Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“TOKİ faizi” meselesi: “Ulema” meleklerin cinsiyetini tartışıyor

Başta İsmail Ağa Cemaati olmak üzere İslami çevrelerde TOKİ’nin sosyal konut projesi kapsamında Ziraat Bankası’ndan aylık % 0.49 faiz kullanmanın caiz olup olmadığı tartışılıyor. Bu tartışmanın düşündürdükleri.

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Geçenlerde Cübbeli Ahmet Hoca Habertürk‘te yayındaydı. Didem Yılmaz sunuyor ve karşısında üç gazeteci kendisine soru soruyordu. Bir kere şunu söylemek istiyorum: O soru soranlardan Veyis yıllar önce ben de Habertürk’te çalışırken –yıllar diyorum ama, herhalde bir beş yıl falandır, ya da altıdır–, Habertürk‘te çalışırken Veyis bir keresinde Cübbeli’yi çıkartmıştı. Cezaevinden kısa bir süre önce çıkmıştı. Türkiye’de hâlâ Fethullahçıların etkili bir gücü vardı. Ve geleceği konusunda tedirgindi. O zaman kendisiyle tanışmıştık ve ayaküstü de sohbet etmiştik. Yıllar sonra şu anda karşısında üç gazeteci birden –ki aynı ekranda kısa bir süre önce Ekrem İmamoğlu aynı şekilde çok sayıda gazetecinin karşısına çıktı–; bir kere burada bir hesap hatası olduğu kanısındayım. Ekrem İmamoğlu Türkiye’de şu anda siyaset denince ilk akla gelen isimlerden birisi, ama Cübbeli Ahmet Hoca için aynı şeyi söylemek ne derece doğru olur çok emin değilim. Onun da içinde yer aldığı İsmail Ağa cemaati artık kaybeden bir hareket; o İsmail Ağa cemaatinin içerisinden, ama hep kendine ayrı bir alan da çizmeyi başarmış; istemiş ve başarmış birisi. Ama Fethullahçılar tarafından hedef alındığı zamanki kadar da güçlü olduğu kanısında değilim; bir hesap hatası yapılıyor anladığım kadarıyla. E tabii ki o bundan çok rahatsız değildir; ama şu anda Türkiye’de AKP iktidarı ile kaderini eşleştirilmiş olan cemaatlerin ve o cemaatlerin birtakım önde gelen figürlerinin çok fazla geleceklerinin olduğunu söylemek mümkün değil. Ciddi bir kriz yaşıyorlar ve krizi nasıl çözmeleri gerektiği konusunda da çok fazla bir gayret içerisinde olduklarını açıkçası görmüyorum. Birazdan zaten bunu konuşacağız — konuşacağım daha doğrusu tek başıma. Burada Cübbeli Ahmet Hoca ile birçok konuşmanın içerisinde, onun derin devlet övgüsünden Diyanet’e yönelik eleştirilerine kadar birçok şey vardı. Ama en çok dikkat çeken husus bence, en ilginç olan husus, bir süredir Türkiye’deki bazı dinî çevreleri çok ciddi bir şekilde karıştıran TOKİ konutları, TOKİ’nin düşük ve orta gelirli aileler için başlattığı yüz bin sosyal konut projesi var. Ve bu proje kapsamında aylık yüzde 0,91 bir faiz söz konusu, Ziraat Bankası üzerinden. İşte bu konuda çok hararetli bir tartışma var. Herkes bir şey söylüyor. Sonuçta bir noktaya varıldı. O nokta tabii ki hükümeti, devleti zor durumda bırakacak bir nokta değil. Büyük bir çoğunluk mutabık oldu, fetva verdi, “caizdir” dedi, “bu faiz değildir” dedi. Şimdi bunun detaylarıyla çok fazla kafanızı karıştırmak istemiyorum. Açık söylemek gerekirse bu detayları çok fazla anlayabildiğimi de söyleyemem. Çünkü bana bir yerden sonra çok da anlamlı gelmiyor. Olayın detayları anlamlı değil, ama olayın kendisi bence başlı başına çok anlamlı. Bu tartışmada Diyanet İşleri Başkanlığı bir faiz endişesi var diye cemaatlerden özellikle gelen şikâyetler üzerine Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından bu konu karara bağlandı, bir fetva verildi ve bunun caiz olduğu söylendi. Ama onun caiz olduğunu söyleme şekli bu sefer İsmailağa Cemaati başta olmak üzere birçoklarını rahatsız etti. Şöyle bir formülde buluştular: “Bunun adı faiz değil. Bu taksitle ödeme, vadeli ödeme. Dolayısıyla bu faiz değil, bu caizdir, buna faiz demek de yanlıştır” şeklinde bir noktada buluştular. Tabii bu arada Cübbeli Ahmet Hoca bu fırsatla Diyanet’i bir kere daha eleştirmek, hatta haşlamaktan geri durmadı. Diyanet ile dalga geçti. Diyanet’le dalga geçmesi bir yerde anlaşılabilir bir şey, ama kendi konumlarına baktığı zaman bu çok anlaşılabilir bir şey değil. Sonuçta Diyanet de, İsmailağa Cemaati de, onun fetva kurulu da –ki İsmailağa adına Ahmet Polat fetva kurulu olarak bir açıklama yaptı ve bunun neden faiz olmadığını anlattı– böyle bir orta yol buldular. Bütün bunlar bana işte o meşhur, yayının başlığına da çıkarttığım “meleklerin cinsiyetini tartışma”yı getirdi. Neden meleklerin cinsiyeti? Mâlum, Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u kuşattığında, Bizans’ı kuşattığında içeride ulema, Bizans uleması meleklerin cinsiyetini tartışırmış. Yani kapıya gelen kendileri için felaket hiçbir şekilde umurlarında değil, ama içeride çok ciddi, kendilerine göre çok hayatî ama gerçek hayatın hiçbir yerine değmeyen bir meseleyi tartışadururlarmış. Bu olay da bana ilk duyduğum andan itibaren bu çağrışımı yaptı. Karşıma ilk olarak, takip ettiğim bir sosyal medya hesabında çıkmıştı ve orada takip ettiğim kişi tek tek bunu eleştiri anlamında değil belgelemek anlamında yapmıştı. Kim ne dedi diye bir liste yapmıştı. O isimlerin çok fazla bir anlamı olmadığı için tekrarlamaya gerek yok; ama bir tarafta diyelim ki 10 kişi “bu faizdir, caiz değil” dedi, bir 10 kişi “bu faiz değildir, caizdir”; arada da birileri –orta yolcular ki her zaman olur–, onlar da “faiz gibi görünüyor ama aslında…” diye birtakım fetvalar vermişler. Ve insanlar ondan sonra, o çevreden insanlar kimin fetvasını kendilerine yakın gördüklerini açıklama yarışına girdiler. Peki Türkiye böyle bir ülke mi? Türkiye’nin meselesi TOKİ’nin yüz bin sosyal konutta uygulayacağı aylık yüzde 0,49, Ziraat Bankası’nın uygulayacağı faizin ya da adı her neyse, caiz olup olmadığı tartışması mı? Tabii ki değil. Türkiye ve özellikle bu yapıların tabii ki, özellikle bu yapıların da konusu bu mu? Bana şöyle geliyor. İki tane seçenek var. Birincisi ya gerçekten başlarına ne geldiğini, gelmekte olduğunu görmüyorlar ve çok büyük bir huşu içerisinde, zafer sarhoşluğu, bitmek bilmeyen bir zafer sarhoşluğu içerisinde bu tür kendilerinden başka çok az kişiyi ilgilendiren konularla böyle derinlemesine bir tartışma yürütüyorlar; ya da çok iyi biliyorlar neyin nereye doğru gittiğini, neler olduğunu ve kendi altlarındaki zeminin kaymakta olduğunu, ama 1) kendi kendilerini teskin etmek için, 2) dışarıya durumu yansıtmamak için bu tür konularla uğraşıp hiçbir şey yokmuş gibi yapıyorlar. Ama kazın ayağı öyle değil bence. Şöyle hatırlayalım: Konumuz 31 Mart öncesi İsmail Ağa Cemaati —başka cemaatler de var, ama esas olarak İsmailağa burada birçok şeyde olduğu gibi başı çekti, böyle bir pozisyon aldı. İsmail Ağa Cemaati Binali Yıldırım’ı ağırladı. Fotoğraflarını kendisi servis etti ve kaybetti. Daha doğrusu Binali Yıldırım kaybedince onlar da kaybetmiş sayıldı. Daha sonra yapılan açıklamalarda, doğrudan ya da dolaylı açıklamalarda, kendilerinin siyasetler, partiler üstü olduğunu falan söylemeye çalıştılar — o fotoğraflar ki, üzerlerinde İsmailağa’nın soğuk damgası vardı fotoğrafların, pozisyonlarını göstermişti. Bu aslında ilk pozisyon değil. Daha sonra da, geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ziyaret etti İsmailağa’nın önde gelenlerini — burada da değerlendirmiştim. Ve o fotoğrafın birlikte kazanıp şimdi birlikte kaybedenlerin fotoğrafı, bir kader birliği fotoğrafı olduğunu söylemiştim. Ona cemaatin içerisinden eleştiriler geldi, benim o tespitlerime. Özetle şunu diyorlar: “Siz bizi bilmiyorsunuz. Biz bildiğiniz gibi değiliz. Biz siyasî değiliz. Bu siyasetçilerin sorunları, inişleri çıkışları bizi çok fazla etkilemez” diyorlar. Ama ben tam tersi düşünüyorum. Zaten eski itidalli tutumunu bırakıp… İsmailağa cemaati çok, bir taraftan aşağıda çok ciddi bir örgütlenme yapıp ama diğer taraftan çok da kapalıydı, dışarıya çok fazla şey yansıtmazdı. İtidali özellikle AK Parti iktidarının belli bir aşamasından sonra bırakıp –artık bunun geri dönülmez olduğu düşüncesiyle olabilir–, itidali bırakıp alabildiğine açıldı bu cemaat. Ve sürekli değişik değişik sözcüleri üzerinden, sosyal medya hesaplarıyla, call center‘larıyla vs. giderek ağırlığını artırmaya ve bir anlamda da Diyanet’in işine talip olmaya çalıştı. Böyle bir sürecin içerisine girdi. Ama şimdi iktidarın kaybı ile beraber, Erdoğan iktidarının krizi ile beraber bunlar da çok ciddi bir şekilde krizin içerisine girmiş durumdalar. Şimdi bu TOKİ faizi ile ilgili Prof. Mustafa Öztürk güzel bir yazı kaleme aldı Karar gazetesindeki köşesinde. Öncelikle buradaki tartışmayı özetliyor ve Diyanet, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun tespitinin isabetli olduğunu söylüyor. Ve artık bu İslam dünyasındaki faiz, riba tartışmalarının çoktan aşılması gerektiğini de vurguluyor. Orada bir yerde bir parantez içerisinde bir cümlesi var –Mustafa Öztürk böyle bir hoca, dayanamamış, tutamamış kendisini, iğnelemekten geri kalmamış–, Din İşleri Yüksek Kurulu’ndaki kişilerin açıklamasında uzun uzun bankalardan alınan paralarla yatırım yapmak üzerine belâgatli sözler var. Oraya bir parantez içinde diyor ki: “Kuruldaki zevatın anılan ihtiyaçlar için banka kredisi kullanıp kullanmadıkları merak konusudur”. E bunu söylediğine göre herhalde kastı şu: Bu aslında herkesin yaptığı bir şey. Banka kredisi artık günümüz dünyasında ve Türkiye’sinde artık sıradanlaşmış bir şey. Bunun üzerine bu kadar tumturaklı laflar etmek yerine herkes kendi hayatı örneğinden hareket etse işler daha da normalleşir demeye getiriyor — ki bence haklı. Şimdi bir anda düşünün. Alabildiğine güçlenen –ben geçen yayında onu söylemiştim–, hormonlu bir şekilde büyüyen, hormonlu ya da hormonsuz alabildiğine büyüyen, sürekli daha görünür olan, daha ortada olan, dolayısıyla bütün bunları yaparken maddiyatla hayli içli dışlı olan birtakım yapılar söz konusu. Paralar geliyor, paralar gidiyor. Bir yerlerden birtakım kaynaklar geliyor. Bu kaynaklar bir yerlere aktarılıyor. Çok ciddi bir para hareketi var. Ve 21. yüzyılın dünyasında ve Türkiye’sinde bu para hareketlerinin sadece bir alım satımdan ibaret olmadığı, paraların belli bir süre bir yerlerde beklediği vs. de muhakkak. Bütün bunlar oluyor bitiyor. Ve hareketler, bu cemaatler, bu yapılar alabildiğine güçleniyorlar, güçlerine güç katıyorlar. Ve sonra bir bakıyorsunuz, dar ve orta gelirli aileler için bir konut projesi çıktığı zaman yüzde 0,49’luk uygulama faiz mi değil mi diye çok ciddi hummalı bir faaliyet içerisine girip insanlara şunu söylüyorlar: “Durun bir dakika, biz karar vermeden sakın bu evlere yazılmayın, vs. yapmayın”. Peki bu âna kadarki gelişen bu cemaatlerin serpilmesi, büyümesi, alabildiğine büyümesi ve buna bağlı olarak şirketler şunlar bunlar kurulması, yapılaşmalar vs., sermaye hareketleri, bütün bunlar olurken bu olaylara gerçekten, bu söylenen hususlara harfiyen uyuldu mu? Kimsenin tabii böyle bir şey sormak gibi aslında pek bir derdi de yok. Çünkü önemli olan bu yapıların büyümesi, güçlenmesi. Ama dediğim faiz tartışmasını bugünün Türkiye’sinde ve dünyasında yapmanın abesliği bir yana, bu kadar ciddi bir krizin içerisine savrulan, yuvarlanan yapıların bu krizlerinden çıkmakla uğraşmak yerine ya da çıkıp çıkamayacaklarını, nasıl çıkabileceklerini uğraşmak ve dolayısıyla kendilerini sorgulamak yerine, bir anlamda bir özeleştiri yapmak yerine böyle teferruatla uğraşmaları, evet dediğim gibi meleklerin cinsiyeti meselesini benim aklıma en azından getiriyor. Kaderlerini bu kadar iktidar ile özdeşleştirmiş olan hareketlerin geleceğinin parlak olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü siyaset böyle bir şeydir. Siyasette partiler gelir partiler gider, iktidarlar gelir iktidarlar gider — ki bunun çarpıcı bir örneği Mahmut Hoca’dır; İsmailağa’nın başındaki şeyhi, Mahmut Ustaosmanoğlu. Ben adını duyduğumda lise öğrencisiydim, 1970’li yıllardı. O zamandan bu yana Türkiye’de kaç tane darbe, postmodern darbe ve darbe girişimi oldu, kaç parti kuruldu, kaç parti gitti, kaç başbakan ve kaç cumhurbaşkanı geldi gitti. Ama Mahmut Hoca bir şekilde, tabii ki siyasetle çok ilgiliydi ama siyasetle ilgisini öne çıkartmadığı için de her iktidar döneminde bir şekilde varlığını korudu. Nasıl korudu? Kimisinde daha iyi korudu, kimisinde daha zor korudu; ama varlığını sürdürdü. Ama şimdi o iyice yaşlanmış olduğu için onun birtakım temsilcileri bu işleri yürütüyor, onların oluşturduğu stratejilerle bu cemaat bambaşka bir yere geldi, alabildiğine açıldı, olabildiğince açıldı. Ve siyasîleşti, politize oldu. Ne kadar? Hep reddediyorlar, ama verdikleri, dağıttıkları, servis ettikleri fotoğraflar tek başına yeterli. Ve sonuçta o siyasetin dalgaları ile beraber inip çıkmak durumunda kalıyorlar. Tabii bu arada geminin artık ya da trenin yol almadığını gördükleri için, onlardan herhalde daha iyi gören yoktur, gördükleri için de –bir kere daha yapmıştım bu benzetmeyi–, Hollywood filmlerinde olduğu gibi gemi yada tren gidiyormuş gibi birtakım efektlerle –ki bu efektlerden birisi de işte yüzde 0,49 faiz midir değil midir, caiz midir gibi– tartışmalarla kendilerini ve takipçilerini bir anlamda idare etmeye çalışıyorlar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.