Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’nin gayri memnunları

Gözler CHP’den ayrılan ve ayrılacaklara çevrilmiş durumda fakat AKP içerisinde gidişattan memnun olmayanların sayısı her geçen gün artıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bu kişilerin kaygı ve beklentilerine göre hareket etme şansını çoktan kaçırdığı için muhalefette gedik açarak ya da ideolojik konularda kutuplaşmayı tırmandırarak iktidardaki ömrünü uzatmaya çalışıyor.

Yayına hazırlayan: İlayda Öykü Biberoğlu

Merhaba! İyi günler, iyi haftalar. CHP’den üç milletvekili istifa etti. Muharrem İnce de istifa edeceğini açıkladı ve kuracağı partiye bu istifa eden milletvekillerinin de katılacağını söyledi. Başka katılımlar da olacaktır. Milletvekili olur mu bilmiyorum, ama CHP’de değişik dönemlerde çalışmış, görev almış kişilerden olabilir. Mustafa Sarıgül zaten bir parti kurmuştu ve bütün bunlardan hareketle –“merkez sol” diyelim; artık adını ne koyarsanız– CHP ve çevresinde bir ilgi var, bir kopuş var. Bu kopuş ne kadar etkili olacak? Buradan nasıl sonuçlar çıkacak? Açıkçası, kestirmek mümkün değil. Bunun üzerine şu âna kadar değişik vesilelerle konuşmuştum, fakat belki başlı başına bir yayında da bunu ele alabiliriz. 

Ben esas olarak bugün daha görünmeyeni, AKP içerisindeki rahatsızlıkları anlatmak istiyorum. Yayına girmeden az önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri çıktı karşıma. Ve CHP içerisindeki rahatsızlıklardan, kopuşlardan bahsetmiş. Memnun olduğu açık. Bunların kendileriyle bir alâkası olmadığını söylemiş. Çünkü bu tür suçlamalar var biliyorsunuz. Doğrudan ya da dolaylı olarak bunun bir saray komplosu olduğunu söyleyenler oldu. Yazanlar, çizenler oldu. Bunu reddetmiş ve kendi partileri içerisindeki birlik ve beraberliğin altını çizmiş Cumhurbaşkanı. Fakat bu birlik ve beraberliğin ne derece gerçekçi olduğu sorusu, çok ciddi bir şekilde ortada sorulmayı ve cevaplanmayı bekliyor. Ben bu yayını yapmaya karar verdiğimde Erdoğan’ın bu açıklaması yoktu; denk geldi. Yine bir başka, bu konuyla alâkalı başka bir gelişme: Cemil Çiçek; eski Adalet Bakanı ve Meclis Başkanı. Biliyorsunuz ANAP kökenli. Cemil Çiçek bir televizyon kanalına röportaj verdi. Haber Global’de Senem Toluay Ilgaz’a röportaj verdi. Ve orada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tabii ki bağlayıcı olduğunu söyledi. Ve bugün de gördük ki Cemil Çiçek bu sözlerinin Erdoğan’ı bağlamadığını söyledi. AK Parti’yi ve Erdoğan’ı bağlamadığını söyledi. Yani “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları Türkiye’yi bağlar” sözleri, yönetimi bağlamıyor. “Kişisel olarak söyledim” dedi. Aslında Cemil Çiçek’in bu sözleri de, benim anlatmak istediğim gayri memnunların, rahatsız olanların bir ifadesi. Bunun değişik örneklerini gördük. Yakın zamanda Bülent Arınç’ta gördük ve danışmanlığı kaybetti. Muhtemelen Cemil Çiçek de danışmanlığı kaybedebilir. Ya da Mücahit Aslan, Eski Diyarbakır milletvekili. Onun yaptığı çıkışlarının ardından, partinin disiplin kuruluna verildi. Ve o da sözlerinin yanlış anlaşıldığını vs. söyleyerek özür diledi bir anlamda, o da geri adım attı. Bunlar ses çıkartanlar ve ses çıkartanların sonra atmak zorunda kaldıkları geri adımlar. Bülent Arınç aslında geri adım attı denemez. O bir şeyleri kaybetti, ama anladığım kadarıyla çok pişman gibi gözükmüyor. Bunlar, dışarıya yansıyanlar. Bunlar, bunu bir şekilde dile getirmeye ihtiyacı hissedenler — ki bu isimlere baktığımız zaman, aslında ya çok önemli yerlerde değiller ya da sembolik yerlerdeler. 

Esas olarak partinin hâlâ önemli yerlerinde bulunan ya da milletvekili olan çok sayıda ismin, uzun bir süredir yaşananlardan rahatsız olduğunu duyuyoruz, görüyoruz. Bizzat bazılarına ben şahit oldum. Bir tür, içeride, partide… hatta genel merkez bir tür ağlama duvarına dönmüş durumda. Şikâyet edilen hususlar tabii ki ekonomi alanına. Berat Albayrak’tan sonra birazcık azalmış olabilir. Çünkü Berat Albayrak döneminde, göz göre göre bir durum söz konusuydu. Şimdi Naci Ağbal ile beraber bir şeyler sanki en azından kurallarına göre yapılıyormuş gibi. Onda bir azalma olabilir. Demokrasi konusunda, hukuk devleti konusunda çok ciddi rahatsızlıklar var. Ama bunlar da, dediğim gibi içeride söylenilen, yakın çevrelerine söylenen… Dış politika, özellikle Batı ile ilişkiler konusu ve Kürt sorunu… 

Şimdi geçen Cuma günü Kemal’le “Haftaya Bakış”ta bunu konuştuğumuzda… Aslında bir öyküsü var: Kemal, bana yayından önce “Sen bunları söyleyip duruyorsun. Sana bunu soracağım” demişti. Ben de “Haydi sor” dedim. Sordu ve biraz anlattım. Buradaki mesele tabii ki bunların yüksek sesle, aleni bir şekilde yapılıp yapılmadığı. Demin verdiğimiz örnekler aleni örneklerdi. Ve buradan çok sert bir şekilde cevap gördüler. Bu cevapların da ışığında birçok kişi itirazlarını, kaygılarını aleni bir şekilde yapmıyorlar. Fakat daha önceki dönemde bunları dile getirenlerin, bu tür içeride şikâyet dile getirenlerin önemli bir kısmının ayrılmış olduğunu biliyoruz. Deva ve Gelecek partileri de zaten bunun sonucunda doğdu. Fakat AKP’yi bilenler tanıktır ki bu kişiler –gerek Davutoğlu gerek Babacan olsun–, ayrılmalarından önceki dönemlerde şikâyetlerini, hani o tâbirle, “ortamlar”da dile getiren kişilerdi. Fakat belli bir şeyi beklediler. Neyi beklediler? Değişik spekülasyonlar yapılabilir; ama belli bir andan itibaren de kopmak zorunda hissettiler kendilerini ya da kopmak zorunda bırakıldılar. Şu anda AKP’nin içerisindeki birçok ismin, ayrılmadan önceki, Deva ve Gelecek partilerinde yer alan AKP’lileri andırdığını söyleyebiliriz. Bunun içerisinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının tanınmaması, bunların bağlayıcı olduğunun reddi gibi çok bâriz meseleler var. Demirtaş kararı, Osman Kavala… Devletin yargıyı tam bir kıskaç altına alması var. Anayasa Mahkemesi’nin hedef gösterilmesi var. Daha sonra Anayasa Mahkemesi’ne hızlı bir şekilde yapılan atama –diyelim ona, sözde seçim ama–, İrfan Fidan’ın gelmesi meselesi var. Birçok konu var. Korona virüsle mücadele meselesi… Kayırmacılık meselesi… Bu konuda artık yolsuzluk iddiaları, kayırmacılık iddiaları… Bunların artık aleni bir şekilde olması gibi, aklınıza gelebilecek her şey, aslında muhalefetin ya da muhalefet içerisinde insanların şikâyet ettiği şeylerin büyük bir kısmının iktidar partisi kadroları tarafından da görüldüğünü, hoşlanılmadığını söylemek mümkün. Fakat bunu tabii ki dile getirmiyorlar ve birlik ve beraberlik havası içerisinde hareket etme ihtiyacı hissediyorlar.

Buradaki temel neden hâlâ iktidarın sürmesi ve muhalefetin iktidarı devirebileceğinin ya da iktidarın değişebileceğinin şu aşamada henüz net olmaması. Erdoğan’ın bir şekilde ömrünü, iktidarın ömrünü uzatması ve iktidarın ömrünü uzattığı müddetçe de bu kişilerin ellerindeki bazı imtiyazları kaybetmek istememesi. Fakat bu süre içerisinde şöyle bir husus var: Pasta küçülüyor, pasta alabildiğine küçülüyor. Pastanın küçülmesinin bir nedeni, ekonomide yaşanan çok ciddi sorunlar. İkinci bir nedeni, 31 Mart seçimlerinde önemli büyük şehirlerin gitmiş olması. Bu ikisi birlikte pastayı küçültüyor ve pasta küçüldüğü ölçüde de bu dağıtım, rant dağıtımı, imkân dağıtımında da Erdoğan zorlanıyor. Erdoğan’ın zorlanmasına bağlı olarak da AK Parti içerisindeki gayri memnunların sayısı ve tepkilerinin derecesi artıyor. Birçok yayında söyledim, tekrar söyleyeyim: Artık bu bir dava partisi değil. Dava olmaktan çıkalı çok zaman geçti. Bu, bir çıkar birliğine dönüşmüş bir hareket. AK Partililer, bunun değişik kademelerindeki insanlar artık, bir zamanların Milli Görüş hareketinde olduğu gibi veren, davaları için fedakârlık yapan değil, tam tersine alan kişilere dönüştüler. Ve onların alması, bağlılıklarının sürmesine neden oluyor. Fakat Erdoğan yönetimi bu dağıtım mekanizmalarında sorun yaşadığı ölçüde bu kişilerin de yaşadıkları rahatsızlıklar her geçen gün artıyor. Bir önemli nokta olarak da tabii şunu söylemek lâzım: Son dönemde mafya, çete gibi grup ve kişilerin öne çıkması, devlet tarafından korunuyor görünmeleri… Bütün bunlar aslında AKP’ye, AKP trenine sonradan binmeyen, baştan itibaren bu trenin ya da geminin, adını ne koyarsanız koyun, yolculuğuna baştan itibaren dahil olan kişilerde, ne söyledilerse tam tersinin yaşanıyor olduğu duygusunu iyice artırıyor. Şu anda AKP içerisinde öne çıkan yegâne figür, Süleyman Soylu. Yani Erdoğan’ı saymazsak, Süleyman Soylu. Ve Süleyman Soylu’nun bugün dile getirdiği argümanlar, dile getirdiği sözler, üslûbu… Hepsi aslında AKP’nin içerisinde yer alan insanların varoluş nedeni, tersten varoluş nedeni. Ne kadar karşı çıktıkları şeyler varsa bunların, bugün aradan geçen yirmi yıl sonrasında seslendirildiği, bir kişinin bu kadar geniş bir iktidar alanını kendisine yaratabilmiş olması da çok ciddi bir şekilde ayrı bir endişe kaynağı.

Tabii bu endişelerden ne çıkıyor? Bunların şu aşamada hiçbir anlamı yok. Şu aşamada hiçbir anlamı yok. Fakat ileride olmayacağını söylemek de mümkün değil. İşte bu nedenle, bu içerideki rahatsızlık ve bu rahatsızlığın yeni kopuşlara yol açmaması için, Erdoğan olaya sürekli olarak birtakım ideolojik boyutlar katmak istiyor. En son Boğaziçi Üniversitesi üzerinden yapılmaya çalışılan “kutsal değerleri savunma” ve kutsal değerlere yönelik saldırılar, “azgın azınlık” tespiti var. “Azgın azınlık yine azdı, değerlerimize saldırıyor…” Kim bunlar? İşte teröristler, LGBTİ’ler vs. şeklinde, insanları mobilize etme, bir hareketlilik içerisine ve bir dayanışma çizgisine çekmek istiyorlar. Olayı tekrar ideolojik bir boyuta taşımak istiyorlar. Fakat bunda çok başarılı olabileceklerini sanmıyorum. Çünkü bu ideolojik dayatmalar, ideolojik gündem yaratmalara paralel olarak insanların hayatlarında çok somut, özellikle ekonomik alanda çok somut, gerçek gündemler var. Bunlar da: giderek artan hayat pahalılığı, her yere sirayet eden hayat pahalılığı ve insanların ekonomik olarak önünü görememesi. Bu sadece AK Partililerin siyaset yaptığı alanlarda, halkla kurdukları ilişkilerde zorluk yaşamalarına yol açmıyor; aynı zamanda kendileri de bu yaşanan ekonomik sorunlardan bizzat mağdur olmaya başlayan, rahatsız olan AKP’liler de var. Çünkü artık devletin dağıtım imkânları her yere yetemiyor. Kendi tabanını, siyasî tabanını bile tatmin etme açısını kaybetmiş durumda. Bunun çok ciddi bir alarm olduğunu ve bunun bizzat Erdoğan tarafından hissedildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla da bu tür, gerek muhalefeti çatlatmak… Bunu çatlatma yolları da ne olabilir? Muhalefet içerisinde yer alan bazı partilileri yanına çekmeye çalışmak, çekilmezse bile çekiyormuş gibi yaparak hâlâ elinde bir güç olduğunu göstermek, muhalefet partilerinin bir araya gelmesini engellemeye çalışmak gibi… Aynı şekilde de muhalefet partilerinin içerisinde birtakım sorunların çıkmasını sağlamak ya da var olan sorunların büyümesi için elinden geleni yapmak… Yani kendi üzerinden dikkati çekmek için olabildiğine karşı tarafa yoğunlaşmayı sağlamaya çalışmak ve böylece de iktidarının kalıcı olduğunu, kopmayı düşünenlerin kopmasının sonuç yaratmayacağını, çünkü gidebilecek yerleri olmadığını onlara göstermek. Bu ne kadar sürdürülebilir bir politika? Hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Fakat şu haliyle baktığımız zaman, yaşanan, peş peşe gelen bir yığın olay, mesela burada not almışım Şehir Üniversitesi olayı başlı başına çok ciddi bir rahatsızlık konusuydu. Hâlâ bir rahatsızlık konusu. Ama rahatsız olan kişiler de şimdilik bunun üzerine yattılar. 

Şimdi şöyle bir soru bizi bekliyor. Yarın bir şeyler olup da AKP’nin kaybettiği, kaybedeceği, Erdoğan’ın kaybedeceği bâriz bir hal alınca, birçok ismin buradan kopup eleştirilerini aleni bir şekilde yapacaklarını ve muhalefet saflarına katılacaklarını göreceğiz. Burada ne olacak? İşte bu aslında Gelecek ve Deva partileriyle yaşanan süreçte başımıza gelen bir olaydı. Bunun tekrar tekrar belki yeni partiler kurarak değil, belki de kurarak bilemiyorum, ama birtakım kopuş startının önümüzdeki dönemde de yaşanacağını düşünüyorum — eğer Erdoğan kendi tabanına ve Türkiye’ye bir perspektif, mesela 2023 perspektifi, Cumhuriyet’in 100’üncü yılı, 2023 perspektifi sunamazsa. Şu anda hâlâ telaffuz edilen bir şey var; ama içinin nasıl dolduğu belli değil. Daha doğrusu içini dolduramıyor. Erdoğan’ın bu kişileri etrafında heyecanlı bir şekilde tutamayacağının iyice belirginleşmesiyle beraber kopuşların çok daha hızlı olacağını düşünüyorum. Tabii bir başka husus da şu: Ya muhalefet içerisinde var olan partiler bir araya gelerek ya da yeni birtakım açılımlar yaparak, çıkışlar yaparak ya da hiç hesapta olmayan yeni aktörlerin ve hareketlerin devreye girmesiyle beraber çok güçlü bir alternatifin çıkması halinde, bu rahatsızların, gayri memnunların gayri memnuniyetlerini daha aleni bir şekilde dile getirmelerini bekleyebiliriz. Hiç şaşırtıcı olmaz. Bu haliyle bunların üzerinde konuşmanın bir anlamı var mı? Şu haliyle “Kol kırılır yen içinde kalır” politikası izledikleri için çok anlamlı gözükmüyor olabilir. Fakat şunu söyleyebilirim: CHP’den kopanların ya da Mustafa Sarıgül’ün yarattığı, yaratmak istediği etkinin çok daha fazla bir etki, potansiyel olarak AKP’nin içerisinde var. Çünkü AKP’nin içerisindeki rahatsızlıkların temeli çok güçlü, çok güçlü siyasî nedenleri var. Çok güçlü siyaset uygulamaları — dış politika, ekonomi, Kürt sorunu gibi konular olsun. Bunlar üzerinden yürüyen birtakım temelleri var. Ama öte tarafta yaşanan kopmaların büyük ölçüde kişisel, bireysel olduğu kanısındayım. Fakat tabii ki dikkatler daha çok kopan, parti kuran kişilere çevriliyor. Onların ne kadar etkili olabileceğini ve muhalefetin gücünü ne derece aşındırabileceklerini zamanla göreceğiz. Hiç kimse herhalde şunu düşünmüyordur: Bu kopuşlar, muhalefeti daha da güçlendirecek. Böyle bir şeyin olması bana hiç gerçekçi gelmiyor. Onları zamanla göreceğiz. Ama AKP içerisindeki rahatsızlıkların dışavurumunu beklenmedik şekillerde pekâlâ görebiliriz. Şu âna kadar Erdoğan büyük ölçüde o çok kullanılan “havuç ve sopa”yı, zaman zaman havucu zaman zaman sopayı kullanarak bu işi götürebildi. Ama elinde havucu pek kalmadı ve bir yerden sonra da sopanın da insanları çok da fazla, nasıl söyleyeyim, sindirme imkânı kalmayabilir. Şu aşamada etkili gözüküyor; ama çok yakın bir zamanda bu, gerek havucun gerekse sopanın çok fazla etkili olmayabileceğini göreceğimiz kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.