Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu, Afşin Hatipoğlu: Önceki benzer saldırılarda olduğu gibi “kim vurdu”ya gitmek üzereler

Cuma günü MHP ve lideri Devlet Bahçeli’ye yönelik eleştirilerde bulunan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, Yeni Çağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu ve avukat Afşin Hatipoğlu ayrı ayrı saldırıya uğradı. Şu ana kadar sadece iki kişi tutuklu ve azmettiriciler hakkında herhangi bir ilerleme yok. Bu da önceki benzer saldırılar gibi olayların örtbas edilmesi endişelerini artırıyor.

Yayına hazırlayan: Zelal Direkci

Merhaba, iyi günler. Cuma günü üç ayrı saldırı yapıldı. Ama bunların hepsi birbirine benzeyen saldırılardı. Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’a cuma namazına giderken evinin önünde bir saldırı oldu. Kendisi bunun öldürme kasıtlı olduğunu söylüyor. Yeniçağ gazetesi Ankara temsilcisi Orhan Uğuroğlu’na saldırıldı ve Avukat Afşin Hatipoğlu’na saldırıldı. Üç ayrı saldırı var. Bunlarda şu âna kadar benim saptayabildiğim iki tutuklu var. Selçuk Özdağ olayına karıştıkları ileri sürülen Abdurrahman Gülseren ve Gül Ahmet Türk tutuklanıyor. Onun dışında o saldırıya karıştığı düşünülen üç kişi aranıyor.

Orhan Uğuroğlu bugün Yeniçağ’daki yazısında kendi başına geleni anlatıyor. Çok çarpıcı bir olay. Diyor ki: “Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne cumartesi sabahı yakalanan saldırganları teşhis için gittim” diyor. “Bana 8 kişi gösterildi; bunlardan bana saldıran üç kişiyi ve aracıyla ezmeye çalışan saldırgan şoförü teşhis ettim. Ve görevli polisler savcılığa götürüleceğini söylediler.” Söz konusu dört kişinin mahkemeye sevk edildiklerini ve adlî kontrol şartıyla tutuklanmadıklarını öğreniyor Orhan Uğuroğlu. Bunu üzerine Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e bir mesaj yolluyor; diyor ki: “Çok üzgünüm, dört saldırgan serbest kaldı sayın Bakanım” diye mesaj yolluyor. Bilâhare Bakan Gül kendisini arıyor ve diyor ki: “Savcı ifadenizi aldı mı?” —“Hayır” cevabı üzerine diyor ki Abdülhamit Gül: “Avukatınız organize suç olduğunu ve delil karartması ihtimalini vurgulayan bir dilekçe ile Cumhuriyet Savcısı’nın kararına itiraz etsin” diyor. Avukatları başvuruyor, ama karar da değişmiyor. Bunu da öğrenmiş olduk Orhan Uğuroğlu’nun yazısından.

Selçuk Özdağ olayında tutuklanan iki kişinin ifadesini okuduğumuzda ise, hiç organize bir şey yok, yolda geçerlerken tesadüfen Selçuk Özdağ’ı görüyorlar ve Selçuk Özdağ’a hesapta Fethullah Gülen hakkında söyledikleri nedeniyle saldırıyorlar. Ve kendileri bir şey yapmıyor, ama Selçuk Özdağ ve şoförü onlara bir şeyler yapıyor falan şeklinde bir açıklama. Hiçbir organizasyon olmadığı iddiası var. Ve diğer üç kişi hakkında bilgileri olmadığını söylüyorlar; fakat görüntüler de ortada, tanıklıklarda ortada silâhlar var, sopalar var. Ama biz onların ifadesinden görüyoruz ki, “Bu tamamen sokakta önümüze çıktı” vs…

Bir günde bu kadar tesadüfün olması, aynı bağlamda yani özellikle MHP konusunda eleştirel olan isimlere –Selçuk Özdağ, onun Bahçeli’ye yönelik eleştirilerini haberleştiren Orhan Uğuroğlu ve eski bir Ülkü Ocakları yöneticisi olan Afşin Hatipoğlu’na– saldırının tesadüf olmadığı çok anlaşılır bir şey. Tabii tutuklanan kişilerin ikisinin bir şekilde Ülkü Ocakları’yla ilişkili oldukları ileri sürülüyor. Bu arada yine Ülkü Ocakları’nın bir yöneticisi, soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Vekili Alparslan Tufan’a, “Kime çalışıyor? Adalet Bakanlığı’na mı yoksa Serok Ahmet’e mi?” diye açık açık sosyal medyada sataştı ve buna karşıda herhangi bir girişim olmadı.

Hatırlanacaktır, Fikri Sağlar başörtülü yargıç meselesinde bir şeyler söyleyince Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu bu konuda açıklama yapmıştı. Ama böyle bir konuda doğrudan Cumhuriyet Başsavcı vekiline yönelik konuda bir ses çıkmadı. Aslında şu âna kadar kınayan, açık tavır alan ve saldırıya uğrayanların yanında üzüntü belirten bir açıklama görmedik. Bunun yerine, şöyle bir minvalde oldu: “Bu bizi sokağa çekme çabasıdır. Bu bir komplodur.” Kim yapıyor bu komployu? Neden yapıyor? Ortada yok.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Selçuk Özdağ’ı aradı ve Orhan Uğuroğlu’na da Fahrettin Altun aracılığıyla geçmiş olsun dileklerini iletti. Fakat yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da kamuya karşı –yani kamuoyuna karşı istediği zaman her türlü açıklamayı yapabilen ve bunlar bütün televizyonlarda canlı yayınlanan bir kişi kendisi, biliyoruz, ama– herhangi bir açıklama yapmadı. Bunun bir tersi olduğunu varsayarsak; herhangi bir şekilde AKP’li bir milletvekiline, yöneticiye yönelik, değil saldırı, diyelim ki sosyal medyadan bir hakaret vs. olması durumunda ortalığın nasıl ayağa kalkacağını, bütün mekanizmaların nasıl harekete geçeceğini biliyoruz. Tabii ki böyle bir durumda ilk ortaya çıkacaklardan birisi de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olurdu. Ama Süleyman Soylu bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı. Orhan Uğuroğlu’nun yazısından anlıyoruz ki Süleyman Soylu kendisini arayıp geçmiş olsun demiş. Tekrar bakayım yanlış bir şey yapmayayım; öyle okumuştum. Ama Süleyman Soylu kamuoyuna çıkıp bâriz bir açıklama yapmadı. Tam tersi bir kişiye diyeceğim, çünkü gazeteci olduğunu düşünmediğim bir kişi, ama bir gazetede yazan bir kişiye bunun tepkisel olduğunu söylemiş. Yani bu saldırıların tepkisel olduğunu söylemiş. İlginç bir durum; insanın aklına ister istemez Ahmet Davutoğlu’nun zamanında IŞİD hakkında söylediği “öfkeli gençler” sözünü çağrıştırıyor. Tabii burada yıllar sonra Ahmet Davutoğlu’nun partisinin kurucularından Genel Başkan Yardımcısı’na yönelik bir saldırıda da “tepkisel saldırılar” açıklamasıyla karşı karşıya kalıyoruz.

Kim vurdu lâfı vardır… Azmettirenler belli değil. Kimsenin üstüne alınmadığı, sahipsiz, birilerinin kendi başına yaptığı söylenen, ama bir diğer yandan da etkisi çok daha güçlü olsun diye düşünülmüş olacak ki aynı güne üç saldırıyı birden sıkıştıran bir organizasyon söz konusu. Bize diyorlar ki: “Bunların hepsi fevrî saldırılar. Ve buna inanmamızı bekliyorlar. Ama saldırıların etkisini artırmak için de aynı anda, Bahçeli’yi eleştiren Selçuk Özdağ ve onun eleştirilerini haberleştiren bir gazeteciye ve bir avukata aynı anda birileri sokakta göstere göstere gündüz vakti saldırıyorlar. Böyle acayip bir olayla karşı karşıyayız. Acayip ve aslında son derece kaygı verici bir olayla karşı karşıyayız. Normal şartlarda bunun –tabii ki normal bir ülkede, hukuk devletinin olduğu bir ülkede–, ülkenin önde gelen yayın kuruluşları bu olayın üzerine giderdi, yetkililer kuyruğa girerdi bu konuda açıklama yapmak için. Hastane kapısına dizilirdi insanlar, Selçuk Özdağ’ı ziyaret etmek için. Hastane kapısında açıklamalar yaparlardı. Ama böyle bir şey olmadı; çok sıradan bir olaymış gibi açıkçası. Telefon açıp kendileriyle konuşmanın bir derece anlamı var; ama açıktan kamuoyuna yönelik olarak bu konuda pozisyon alınmadığı andan itibaren bunların çok da bir anlamı yok. Yine de şunu söylemek mümkün: AKP’nin önde gelen isimleri –ki buna bakanlar da dahil, en son Cumhurbaşkanı Yardımcısı da yaptı– sosyal medya üzerinden kınadılar ve suçluların cezalandırılacağını söylediler. Bunun belli bir yere kadar anlamı var ve bu bize koalisyonun AKP kanadının, Erdoğan tarafının bu olaydan rahatsız olduğunu gösteriyor. Ama bardağın taşması gibi bir rahatsızlık değil bu; bir pozisyon alma var, ama pozisyonun gereğini tam olarak yapma söz konusu değil. Ama şöyle bir şey belki çıkartılabilir, zorlarsak: “Tamam artık, bundan sonra olmasın, işin rengi değişir” gibi yorumlamak belki mümkün.

Burada Orhan Uğuroğlu’nun yazısına baktığım zaman, kendisi şöyle bir toparlamış yazısını — diyor ki: “Erdoğan ile bahçeli ilk kez ters düştü. Göreceğiz bakalım hukuk reformu isteyen AKP mi kazanacak, yargıya siyasî baskı yapan MHP mi kazanacak?” Açıkçası bu biraz naif bir değerlendirme; zira bu yaşanan olay, kendisinin de Selçuk Özdağ ve Afşin Hatipoğlu’yla birlikte yaşadığı olaya karşı, olayın gereğinin yapılması için Türkiye’nin hukuk reformuna falan ihtiyacı yok. Var olan hukuk sistemi içerisinde hiçbir reform yapmaya ihtiyaç duyulmadan bu konu çok hızlı bir şekilde sonuçlandırılır. Zanlıların hepsi yakalanır, cezalarını alırlar ve hatta bütün mekanizmalar işletilirse, özellikle devletin son yıllarda iyice geliştirdiği istihbarat mekanizmaları işletilirse, bu olayın azmettiricileri de çok hızlı bir şekilde ortaya çıkar. Bunun için bir reforma ihtiyaç yok. Bunun için tamamen hukuka bağlı olmak söz konusu. Ama bu olaylar, bu saldırılar, bize iktidar ortaklarının ve büyük ortağının da aslında hukukun gereklerini yapmadığını gösterdi. Geçen beş gün içerisinde geldiğimiz noktada, olay sanki bir tür “Kim saldırdı?”ya kilitlenmiş durumda.

Burada tabii Devlet Bahçeli’nin üç gazeteci hakkında söyledikleri, Ahmet Davutoğlu ile yaptıkları söyleşi nedeniyle Karar gazetesi yazarlarına yönelik söyledikleri var. Taha Akyol, Elif Çakır ve Yıldıray Oğur’un adını doğrudan zikretti. Bunlardan önce başka gazetecileri de zikretmişti; duyduğu rahatsızlıkları zikretmişti. Şimdi bu tür şeyler Türkiye’de zaten medya üzerinde var olan baskıların daha da artmasına neden oluyor. En azından insanlar haklı bir şekilde tedirginlik duyuyorlar. Sonuçta eleştiri sınırları içerisinde yapılan… yani şöyle söyleyelim: Bir gazeteci bir siyasetçiyi eleştiriyor ve bir siyasetçi de onlara cevap veriyor. Olay bu basitlikte cereyan etmiyor. Hele bir de o siyasetçileri ve o siyasî hareketi eleştirdikleri için saldırıya uğradıkları bilinen çok sayıda gazeteci varsa. Bütün bunların hemen hemen hepsi unutuldu gitti. Yeniçağ’da özellikle MHP’den kopanlar var ve şu anda genellikle İYİ Parti’ye yakın bir pozisyonda duruyor. Çok sayıda gazetecinin saldırıya uğradığını biliyoruz. Bazı yerel gazetecilerin saldırıya uğradıklarını biliyoruz ve bunlardan hiçbirisinde bir sonuç, hani ibretlik bir ceza falan çıkmadı; yine “Kim saldırdı?”ya kaldı iş. Yani kaynadı gitti. Bu olaylar da kaynayabilirdi; ama Selçuk Özdağ gerçekten çok önemli bir hedefti. Çok riskli ve stratejik bir hedefti. Üç dönem AK Parti milletvekilliği yapmış, AK Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapmış, Meclis’teki 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nun Başkan Yardımcılığını yapmış ve kendisi de aslen, AKP’den önce ülkücü hareket içerisinden gelen ve bildiğim kadarıyla boksör de olan –ki o ilk saldıranlara karşı direnmesi de onun bu spor konusundaki gücünü de deneyimini de gösteriyor; birazcık zor bir hedef seçmişler–, daha önceki yayında da söylediğim gibi milletvekili olduğu için silâh taşıma hakkı olan ve de –arabasındaymış ama– silâh da taşıyan birisini hedef alıyorlar. Yani her açıdan çok riskli. Zaten kendisi de saldırganlardan ikisinin de silâhlı olduğunu beyan etmişti. Yani Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu saldırılarından çok daha üst düzeyde bir saldırı olduğu muhakkak. Pekâlâ, kendisi ısrarla, “Öldürmek istediler” diyor. Yani o zaman “Kim saldırdı?” değil, “Kim vurdu?” söz konusu olacaktı. Gerçekten ucuz atlatmış ve Türkiye de ucuz atlatmış. Bu böyle kapanacak bir mesele değil; bu aynı zamanda sadece ve sadece bu vesileyle Erdoğan’ı MHP’den kopartmak için araçsallaştırılacak bir mesele de değil. Bunu yapanlar çok. Davutoğlu da yaptı başkaları da yapıyor. Tamam, bunun bir anlamı olabilir ama bunun aslında sorumluluğunun herkeste olduğunu, ülkeyi yönetenlerde olduğunu vurgulamak lazım. Nasıl bir atmosfer var ki Selçuk Özdağ gibi birisini göz göre göre çekinmeden ve muhtemelen başlarına çok da fazla bir şey gelmeyeceğine güvenerek saldırıyorlar sokak ortasında. Bu hesap görülmedi, görüleceğe de çok benzemiyor. Fakat yarın öbür gün Cumhur İttifakı’nın başına bir şey gelirse, şimdiden bu olayın önemli bir eşik olduğu notunu düşmek lâzım. Normal şartlarda bu saldırının ardından çok büyük şeylerin siyaseten, hem polisiye anlamda, adlî anlamda, ama esas olarak siyaseten çok fazla şeyin olması beklenirdi. Olmadı; bu da hâlâ Cumhur İttifakı’na Erdoğan’ın ne kadar çok ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Ama bildiğim kadarıyla, duyduklarım, konuştuklarımdan edindiğim bilgilere göre Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde çok ciddi bir rahatsızlık var; fakat hepsi Erdoğan’dan ayarı alıyor. Erdoğan’ın çizdiği sınırlar içerisinde bu rahatsızlıklarını dile getirebiliyorlar. Bu noktada belki de en önemli çıkışı Bülent Arınç yaptı. Bülent Arınç bizzat Selçuk Özdağ’ı ziyaret etti. Ama onun da biliyorsunuz geçen yaptığı çıkışın ardından MHP’nin tepkileri nedeniyle Cumhurbaşkanı Yüksek İstişâre Kurulu’ndan istifa etmiş olduğunu biliyoruz. Fakat hâlâ AKP içerisinde varlığını sürdürmekte ısrar ediyor. Oğlu da zaten Adalet ve Kalkınma Partisinde milletvekili. Bülent Arınç’ın yaptığını yapan olmadı, ama eminim çok sayıda kişi Selçuk Özdağ’a geçmiş olsun dileklerini iletmiştir, arayıp konuşmuşlardır; çünkü bunu Erdoğan da yaptığı için o mümkün. Erdoğan’ın çektiği çıtadan gidiliyor şu anda. Birileri onu aşar gibi oluyor, fakat benim bildiğim kadarıyla Adalet ve Kalkınma Partisi içerisindeki bu olaylardan duyulan rahatsızlık, hele düne kadar beraber hareket ettikleri, şahsen tanıdıkları bir isme yönelik saldırıdan dolayı duydukları rahatsızlık çok ciddi. Fakat bunun siyasete yansıması şu aşamada gözükmüyor. Bu olay “Kim saldırdı?”ya gitmek üzere; fakat her an bir şekilde bu olaya iktidarın güçlü kanadının el atıp, derinleştirip bu olayı büyüterek buradan hareketle Cumhur İttifakı’nı başka bir yöne çekmek ya da dağıtmaya yönelme ihtimallerinin çok çok az olsa da olduğunu vurgulamak lâzım.

Tekrar saldırıya uğrayanlara geçmiş olsun diyorum. Fakat bunu bir kere daha ne kadar hukuktan uzak olduğumuzu ve eşitlikten uzak olduğumuzu, yani bunun çok çok azının iktidara yakın birilerine gelmesi durumda yaşananlarla bu kadar hayâtî bir meselede bir gündeki 3 saldırıya gösterilen devlet refleksinin kıyaslaması her şey bir yana, Anayasa’daki eşitlik ilkesinin geçerli olmadığını bize gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.