Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İyi polis & Kötü polis

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, AKP Genel Merkezi önünde güvenlik güçlerinin dağıttığı 15 Temmuz gazilerini makamında kabul etmesi yine “iyi polis/kötü polis” klişesini gündeme getirdi. Sahiden Erdoğan iktidarı bütün işlerini böyle planlı bir şekilde mi yapıyor?

Yayına hazırlayan: Semanur Kızılarslan

Merhaba, iyi günler. “İyi polis kötü polis” diye bir kuram var, biliyorsunuz. Bu esas olarak polislerin sorgulama tekniklerinde kullandıkları bir yöntem. Daha çok bu bizim televizyonlarda, Amerikan polisiye dizilerinde ya da polisiye filmlerde gördüğümüz bir yöntem. Tüm dünyada yerleşmiş olduğu gibi artık bizde de bayağı yerleşmiş bir kalıp ve bunun birçok alana da taşındığını –özellikle siyasete taşındığını– biliyoruz. Bu olay en son olarak Süleyman Soylu ile beraber tekrar gündeme geldi. Dün gece Ankara’da Adalet ve Kalkınma Partisi Merkezi önünde 15 Temmuz gazileri toplandılar. Onlar sürekli olarak Ankara’da toplanıyorlar. Ama dün gece orada Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplantısı olduğunu bildikleri için onu çıkmasını beklediler ve ona sorunlarını aktarmak istediler. Fakat gerek Cumhurbaşkanlığı korumaları gerekse polisler tarafından engellendiler. Bir arbede çıktı ve iki kişinin hastaneye kaldırıldığı söylendi, haberi oldu.  Ve daha sonra dolayısıyla Cumhurbaşkanı’na ulaşamadılar. Ona seslenemediler. Ama daha sonra oradaki gazilerden birinin polis âmirlerinden biriyle konuşmasının ardından, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun gece vakti Bakanlık’ta kendilerini kabul ettiğini öğrendik. 

Bir fotoğraf var. Çok ilginç bir fotoğraf, çarpıcı bir fotoğraf. Bu fotoğraf da o görüşmenin –anladığım kadarıyla– ardından yapılmış. Bir buçuk saate yakın sohbet etmişler.  Ve Süleyman Soylu onlara sahip çıkmış. ”Bu can bu bedende kaldığı müddetçe hep yanınızda olacağım” demiş. Bu da son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kullandığı, iktidar temsilcilerin çok kullandığı bir klişe. Ve onlara sahip çıkmış. Tabii bu olayın ardından bunu Ankara’daki arkadaşımız Batu Bozkürk haberleştirdi. Sabah erkenden bunun haberini yaptık. Doğrudan görüşmecilerden, gazilerden birisiyle yaptı haberi. Ve bayağı da ilgi gördü. Diğer yayın organları da bizden alarak haberi kullandılar. 

Ve tabii ki hemen ardından iyi polis kötü polis yorumları geldi. Burada çok basit bir şekilde Süleyman Soylu iyi polis oluyor. Yani göstericilere ya da gazilere birileri saldırıyor diyelim, polisler gazileri engelliyorlar bir şekilde, ama daha sonra Süleyman Soylu onları makamında kabul ediyor. Tabii burada darp eden polislerin, onları engelleyen polislerin en üst âmirinin de Süleyman Soylu olduğu çok bâriz bir şekilde ortada. Çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor. Bu polislerin birinci derecede sorumlusu olan Süleyman Soylu polisler tarafından mağdur edilen gazileri makamında kabul ediyor. Bir buçuk saat onlarla sohbet ediyor ve onlara haklarının savunucusu olacağını, takipçisi olacağını söylüyor. Bakalım olay nasıl gelişecek? Bu 15 Temmuz gazileri ve şehit yakınlarının son 4 yılda değişik değişik itirazları olduğunu biliyoruz. Bazı isimler, bazı gaziler ve bazı şehit yakınlarının tamamen kendilerini köşeye çektiklerini, protesto ettiklerini biliyoruz. Dönem dönem bu tür çıkışlar oluyor, haber oluyorlar. Bu da bunun bir nevi uzantısı bir olay, ama bu daha örgütlü. Bireysel değil ve burada diğer gazilerle eşit haklardan yararlanmak istediklerini söylüyorlar, talepleri bu. 

Tabii buradaki iyi polis kötü polis meselesine bakacak olursak: Bu olay, bu iyi polis kötü polis klişesi son birkaç yıldır Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı içerisinde yaşanan ya da çevresinde yaşanan birçok olayda sık sık dile getirilen bir husus. Ve bunu dile getirenler de tabii ki esas olarak kendileri muhalefette tanımlayan kişiler ya da çevreler — öyle diyelim. Bir şey gelişiyor, iyi polis kötü polis. Burada, iktidarın içerisinde çıkan farklılıklar, ayrılıklar, birbirini tekzip eden hareketler söz konusu olduğunda, bu olayın nedenlerini araştırmak yerine, bunun zaten iktidarın bilinçli bir tercihi olduğu düşünülüyor. Mesela Süleyman Soylu’nun daha önceki istifası ve istifasının Erdoğan tarafından kabul edilmemesinde de bu çok yapıldı. Orada, tabii başka birçok olayda, mesela en son sokağa çıkma yasağı ilan edilip Erdoğan’ın yasağı iptal etmesinde de, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı’nın önerisi ile İçişleri Bakanlığı ilan etmiş, ama Cumhurbaşkanı engellemiş oldu. Öyle yansıtılmak istendi. Ya da daha önce termik santrallerin bacaları meselesinde de böyle oldu ve sürekli olarak, bütün bu yaşananların aslında bilinçli ve iradî olduğu yolunda, muhalefet içerisinde yaygın ve baskın bir eğilim var. 

İyi polis kötü polisin bir de ikiz kardeşi var. O da danışıklı dövüş. Bazı olaylar yaşandığında, bunların danışıklı dövüş olduğu, bilerek böyle yapıldığı söyleniyor. Mesela uzun bir süre –ki hâlâ böyle düşünenler de var– Adalet ve Kalkınma Partisi’nde yaşanan kopmaları da danışıklı dövüş olarak gördü insanlar, görenler çok var. Partiler kuruldu, kopuşlar yaşanıyor. Eleştiriler giderek daha sert oluyor. Örneğin Davutoğlu en son ihalelerle ilgili de bir şeyler söyledi. Daha önce Yüksek Askerî Şura’da Mehmet Dişli olayını dile getirmesi gibi. Ama buna rağmen hâlâ bu kopuşların sahici olmadığı, bunun danışıklı dövüş olduğu, orada da iyi polis kötü polis olayının cereyan ettiği şeklinde birtakım görüşler var ve bayağı da yaygın görüşler. Yani öyle münferit, önemsiz görülecek şeyler değil. 

Bu ne derece isabetli peki? Bence tamamen isabetsiz. Çünkü bu yaşananların hepsi aslında –benim sıklıkla kullandığım, ama kullanmaktan da vazgeçmeyeceğim– bir yönetememe hâli. İktidar yönetemiyor. Yönetemediği müddetçe de hata yapıyor. Hataları, mesela en çok önem verdiği 15 Temmuz meselesinde, her vesileyle kullandığı bir 15 Temmuz olayında, gazilerin taleplerini dinleme konusunda bile sorunlar yaşıyor. Diyelim ki kapısının önüne gelen gazilerin normal şartlarda Cumhurbaşkanı’na ulaşabilmesi, en azından uzaktan sesini duyurabilmeleri, belki de Cumhurbaşkanı’nın onlara cevap vermesi, geçiştirmesi ya da birtakım vaatlerde bulunması beklenir. Yani sonuçta burada söz konusu olan kişiler iktidarın gözbebeklerinden aslında. Ama bunda bile Türkiye’de öyle bir yerleşmiş bir otoriterlik var ki, bunda bile, polisin, korumaların ilk refleksi oraları dağıtmak oluyor. Bunları dağıtmak oluyor. Bu bâriz bir hata. İktidarın kendi zeminini yok ettiğinin, yok etmekte olduğunun bir yeni örneği. Dolayısıyla burada Süleyman Soylu’nun yaptığı en fazla hatayı telafi etmek. Tabii ki bu arada buradan kendisine birtakım siyasî şeyler de elde etmek. 

Süleyman Soylu’ya atfedilen, yeni bir iktidar odağı olduğu, Erdoğan’a karşı olmasa bile Erdoğan’ın yakınında olan bir diğer güce karşı kendi gücünü oluşturmaya çalıştığı yolunda yorumlar var. Nitekim İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın Ankara’da Emniyet Genel Müdür yardımcılığına alınması — ki bu bir şekilde terfi yoluyla kızak gibi görülebilir. Bence öyle. İstanbul her zaman Emniyet Genel Müdürlüğü için daha önemli bir yerdir, Emniyet Genel müdür yardımcılığından çok da önemli bir yerdir emniyet müdürleri için. Bunun görevden alınmasının Süleyman Soylu’nun iradesi olduğu yolunda çok ciddi spekülasyonlar yapılıyor. Bunu bir kenara koyalım. Ama burada sonuçta bir iyi polis kötü polis olayından ziyade, yapılan hatalar ve birilerinin bu hataları düzeltmeye çalışması ile karşı karşıyayız. 

İyi polis kötü polis uygulaması güçlü iktidarlarda aslında olur. AK Parti’nin ilk yılları mesela böyleydi. Orada değişik kişiler de vardı. Güçleri olan kişiler de vardı — Abdullah Gül gibi, Bülent Arınç gibi, ilk başlarda Abdüllatif Şener gibi. Ama daha sonra bazı bakanlar, mesela Beşir Atalay ya da ekonomide Ali Babacan ya da kimi durumda grup başkanvekilleri… Hatta bazı belediye başkanlarının da belli bir güçleri vardı ve bunların içerisinde hem bir rekabet hem de koordineli bir şekilde görev bölüşümü olabiliyordu ve sonuçta diyelim ki bir dönem Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın arasındaki, aynı anda aldıkları tavırlarda koordineli bir şekilde yapılan iyi polis kötü polis taktikleri belki vardı. Ama o dönemde de aslında daha çok bir iktidar mücadelesi söz konusuydu. Ama güçlü bir iktidar vardı. Ve güçlü bir iktidar içerisinde bu tür şeyler bir görev dağılımı, söylem dağılımıydı. Yani birisinin daha sert, birisinin daha yumuşak olması gibi şeyleri yapabilecek bir iktidar söz konusuydu. Ama ne zamandır böyle bir şey yok. Bu tür şeylerle uğraşacak, yani “Şu kişiler iyiyi oynasın, bu kişiler kötüyü oynasın” diyebilecek bir iradenin kaldığı kanısında değilim — yapılanların hepsi yanlış. 

Yanlışlardan dönme konusunda son anda atılan adımlar var. Mesela son anda ilan edilen sokağa çıkma yasağı iptali gibi. Ya da filtre yasağının kaldırılmasının iptali gibi. Bu tür uygulamalarda son anda uyanıp bunun yanlış olduğunu görüp düzeltmeye çalışmayı, planlı bir strateji olarak görmek yanlış. Ve burada her zaman karşımıza çıkan bir olgu söz konusu. O da muhalefette olanların büyük bir kısmının iktidara olmayan bir gücü atfetmeye devam etmeleri. Yani deniyor ki: “Hata yapmaz, yenilmez bir iktidar var. Bir şey hata gibi görünüyorsa o kasıtlı olarak öyle gösterilmiştir. Halbuki bu hata falan değildir. Bunlar danışıklı dövüştür” vs.. Ama şimdi görüyoruz. Allah için, Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın kopuşları daha ne kadar sahici olsun. O dönemde ilk çıktıkları andan itibaren bunu bir danışıklı dövüş olarak gören kişiler eskisi kadar seslerini çıkartmasalar bile, yarın öbür gün bir şey olsa da haklı çıksak diye bekliyor olabilirler. Ama o kopuşlar artık nihai kopuşlar. Yarın bir şekilde bir seçim ittifakında yan yana olmayacaklar anlamına gelmez bu. Çok kolay bir ihtimal değil, yüksek bir ihtimal değil, ama yine de böyle bir ihtimalin olduğunu, siyasette her şey mümkündür varsayım önermesinden hareketle düşünebiliriz. Ama bunların kuruluşlarının aldatmaca olduğunu düşünmek için elimizde hiçbir veri yok. 

AK Parti çözülüyor, insanlar ayrılıyor ve ayrılmanın sonucunda bazıları kalmaya devam ediyor. Ama hep gözleri dışarıda bir şekilde devam ediyor. Ve dünkü yayında bahsettiğim; mesela Başak Demirtaş olayındaki birtakım iktidar temsilcilerinin ve iktidara yakın isimlerin Başak Demirtaş’a yönelik o cinsiyetçi saldırıya karşı aleni tavır almaları üzerinden çıkan tartışma da bunun bir göstergesiydi. Zaten bu olay bile, Başak Demirtaş olayı bize iktidarın kendi içerisinde ne denli sorunlar yaşadığını, çok büyük bir kafa karışıklığı içerisinde olduğunu, neyi nasıl yapacağını bilemediğini gösteriyor. Bir de buna iktidar mücadelelerini eklersek iş daha karmaşıklaşıyor. Dolayısıyla bu tür olayları, içinde taşıdığı kriz öğelerini iptal ederek, her şeyi çok sağlam bir şekilde yoluna devam eden iktidarın tamamen kontrolündeki birtakım gelişmeler olarak görmekten vazgeçmek gerekiyor. 

Burada iyi polis kötü polis diye bir şey yok. Polisse herkes polis. İyi ise herkes iyi. Kötü ise herkes kötü. Ama şöyle bir şey var. Burada iktidarının sonuna kadar iktidar ile beraber kalmaya niyetli ve kalmaya mahkûmlar var. Ama buradan belli bir aşamaya geldiğinde bir şekilde kopmaya niyetli olanlar var. Böyle bakmakta yarar var. Dolayısıyla bu iyi polis kötü polis ya da danışıklı dövüş muhabbetlerine çok da fazla itibar etmemek lâzım. Hatta hiç itibar etmemek lâzım. Bunlar iktidarın sorunlarını görmeyi, anlamayı imkânsızlaştıran, zorlaştıran, çok klişe, basmakalıp önermeler. Evet. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.