Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bir devrimin tükenişi: İran

Devrimin kırkıncı yılını geride bırakan İran’da “İslam devleti” içeride ve dışarıda zor günler geçiriyor. İslam devriminin tükenişi İslam devleti için de aynı anlama gelecek mi?

Yayına hazırlayan: Gamze Elvan

Merhaba, iyi günler. İran’dan bahsetmek istiyorum. İran, şahsen çok sevdiğim bir ülkedir. Bundan 20 yıl önce ilk kez İran’a gitmiştim ve ardından gazeteci olarak birkaç kere peş peşe gittim ve 15 yılı aşkın süredir gitme imkânım olmadı. Açıkçası özlediğim de bir ülke, ama şu günlerde İran’da, hele bir gazeteci olarak bulunmak, bir yanıyla çok cazip bir yanıyla da aslında riskli. Çünkü İran’da İslam Devleti –kendini öyle tanımlıyor– bence çatırdıyor ve çatırdadığı için de saldırganlaşıyor. Bu anlamda gazetecilerin –hele yabancı gazetecilerin– işlerinin çok kolay olduğu kanısında değilim. Kasım Süleymanî olayı olmadan önce Fransa’da yaşayan İran asıllı araştırmacı –kendisi yakın arkadaşımdır– Fariba Adelkhah, onca zaman sonra casus olduğu iddiasıyla tutuklandı ve şu anda bildiğim kadarıyla kendisi açlık grevi yapıyor. Bütün bu olay da gösteriyor ki artık İran Devleti birçok konuda tahammül edemez bir halde, çünkü İran’ı yönetenler kaybettiğini biliyor ve muhtemelen de iktidarın elinden gitmekte olduğunu düşünüyor. 

Peki neden böyle oldu? Bu yayının başlığını “Bir devrimin tükenişi”olarak verdim. Bu aslında benim bulduğum bir cümle değil; yıllar önce Metis Yayınları’ndan çıkan bir kitabın başlığıdır bu. Kitabı Fransız İslam uzmanı ve felsefeci Olivier Roy ile İran asıllı Fransız sosyolog Farhad Khosrokhavar yazmıştı. Aslında kitabının orijinali tam “tükeniş” değildi, “Dinî devrimden nasıl çıkılır?” gibi bir başlığı vardı. Ama o tarihte benim de editör olarak çalıştığım Metis Yayınları’nda, Bir Devrimin Tükenişi başlığının daha cazip ve daha uygun olduğunu düşünmüştük — ki bunu yansıtıyordu. Olivier Roy ile Farhad Khosrokhavar İran devriminin 20. yılında yazmışlardı ve 20. yılında İran devriminin tükenmiş olduğunu ilan etmişlerdi –kitabı okuduğunuz zaman da görüyorsunuz–, aslında tükenişin miladı çok daha eskiydi. Ben tam o kitabın yayımlandığı tarihten kısa bir süre önce İran’a gitmiştim, devrimin 20. yıl kutlamalarını izlemek için gitmiştim. İktidarda reformcu lider Muhammed Hatemi vardı ve İran’da çok büyük bir değişim beklentisi vardı; Hatemi’nin tekrar İran’ı değiştireceği, tekrar dünyaya entegre edeceği, ülkedeki baskı ve kısıtlamaların kalkacağı yolunda büyük bir bekleyiş vardı. Şansıma, gittiğimde uzun bir süre ülkesinden ayrı kalan İranlı düşünür Daryush Shayegan Tahran’daydı, kendisiyle bir röportaj yapma imkânı bulmuştum. Daryush Shayegan, Yaralı Bilinç kitabıyla Türkiye’de de çok bilinen bir isim, yakın tarihte hayatını kaybetti. Orada Shayegan çok anlamlı şeyler söylemişti:

“İran olarak Sovyetler Birliği’nin dağılmasından istifade edemedik. Bunun nedeniyse, biz hep din kartına oynadık. Halbuki din ve kültür kartlarını oynamamız gerekirdi.”

“Din kartına oynama” gerçekten İran Devrimi sonrasında İran’ın politikasını en iyi özetleyen husus. İran Devrimi, önce “İslam” diye başladı; ama kısa bir süre sonra, Sünni dünyadan gördüğü ilk olumlu tepkiler hızlı bir şekilde azaldıktan sonra, bir mezhep devrimine ve devletine dönüştü — o da tabii ki Şiilik. Dolayısıyla İran uzun bir süre Şiilik üzerinden ülkedeki iktidarı konsolide etmeye ve Ortadoğu ile Asya’da kendine bir nüfuz alanı yaratmaya çalıştı. Bunu da bir ölçüde başardı; dünyada bir Şii hilâlinden bahsediliyor. Ama bunu yaparken kendi ülkesindeki insanların refahından ve özgürlüklerinden çaldı. Yani devrim ihracı için gerekli kaynakları ülke içerisinden aldı ve şu anda zaten İran bunun çok ciddi bir şekilde sıkıntısını yaşıyor. Dönem dönem sokaklarda yaşanan gösterilerde bu husus özellikle bazı protestocular tarafından öne çıkarılıyor. O husus ise ülkenin kaynaklarının ülke vatandaşlarına aktarılması; onun yerine Suriye’ye, Irak’a, Afganistan’a, Lübnan’a değil. Unutmadan, İran milliyetçiliğin çok güçlü olduğu bir ülke; halkı da öyle, ülkeyi yönetenler de milliyetçi, ona muhalif olanlar da milliyetçi. İran milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğiyle belki bu anlamda yarışır. Bu da tabii ki İran’ın da Türkler gibi bölgede bir devlet geleneği olan ender ülkelerden birisi olmasından.  

Tekrar Shayegan’a geçecek olursak: Shayegan, şöyle demişti:

“Kısa vadede karamsar, uzun vadede iyimserim. Genç kuşaklar modernliğe çok açıklar.” 

Şimdi bakıyorum, Shayegan’la bu söyleşiyi yapalı 22 yıl olmuş. Üzerinden bir kuşak geçti; Shayegan’ın o tarihte umutla baktığı genç kuşak şimdi orta yaşlı kuşak oldu, yerine yeni bir kuşak geldi. Ama o tarihten bu yana İran’da hiçbir şey değişmedi, hatta şöyle söyleyebiliriz: İran, Shayegan’la konuştuğumuz zamandaki iyimser havanın çok çok gerisinde bir yerde. Hatemi’nin ardından Ahmedinejad geldi ve şimdi de Ruhani ikinci kez ülkeyi yönetiyor ve Ruhani de Hatemi gibi bir reformist olarak biliniyor. Ama gerek Hatemi’nin yaratmış olduğu hayal kırıklığından, gerek Ruhani’nin üslûbundan olsa gerek, hiçbir zaman Hatemi kadar popüler ve kendisine umut bağlanan bir lider olmadı. 

Şu anda İran’da çok kötü şeyler yaşanıyor: ABD’nin göstere göstere yaptığı ve gururla sahiplendiği Kasım Süleymanî suikastının ardından İran, öncelikle etkili bir cevap veremedi. Etkili bir cevap veremediği gibi, Irak’taki Amerikan üslerine yönelik saldırılar hakkında ilk yaptığı açıklamaların yalan olduğu ortaya çıktı. İkinci olarak da Ukrayna uçağının düşürülmesi olayında da İranlı yetkililerin yalan söylediği ortaya çıktı. Orada hayatını kaybeden insanların sorumlusunun bizzat İranlı yöneticiler olduğu ve bunu gizlemek istedikleri ortaya çıktı; ama sonunda açıklamak zorunda kaldılar. Şimdi Ukrayna uçağının düşürülmesi neden İran’ı ilgilendiriyor? Uçakta ölenlerin ezici bir çoğunluğu zaten İranlı. Kimisi Kanada vatandaşı, kimisi İngiltere vatandaşı –ya da çifte vatandaşlık, olabiliyorsa– ama bunlar İranlı; aileleri orada ve bu insanlar bir insan hatasıyla –rejimin hatası oluyor tabii ki– hayatlarını kaybettiler ve uzun bir süre hayatını kaybetme nedeni bu insanlardan gizlendi. Bunun ardından İranlılar tekrar sokaklara döküldü. Yine gençler dikkat çekiyor, kadınlar özellikle dikkat çekiyor; ama şu haliyle baktığımız zaman bu gösterilerin de –ki İran’da dönem dönem gençlerin başını çektiği önemli gösteriler olur ve hepsi çok sert bir şekilde bastırılır– şu aşamada etkili olmadığı görülüyor. Peki buradan hareketle İran’da bir rejim değişikliği beklenebilir mi? ABD’nin, Trump’ın aslında rejim diye bir derdi yok, Trump’ın derdi İran’ın kendisiyle iyi geçinmesi, kendi dediğini yapması. Yoksa ülkeyi kimin nasıl yönettiği çok da umurunda değil, tıpkı dünyanın diğer taraflarında olduğu gibi. Hatta İran’daki mevcut rejimi tercih edeceği bile söylenebilir. Ama İran’ın içinden gelen Shayegan’ın bundan 20 yıl önce söylediği, aslında hepimizin gördüğü, devrimi tükenmiş olduğudur; bu tükenmenin en temel nedeni de –zaten tüm devrimler de böyledir– devrimi gerçekleştirenler kısa bir süre sonra o devrime destek verenlere ihanet ederler ve ihanetlerini de yalan söyleyerek gizlemeye çalışırlar. En çok yalandır, devrimin başlangıç noktasından sapıldığının kanıtı. İran’ı, ülkeyi yönetenler de yıllardır dünyaya ve kendi halklarına yalan söylüyorlar, kendilerini destekleyenler de yalan söylüyorlar. Şu anda da bu olay peş peşe gelen iki büyük yalan var: 1) Amerikalılara çok büyük zayiat verdirildiği yalanı, 2) –daha büyük bir yalan– uçağın teknik arızayla düşmüş olduğu yalanı. Bu artık birtakım sabırların, özellikle gençliğin sabrının tükenmiş olduğunu gösterdi. Halbuki ne olmuştu? Kasım Süleymanî suikastının ardından yapılan aceleci yorumlarda, kısa süre önce ülkede yaşanan toplumsal rahatsızlığın bu suikast nedeniyle duracağı, çünkü İranlıların Amerikan aleyhtarlığı etrafında rejimle kenetleneceği öne sürülmüştü. Hiç de böyle olmadı; tabii burada Ukrayna uçağı konusundaki yalan önemli gözüküyor. Bence uçak konusunda yalan olmasaydı da insanların şu ya da bu nedenle rejimin etrafında –özellikle genç kuşakların– kenetlenme ihtimali artık İran’da çok fazla yok. İran, uzatmaları oynuyor ve bunu yaparken de İran’ı yönetenler, gerçeklerle yüzleşmemeyi tercih ediyorlar. Bunu 20 yıl önceki söyleşide Daryush Shayegan, ülkeyi yönetenlerin muhayyel bir dünyada yaşadıklarını söyleyerek anlatmıştı, öyle özetlemişti. Kendi kafalarında bir dünya var, o dünya içerisinde yaşıyorlar. Gerçekte İranlıların ne hissettiklerini, ne istediklerini yönetenler çok bilmiyor, çok umursamıyor. Bu, birçok yerdeki otoriter ve totaliter rejimlerde –özellikle de otoriter ve totaliter rejimlerin krizde olduğu yerlerde– çok yaşanan bir olay. Mesela en son gördüğümüz Devrim Muhafızları’nın uçak kazasında –ki kaza değil artık bu, bir saldırı, kazayla yapıldığı söylenen bir roket atışı sonucu düşürülen bir uçak söz konusu– hayatlarını kaybetmiş kişilerin yakınlarına gidiyor, ziyaret ediyorlar. Tazminattan bahsediyorlar, ama özür falan dilemiyorlar ve bunun da İran’da yeni bir tepkiye yol açtığını görüyoruz. Özellikle sosyal medyada bu tepkiler çok fazla kendini gösteriyor. Burada da görüyoruz ki artık İran’daki rejim, İran iktidarı, kendi iktidarını korumaya o kadar odaklanmış ki toplumun beklentilerini, hassasiyetlerini çok da fazla umursamıyor. Bunun adı kibirdir, iktidar kibri.  Buradan hareketle üretilmiş olan kavram, “müstekbir” kavramı İran devriminin anahtar kavramlarından birisiydi. Zamanında Humeyni’nin başını çektiği, Şahlık rejimine karşı harekette müstekbirlere karşı bir devrimden bahsediyorlardı — kendi tabirleriyle inkılap. İşte burada o tarihte kibir sahibi olan yöneticiler Şahlık rejiminin destekçileriydi. Şimdi yıllar sonra döndü dolaştı, 40 yılı aştı, şu anda İran’ı yönetenler kibir sahibiler; ama henüz bu müstekbirlere karşı gerçek anlamda onların iktidarını elinden alacak bir güç gözükmüyor. Bir toplumsal hareket var, ama toplumsal hareket çok yalnız ve güçsüz. Buna karşılık rejim yaşadığı bütün krizlere rağmen belli bir güce sahip. Çünkü bu rejimin temel unsurları olan Devrim Muhafızları gibi yapılar ve onların sivil hayatı denetleyen Besicler gibi yapılarının çok ciddi imtiyazları var. Bu imtiyazları kaybetmemek için ellerinden geleni yapıyorlar — böyle de bir realite var. İran’ı değiştirmek isteyen halkların, toplumun, gençlerin çok fazla sahibi yok, hiç sahibi yok. Tabii ki rejim, her toplumsal hareketin arkasında Amerikan ajanlarını, Siyonistleri falan buluyor; ama şunu düşünüyorum: Gerçekten öyle bir destek olsaydı sokak hareketleri çoktan başarıya ulaşmış olurdu. 

Kuşkusuz bu tür sokak hareketlerine İran’dan hazzetmeyen ülkeler bir şekilde destek vermek istiyor olabilirler. Ama İran’daki gelişmeleri gözlemeye çalışan dışarıdan birisi olarak anladığım kadarıyla çok ciddi bir dış desteğe sahip olan hareketler değil bunlar. Daha çok kendi ayakları üzerinde yükselmeye çalışan hareketler; ama kendi ayakları üzerinde 40 yıllık rejimi devirmek kolay kolay mümkün olmuyor. Bir de tabii şunu da özellikle vurgulamak lâzım; İran’da rejim değişikliğine yönelik bir talebi dile getiren örgütlü bir odak da yok — bir parti, yasal, yasadışı, yurtdışında örgütlü vs.. Bir zamanlar devrimin başında yer alıp sonra İslam Devleti tarafından dışlandıktan sonra da onun düşmanı olan Halkın Mücahitleri diye bir örgütlenme var; ama bu örgütlenmenin artık hiçbir kıymeti harbiyesi olduğu kanısında değilim. Batı’da da örgütlü, bir dönem İran’ın düşmanı olan Irak’ta örgütlüydü, orada kendisine askerî alanlar da üsler de tesis edilmişti. Ama Halkın Mücahitleri’nin çok önemli bir yapı olduğu kanısında değilim, hatta varlığının ülkede sahici, etkili bir muhalefet hareketinin çıkmasını da engellediği kanısındayım. 

Evet, tükenmiş olan bir devrim, ama varlığını sürdüren bir devlet var. Çok dinamik bir toplum var; ileriye doğru bakmak isteyen, tüm dünyayı yakından takip eden bir genç kuşak var. Ama belli bir yerden sonra bu devlet yapısı bütün yaşadığı krizlere rağmen bu özgürlük arayışını, demokrasi arayışını, hukuk devleti arayışını engellemeyi biliyor. Söylenecek çok fazla şey yok; İran toplumu bir anlamda kaderine terk edilmiş, yalnız bir durumda olabilir. Evet, devrim tükendi, ama devlet ayakta. Toplum devlete karşı durma konusunda yeterince güç sahibi olamıyor: İran’ın özeti benim için böyle. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.