı olarak seçtiğim gibi, “CHP değişmeli mi?” bir soru, bir de “İstese de değişebilir mi” bir başka soru. Bu soruların önemli olduğu kanısındayım. Açık söylemek gerekirse CHP’yi konuşma ihtiyacını, bugün konuşma ihtiyacını duymamda, dün bir televizyon kanalında Muharrem İnce’nin birçok gazetecinin karşısına çıkıp konuşması etkili oldu. Muharrem İnce’nin seçim kampanyası hakkında, öncesinde ve sonrasında yaptığım eleştirileri bilenler biliyor. Benim ona karşı eleştirilerimi bir nevi abartılı bulanlar da var. Onun da farkındayım. Ama dün onun tekrar, cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesindeki gibi çok sayıda gazetecinin karşısına çıkmasını gerektirecek bir durum aslında yoktu. Bugün Türkiye’de hâlâ, Muharrem İnce’nin gazeteciler tarafından CHP üzerinden aynı anda sorgulanıyor olması ya da sorulara muhatap kalması, aslında CHP’nin durumunun çok da iç açıcı olmadığına bir örnek olabilir. Nitekim kendisine yine sorulan soru: “Aday olmayı düşünüyor musunuz”? “—Daha ortada bir şey yok,” diye cevap vermiş, ama “Hayır” cevabını vermemiş. Yani kongre süreci yok, vs. yok, doğru; ama artık Muharrem İnce’nin CHP’de genel başkan adaylığına talip olması, bütün bu yaşananlardan –özellikle 31 Mart ve 23 Haziran’dan– sonra açıkçası bana çok akıl kârı gelmiyor. Çünkü başlığımıza dönecek olursak, “CHP değişmeli mi? Değişebilir mi?” sorusuna ilk olarak bence şöyle cevap vermek lâzım: CHP aslında bir süredir değişmekte. Ve değişmenin de meyvelerini topluyor bence. Özellikle son yerel seçimler bunun örneğiydi. Değişik şekillerde bunları yorumladık. Tabii ki burada tek tek adayların, bir Mansur Yavaş’ın, Ekrem İmamoğlu’nun ve diğerlerinin rolü de vardı; ama CHP’nin yerel seçimlerde izlediği strateji gerçekten başarılıydı. Özellikle ilçe belediye başkan adaylarından aday çıkartma perspektifinin Adana’da, Antalya’da başarılı olduğunu gördük; İstanbul’da başarılı olduğunu gördük. İzmir zaten cepte bir şehirdi; ama İzmir’de de aynı yöntem izlendi, onu da biliyoruz. Bu anlamda CHP zaten bir değişimin içerisinde. Ama bu değişim çok gözle görülür bir değişim değil. Yani bir zamanlar Deniz Baykal’ın partinin başındayken iddia ettiği gibi, ya da Kemal Kılıçdaroğlu’nun ilk genel başkan olduğu zaman söylediği “Yeni CHP” gibi büyük lâflar edilmiyor; ama bir değişimin yaşandığını görüyoruz. Referandumda bunun ipuçları vardı. Adalet Yürüyüşü’nde bunun ipuçları vardı. Ve son yerel seçimlerde bunu bayağı ciddi bir şekilde yaşadık. Arada bir tabii çok önemli bir sorun olarak da şu anda görüyoruz, Muharrem İnce’nin aday olduğu cumhurbaşkanlığı seçimleri ve o sırada yapılan milletvekili seçimleri parantezi var. Yalnız orada unutmamak lâzım, Millet İttifakı diye bir olay yaşandı — ki çok önemli bir olay. CHP’nin bu ittifakın içerisine İYİ Parti’yi ve Saadet Partisi’ni direkt olarak ve HDP’yi endirekt olarak sokabilmiş olması da aslında CHP’deki bir değişimin göstergesiydi. Tabii ki ittifak meselesi CHP’nin bir başarısı değil, Erdoğan’ın başarısızlığıdır. Erdoğan’ın getirdiği sistem ittifakları zorunlu kıldı ve bundan Erdoğan’dan çok aslında muhalefet yararlanır oldu. Özellikle son yerel seçimlerde bunu gördük. İlk seçiminde, 24 Haziran seçimlerinde tabii ki Erdoğan bundan istifade etti. Ama orada temelleri atılan Millet İttifakı bir sonraki seçimde başarılı oldu. Ve burada Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğindeki CHP’nin geçmişten gelen birtakım önyargılarından, önkabullerinden arınması da epey etkili oldu.

Şöyle bir husus var: Öteden beri tartışılan, CHP için tartışılan –ki Deniz Baykal zamanında da bunun örnekleri vardı–, Türk sağından isimler alıp yerleştirerek CHP’yi başka kitlelere açma çabası çok denendi. Kısmen başarılı oldu, ama büyük ölçüde de başarısız oldu. Bunu kabul etmek lâzım. Ama yine değişik kesimlerden partiye taşınan isimler olarak mesela bir Mehmet Bekâroğlu’nun ve Sezgin Tanrıkulu’nun CHP ile artık özdeşleşmiş olması –hâlâ içeriden çok ciddi tepki alıyor olmalarına rağmen– bu da aslında Kılıçdaroğlu’nun bir başarısı. Ancak şunu özellikle vurgulamak lâzım: Artık bu ittifaklar dönemi ile birlikte böyle bir zorunluluk içerisinde değil CHP. Yani CHP’nin sağdan kadrolar devşirmek gibi bir derdi olmayabilir. Ama bunun yerine sağdan ve Kürt hareketinden partilerle ya da odaklarla ya da kişilerle ittifaklar yapabilir. Erdoğan’ın başkanlık sevdası sonucu değiştirdiği sistemle beraber bu artık mümkün. Yani eskisi gibi oyunu artırarak, oyunu artırabilmek için de kendisinden olmayan kesimlere sempatik gözükmek için birtakım kadro devşirmeleri yapmak vs. gibi bir mecburiyeti olmayabilir. Bunun yerine kendisinden olmayan kesimlere ulaşabilecek kişiler, gruplar ve partilerle ittifaklar yoluna gidebilir. Nitekim Saadet Partisi ile, İYİ Parti ile ve HDP ile bu son seçimlerde bir şekilde bu yaşandı. Muhtemelen önümüzdeki dönemde de AKP’den türeyecek olan iki partiden en azından birisiyle, belki de ikisiyle birden böyle ittifakların potansiyel olarak mevcut olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla CHP’nin değişimini siyasî çizgisinden taviz vermek olarak değil, ama siyasî çizgisini belki daha da güçlendirip, yani bu anlamda –her ne kadar kimileri yakıştırmıyorsa da– yine de eninde sonunda CHP’yi tanımlamak zorunda kalırsak söyleyeceğimiz: Merkez soldur. Merkez sol çizgisini, sosyal demokrasi çizgisini güçlendirerek; ama özellikle dilini ve söylemini ve kendi içerisinden çıkaracağı kadrolarını başka kesimlere ulaşmak, başka kesimlerle ittifak yapmayı mümkün kılacak şekilde gözden geçirmesi halinde CHP’nin önünün ciddi bir şekilde açık olduğu kanısındayım.

Biraz karışık oldu. Şöyle toparlamak istiyorum: CHP sol bir kimlikle, sol kimliğini güçlü bir şekilde vurgulayarak; ama diline, seçtiği kelimelere, seçtiği figürlere, öne çıkan isimlere dikkat ederek ve başka kesimlerle –gerek merkez sağ ya da muhafazakâr sağdan ya da Kürt hareketinden kesimlerle– ittifak yaparak pekâlâ Türkiye’de iktidarın bir parçası ve ana gövdesi olabilir. Yani bir koalisyonun, ittifakın birinci partisi olabilir. Böyle bir ihtimal çok güçlü bir şekilde var. Özellikle de kazanmış olduğu büyükşehirlerde gösterilecek, sergilenecek olan performans çok önemli. İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin, İzmir, Aydın; buralar Türkiye’nin ekonomisinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. Nüfusunun çok önemli bir bölümünü oluşturuyor. Buralarda sergilenecek, uygulanacak olan politikalar, yapılacak olan işler, götürülecek olan hizmetler CHP’nin kendinden olmayan kesimlerin gözünde, onlardan direkt oy almasa da, makbul bir parti, meşru bir parti olmasını mümkün kılabilir. Özellikle de şöyle söyleyebiliriz: CHP’ye yönelik olarak Türkiye’de bir şekilde sağın önemli bir kesiminde var olan, milliyetçi-muhafazakâr kesimin içerisinde değişik nedenlerle kök salmış olan CHP düşmanlığının törpülenmesi, azaltılması ve aşındırılmasında belediyeler çok fonksiyonel olabilir. Belediyelerin icraatı ile beraber belki CHP’ye sağdan oy gelmeyecektir. Ancak belediyelerin başarılı performansı, diyelim ki Ali Babacan liderliğinde kurulacak olan yeni partinin, diyelim ki İYİ Parti’nin ve diğer partilerin ve HDP’nin CHP ile yan yana görünmekten çekinmemesini sağlayacaktır. Yeni dönemde böyle bir perspektifin CHP için en akıl kârı perspektif olduğu kanısındayım. Dolayısıyla CHP’nin diline dikkat etmesi, dilini gerekirse değiştirmesi –ki uzun zamandan beri bunun işaretlerini başta Kılıçdaroğlu olmak üzere önde gelen birçok isim veriyor–, üslûbunu değiştirmesi, üslûbunu gözden geçirmesi ve tabii ki belediyelerle beraber artık CHP’nin, konuşmanın ötesinde iş yapan bir parti, iş yapabilen bir parti, icraat yapabilen bir parti olduğunu gösterebilmesi gerekiyor. Önünde bu anlamda çok ciddi bir imkân var. Yepyeni bir Türkiye 31 Mart’tan sonra doğuyor. Ve burada CHP, sürekli güç kaybeden AKP karşısında gücünü adım adım artırabilir, çok büyük kritik hatalar yapmamak kaydıyla. Bu kritik hataların başında tabii ki öncelikle CHP’de geçmişten beri olan o klikler, iç kavgalar, çekişmeler, “Küçük olsun benim olsun” arayışları ve ufkunu sınırlı tutan perspektifler… bunların aşılması gerekiyor. CHP’nin özellikle bunları aşabilme konusunda adım atabilmesi gerekiyor. Ama bunun en ciddi mesele olduğunun işaretlerini sürekli bir şekilde almaktayız. Bunu bir ölçüde aşabilmesi için Kılıçdaroğlu’nun bu konuda niyeti ve gayretleri olduğunu görüyoruz, ben en azından görüyorum, müşahede ediyorum; ama onun tek başına gayretleriyle olabilecek bir şey değil. Özellikle bu dönemde yeni belediye başkanlarına çok ciddi görevler düşüyor CHP içerisinde. Tabii bu arada yeni belediye başkanları derken, bunların her birinin, ama özellikle de Ekrem İmamoğlu’nun, öncelikle Ekrem İmamoğlu’nun CHP içerisinde çok daha farklı yerlere ya da CHP adına çok daha farklı yerlere gelebileceğini akılda tutmak lâzım. Nedir bu? Yavaş yavaş telaffuz edilmeye başlanan CHP’nin genel başkanlığı değil de, yani genel başkanlığın değil de, diyelim ki bir sonraki seçimde cumhurbaşkanı, daha doğrusu başkan adayının İmamoğlu olması şeklinde mesela. Nitekim Muharrem İnce baştan buna karşı çıkacağını belli etmek için dünkü yayında genel başkanın cumhurbaşkanı adayı olması gerektiğini söylemiş. Bence pekâlâ CHP Türkiye’de bunu kıran, cumhurbaşkanı adayının illâki genel başkan olmasının gerekmediği bir parti olarak karşımıza pekâlâ çıkabilir. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.