Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Alain Deneault: “Ekonomi ekonomistlere bırakılmayacak kadar önemli bir şeydir”

Kanadalı filozof Alain Deneault ekonomi sözcüğüne günümüzdeki kısıtlayıcı kullanımının ötesindeki çokanlamlılığının iadesi için altı bölümlük bir teorik dizinin yayınına girişti. “Ekonomi emperyalizmi”ne karşı teorik olarak tekrar teçhizatlanma imkânı sağlayan bir girişim bu. Mediapart’dan Romaric Godin’in yaptığı ve 27 Ekim 2019’da yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.

Kanada’nın Fransızca konuşulan bölümünden gelen Alain Deneault, günümüzdeki metalaştırma ve onun zeminini oluşturan neo-liberalizmin şekillendirip çizdiği dünyayı en derin düşünen filozoflardan biri. Değerlerin çıkarılıp sömürülmesi üzerine ayrıntılı bir yaklaşım göstermeyi gerektiren soruşturmalarıyla gerçeğe kayıt da düşen bir düşüncesi var.

Bu şekilde, “Kara Kanada – Afrika’da Yağma, Yolsuzluk ve Suç Şebekeleri” (Noir Canada – Pillage, corruption et criminalité en Afrique, Écosociété, 2008) kitabıyla, Afrika’daki Kanadalı maden şirketlerini çevreleyen yolsuzluk şebekelerini; ya da “Total Neyin Toplamıdır? – Çokuluslu Şirketler ve Hukukun Fesâda Uğratılması” (De quoi Total est-elle la somme ? – Multinationales et perversion du droit, Rue de l’Échiquier, 2017) kitabında bir çokuluslu şirketin işleyişini; son olarak da “Yasallaştırılmış Bir Dolandırıcılık – ‘Vergi Cennetleri’ Kılavuz Kitabı” (Une escroquerie légalisée – Précis sur les “paradis fiscaux”, Écosociété, 2016) ya da “Offshore – Vergi Cennetleri ve Suç Şebekelerinin Hükümranlığı”nda(Offshore – Paradis fiscaux et souveraineté criminelle, La Fabrique, 2010) vergi kaçırma sistemini gün ışığına çıkarmaya girişmişti.

Alain Deneault

Buna paralel olarak, program yöneticiliği de yaptığı Collège International de Philosophie’de, bu metalaştırmanın siyaset ve entelektüel yaşam üzerinde yarattığı sonuçlar üzerine düşünme çabasını sürdürüyor. “Vasatlar İktidarı”nda (La Médiocratie, Lux, 2015), şirket yönetişiminin her düzeyde vasatlaşmayı ne kadar kolaylaştırdığını vurguluyordu. “Aşırı-Merkez Politikaları”nda ise (Politiques de l’extrême-centre, Lux, 2015), 2017’de Fransa’da iktidara gelecek olan o radikal neo-liberal merkezin yıldırıcı karakterini inceliyordu.

2019 yılının şu Ekim ayında, Alain Deneault iki buçuk yıllık bir yayın başlatıyor; 2021’e kadar teslim edilecek ve Lux tarafından yayımlanacak altı bölümlük bir “teorik dizi” bu. Dizinin iddiası, işletmecilik, kâhyalık ve mübadele bilimleri tarafından ele geçirilmiş olan ekonomi terimini tekrar sahiplenmek. Zira bu sözcüğün çok çeşitli kullanımları ve anlamları var ve doğadan imana, estetikten psikolojiye, felsefeden politikaya kadar birçok alana dokunuyor.

Bu anlamların her birinin tekrar içini doldurup sorgulamak için Alain Deneault ekonomi teriminin insanın içinde bulunduğu ortamlardaki yerini ne kadar genişlemesine ele aldığını ve bugün ona verilen dar anlamını aştığını gösteriyor.

Akıl yürütmesi daha da uzağa gidiyor: Ekonominin anlamının daraltılmasıyla, dünyayla bağ inceltilmiştir. İnsan ise, başa çıkmak zorunda olduğu muazzam meydan okumalar karşısında kendini bundan yoksun bulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, bu dizinin ilk iki nüshası çok açıklayıcı. “Doğanın Ekonomisi”nde (L’Économie de la nature, Lux, Ekim 2019), kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte insanlığın bu mefhumu yüzüstü bırakarak çevreyi içine insanın kaydolduğu bir bütünlük gibi düşünmekten âciz hale geldiğini gösteriyor. Ekonominin yoksul anlamını telafi, ama aynı zamanda bu mefhumu tamamlama bakımından da hareket etmek için bir başka mefhum yaratmak gerekmiştir: Ekoloji/Çevrebilim.

İkinci bölüme gelince, “İmanın Ekonomisi”nde (L’Économie de la foi, Lux, Ekim 2019), Kilise Babaları’nda ilâhî otoriteyle kurulan karmaşık bağı inceleyerek yola çıkıyor. Burada da, insan onu aşan bir bütünsellikle ilişkiye sokulmaktadır; ama kapitalizmin temâyüzü bu mefhumun tükenmesine götürmektedir. Pazarlama ve işletme sektörlerinde dinî söz dağarcığının bolca kullanılması, imanın artık şirket düzenine ne kadar basit bir itaat etme yolu olduğunu gösterir. Burada “Vasatlık İktidarı”ndaki, “Uç-merkez Politikaları”ndaki ve onun çıkışında sorulan “Ne Yapmalı?” sorusundaki temayı tekrar buluyoruz.

Mediapart dönemin eksiklerini çizme ve zenginleştirilmiş bir ekonomi mefhumunun içini doldurarak bu eksiklikleri aşma yollarını sorgulama niyetinde olan bu teorik dizinin yayınına iki yıl boyunca eşlik edecek. Alain Deneault, girizgâh niyetine, projesi ve bu ilk iki bölüm üzerine sorularımızı cevaplamayı kabul etti.

“Teorik dizi”nizin her bölümünün başında, “Ekonomiyi ekonomistlerin elinden geri alma”yı öneren bir “manifesto” var. Ekonomi sözcüğünün yitirilmiş anlamlarını keşfe çıkan yaklaşımınız, sadece dilbilimsel ya da anlambilimsel değil, gerçeğe yaklaşmanın bir şeklini de yordamlıyor. Sözcükler vizyonumuzu ne şekilde değiştiriyorlar?

Alain Deneault: Ekonomiyi ekonomistlerin elinden almak, ekonomist denilen araştırmacıların uğraştığı, ekonomi bilimi adlı bir araştırma alanının varlığına itiraz etmeyi gerektirmez elbette; her ne kadar bu araştırma alanı tarihte varlıklı bir sınıfı bilimsel bir tertibatla ve simgesel bir meşrulukla teçhizatlandırmayı hedefleyen ideolojik yaklaşımların büyük ölçüde hükmü altında bulunmuşsa da, uygulamaya konmuş bazı yaklaşımların isabetliliğine itiraz etmeyi de gerektirmez.

Yürütmüş olduğum, filolojiye yakın dallar-arası çalışmanın öncelikli hedefi, ekonomi bilimini ekonomi teriminin kullanımlarının tarihsel perspektifi içine yerleştirmekti; özellikle de günümüzdeki “ekonomi bilimi”nin kesinlikle kısmî statüsünü hatırlatmak içindi. Matematik, metapsikoloji, edebiyat araştırmaları, ilahiyat/teoloji ya da doğa bilimleri kadar birbirinden farklı dalların müracaat ettiği, toplu bir biçimde ilişkilerin verimli statüsünü konu alan enlemesine bir kavramdır ekonomi; tarihimizde özel olarak bir dalın bu terime kendi anlamını vermeyi becermiş olması ve mecburen indirgenmesi gereken bir dizi tema ve nesne –para gibi; üretim, tüketim ve sermayeleştirme gibi– vermeyi becermiş olmasının ise kavram için talihsiz bir durum olduğu açığa çıkıyor.

Her şeyden önce, ekonomiden ziyade kâhyalığa, işletmeciliğe, idareciliğe bağlı olan bu dalın adlandırılmasına itiraz etmek söz konusu. Böylece, ekonomiyi ekonomistlerin elinden almak ve bu sözcüğün geçmişteki, ya da hâlâ kıyıdaki birçok kullanımının varlığını tanımak, kesin bir yararcılık, hatta kapitalizme bir boyun eğiş anlamındaki kullanımından azat olmaktır.

Nihayetinde bu anlambilimsel arayış hayatın bütün cephelerini işgal etmeye girişen çağdaş kapitalizmin karakterinin bir eleştirisi. Ekonomi teriminden bu azat oluş, “kapitalist emperyalizm”den de mi azat olmak?

Sokaktaki insanların üzerlerine olur olmaz ekonomi sözcüğü savrulduğu vakit ne düşündüklerini sormaktan ibaret bir vox populi (kamuoyu), kaçınılmaz biçimde modern kapitalizmin mefhum kullanımlarına havale eden fikirlere ve tanımlara götürür. Oysa ekonomik anlambirim (sème), bizim çağımızdan önce belirdiğini gördüğümüz alanlarda çok zengin bir kavram olarak sunmaktadır kendini; mesela kurumların temeli, psişik/ruhsal yaşamın düzenlenmesi ya da simgesel veya düşünsel (noétique) biçimlerin ayarlanmasıyla ilgili olarak modernlikte de görmüşüzdür bunu.

Ekonomi teriminin farklı kullanım çemberlerindeki evrimini inceleyince ve ilişkilerin verimli durumu üzerine genel bir kavramsal anlam çıkarmaya uğraşınca, kapitalizmin kâhyalığını yapan uzmanların sonunda ekonomi sözcüğüne Orwell’ci bir anlam verdikleri söylenebiliyor. Bir vadede istikrarsızlaştırıcı ve yok edici olan bir örgütlenme rejimini ekonomik diye yutturmuşlardır — ki mesela Gilbert White gibi bir 18. yüzyıl doğa bilginine zırva görünürdü bu.

Çokanlamlılığının mümkün kıldığı hemen hemen bütün çarelerde, ekonomi, iyi ya da umulan gibi olduğu ortaya çıkan ilişkiler üzerinedir; bu da, çok sayıda unsurla ilgili dipsiz etkileşim alanları arasındaki eğreti bir dengeyi hesaba katıyordur.

Şimdilik çok genel bir tanım bu. İşleyişiyle ekosistemler yok edilen, hizmetkâr sürülerinin ruhsal olarak çok büyük bir baskı altına alındığı ve sistemli bir biçimde büyük ölçekli yoksulluk geliştirip parayı kullanan kapitalistleşmiş bir düzeni tanımlamaya bunun artık uymadığı da bir gerçek. Bugün ekonomi terimiyle, sözcüğün tam da bastırılmış olan diğer kullanımlarının çoğundaki anlamla gerçekte çelişkiye düşen bir akıl yürütme ve uygulama sistemi kastedilmektedir.

“Büyük çevre krizinin kapitalizmi kaydadeğer biçimde ufaltması riski var”

Bu keşif güzergâhına, iki buçuk yılda yayımlanacak olan ve nispeten kısa altı dönemi kapsayan bir biçim vermeyi seçtiniz. Bilinçli bir biçim seçimi bu, çünkü bütünün adı “teorik dizi”. Bu yeni türü seçmek ve sonunda “kurmak” niçin? Bugün ender olan bu özel biçim, ne bakımdan cevap veriyor niyetinize?

19. yüzyıldaki yayıncılık kültürüne bakarsak, bu bir emsal midir hakikaten? Kısaca anlatayım; önce, Gilles Deleuze’ün düşünce yazısı üzerine söylediklerine, yani düşüncenin aynı zamanda üslûptan da sorumlu olduğuna bakalım. Bilim alanında bir tabudur bu; Pierre Bourdieu gibi düşünürlerin de buna çok ihtiyatla yaklaştıkları bilinir.

Bununla birlikte, bir metnin üslûbu ve tonu, merak uyandırıcı ve baştan çıkarıcı olmaya çalışmaksızın, tam da söylem ekonomisi anlamında önem arz eder; çünkü özel bir nesneye bakışı, üstü kapalı ya da az sözcükle konumlandırma olanağı verir. Mefhum bakımından sefil bir hırdavatçıyı andıran yönetişim mefhumu ile, dünyayı tahrip eden bir çokuluslu şirketin ahtapotu andıran yayılışı üzerine aynı şekilde yazamazsınız…

Unsurlara girersek, bu mülahazalar bir metne verdikleri statüyle kitapları da nesneler gibi görür. Kamuoyunu ille de bütün veçheleriyle ilgilendirmeyen bir araştırmanın unsurlarını, sıkıcı olabilecek bir monografide toplamak yerine, kitapçıklara dağıtmayı tercih ettim. Bunu yaparken de, kitapçıktan kitapçığa, Collège International de Philosophie seminerlerinin ruhu içinde bu çalışmanın yol açtığı alışverişler ve yorumlar bakımından, yazı boyunca genel yaklaşımımı belirginleştirmek söz konusuydu.

Altı dönemi nasıl seçtiniz? Ekonomi teriminin yeniden sahiplenilmesinde, ya da daha ziyade doğadan siyasete günümüzdeki hâkim anlamından kurtulunmasında bir “ilerleme” var mı?

Terimin doğrusal bir tarihini yapmayı dileseydim, estetik ekonomisiyle ve Yunanlar’da bunun retorik kullanımı üzerine bir metinle başlatırdım yaklaşımımı — bu terim Yunanlar’da çok çabuk bir biçimde ortak mirastaki kullanımından, yani oikonomia’nın ünlü etimolojisinden (oikos: ev; nomos: idare etmek – “ev idaresi” – Ç.N.) azat olmuştur. Ama akıl yürütmeye doğa bilimleri ve onun merkezinde olan ekonomi kavramı etrafında başlamayı yeğledim; çünkü kendilerine ekonomist diyen, böylelikle de ilk kez ekonomiye kendi malı gibi ve kimlikçi tarzda başvuran bir grup araştırmacı ve kral danışmanı tarafından kavrama el konduğu âna dönme olanağı verir bu.

Daha sonra fizyokratlar diye adlandırılacak olan, pazar hesabı ve fiziği hususundaki ilimlerini öncelikle tarıma ve doğanın ekonomisine uygulayanlar söz konusudur. Terimin o dönemdeki anlamının büyük ölçüde doğa bilimlerinde yürürlükteki kullanımı olduğunu hatırlatma olanağı vermektedir bu. “İmanın Ekonomisi”nde retorik sorunları çokça söz konusu olduğu için, bu konuya bağlı olarak devam edeceğim; sonra da estetik konusuna daha genişçe değineceğim.

Siyasî ekonomi etrafında onca düzenleme yolunun maksatları üzerine bir düşünce faaliyetiyle sonuçlanacak bu. Ayrıca psişik/ruhsal yaşam ve bilgi üzerine çalışırken, ele aldığımız ekonomik sistemlerin zannedildiği kadar içlerine kapanık olmadıklarını ve yansıma tarzlarını görmem mümkün oldu.

Psişik/Ruhsal ekonominin incelenmesi edebî metinlere dayanır; edebiyat metinleri bazen retorik yöntemleriyle incelenir; retorik, ekonominin teolojik düşüncesinin merkezindedir; bu düşünce, doğa bilimlerinin içine bir anlam üflemiştir…

Bu dizinin hedefi ne? Ekonomi’nin anlamlarının tekrar zenginleştirilmesi bu terimin yeni bir kavrayışına mı varmalı? O zaman hedef ne olurdu?

Bu kitaplar çağdaşlarımıza hitap ediyor ama bizimle çağdaş bir düzen hakkında değiller. 19. yüzyıldan beri Marksistlerin kapitalizmin sonu hakkında yanıldıklarını işitmeye o kadar alıştık ki, kapitalizmin sonu hiç gelmeyecekmiş gibi düşünmeye başladık.

Oysa onu kaydadeğer bir şekilde ufaltma riski olan, proletarya hareketinden ziyade büyük çevre krizidir. Yolunu bulmada yardımcı pusulalar gibi kullanılan ideolojik terimler için de aynı şey geçerli. Dolayısıyla ekonomi sözcüğünün sermaye örgütleri tarafından dönüştürülüp hapsedildiği hali, büyük ölçüde bir ideolojiye indirgenmiş olan dar anlamıdır.

Kolay işletilebilir enerjiler tükeniyor, mineraller de; bu esnada da buzullar eriyor, çöl ilerliyor, ekilebilir topraklar yıpranıyor, ormanlar hızla azalıyor, su taşkınları altında kalıyoruz, iklim ısınıyor, hava kirleniyor, arıların sayısı azalıyor, çok sayıda böceğin nesli kuruyor, büyük memeliler yeryüzünden siliniyor, okyanuslar boşalıyor…

Bu alt üst oluşların bizim için felâketi andıran sonuçları var ve daha da olacak; sahip olduğumuz hükmetme sistemi için de aşındırıcı sonuçları olacak. Çöküşten söz etmeden önce, yaşam ortamlarımız ve bağlamlarımızdaki erozyonun katlanarak artması olgusunu görelim orada. Toplumla, siyasetle ve ekosistemle bağın böyle bir tekrar örgütlenmesinde, bugün hegemonyasını kurmuş olan kabulüyle ekonomi sözcüğünün hiçbir anlamı olmayacak artık. İlişkiler üzerine duyarlı ve anlamlı bir düşünceye kendimizi havale etmemiz gerekecek; geçmişte sahip olduğu zengin kullanımları şimdi diriltmenin önemi bundandır.

Sizce bu değişimin çağdaş toplumlardaki somut bir değişim üzerinde nasıl etkisi olabilir?

Bu cins bir çalışma, program bakımından bir maksat içermez. Bir yasal önlem ya da belirgin bir manevi davranış tipinden yana, ya da ona karşı mücadele etmek söz konusu değildir. Filozof Patrice Loraux bir seminerde filozofun konumunun iktidarı işgal etmek değil ona en yakın durumda bulunmak, iktidara konuşmak, onunla birlikte harekete geçmek olduğunu vurguluyordu. Bir dönem, demokrasiden yana olduğu vakit, orada iktidar hakikaten herkes tarafından icra edilebilir.

Bir kavram, gerçek üzerinde doğrudan ve zamanaşımına uğratıcı bir aksi tesiri hedeflemez, fakat siyasî öznelerin eylemini öyle bir referans ve düşünce çerçevesine yerleştirir ki, bu çerçeve onlara [siyasî öznelere] şeylerin değerini özel tarzda bildirecek cinstendir kesinlikle.

Ekonominin kapitalist ve muhasebeci hedeflerinden ibaret olmadığını, öncelikle doğanın unsurlarıyla karmaşık ve ölçülemez bağlantıyla ilgili olduğunu, eylemlerimizin eşgüdümünü sağladığımız iman ikrarlarını/inanç beyanlarını etkilediğini, düşüncemizi yapılandırdığımız kararsız simgesel ve anlambilimsel biçimleri gözettiğini, duygulanımların ve arzuların ahlâkla ve toplumsal düzenle olan karmaşık ilişkisiyle bağ kurduğunu kendimize hatırlatırsak, aynı şekilde hareket etmez, yönetmez, militanlık yapmaz ve aynı şekilde tedavi etmeyiz…

“Ondan çıkmaya uğraşmak” yerine, ekonomi mefhumunun “içini tekrar doldurmak” mı?

Dizi, modern anlamıyla “ekonomi”nin “belalı” tamamlayıcısı ve çifti gibi kavranan “ekoloji”ye karşı çıkardığınız “doğanın ekonomisi”ne itibar iadesiyle başlıyor. Ekoloji insanı doğanın bütünselliği içinde düşünmekten âciz mi?

Ekoloji sözcüğünün epey geç ve yavaş bir şekilde ortaya çıkışında, tarihsel bir durumun belirtisini görüyorum; benim de içinde bulunduğum ekolojistlerle ya da bu terime atıfta bulunan herkesle polemiğe girme diye bir derdim yok tabii. Söz konusu olan, daha ziyade 20. yüzyılın ortasında paleontolojist Fairfield Osborn’un “Yağmalanan Gezegenimiz”de (Our Plundered Planet, 1948) hâlâ mevcut olan “doğanın ekonomisi” deyişinin azar azar bırakılmasını açıklayan sebepleri yoklamaktır.

Carl von Linné, Gilbert White ya da Charles Darwin’i tekrar okuyunca, onların söylediğine göre ekonomiyle ekolojiyi uzlaştırmaya uğraşan çağdaş diyalektikteki saçma niteliğin farkına varılıyor. Ekoloji teriminin yanlış yönlendirilmiş olduğu; insanların doğanın parçaları olmaları hasebiyle bu terimde doğayla derin, karmaşık ve elzem bir bağlantı olgusunu görmez olduğumuz ve tamamen tersine döndürüp onun adına unsurlara hükmetmeye ve onları denetlemeye yönelik bir düşünce kurulduğu anlaşılıyor.

Bugün ekolojist diye adlandırılanlar, yeni sözcük ekoloji yetişip onlara bir sancak getirene kadar, öksüz kavramlar gibi geçinip gitme noktasına varacak derecede mefhum yoksunu kalmışlardır. “Nihayet bir özel isimle ortaya çıkıyoruz” diyebildi, zikrettiklerimin bazıları, varlık nedenlerinin ellerinden alınmış olduğunu içtenlikle unutarak.

Bunun üzerine, ekonomi ve ekoloji diye iki terimin varlığı aklımızı karıştırır, zira ekonomi ya ekolojisttir ya yoktur ve çift görmeye son vermek, dolayısıyla da buna odaklanmak önemlidir. Şimdi ekolojist diye gösterilenlerin, tarihte, alana el koymuş ideologlarla tam olarak aynı zeminde tartışmak için ekonomiye atıfta bulunmuş olmalarını tercih ederdim.

Darwin’den beri işlenmemiş olan doğanın ekonomisi mefhumu bugün nasıl yeniden ele alınabilir öyleyse? Bu mefhum iklim krizi sorununa farklı yaklaşımlara imkân sunar mı?

Kesinkes sunar. Ekonomiye bir iyi ilişkiler düşüncesi gibi kavramsal olarak göndermede bulunuluyorsa, programlanmış başarısızlık ve eskime etrafındaki şirket usûllerini uygulamaya sokmanın, temel ihtiyaç nesnelerimizi Asya proleterlerine yaptırmanın, saçma bir iş idaresi tarzının yol açtığı hüsranların altından kalkmak için turistik tüketime teşvik etmenin anlamlı olup olmadığı sorulacaktır…

Yine Orwell’e dönüyorum; bugün ekonomi ifadesi altına yerleştirilenler, gerçekte çok sık olarak ekonomik işleyiş aksaklıklarının alanına girer. Kapitalizmin tanım itibariyle bir azınlığın sahip olduğu sermayeyi ilgilendirdiğini; ayrıca sermayeyi büyütecek yasalar, zorlayıcı merciler, bilgiler ve kuruluşlar kullandığını unutuyor muyuz hakikaten? Ona karşı ve unsurlar arasında, insanlar arasında, insanlar ve unsurlar arasında iyi ilişkiler göz önüne alındığında, şayet ekonomiyi doğru ölçü ilkesiyle, kısa akımlar, yerel demokratik biçimler, görüşme, dayanışma olarak anlıyorsak, bundan dönmek zorunludur.

“İmanın ekonomisi” mefhumunu irdeleyen ikinci bölüm şaşırtabilir. İş idaresinin (management) imanla olan bağlantısının irdelenmesi gerçekten sürükleyici. İnanç, otorite ve eylem arasındaki bir bağı kurumlaştıran Kilise Babaları’nın geliştirmiş olduğu bir mefhuma dönüyorsunuz. Bu ekonominin dinamikleri nedir?

Ekonomi kavramıyla ne eşanlamlılık ne de eşseslilik bakımından ilgileniyorum. Terimin Irénée de Lyon’daki anlamıyla Sigmund Freud ya da Roland Barthes’taki anlamı tabii ki hiç aynı değilse bile, sürekli karşımıza çıkması tamamen bir tesadüfle açıklanamaz yine de. Bu kullanımlardan ortak bir şey çıkmaktadır; yani düzenlenen ya da kendini düzenleyen unsurlar arasında hem sarsılmaz hem istikrarsız bir ayarlama ilkesi çıkmaktadır. Mefhumun teolojik kabulüne gelince, soyut ilkelere inanış rejimleriyle kurumsal uygulama rejimi arasında hiç kesilmeyen etkileşimli ve dinamik bir bağlantıyla ilgilidir.

Toplumsal uygulamalarımız yine bu zihinsel örgütlenme şeklinden türer ve ancak biçim olarak çeşitlilik arz etmiştir. Bir imansızlar kalabalığıyla karşı karşıya kalan Kilise Babaları, Tanrı üzerine haddinden fazla soyut, kavranılmaz ve aşkın görünen bir söylemi cisimleştirme şekli bulmak zorundaydılar. Onlar için “ekonomi”, kurumsal meşruiyeti temellendiren tanrısal ilke ile ilkeyi kendi payına görünür kılan kurum arasındaki mütekabiliyet bağlantılarının düşüncesine işaret ediyordu. Biri olmadan diğeri olmaz; öyle ki, kökeni bulamayız artık. Bugün hâlâ böyle bir bağlantıya karşılık gelmeyen hangi kurum vardır?

Kuşkusuz, ekonominin tarihteki kullanımlarının taraftarı gibi görünmek söz konusu değildir. Üst bir ilkenin cisimleştirildiği ve onun tarafından yetkili kılındığı iddiası, hayli istismar riski içerir; Tanrı’nın yerine Cumhuriyet’i koymuş olsak da olmasak da, hâlâ bunun bilincinde olmamızda yarar vardır bugün.

Kapitalist kâhyalık ve işletme alanına gelince, ünlü “görünmez el”den beri dinî metafor tarafından katedilmektedir. Jesper Kunde’nin Corporate Religion adlı –marka tasarlayıcılarına temel ürünlerini müşterilerinin gözünde manevi bir cennetle özdeşleştirmeye davet eden– kitabı kadar çılgın bir kitabın ticaret okulları müfredatında bulunmasının en azından şaşırtıcı bir tarafı vardır. Bu ideolojinin yandaşları ısrarla pragmatizm ve akılcılık iddiasında bulunmuşlardır; öyle ki, artık sık sık, yapıları belirleyen ilkelerle ilişkileri asgari anlamlı bir biçimde düşünmeyi becerememektedirler.

Ekonomi bilimi inançsız bir dünyada dinî söz dağarcığını ele aldı. Üretim güçlerinin idaresinde, “management”da, “ekonomi”nin otoritesine itaat içeriği mi kaldı sadece?

Evet, çalışanların ve müşterilerin bir şirkete sadık kılınmaları, işletme bilimiyle uğraşanların hükmedilenleri yönetmek için kullandıkları çok eski çarelerdir. Ama hepsi bu değil. İş idaresi/Management ve pazarlama/marketing, toplumsal öznelere onları canlandıran varoluşsal parçalarında eşlik etmekte hüsrana uğruyor.

Her özneyi eninde sonunda meşgul eden derin ahlâkî sorgulama, iş idaresi ve pazarlama zırvaları tarafından tıkanıp engelleniyor; bir yandan, çalışanların bir şeyde bir numara kalmak için kendilerini parçalama olgusunda bir anlam bulmaları gerekiyor –mesela yoğurt üretiminde–; diğer yandaki müşterilerin ise bu yoğurdun tüketimine üst derecede bir anlam ve varoluşun içerdiği tüm kuşku ve bunaltıları katiyetle telafi eden bir huzur atfetmeleri gerekiyor. Bu inkâr uygulaması, teolojik, edebî ya da siyasî olabilen büyük anlatılar ile hayli somut varoluş tarzları arasında derin ve karmaşık bir alışveriş gerektiren iman ekonomisi göz önünde tutulursa, hayli sefildir. 

İlk iki dönemi okuyunca, 150 yıldan fazla bir zamandır üretim ve pazar alanlarıyla çok özdeşleştirildiği için, ekonomi teriminin tekrar içini doldurma gerekliliği de sorgulanıyor. İddianız baştan kaybedilmiş olmuyor mu? Bu terimi Hegelci anlamda aşıp eski anlamlarını tekrar ele alarak yeni bir terimde yansıtmak gerekmez mi? Artık var olmayan tarihsel koşullara da bağlı olan yitik anlamların bir tür nostaljisiyle kalma riski yok mu?

Çoğu durumda ekonomi sözcüğünün o anlamlarının eksikliğini çektiğimizi idrak ediyoruz. Özel kararlar alma ve rastlantı anları üzerine bir fikir edinme vakti geldiğinde düşünceyi genel olarak yapılandırma imkânını sağlayacaklarını… Solda çoğu zaman umulduğu gibi “ekonomiden çıkma”ya uğraşmaktan ziyade, bilâkis bu mefhumun içini tekrar doldursak ve unutulmuş kalan ya da ancak tamamen özgül kullanım çemberlerinde lüzumu görülen çok sayıda anlamına haklarını iade etsek, daha basiretli davranmış olurduk.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.