Hayatını virüsler ve bulaşıcı hastalıklarla savaşmaya adamış bir bilim insanının koronavirüsle mücadele hikayesi: “Şimdi virüs benden intikam alıyor”

Belçika’da yayımlanan Knack Dergisi yazarlarından Dirk Draulans, koronavirüs test sonucu pozitif çıkan ve hastalıkla mücadele eden mikrobiyoloji uzmanı ve Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu Direktörü Peter Piot ile bir söyleşi yaptı. 8 Mayıs Cuma günü İngilizce olarak Science dergisinde yayımlanan söyleşinin Türkçe çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.

Belçikalı mikrobiyoloji uzmanı Peter Piot, 1976’da ebola virüsünün keşfedilmesinde önemli rol oynayan isimlerden biriydi ve kariyeri boyunca bulaşıcı hastalıklarla mücadele üzerinde çalıştı. 1995-2008 yılları arasında Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı’nın başkanıydı. Bugünlerde ise Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in koronavirüs danışmanı olarak görev yapıyor. Koronavirüs testinin pozitif çıkmasıyla birlikte, Piot’un hayatı değişti. Bir hafta boyunca Londra’da bir hastanede tedavi gören Piot, bugünlerde evinde dinleniyor, ancak merdivenleri çıkarken hâlâ nefesinin tıkandığını hissediyor. 

Mikrobiyoloji uzmanı Peter Piot

19 Mart’ta birden ateşim yükseldi ve bıçak gibi saplanan bir baş ağrısı hissetmeye başladım. Tuhaf bir şekilde, kafatasımın ve saç diplerimin acıdığını hissediyordum. İlk günlerde öksürük şikayetim yoktu ama biliyordum, koronavirüse yakalanmıştım. Tam bir işkolik olduğum doğru, çalışmaya devam ettim ama evden. 

Şüphelendiğim gibi, koronavirüs test sonucum pozitif çıktı. Misafir odasında kendimi bir nevi tecrit altına aldım. Ama ateşim düşmedi. Geçtiğimiz 10 yıl boyunca ne bir kez olsun ciddi bir hastalık geçirdim ne de bir gün olsun izin aldım. Oldukça sağlıklıydım ve düzenli yürüyüş yapmaya özen gösteriyordum. Dolayısıyla, 71 yaşında olmam koronavirüse yakalanma riskimi arttıran tek faktördü. İyimser bir yapıya sahibimdir, bu hastalığın da geçici olduğunu düşündüm. Ancak 1 Nisan’da, kendisi doktor olan bir arkadaşım bana detaylı bir taramadan geçmemi önerdi çünkü ateşim düşmüyordu ve halsizlik hissi bir türlü peşimi bırakmıyordu, gittikçe daha da bitkin hissediyordum. 

Nefes darlığı gibi bir sıkıntı yaşamadığım halde, tarama sonucunda vücudumun yeterince oksijen alamadığı ortaya çıktı. Akciğer filmimde, koronavirüs vakalarında sıklıkla görülen, şiddetli ve bakteriyel zatürre belirtilerine rastlandı. Normalde hep enerji dolu olan ben, sürekli yorgun hissediyordum. Bu sadece yorgunluk değil, resmen bir bitkinlik hâliydi, asla unutmayacağım bir his. Tekrar uygulanan koronavirüs test sonucum negatif çıktığı hâlde, hastanede tedavi altına alınmam gerekiyordu. Koronavirüsün bir özelliği de zaten budur. Yani virüs kaybolsa da etkilerini haftalar boyunca hissedebilirsiniz. 

Beni anında solunum cihazına bağlayacaklar diye çok korktum çünkü yakın zamanda solunum cihazına bağlanmanın koronavirüs vakalarında ölüm riskini artırdığına dair bir makale okumuştum. Açıkçası çok korkmuştum. Neyse ki, bana sadece bir oksijen maskesi verildi ve bu maske işe yaradı. Maske işe yarayınca, yoğun bakım servisindeki bir bekleme odasına alındım. Yorgunsunuz, bu yüzden kadere ve hastane personeline tamamen teslim olmaktan başka yapacak bir şeyiniz yok. Şırınga ile serum arasında gidip geldiğiniz ve sonunda bu illeti yenmeyi umduğunuz bir tür arafta yaşıyorsunuz. Normalde sürekli çalışan ve üretken bir insanımdır ama o odada sadece ve sadece iyileşmeyi bekleyen bir hastaydım. 

Bir evsiz, Kolombiyalı bir temizlik işçisi ve Bangladeşli bir adamla aynı odayı paylaşıyordum. Üçü de şeker hastasıydı ve bu da koronavirüsle ilgili bildiklerimizi doğrular nitelikteydi. Günler, geceler yalnızlık hissiyle ve sessiz geçiyordu çünkü kimsenin konuşacak hâli yoktu. Haftalar boyunca yalnızca fısıldayarak konuşabildim, bugünlerde bile akşam olduğunda sesimin kısıldığını, konuşmaya gücümün kalmadığını hissediyorum. Ama aklımda hep tek bir soru vardı: Buradan çıktığımda kendimi nasıl hissedeceğim? 

“Ebolaya değil de koronavirüse yakalandığım için neredeyse seviniyordum”

40 yılı aşkın bir süredir dünyanın çeşitli bölgelerinde virüslerle mücadele ettikten sonra, enfeksiyonlar konusunda bir uzman hâline geldim. Ebolaya değil de koronaya yakalandığım için neredeyse seviniyordum. Gerçi daha dün, İngiltere’de bir hastanede tedavi gören bir koronavirüs hastasıysanız, ölme ihtimalinizin yüzde 30 civarında olduğu sonucuna varan bir makale okudum. Ki bu oran, 2014 yılında Batı Afrika’da ebola hastalığından kaynaklanan ölümlerin oranıyla örtüşüyor. Böyle durumlarda bilimsel düşünme yetinizi kaybediyorsunuz ve duygularınız kontrolü ele geçiriyor. “Beni yakaladılar” diye düşündüm zaman zaman: “Yıllarca virüslerle mücadele ettim, bütün hayatımı buna adadım ve işte şimdi benden intikam alıyorlar”. 

Geçmek bilmeyen bir haftanın sonunda hastaneden taburcu edildim. Eve toplu taşıma ile gitmek, boş caddeleri, kapalı barları ve şaşırtıcı derecede temiz havasıyla şehri görmek istedim. Tuhaf bir deneyimdi. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Uzanmaktan ve hareketsiz kalmaktan kaslarım zayıflamıştı, bir süre düzgün yürüyemedim. Hareketsizlik, hele ki akciğerleri tedavi altına alınan birine hiç iyi gelmiyor. Eve vardığımda, uzun bir süre boyunca ağladım. Ayrıca, pek iyi uyuyamadım. Bir şeylerin her an yanlış gidebileceği düşüncesi kafanızda dönüp duruyor. Yeniden eve kapanmak zorundasınız ama böyle ihtimalleri de göz önünde bulundurmak zorundasınız. 27 yıl boyunca hapiste kaldıktan sonra hâlâ büyük bir uzlaşı isteğiyle dolu olan Nelson Mandela’ya bir kez daha hayran kaldım. 

Virüslere her zaman çok saygı duymuşumdur ve bu değişmedi. Virüsler çok zeki varlıklar. Onları durdurmak için yaptığımız her hamleden kaçmanın bir yolunu buluyorlar. Şimdi ise resmen kendi vücudumda bir virüsün varlığını hissediyordum. Bu deneyim virüslere bakışımı değiştirdi. Daha önce uzmanlık alanım gereği virüslerle karşı karşıya kaldığım dönemlerden farklı olarak bu virüs benim hayatımı değiştirecek. Farkındayım. Kendimi çok daha savunmasız hissediyorum. 

Taburcu edildikten bir hafta sonra kendimi yeniden güçsüz hissediyordum ve tekrar nefes darlığı yaşamaya başladım. Tekrar hastaneye gitmek zorunda kaldım ama neyse ki bu kez ayakta tedavi görüyordum. Zatürreden kaynaklı olarak sitokin fırtınası adı verilen hastalığa yakalanmıştım. Sitokin fırtınası, bağışıklık sisteminizin gereğinden fazla çalışması sonucunda ortaya çıkar. Birçok insan, virüsün neden olduğu ufak çapta hasarlardan ziyade, virüsle nasıl başa çıkacağını bilmeyen vücutlarında ortaya çıkan bu sendrom nedeniyle hayatını kaybeder. Bu nedenle hâlâ tedavi görüyorum. Koronavirüsten kaynaklanan belirtilerle eşzamanlı olarak bu hastalığın belirtileri de ortaya çıksaydı, muhtemelen hayatta kalamazdım. Virüsün hafife aldığımız bir diğer becerisi de vücudumuzdaki bütün organları etkileyebilmesi. 

“Dünya çapında yüz binlerce, hatta belki daha da fazla insan hayatlarının geri kalanını diyaliz ve benzeri tedavilere muhtaç olarak geçirecek” 

Birçok insan, koronavirüse yakalananların yüzde 1’inin öldüğünü, geri kalanların ise hafif semptomlarla hastalığı atlattığını düşünüyor. Aslında virüsün hikayesi bundan biraz daha karmaşık. Koronavirüsü atlatsa bile birçok insan kronik kalp ve böbrek hastalıklarıyla mücadele etmek zorunda kalacak. Bu hastaların sinir sistemleri bile zedelendi. Dünya çapında yüz binlerce, hatta belki daha da fazla insan hayatlarının geri kalanını diyaliz ve benzeri tedavilere muhtaç olarak geçirecek. Koronavirüs hakkında bildiklerimiz arttıkça, onun hakkında sorularımız da aynı oranda artıyor. Bu nedenle, virüs hakkındaki sınırlı bilgileriyle, bu salgını kontrol altına almaya çalışan bilim insanlarını ve siyasetçileri eleştiren yorumcuları gördükçe sinirleniyorum. Bu hiç adil değil. 

Yedi hafta sonra bugün ilk kez, kendimi az çok formda hissediyorum. Yaşadığım sokağın köşesindeki bir Türk manavından sipariş ettiğim beyaz kuşkonmazları yedim. Sonunda, akciğer filmim yeniden iyi görünüyor. Bunu kutlamak için kaliteli bir şarap açtım. Uzun zamandır ilk kez. Bir süre eskisi gibi aktif olamayacağımı bilsem de, işe dönmek istiyorum. Tekrar ele aldığım ilk işim, von der Leyen’in koronavirüs özel danışmanı olarak yürüttüğüm araştırma-geliştirme çalışmaları oldu.

“Koronavirüse karşı etkili bir aşı bulunmadığı sürece hayatlarımızın normale dönmesi mümkün değil”

Avrupa Komisyonu, koronavirüse karşı etkili bir aşının geliştirilmesi için yürütülen çalışmaları destekliyor ve bunlara büyük önem veriyor. Açık konuşalım: Koronavirüse karşı etkili bir aşı bulunmadığı sürece hayatlarımızın normale dönmesi mümkün değil. Bu krizden tek çıkış yolumuz, virüse karşı etkili aşının bulunması ve dünya çapında yaygın hâle getirilmesi. Bunun için milyarlarca doz aşı üretilmesi gerekecek ve tek başına bu bile aşının üretimini organize etmeyi oldukça zor hâle getiriyor. Bütün çabalara rağmen, koronavirüse karşı etkili olabilecek bir aşının geliştirilip geliştirilemeyeceğini hâlâ kesin olarak bilemiyoruz. 

Ayrıca bugün gözlemlediğimiz bir çelişki var: Hayatlarını aşıya borçlu bir nesil, çocuklarının aşı olmasını istemiyor. Koronavirüse karşı etkili bir aşı geliştirmek ve piyasaya sürmek istiyorsak bu bir problem hâline gelebilir. Eğer çok sayıda insan aşı olmayı reddederse, bu salgını asla kontrol altına alamayız. 

Umuyorum ki bu kriz, birçok alanda siyasi gerginliğin azalmasını sağlar. Bu bir çeşit yanılsama olabilir. Ama geçmişte çocuk felci aşısı için yürütülen kampanyaların ateşkeslere ve barışa giden yolu açtığını gördük. Benzer şekilde, koronavirüsle mücadele anlamında harika bir iş çıkaran Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) mevcut yapısının değiştirilebilmesini umuyorum. Mevcut sistemden farklı olarak, daha az bürokratik ve danışma kurullarına daha az bağımlı hâle getirilebilir. Çünkü mevcut sistem, ülkelerin tek başlarına, kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutarak hareket etmelerine izin veriyor. DSÖ de çoğunlukla siyasi bir oyun alanına dönüşüyor.

Her neyse, ben yine hep olduğum gibi iyimser olmayı sürdürüyorum. Hele şimdi ölümle burun buruna geldikten sonra, hoşgörebileceğim saçmalıkların seviyesi eskisinden çok daha düşük. Sonuç olarak, sakin kalmaya çalışıyorum ve bu virüsle mücadele çabalarımı istekli bir şekilde, tabii hastalığımın ardından daha seçici, daha temkinli olarak sürdürüyorum.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.