Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

BOP’tan “Ortadoğu NATO’su”na (NATO-ME), ABD’nin değişen Ortadoğu politikası

ABD Başkanı Donald Trump daha önce “Arap NATO’su” demişti olmadı, şimdi NATO-ME (Ortadoğu NATO’su) diye bir öneri ortaya attı. Bu sefer olacak mı?

Yayına hazırlayan: Deniz Dursun 

Merhaba, iyi günler. Amerikan Başkanı Donald Trump, daha önce “Arap NATO’su” diye bir şey gündeme sokmuştu; ama şimdi bunu değiştirdi, “Ortadoğu NATO’su” diye bir başka konsept ileri sürdü: NATO-ME. En sondaki “ME”, Middle East, yani Ortadoğu anlamına geliyor ve de çok hoşuna gitti bulduğu isim, bununla da gurur duyduğunu, kendisinin çok iyi isim koyduğunu söyledi. Tabii ki buna verilen ilk tepkilerdeki yorumlar; yine Trump’ın strateji bilmediği, aklına ilk geleni söylediği, yarın öbür gün bundan da vazgeçeceği şeklindeydi. Arap NATO’su olayını hatırlarsak; olmadı, gerçekleşmedi, bir ara üzerinde çalıştılar ama olmadı. Şimdi “Ortadoğu NATO’su” dediği olayı da belki yapamayacaktır, ama burada bana göre ciddiye alınması gereken çok ciddi bir stratejik kopuş var. Amerikan dış politikasında, ABD’nin Ortadoğu’ya olan bakışında Trump yönetiminin başından itibaren gördüğümüz yaklaşımının iyice egemen olması gibi bir hal söz konusu. Onu şöyle tanımlayabilirim: Artık ABD, Ortadoğu’da ve İslam dünyasında, ama özellikle de Ortadoğu’da, IŞİD, El Kaide gibi cihadcı örgütlere karşı mücadeleyi temel almak yerine; tekrar İran’ı esas düşman olarak gören bir konsepte doğru evriliyor — öyle görüyorum. Bu aslında 80’li yılların olayıydı. 80’li yıllarda Soğuk Savaş sürerken hep Sovyetler Birliği’yle mücadele hususu vardı; ama İran İslam Devrimi’nden sonra, İran’ın devrim ihracı politikalarıyla beraber, ABD onu çevreleme ve İran’ın yayılmasını engellemeyi bayağı kendisine dert edinmişti; stratejilerini de büyük ölçüde bunun üzerine bina ediyordu. Aslında Batı’da genel olarak ilk defa İslam korkusunun ortaya çıkışı da İran Devrimi’yledir ve o zaman “İslamcılık” denince akla gelen: Radikallik. “Radikal İslamcılık” denince akla gelen ülke İran, şahıs da Ayetullah Humeyni idi. Uzun bir süre bu böyle gitti; tabii burada İran Devrimi’nden kısa bir süre sonra Amerikan Büyükelçiliği’nin işgali ve orada yaşananların da Amerikan hafızasında çok ciddi bir etkisi vardı, bunu unutmamak lâzım. 

İlk andan itibaren ABD’yle İran arasındaki ilişkilerin kopmuş olmasının da etkisi vardı. Ama Soğuk Savaş nedeniyle bir ölçüde bu geri plana itilmişti, Soğuk Savaş’ın bitişiyle beraber ABD, Ortadoğu’da ve aslında daha da genişletilmiş bir çerçevede, Kuzey Afrika’da ve Asya’da İran’ın nüfuzunu yaymasına karşı mücadeleyi bayağı bir ön plana çıkarmıştı. Orada İran’la beraber hareket eden örgütler ve ülkeler ABD’nin kara listesine giriyordu. Arada hem İran’la ve hem ABD’yle iyi ilişki sürdürmeye çalışan Türkiye gibi ülkelerin işi de bayağı zor oluyordu. Bu dönemin en çarpıcı bölgesi tabii ki Lübnan’dır ve Lübnan’da İran yanlısı güçler Batı’ya ve ABD’ye çok ciddi bir yenilgi tattırdılar. Bunun üzerine de tabii İsrail’in devreye girmesiyle beraber buradaki İran yanlısı güçlerin etkisi kırılmaya çalışıldı. Bir diğer saha tabii ki Filistin’di. Filistin’de de giderek radikalleşen İslamcılar, İran’ın da desteğiyle bölgede öne çıkan güç haline gelmişlerdi. Ama 11 Eylül 2001’den itibaren ABD’nin konsepti değişti ve bu süre içerisinde –tabii Humeyni’nin de ölümü ve sonrasında gelen İran yönetiminde reformcu hareketin öne çıkması, Hatemi’nin liderliği gibi hususlar eklenince– İran geri planda kaldı ve yerine terörle savaş, İslam dünyasında El Kaide’yle ve benzeri yapılarla savaş bunun yerini aldı. Özellikle oğul Bush döneminde bunu yaşadık ve burada Başkan Bush’un yakın çevresinde “Neocon” olarak adlandırılan yeni muhafazakârlar, çok güçlü bir ekipti ve Amerikan dış politikasını –özellikle Ortadoğu’ya, İslam dünyasına yönelik dış politikasını– bunlar belirlediler. Bu döneme damgasını vuran arayış, bizde “BOP” olarak bilinen “Büyük Ortadoğu Projesi”ydi. Daha sonra adı “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi” olarak değişti. Bu, Türkiye’de genellikle olumsuz olarak bakılan bir projedir ve çok büyük anlam atfedilen bir projedir. Bu konuda değişik birkaç tane yayın yaptım –hatta başlı başına BOP üzerine bir yayın da yapmıştım– Türkiye’de sanıldığının aksine, etkili olabilmiş bir proje değildir BOP projesi. Türkiye’nin oradaki varlığı –hani Erdoğan’a atfedilen eşbaşkanlık– sanıldığı kadar önemli bir şey değildir; ama bunu da insanlar pek kabul etmeye yanaşmıyorlar. BOP denen proje, bütün Ortadoğu’nun masada yeniden şekillendirildiği ve Türkiye’nin de Erdoğan’ın da orada bayağı bir fonksiyon üstlendiği bir olay olarak, bir komplo teorisi olarak görüldü. Böyle bir şey olamadı; belki böyle bir şey amaçlanmıştı, ama olamadı. Oradaki temel yaklaşım da ilginç bir şekilde, Neoconlar çok idealist insanlardı –hâlâ varlar, ama eski etkileri pek yok– ve onlar İslam dünyasındaki kötülüklerin, terörün ortadan kaldırılması için bir şekilde bu ülkelerde iyi kötü bir demokratikleşmenin olması gerektiğini düşünüyorlardı ve BOP projesi bu anlamda İslam ülkelerinde –özellikle büyük ülkelerde, Mısır gibi Sünni ülkelerde, yani El Kaide’ye yataklık eden Sünnilerin çoğunlukta olduğu ülkelerde– bir demokratikleşme, sivil toplumun güçlendirilmesi düşünülüyordu. Tabii bunu yaparken de bunu yapacak olan güçlerin Amerikan yanlısı olmasını sağlamaya çalıştılar –o bizde “Ilımlı İslam” projesi olarak bilinir– ama başarıya ulaşamadılar. Tam tersine ellerinde patlayan bir silah haline geldi. 

Nasıl oldu bu? Özellikle Müslüman Kardeşler gibi yapıların –Sünni İslam’ın Arap dünyasındaki en güçlü kolları– güçlendirilmesi ABD’nin bölgedeki en önde gelen müttefikleri olan Körfez ülkelerini çok ciddi bir şekilde rahatsız etti. İlginçtir, Müslüman Kardeşler gibi örgütler öteden beri Körfez ülkelerinin bir desteğine sahiptiler. Bu destek hep bu örgütlerin varlığını korumaya yönelikti; ama Arap dünyasını ve İslam dünyasını değiştirebilecek bir güç olmalarını da engellemeye yönelik bir destekti. Yani onları hep belli bir yerde tutmak, var ama yok bir yerde tutmaya yönelik destekti. Ama BOP projesiyle beraber ABD’de de artık “İslam dünyasında otoriter ve totaliter yönetimler olmasın; çünkü bunlar, bu ülkelerde terörizmin doğmasına yol açıyor” perspektifiyle beraber, bu hareketler güçlenince, bu sefer Körfez ülkelerini yönetenler telaşa kapıldılar. Arap Baharı’nda yaşanan olay tam anlamıyla bir hüsran oldu; çok ilginç bir deneydi bu; ilginç ama kısa zamanda vazgeçilen, başarısızlıkla sonuçlanan bir deneydi. Şimdi Trump bence bütün bunları sil baştan yapmaya çalışıyor; artık Ortadoğu’yu, İslam dünyasını demokratikleştirmek, özgürleştirmek vs. böyle bir derdi zaten kalmamış olan ABD’nin bunu alenen ilan eden ilk yöneticisi olarak karşısına çıkıyor ve Ortadoğu’ya tamamen ve tamamen, sadece bir güvenlik çerçevesinden bakıyor. Yani buralar biraz daha özgürleşsin, sivil toplum güçlensin vs., böyle bir derdi yok, kimsenin de Trump’tan böyle bir beklentisi yok. Ama Trump buraya tamamen bir güvenlik algısıyla baktığını gösterecek şekilde önce bir “Arap NATO”su, o olmadı şimdi “Ortadoğu NATO”su diyerek, kendine göre buradaki sorunlarla baş etmek için askerî yatırımları aklına geliyor. Bu da NATO. Tabii NATO’yu buraya çekmek istemesinin bir diğer nedeni de kendisinin tek başına bütün bu yükü üstlenmek istememesi. Buraya özellikle NATO’nun Avrupalı müttefiklerini de katmak istiyor, bir şekilde onları da bu sorumluluğa ortak etmek istiyor. Peki sorumluluk ne? Görüldüğü kadarıyla Trump’ın gündeminde artık eskisi kadar IŞİD, El Kaide gibi yapılarla mücadele etmek yok. Trump’ın esas gündeminde olan husus İran. İran’ın bölgede Şii topluluklar üzerindeki nüfuz alanını geliştirmesi ve bu nüfuz alanını geliştirdikçe de ABD’nin en önemli müttefikleri olan İsrail ve Körfez ülkelerini tedirgin etmesi. Bu noktada Trump, İran’ı bir şekilde hizaya getirmek istiyor ve hizaya getirmenin yolu olarak da güvenlik aygıtına başvuruyor. 

Ne yaptı? Kasım Süleymanî’yi suikast sonucu öldürdü, hava saldırısıyla öldürdü; bundan sonra da başka saldırılar yapabileceğini söyledi; doğrudan İran’ı, Tahran’ı hedef alacağını, hatta kültürel yerleri bile hedef alabileceğini söyledi. Tamamen silahla konuşan bir Amerikan başkanı var. Yani İran rejimine yönelik olarak bir rejim değişimi, aşağıdan yukarıya toplumsal hareketle gelecek bir rejim değişimi tehdidinde falan bulunuyor değil. Rejimi de çok fazla umursadığını sanmıyorum, hatta İranlılara en yakışan rejimin bu olduğunu bile düşünüyor olabilir; ama onun derdi, rejim ne olursa olsun, İran’da halk ne kadar özgür ya da demokratik vs. olursa olsun, onun derdi, kendisinin bölgedeki çıkarlarını tehdit edecek hareketler yapmaması İran’ın. Bu noktada, Obama döneminde yapılmış olan nükleer anlaşmayı yeniden yapmak istiyor; yani nükleer anlaşmayı iptal etmesi hiçbir şekilde anlaşmak istemediği anlamına gelmiyor. Kendisi yeni bir anlaşma yapmak istiyor ve İran’la çok sıkı bir şekilde kendi çıkarlarını ve onun oradaki stratejik müttefiklerinin çıkarlarını tehdit edecek hareketler yapmama konusunda garantiler arıyor. Bu garantinin de yolu olarak silaha başvuruyor; kendi saldırılarıyla ve NATO’yu oraya, bölgeye taşıyarak bunu yapmak istiyor. Bu çok önemli bir strateji değişikliği ya da adım adım gelişen bir strateji değişikliğinin adının konulması. Gerçekleşir mi? NATO’nun Avrupalı üyeleri buna dahil olur mu? Türkiye NATO’nun önemli bir parçası –özellikle o kalabalık ordusuyla–; Türkiye bunun neresinde nasıl yer alır? Tabii bunlar çok uzun sürecek, sert geçecek tartışmalar. Ama şunu bugün itibariyle söyleyebiliriz — Kasım Süleymanî olayı da bize bunu gösterdi: Artık Trump’ın kafasında Ortadoğu sadece ve sadece bir sorun bölgesi. Bu sorunun tek nedeni güvenlik tehditleri; tehdit esas olarak İran’dan geliyor; IŞİD, El Kaide gibi yapılar var ama büyük ölçüde belleri kırıldı. Esas olarak İran’ın buradaki askerî tehdidini en aza indirgeyecek, hatta mümkünse ortadan kaldıracak birtakım yeni düzenlemelere gitmek. Bunlar da masraflı bir şey olacağı için tek başına bunu üstlenmemek, faturayı NATO’nun diğer ortaklarına ve hatta bölgede buna ihtiyaç duyan, İran’dan rahatsız olan güçlere ödetmek. Kafasında böyle bir şey var anladığım kadarıyla. 

Tekrar başa dönecek olursak: Trump’a şöyle bir yaklaşım var sanki — çok kabaca söylersek: “Delidir, ne yapsa yeridir. O bir şeyler söylüyor ama, Amerika yine müesses nizamla yoluna devam ediyor”. Böyle olmadığını gördük; Trump’ın Amerikan politikasında –dış politikasında özellikle– bayağı bir şey değiştirdiğini gördük. Suriye’den çıktı; “çıkmaz” deniyordu, çıktı. Doğrudan İran’ı hedef alan çok önemli bir suikastı geliştirdi, yaptı. Başka şeyleri de pekâlâ yapabilir; çok stratejiden anlıyormuş gibi gözükmüyor, çok patavatsız gibi gözüküyor, ama Trump, geldiğinden beri ABD’nin Ortadoğu politikasını –aslında genel olarak dünyadaki politikasını, Kore meselesinde de bunu görüyoruz– çok ciddi bir şekilde değiştiren adımlar attı. NATO’yu Ortadoğu’ya bir şekilde dahil etme ısrarını, bir ihtimal bunu Ortadoğu NATO’suyla Arap NATO’sunu belki de birbiriyle karıştırarak yapmak isteyecektir. Yani esas olarak İran’dan rahatsız olan güçlerin askerî olarak bir varlık göstermesini ve NATO’nun da buna bir şekilde danışmanlık vs. katkıda bulunmasını da belki gündemine getirebilecektir. Daha yolun çok başındayız, ama önümüzdeki dönemde bu stratejiyi hayata geçireceğe benziyor. Bu stratejinin her adımı –gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin–, Trump’ın bu yönde atacağı her adım Türkiye’yi birinci derecede ilgilendiriyor. Bakın, Kasım Süleymanî saldırısının ardından Türkiye hiçbir şey yapmadı –belki de doğrusu buydu–; ama bu kadar önemli bir olay karşısında, bölgesel oyun kurucu olma iddiasındaki bir iktidar hiçbir şey yapamadı, hiçbir şey söyleyemedi. Ne İran’a karşı ne ABD’ye karşı açık, hatta nötr bir pozisyonu bile çok net bir şekilde gösteremedi. Çünkü Kasım Süleymanî olayı bize şunu gösterdi: Trump o kadar sert hamleler yapıyor ki, burada, bunun yanında ya da karşısında durmak bile başlı başına çok büyük bir faturayı beraberinde getirebiliyor. Dolayısıyla bundan sonra Ortadoğu’da Trump’ın yapacağı, atacağı her adım Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor olacak ve bu iş bir yerde, bir şekilde, muhakkak ve muhakkak Kürt meselesini de içine almak durumunda kalacak. Şu anda o aşamada değiliz, ama yarın öbür gün buraya doğru da evrilecek. 

Evet, Trump yine o hoyrat tavrıyla birçok şeyi değiştirme iddiasıyla ortaya çıkıyor. Onun için çok basit olan, iki tweet vs. olan şeyler bizler için, bölge halkı için birinci derecede hayatî önemli konular. Dolayısıyla işi ciddi bir şekilde ele almakta yarar var. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.