Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Murat Yetkin ve Ruşen Çakır tartışıyor: İttifakların geleceği

Yayına hazırlayan:  Tania Taşçıoğlu Baykal 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Gazeteci Murat Yetkin’le birlikte, yine iç siyaset konuşacağız. Murat, merhaba.

Murat Yetkin: Merhaba Ruşen.

Çakır: Seninle yaptığımız en son ‘’Erken/baskın seçim tartışmaları’’ yayınından sonra acayip tartışmalar başladı. Bunun bir yerinde de ben yer alıyorum biliyorsun; Sırrı Süreyya Önder’le geçen Cuma günü yaptığımız söyleşiden sonra olaylar patladı. Ama ilginç olan, tartışmalar pazartesi günü başladı; iktidara yakın medya ve MHP yöneticileri, söyleşinin içerisindeki Sırrı Süreyya Önder’in söylediği 30-40 saniyelik İYİ Parti ile ilgili bir cümleyi alıp, Millet İttifakı’nı çatırdatma yolunda çok yoğun bir faaliyete giriştiler ve bu tartışmalar hâlâ devam ediyor. Bildiğim kadarıyla, dün gece de birçok haber kanalı bu konuyu tartışmış. Bu konuyu biraz konuşalım istiyorum. Ama bunun bir evveliyatı ver, oradan başlayalım. Biliyorsun, Meral Akşener bu salgın sürecinde medyayı alabildiğine kullandı. Havuz medyası onu çağırmıyor, ama FOX TV, Halk TV ve birtakım YouTube kanallarında sürekli olarak bir şeyler anlattı. Meral Hanım’ın iktidara yönelik eleştirileri son derece sakindi, ben öyle algıladım konuşmalarından. Katılmıyorsan itirazını söyle. Konuşmalarında Berat Albayrak’a yönelik birtakım eleştirileri vardı, evet, ama Cumhurbaşkanı’nı zorlayacak çıkışlar yapmadı. Bu süre içerisinde HDP meselesi gündeme geldiğinde de, HDP’yi net bir şekilde kendilerinden uzak tuttu; hiçbir şekilde HDP ile yan yana durmayacağını gösterdi. Sadece o değil, İYİ Parti’nin birtakım sözcüleri de, az sayıda olmakla birlikte etkileri yüksek olan medyada gözüktüler ve yine HDP meselesi gündeme geldi. O konuşmalarda da çok net bir şekilde HDP terör meselesiyle ilişkilendirildi. Sırrı Süreyya “Siz başta öyle demiyordunuz” deyince işler karıştı.

Sanki, İYİ Parti, yumurtalarını “Millet İttifakı”nın sepetinde tutmak istemiyormuş görüntüsünü verdi gibi geliyor bana. Bu ne derece başarılı olur bilmiyorum. Sanki Cumhur İttifakı’yla, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bir yakınlaşma olarak gördüm. Sen buna katılır mısın?

Yetkin: Öyle bir yükledin ki Ruşen, adeta damperli kamyonla her şeyi üzerime yığdın. Tamam, ben görüşlerimi söyleyeyim. Öncelikle, bu ittifak meselesi Kemal Bey’in (Kılıçdaroğlu) fikri. Erdoğan, Bahçeli ile beraber “Cumhur İttifakı”nı kurduğu zaman, Kemal Bey de “Millet İttifakı” diye bir fikir ortaya attı ve yerel seçimlerde de son derece başarılı oldu. Ama İYİ Parti, Meral Akşener, yerel seçimlerden önce de Erdoğan’la arasında sürekli olarak bir mesafe korudu — ki bu arada küçük flörtleşmeler de oldu; tam da flörtleşme değil ama, “Aslında bize gelecektin de son anda vazgeçtin”; “Evet, gelecektim ama son anda gelmedim. Afyon toplantısından ayrıldım” türünden konular geçti. Bence, AK Parti ile İYİ Parti arasındaki bu flörtleşme ya da bu her neyse, tek eksen değil. Aynı şekilde, İYİ Parti ile CHP arasında da hem gerilmeler, hem yakınlaşmalar var. Örnek verecek olursak: “Ege Adaları ne olacak? Yunanistan 18 adaya el mi koydu?” meselesi var. En son, CHP’nin Uluslararası Politikalardan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, Kemal Kılıçdaroğlu’na gidip “Yeter artık! Şu milletvekilleri bilip bilmeden konuşmasınlar. Hatta artık soru önergesi de veriyorlar ki bu bizim politikamıza aykırı. Devlet politikasına da, partimizin çizgisine de aykırı” dedi. Sonra konunun altını biraz kazıyınca, Aydın, İzmir bölgelerinde, İYİ Parti ile CHP milletvekillerinin “Yunanistan’a kim daha çok vuracak” diye bir milliyetçilik yarışına girdikleri görüldü. Yani öyle ki, artık CHP politikalarının da dışına çıkıyor. Oysa, İYİ Parti milletvekilleri bu konuda konuşmasına rağmen, Meral Akşener hiçbir şey söylemiyor. Niye söylemiyor biliyor musunuz Ruşen Bey?

Çakır: Bilmiyorum.

Yetkin: Çünkü 1997 yılında, Kardak Krizi’nin hemen arkasından imzalanmış bir Milli Güvenlik Kurulu tavsiye kararı var. O kararda da “Biz devlet olarak bu konuya çok girmeyelim. Çünkü onlar da haksız, ama bizim de çok emin olmadığımız yerler var, bu konuya girilmesin” deniliyor. O tavsiye kararının altında, o dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in de imzası var. Hâl böyleyken, birtakım kışkırtmalara, hakikaten kışkırtma kökenli ama CHP içinden kaynaklanmayan bu kışkırtmalara CHP milletvekilleri de katılıyor. Bu konu, CHP-İYİ Parti arasındaki eksenlerden bir tanesi. CHP’de PKK’nın terör eylemlerini kınamak konusunda bir sıkıntı yok. Ama bir yandan da CHP ve HDP milletvekilleri çok sık görüşüyorlar, hatta belediyeler düzeyinde de var bu yakınlık. Ama İYİ Parti, kendi tabanından gelen taleplerle de, HDP’yi özellikle itmeye çalışıyor. Dolayısıyla, Sırrı Süreyya’nın söylediği bu irtibat nerede varsa, bunun ortaya çıkması, beni de bir gazeteci olarak memnun edecek.

Çakır: Sen HDP ile İYİ Parti arasında bir irtibat olduğuna pek inanmıyorsun gibi.

Yetkin: Hayır, öyle değil. “Ben bilmiyorum” diyorum. Keşke o irtibatı yapan kişilerle görüşme imkânı bulsam da ne görüşmüşler diye onlarla bir görüşebilsem.

Çakır: Sırrı Süreyya “İsterlerse kendileri açıklarlar” dedi, olay yine bir bilinmezde kaldı.

Yetkin: Eski Kızılderili hikâyeleri bunlar Ruşen. Ankara siyasetine âşinâ olanlar için doğal. Neyse bunun üzerinde durmayalım. Mesele “Millet İttifakı’nı çökertir mi?” konusunun gündeme gelmesi. Kurulduğu günden bu yana, İYİ Parti’den, Meral Akşener’den, açık ifadeyle olmasa da sürekli olarak Erdoğan’a ve AK Parti’ye “Onu at, beni al. MHP olmasın, biz de bu yeri çok daha iyi doldururuz” gibi bir sinyal var: 

Çakır: Çok iyi bir noktaya değindin. Burada şöyle bir soru çok mu ütopik ve spekülatif olur? “Onun yanına beni de al” seçeneği hiç mi gündemde olmaz? Yani, MHP ve İYİ Parti’nin ortak bir ittifak içerisinde yer almaları imkânsız mı sence?

Yetkin: Zannetmiyorum. Siyasette kâğıt üstünde olan her şeyin gerçekleşme ihtimali vardır tabii. Ama ben bu ihtimali çok yüksek görmüyorum. Çünkü İYİ Parti’nin kuruluş amacı zaten MHP’den kopmaktı; MHP’den koparak kuruldular. Evet, sonra merkez sağdan başka unsurlar geldi içlerine; hatta CHP’den bile geldi — ki daha önce CHP’ye merkez sağdan gelen bazı isimler tekrar oraya döndüler. Rahmetli Demirel, “Eşyanın tabiatına aykırı” derdi ya, bu mesele de öyle. Hatırlatayım; burada önemli bir nüans var: Meral Akşener en son, bu koronavirüs salgını ile mücadele konusunda “Bir ‘memleket masası’ kuralım, hep beraber oturup bunu konuşalım” dedi ya; ona cevap hükümetten değil MHP’den geldi. Bahçeli’nin orada ne dediğine, mesajının ayrıntılarına çok dikkatli bakmak lâzım. Ne demişti Bahçeli? “Bu koronavirüs günlerinde kalabalık masalarda oturmak tehlikelidir, risktir.” Sonra ilave etti: “Masaya oturan oturdu zaten.” Burada ikili anlamı var bunun: Yani, Devlet masasına oturduğunda herhalde herkes kucak kucağa oturmayacak; mesafelerle oturacak filan. Ya da hiçbir şey olmasa, video-konferansla görüşecekler. Mesele o değildi. Bahçeli’nin orada kastettiği şuydu: “Arkadaş, ben senin niyetini biliyorum. Sen beni attırıp kendin oraya gelmek istiyorsun.” “Masaya oturan oturdu zaten” lâfının anlamı budur.

Çakır: Şöyle bir şerh düşmek istiyorum: Tabii ki o söylediğin “eşyanın tabiatına aykırı” meselesi, İYİ Parti’nin MHP’den türemiş olduğu konusu ortada bir veri olarak duruyor. Ama belli bir zaman geçti ve bu zaman içerisinde İYİ Parti, varlığı ile ve onlardan uzak durarak, o yapıya zarar verdi. Mesela, son yerel seçimde İYİ Parti CHP’yi desteklemeseydi, CHP 31 Mart’ta özellikle İstanbul’da kazanamıyordu. Böylece canını acıttı. Şunu söylemeye çalışıyorum: Yine Demirel’den alıntı yapayım: “Dün dündür, bugün bugündür” lâfı meşhurdur. Cumhur İttifakı tek başına yüzde 50+1 oya yetmeyeceği düşünülürse –anladığım kadarıyla bugün öyle bir sorun söz konusu– burada birtakım seçenekler, yeni müttefikler arayışının olması bana hiç yadırgatıcı gelmez. İYİ Parti’nin de, bir şekilde bir formül bulunarak bu ittifakın içerisine katılması bana çok aykırı gelmiyor. Bunun çok spekülatif olduğunun farkındayım. Devlet Bahçeli’yi sen de ben de çok yakından tanıyoruz, takip ettik. Daha önce söylediklerini hatırlarsan, Devlet Bey’in Erdoğan’a bu kadar kalkan olacağını düşünmek imkânsızdı. O sırada Meral Akşener ve diğerlerinden gelen kongre tehdidi Bahçeli’yi zor durumda bırakmıştı. Onun karşılığında Bahçeli ve Erdoğan arasında başlayan ilişki organik bir ilişkiye dönüştü; ideolojik olarak da birlikte hareket etmeye başladılar. Ben, çok zor olmakla birlikte, başkalarının Cumhur İttifakı’na katılımının mümkün olduğunu, hatta onlar için gerekli olduğu kanısındayım. Çünkü Cumhur İttifakı’nda bir kriz var. Bu konuyu bu yayında konuşalım. Aslında mesele ekonomi. Bu korona günleri geçtiğinde –hatta geçmeden de– insanlar bunu görecekler; yaşıyoruz ve yaşayacağız. Böyle bir ortamda, zaten bu haliyle bile yetmeyen bir Cumhur İttifakı, yeni katılımlara açık olacak bence.

Yetkin: Senin söylemek istediğini anladım. Sen, yeni bir “Milliyetçi Cephe” kurulacak çizgisindesin. Ben MHP ile İYİ Parti’nin, AKP çatısı altında yer alması ihtimalini düşük görüyorum.

Çakır: Ama buradaki “çatı” AK Parti’nin değil, devletin çatısı olacak; sağın yücelttiği devletin çatısı. 

Yetkin: Zaten “Cumhur İttifakı”nın temelinde, Alparslan Türkeş’in, 12 Eylül’den önce, 1975 yılı seçimlerinde kullandığı ve çok sert sloganlarının arasında olan “Milli Devlet, Güçlü İktidar” ideolojisi var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin neredeyse ideolojik özeti bu “Milli Devlet, Güçlü İktidar” sloganı. “Milli” derken de, milletin tamamını kapsayan bir millilikten söz etmiyoruz; belli bir sağ ideolojiden –Özal buna “Türk-İslâm Sentezi” diyordu. Belki şimdi “İslâm-Türk” sentezi diyebiliriz– bu çerçevede tarif edilen bir millilik içinde tanımlanıyor. Buradan yola çıkınca, İYİ Parti tam olarak bunun neresine oturuyor, orası çok belli değil. İYİ Parti’nin tamamına bakıldığında, İYİ Parti’nin tabanı ile tavanı arasında fark var. Bazı anketlere baktığımda kendimce şu çıkarımı yapıyorum: Geldiğimiz noktada, İYİ Parti’nin tabanının tavanından, yani yönetim kademelerinden çok daha demokrat, çeşitli ve ileride olduğuna inanıyorum. O yüzden bazı yerlerde CHP’den oy alıyor, bazı yerlerde AK Parti’den oy alıyor. Meral Akşener’in “Ben artık, şehirli, milliyetçi, laik bir hareket peşindeyim” diye kendi ifadeleri var. Burada bir ayrışma durumu var. Yani AK Parti’ye oy vermeyip, İYİ Parti’ye oy veren bir vatandaş, AK Parti-İYİ Parti yörüngesine girdiği zaman –ki böyle bir ihtimali çok düşük görüyorum– ona oy vermeyebilir. Sen madem aritmetik hesap yapıyorsun, orada Gelecek Partisi ile DEVA Partisi’nden biri veya ikisi de bu çatının altına girebilir. Aynı sorun orada da var. Çünkü onlar da Erdoğan’a bayrak açıp AK Parti’den koptular. Ama bu “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” –buna “Milli Devlet, Güçlü İktidar” tekleştirme sistemi de diyebiliriz– işlemiyor ki. Bu sistem Meclis’e getirilirken gerekçeli karar neydi? Türk siyasetindeki bölünmeyi azaltalım. Güçlü iktidarlar kurulsun, çabuk karar alsın. Ama bakıyorsun, bölünme çok daha fazla. Koalisyonlardan kaçalım derken, Erdoğan, doğrudan fiilî bir koalisyonun içine girdi. Fiilî koalisyonun resmî koalisyondan farkı şu: Resmî koalisyonda herkesin görevi, sorumluluğu belli; kimden neyin hesabını soracağın belli. Şimdiyse, sağ politikaların deyimiyle: “Davul Erdoğan’ın boynunda, tokmak Bahçeli’nin elinde.” Pek çok şeyde, özellikle stratejik konularda veto hakkı kullanıyor — biliyoruz bunu. 

Çakır: Demin söylediğin İYİ Parti’nin tabanı-tavanı meselesi gerçekten çok önemli ve kritik bir husus. Böyle bir yönelimde kayıplar olmakla beraber, özellikle AK Parti’nin ve Erdoğan’ın kalanlara ihtiyacı olduğu kanısındayım. Çünkü Erdoğan’ın “beka” diye bir sorunu var. Türkiye’nin bekasından ziyade, kendi iktidarının bekası sorunu var. Ve bu anlamda, bence her türlü desteğe kapısı açık. Ne anlamı var, ne kadar önemlidir bilmiyorum, ama mesela şöyle bir dönemde, Saadet Partisi’nin Erdoğan’a destek verecek olması, bence Erdoğan için çok değerli olur. Çünkü Saadet Partisi, yerel seçimlerde olmadı ama genel seçimlerde Millet İttifakı’nın bir parçasıydı. Saadet Partisi’nin karşı tarafta olması, AK Parti’nin muhafazakâr camiayı kontrol etme, onun merkezi olma iddiasını ciddi bir şekilde zorlamıştı ve bunun acısını yaşıyor. Bu anlamda, pragmatist bir Erdoğan bence Saadet Partisi’ni de katmak ister diye düşünüyorum. İYİ Parti’yi de getirdiği kadarıyla katmak ister ve eminim, bir AK Parti’ye yanaşma durumunda, İYİ Parti’nin Meclis grubunda bundan rahatsızlık duyacak senin de, benim de tanıdığımız çok isim var. Ama buradaki mesele, senin söylediğin “Milli Devlet, Güçlü İktidar” perspektifinin çok ciddi bir kriz içinde olması — yani Erdoğan’ın krizi. Bahçeli Erdoğan’a katıldı, birlikte bir yere kadar getirdiler; belli bir aşamadan sonra, aynı krizin çok daha derinleştiğine birlikte tanık oluyorlar.

Cumartesi günü Semih Yalçın’ın Bahçeli’nin 2011’de söylediği sözleri alıntılayarak attığı tweet’leri şu âna kadar konuşmadık. İnsanlar “MHP kopuyor mu?” diye düşündüler. Ama o tweet’lerden ve arkasından Bahçeli’nin yaptığı açıklamalardan, ilk kez, ekonomik gidişatın sorumluluğunu da açık bir şekilde üstlenen bir Bahçeli gördüm. Bu zamana kadar Bahçeli genellikle ekonomi sorunlarına pek girmiyordu. Çünkü oradaki sorunun, hasarın büyüklüğü ortada ve bunun sorumluluğunu almayı istemiyordu. Ama şimdi o konuya da girdi ve orada da yer tutmaya başladı. Erdoğan ve Bahçeli’nin –hatta o ittifakın bir parçası olan BBP de var, ama kimse onun lâfını pek etmiyor–, hep birlikte yaşadıkları çözülme ve yönetememe hâli var. Bu anlamda da her desteğe ihtiyaçları var. İhtiyaçları, bir yönüyle yeni katılım olabilir. Bir yönüyle de, kendileri yeni katılım alamıyorsa bile, karşı taraf, yani “Millet İttifakı bölünsün” düşüncesi. Yani, AK Parti-MHP-BBP belli bir oy oranını alacak, CHP ile İYİ Parti’nin yolları ayrılacak ya da HDP bir şekilde destek vermeyecek. Sonuçta, zayıflasa da kriz içerisinde olsa da, aritmetik olarak baktığımızda Cumhur İttifakı öne geçecek. Toparlayayım: Burada iki seçenek var: Cumhur İttifakı’na yeni katılımlar katmak, eğer bu olmuyorsa, Millet İttifakı’nın katılımcı sayısını azaltmak.

Yetkin: Ruşen, bunlar gerçekten çok riskli hesaplar. Senin söylediğin şey ittifak değil de “yamalı bohça” modeli. Tamam, bunun olduğunu varsayalım. O kadar kırılgan olur ki. Sen bir zincir kurmaktan söz ediyorsun. “Her zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür” diye çok bilinen bir fizik kuralı var. Tıpkı şunun gibi: Avrupa Birliği’nin en büyük yapısal sorunu oybirliği kuralı. Oybirliği kuralı, “En küçük ülkenin istediği olacak” demek. O yüzden, mesela, 600 bin nüfuslu Kıbrıs Rum Hükümeti’nin ya da 2 milyon nüfuslu Estonya’nın her istediği oluyor. Ben Erdoğan’ın yerinde olsam, bu “yamalı bohça” modeline hiç kalkışmam. Bir de sana şu soruyu sorayım. Evet, bu tartışmalar siyasetin gidişatı açısından gerekli. Ama ben bu tartışmaların, dikkatleri ekonominin ne kadar kötü durumda olduğunu tartışmaktan alıkoyan özellikler taşıdığına inanıyorum. Bizim şu anda, “Türkiye’nin ikinci çeyrekteki işsizlik rakamları yüzde 12 mi, yüzde 15 mi olacak?” tartışmalarını konuşuyor olabilmemiz gerekirdi; Milyonlarca işsiz ne olacak? Eski iş alanlarının bir kısmı kapanacak. Yeni iş alanları açılabilecek mi? Turizm ne olacak? Bizim ekonomiyi konuşmamız lâzımken, bu hesapları konuşuyoruz. Konuşmayalım demiyorum, tabii ki bunlar da gerekli. Siyaset demokratik toplumların temeli. Dün Kılıçdaroğlu “Bütün dünyanın parlamentoları açık, bizimki kapalı” dedi. Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya, Meclis Başkanı Sayın Mustafa Şentop’a Meclis’in neden kapalı olduğunu sormuş. Cevap: “Şu dönem acil bir şey yok.” Bunun tercümesini biliyoruz değil mi? “Şu anda Cumhurbaşkanı’ndan gelen bir şey yok.” Meclis’in, ancak Cumhurbaşkanı’nın bir ihtiyacı olduğu zaman açılacağı, sonra tekrar kapanacağı bir dönemden geçiyoruz.Bu durumdayken, bu kadar ayrıntılı hesapları konuşmamalıyız. Benim esas sorum şu: Diyelim bu “yamalı bohça” modeli gerçekleşti; giderek zayıflayan halkalarla kurulmuş zincir oluştu. Ekonomiyi nasıl düzeltecek? İşsizliğe mi çare bulacak? Ne getirecek? Dün Sağlık Bakanı çıkıp “AVM’lerin açılması konusu bize sorulmadı” dedi. Bu konuda kimlerin bastırdıklarını az çok tahmin edebiliyoruz; o AVM-inşaat-ticaret lobisi açtırdı bunları. Sağlık Bakanı “Hayır efendim, açamazsınız. AVM’lerin açılmasına karşıyız” diye kendini yırtıyor. Başka bir Bilim Kurulu üyesi çıkıp “Biz bu futbol maçları konusunu konuşmadık bile” diyor. Neden? Çünkü o inşaat-ticaret lobisi futbol maçlarının başlamasını istiyor.

Konuyu küçümsediğim için filan değil, sakın yanlış anlama, bu çok önemli bir konu. Ama hakikaten, bizim bunları daha çok konuşmamız lâzım. Özetleyeyim: Hep söylediğim şey; siyasette kâğıt üstünde mümkün olan her şeyin bir karşılığı vardır. Ama ben senin bu söylediğini, eğer gerçekten bir projeyse bu, bunu çok düşük ihtimalli ve riskli bir proje olarak görüyorum.

Çakır: Millet İttifakı’nın parçalanması, çatırdaması… Saadet Partisi, genel seçimde Millet İttifakı içinde yer almıştı. Ama yerel seçimde yer almadı. Fakat adı olmamakla birlikte, HDP bu ittifakın içinde vardı. HDP, CHP’li Büyükşehir Belediye Başkan adaylarını desteklemek için özellikle aday çıkartmadı. Ama İYİ Parti’nin adaylarını da desteklemedi. Mesela, Balıkesir’de İYİ Parti adayına oy vermedi. Antep’te de İYİ Parti’nin adayına oy vermedi ve kendisi aday gösterdi. O anlamıyla Millet İttifakı garip bir ittifak. Bir, liderlerin açıkça yan yana durduğu formel bir ittifak var. Bir de, formel olmayan, HDP’li bir ittifak var. Mesela, Ekrem İmamoğlu seçildiği zaman, o akşam yanında CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ve İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu ile birlikte fotoğraf veriyorlar. Ama sonrasında, Ekrem İmamoğlu HDP’lilere de teşekkür ediyor. Hatta gidip Diyarbakır’da Ahmet Türk’le de buluşuyor ve bunu da çekinmeden yapıyor.

Yetkin: “Neden?” diye soruyor musun kendine?

Çakır: Ne demek istedin?

Yetkin: Neden böyle oluyor? Benim bir cevabım var, ama önce seninkini duymak istiyorum.

Çakır: Çünkü CHP de, ama en çok da İYİ Parti, HDP ile yan yana gözükmekten, adlarının birlikte anılmasından korkuyor. HDP’nin böyle bir korkusu yok bence.

Yetkin: Ben söyleyeyim: Çünkü “Cumhur İttifakı” stratejik bir ittifak. “Millet İttifakı” ise taktik bir ittifak. Cumhur İttifakı, kendi ideolojisi olan, benzerleri bir araya getiren bir ittifak. Biraz önce “Özal ‘Türk-İslâm sentezi diyordu, Erdoğan’ınki de İslâm-Türk sentezi” dedik ya. Millet İttifakı ideolojik bir ittifak değil; ideolojik bir ortak noktası yok. Tamamen seçimlere yönelik bir ittifak. Biraz daha siyaset teorisi bakımından düşünseler, AK Parti ile MHP, Almanya’daki CDU (Hıristiyan Demokrat Parti) ve CSU(Hıristiyan Sosyal Birlik) gibi, sadece seçimlerle sınırlı kalmayan ama daha sonrasında hükümetlerle de devam edecek bir parantez içinde çıkabilirler. CHP-İYİ Parti birlikteliği –ki bunun içinde Demokrat Parti ve Saadet Partisi de kıyısından var– böyle bir şey değil. Bu tamamen bir taktik ittifakı. Fark burada. O yüzdem Millet İttifakı bugün çatırdar, ertesi gün iki çiviyle yoluna devam eder. AKP- MHP ise stratejik bir ittifak, çatırdadı mı gider.

Çakır: O zaman seninle geçen sefer yaptığımız “Erken/baskın seçim” tartışmasına dönüyoruz: Seçim temelli olan Millet İttifakı, senin de söylediğin gibi, aslında seçim bittikten sonra fiilen anlamı kalmamış bir ittifak. Zaten muhalefette olduğu için, ötekisi de iktidarda olduğu için ittifak koalisyonuna dönüşüyor, tamam. Peki ama niye mesela Sırrı Süreyya’nın söylediklerini bir avantaj olarak görüp bu kadar üzerine gidiyorlar? Muhtemelen, olabilecek bir seçime, bu 3 partinin, açık ya da örtülü bir şekilde taktiksel olarak birlikte girmesini engellemek için. Bu kadar bastırıyor olmalarını, benim “baskın seçim spekülasyonlarım” ile de bir şekilde irtibatlandırmakta hiçbir sakınca görmüyorum. Normal şartlarda, bugün AK Parti’nin İYİ Parti’ye bu kadar yüklenmesinin çok da bir anlamı yok. Niye yükleniyor? Şu anda ne işine yarayacak? Yarın öbür gün olabilecek bir seçimde, doğrudan ya da dolaylı HDP ile birlikte karşısına çıkmaması için yapıyor.

Yetkin: Senin dediğin açıdan baktığım zaman, ben daha çok şunu görüyorum: Bir propaganda malzemesi olarak, Erdoğan’ın daha çok CHP ile HDP’yi bir arada gösterme arzusu var. Burada İYİ Parti’nin tabanına ve tavanına oynanan bir şey var: “Siz CHP ile devam ederseniz, aslında HDP ile de devam etmiş oluyorsunuz.” Aristo mantığıyla, “O terörist, demek ki sen de teröristsin” gibi, son derece basit, sığ, ama maalesef toplumda karşılık bulan bir çizgi var. İYİ Parti de diyor ki: “Arkadaş, sen onu at, beni al.” Ben bu “memleket masası” meselesini böyle okudum. Bahçeli de benim gibi okudu. Yanlış söyledim; daha doğrusu, Bahçeli’nin neden öyle dediğini çok iyi anlıyorum. Ve Bahçeli’ye, kendi siyasî açısından hak veriyorum; “Masaya oturan oturdu” sözünü de öyle okuyorum. Bahçeli, Meral Hanım’a, “Benim yerime masaya sen oturmak istiyorsun, ama o yer kapıldı. Ben oturuyorum orada” dedi. İYİ Parti’nin öyle bir stratejik ittifaka girme ihtimali yok denecek kadar düşüktür. “Yok” demek istemiyorum; çünkü siyasette kâğıt üzerinde olan her şey olabilir. Buna inanan birisiyim.

Ama öbür tarafta, taktik ittifaka çok farklı kişiler de katılabilir; DEVA Partisi de katılır, Gelecek Partisi de katılır. Sonuçta taktik ittifakı. Amaç Erdoğan’a seçim kazandırmamak. Bu kadar temel ve neredeyse tek hattı olan bir amacı var. 

Çakır: Tam burada Ahmet Türk’ün bir açıklaması düştü önüme: “Sırrı Süreyya Önder’in açıklamasını hayretle karşıladım. Siyasette saklı kalması gereken bazı şeyler vardır” diyor.  Yani “Doğru değil” dememiş. “Bugün iktidarın eline bu gibi kozları vermek, suni bir gündem yaratmak için de böyle bir açıklamayı çok yerinde ve zamanında bulmadım” diye devam etmiş.

Yetkin: Aynı şeyi ben söylüyorum.

Çakır: Ahmet Türk “Olmamıştır” demiyor. “Siyasette bazı şeyler gizli kalmalıdır” diyor.

Yetkin: Ben de “olmamıştır” demiyorum. “Merak ediyorum” diyorum. Velev ki oldu. Bizim bu yayını hakikaten başka bir konu üzerine yapmamız lâzımdı. Sen talep ettin diye bu konu üzerine yapıyoruz. Bu konuda da sabaha kadar konuşurum. Ben temel bir farklılık var diyorum; bir tarafta bir stratejik ittifak var. Öbür tarafta, taktik ittifak var. O taktik ittifaka herkes girebilir, herkes çıkabilir. Adı üstünde: Taktik; tamamen seçimlere yönelik bir birliktelik. Öbürü öyle değil; orada ideolojik bir birliktelik kuruldu. Berat Albayrak’a bir eleştiri geliyor, kendi partisinden önce onu savunan Bahçeli. Süleyman Soylu istifasını veriyor. Daha AK Parti’den kimse lâf söylemeden, Bahçeli, “Aman ha! İstifayı kabul etmeyin, kendisi çok değerlidir” açıklamasını yapıyor. Artık bu kadar iç içe bir yapı var. Bu yapıya girmek, hani kimyada nasıl bir molekül oluşuyor, o moleküle yeni bir atom sokmak gibi bir şey.

Çakır: Söylediğin doğru. Stratejik bir ittifak, ideolojik yönleri çok güçlü. Ama bu ideolojik yönler, İYİ Parti’nin özellikle merkez kadrolarına çok yabancı olan bir ideoloji değil. Bunun bir formülü bulunabilirse, pekâlâ bunu da katabilirler. 

Bu arada bir şey sorayım: Seninle ve Burak Bilgehan’la birlikte yaptığımız yayından sonra, Süleyman Soylu’yu hiç görmedik. Hiçbir yerde karşına çıktı mı? Geçen gün tweet’lerine baktım; attığı tweet’ler son derece düz. “Şurada bir terörist öldürüldü” minvalinde şeyler. Ya da İçişleri Bakanlığı’nın birtakım genelgelerini paylaşıyor. Halbuki eskiden çok sık ortalıkta görünürdü. Hatta Ahmet Şık çok acayip bir çalışma yaptı; internette de yayınlandı o: Erdoğan’ın yaptığı birtakım kamusal açıklamalarla neredeyse aynı zamanlarda bazı faaliyetlerde bulunmuş ve bunları sosyal medyada çokça paylaşmış bir siyasetçiydi Süleyman Soylu. Şimdi kayboldu.

Yetkin: Sence niye?

Çakır: “Güç kaybetti” diyeceğim, yine kavga edeceğiz.

Yetkin: Yoo, kavga etmiyoruz, sohbet ediyoruz. Söyleyeceğini söyledi de ondan. Hamlesini yaptı. Hamlesi de başarıya ulaştı. E ne lüzum var daha fazla konuşmaya? Gücünü kanıtlamış oldu. Süleyman Soylu, şu anda AK Parti içindeki 2 numaralı güç sahibidir. Başkalarının mırın kırın bir şeyler söylediği yerde, Soylu, “Arkadaş, ben gidiyorum o zaman” dedi. “Aman gitme!” dediler. Kimseye eyvallahı olmayan Cumhurbaşkanı, halkın önünde kendisine ne kadar ihtiyaç duyulduğunu anlattı. Niye konuşsun ki? Ben olsam, ben de konuşmam; akıllı bir siyasetçi.

Çakır: Seninle sabaha kadar tartışabildiğimiz bir konu da herhalde bu. Çok uzatmayalım bu konuyu, ama şöyle bir şey söyleyeceğim: Diyelim ki sen bir bakansın; iktidarda bir şeyler yanlış gidiyor. Sen “O öyle olmaz, böyle olur” diyorsun. Sana yaptırtmıyorlar. Sen de “Bunu yapamıyorsam, burada işim yok” diyerek istifa ediyorsun. Sana “Aman gitme, kal!” diyorlar. Bunu anlarım. Ama bir tarafta da, bir skandala imza atıyorsun. Yaptığın açıklamada da “Ben yanlış yaptım. Yanlışımın sorumluluğunu üstleniyorum ve istifa ediyorum” diyerek gidiyorsun. Buradan nasıl güç kazanılır? Yanlışı kabul etmek bir erdemse, en fazla oradan kazanırsın. Ama şöyle bir olay yoktu ki: Her şeye rağmen, akıntıya karşı giden, kötü gidişatı durduracak formülleri dile getirmiş ve söylediklerinin hayata geçmesi engellenen bir kişinin, “İyi o zaman, burada bana yer yok” diye ayrılması meselesi değildi ki bu.  Sokağa çıkma yasağıyla ilgili açıklamanın, yasaktan yaklaşık 2 saat önce yapılması ve marketlerde yaşanan “izdiham” görüntüleri nedeniyle çok büyük bir skandal yaşandı o gece. Onun ardından gelen tepkiler üzerine “Ben bir yanlış yaptım. Bunun faturasını üstleniyorum” demekti, hepsi bu.

Yetkin: Ben hiç böyle düşünmüyorum Ruşen. “Oklar beni mi işaret ediyor? O zaman buyurun yapın. Hadi, bensiz yapın” hamlesiydi o. İki koldan “Aman abicim, sen kal!” dediler. “Tamam, kalayım. Ama o zaman benim dediğim gibi kalacağım” dedi ve kendi dediği gibi kalıyor.

Çakır: Kendi dediği gibi kalıyor da, ne yaptığını görmüyoruz.

Yetkin: Ne yaptığını görmüyor olmamız, bence daha endişe verici bir şey.

Çakır: İstersen burada noktayı koyalım Murat.

Yetkin: Olur.

Çakır: Çok teşekkürler. Arada böyle devam ederiz.

Yetkin: Tamam.

Çakır: Evet, Murat Yetkin’in deyimiyle “Bir tarafta stratejik bir ittifak: Cumhur İttifakı ve diğer tarafta da taktik bir ittifak: Millet İttifakı’nın geleceği üzerine bol spekülasyon ve tartışma yaptık bugün. Çok keyifli ve ilginç bir yayın oldu. Murat’a çok teşekkür ediyorum. İzleyicilerimize de çok teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.