Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Başörtüsü konusundaki ezberler altüst olurken

Boğaziçi Üniversitesi direnişçilerinden Şeyma Altundal örneği, başörtüsü konusundaki ön kabul ve ezberlerin hiçbir anlamının kalmadığını bir kez daha gösterdi. Altundal, muhafazakâr camiada yıllardır yaşanan dönüşümün bir simgesi haline geldi.

Yayına hazırlayan : Hande Sena Kandemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar –öğrencilerin ve öğretim üyelerinin direnişleri– Türkiye’ye birçok açıdan katkıda bulunuyor. Bunlardan biri de, uzun bir süredir yaşanan, başörtüsü konusundaki ön kabulleri, ezberleri iyice bozmuş olması. Ortada bir somut olay var: Şeyma Altundal adlı başörtülü bir öğrenci, gözaltına alınırken başörtüsünün açıldığını ve örtmesine izin verilmediğini söylemişti. Ardından Emniyet Genel Müdürlüğü birtakım videolarla bunların yalan olduğunu iddia etti; ama olayın doğru olduğu, Emniyet’in verdiği görüntülerin o kastedilen anları kapsamadığı da anlaşıldı. Her neyse, şu anda Şeyma Altundal’ın fotoğrafını görüyorsunuz. Buradaki mesele, tek başına, Şeyma Altundal’ın başörtülü olması değil; yanındaki diğer öğrencilerle birlikte hareket ediyor olması. Yani tek başına bir başörtülü öğrenci olarak herhangi bir şey yapmış olsaydı, belki bu kadar etkili olmazdı; ama şu pozda da görüyorsunuz, hem zafer işareti, hem o işaret parmağının tek olarak kaldırılmasının İslâmî bir anlamı da var: Allah’ın birliğini işaret ediyor.

Bu, iktidarı fazlasıyla rahatsız etti ve hemen ardından hakkında bir sürü karalama kampanyası yapılmak istendi. Mesela Twitter‘a girip Şeyma Altundal yazdığınız zaman karşınıza çıkan paylaşımların ezici bir çoğunluğu iktidar yanlısı trollerin ürettiği karalama kampanyasının ürünü. Fethullahçılıkla itham ettiler, ailesini Fethullahçı olarak damgalamaya kalktılar; ama bu arada babasının İHH adlı yardım kuruluşunun Düzce‘deki temsilcisi olduğu ortaya çıkınca, bu da ellerinde kaldı. Birtakım kişiler sırf bu konuyla ilgili olarak yayınlar yaptılar YouTube üzerinden. Bazı gazetelerde köşe yazarları bununla ilgili yazılar yazdılar ve bunlar ezici bir çoğunlukla tabii ki tahmin edileceği gibi erkeklerdi. Çok büyük bir rahatsızlık yarattı. 

Bu rahatsızlık aslında ilk değil. Başörtüsü konusunda çok önceden beri yaşanan rahatsızlıklar var iktidar cenahında. Gezi’de bunu çok görmüştük. Gezi’de başörtülü göstericilerin de olması çok rahatsız etmişti; ama o büyük kalabalığın içerisinde, arada kaynamıştı. Gezi ile bağlı olarak Antikapitalist Müslümanlar ya da Emek ve Adalet Platformu gibi muhalif İslâmî örgütlenmelerin yaptığı faaliyetler ve bu faaliyetlerde yer alan başörtülü kadınlar da bir şekilde dikkat çekti; ama bunlar Boğaziçi eylemi gibi ya da Gezi eylemleri gibi tüm kamuoyunun çok dikkat ettiği hususlar olmadığı için bir şekilde görmezden gelinebildi. “Yeryüzü Sofraları”nda da aynı şekilde gördük başörtülüleri. Bütün bunların üst üste eklendiği bir süreç var ve bu sürecin en sonunda Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olay bize gösteriyor ki, artık başörtüsü meselesinde ezberlerin hepsi iptal olmuş durumda; ama kabullenemeyenler de hâlâ var. 

Artık başörtülü birisinin, başörtülü bir öğrencinin ya da genç kadının siyasî duruşunu kestirmeniz mümkün değil. Bir başörtülü kadın şöyle diyordu: “Eskiden AKP karşıtları hepimizi AKP’li sanırdı, onlara derdimizi anlatamazdık; şimdi Boğaziçi olayından sonra gördük ki AKP’liler de bizim hepimizi kendilerinden sanıyormuş”. Böyle bir durum var. Aslında her iki ucun da dogmatik bakanları ve iktidar sahipleri, başörtülülerin yeri konusunda, daha doğrusu başörtülülerin yerinin neresi olması gerektiği konusunda anlaşıyorlardı. Yani AKPliler, “Bunlar bizim tabanımız” diyorlardı; AKP karşıtı olan çok sayıda insan da başörtülülerin kendileriyle birlikte olamayacağını düşünüyorlardı. Dönem dönem bu konuda birtakım değişiklikler oldu; ama hâlâ bu ezberlerin bozulduğunu düşünmüyorum. Bu başörtüsü meselesini uzun yıllardır izleyen bir gazeteciyim; bu konuda yaklaşık 20 yıl önce, Direniş ve İtaat: İki İktidar Arasında İslamcı Kadın adında, çok sayıda kadınla söyleşinin bulunduğu bir kitap da yazdım. O dönemden beri, bu iki iktidarın iki kutbundaki iktidar sahiplerinin başörtüsü konusunda nasıl birbirleriyle kavga ediyor gözüküp aslında mutabakat içinde olduklarını çok yakında gözleme imkânım oldu. 

Burada başıma gelen, birtakım yaşayıp gördüklerimi, izleyenler varsa “Gomaşinen” adını verdiğim gazetecilik anılarımda anlatmayı düşünüyorum, muhtemelen bu hafta içerisinde bunu anekdotlarla anlatacağım. Ama hep gördüğüm şudur: Başörtülüleri bir özne olarak görmemek çok yaygın bir inanıştır. Başörtülüler bir tarafta hep “kullanılan” olarak görülür, diğer tarafta ise “kullanılması gereken” olarak görülür ve kendilerine bir güç atfedilemez, atfedilmez. Onlar hep bir özne değil nesne olarak görülmek istenir. Bunu geçmişteki başörtüsü eylemlerinde de gördük. Erkekler bu eylemleri kendi denetimlerinde tutmak istediler ve kendi denetimlerinden çıkmaya doğru yöneldiğini gördüğünde ilginç bir şekilde başörtüsü eylemlerine bakışları değişmişti. Bunlar üzerinde çok konuşulmuş tartışılmış hususlar değil; ama bugün de benzer bir olayı çok bâriz bir şekilde yaşıyoruz. 

Baktığınız zaman, Türkiye’de özellikle yüksek okullarda, üniversitelerde okuyan başörtülü kadınlarda siyasî olarak çok ciddi bir çoğullaşma, çoğulculaşma gözlemek mümkün. Aslında bu sadece başörtülülere özgü bir şey değil, daha genel bir şey. İslâmî câmianın ya da muhafazakâr câmianın gençleri içerisinde çok yaygın olan bir şey. Burada erkeklerdeki dönüşüm başörtüsü gibi çok açık bir işareti olmadığı için çok fazla anlaşılmayabiliyor. Ama biliyorum ki şu anda mesela Boğaziçi direnişinde gözaltına alınan, hatta tutuklanan kişilerin arasında aileleri AKP’li olan ya da o çevreden olan erkekler de var; ama biz tabii ki başörtüyü gözümüz hemen algıladığı için bunu görebiliyoruz fakat erkeklerde sakal tek başına bir şey ifade etmiyor; zaten görüldüğü kadarıyla öğrencilerin hemen hemen hepsi bir şekilde sakallı –kimisi uzun sakallı, kimisi kirli sakallı–, yani erkeklerde ayırt edici bir özellik yok. Baktığımız zaman, muhafazakâr bir çevreden mi geldiklerini anlamanız mümkün değil. Belki isimlerinden bir akıl yürütme olabilir. Birtakım daha doğrudan İslâmî referansı olan isimlere sahip erkeklerden belki bir akıl yürütme olabilir; ama başörtüsü gibi çok bâriz bir görüntü değil. 

Başörtülüler ikili bir şey yaşıyorlar: hem Türkiye’de kadın hareketinin güçlenmesiyle ilgili bir gelişim ve değişim söz konusu, hem de AKP iktidarıyla birlikte İslâmî hareket içerisindeki o ciddi tartışma sorgulama ile ilgili; yani iki şeyi birlikte yaşıyorlar. Erkekler için sadece İslâmî hareket içerisindeki tartışmalar belirleyici olabilirken, kadınlarda aynı zamanda kadın hareketinin de etkisi çok önemli. Dolayısıyla başörtülü kadınlarda bu dönüşüm, bu sorgulama çok daha güçlü bir şekilde seyrediyor. Bunun sonucunda bazıları başörtüsünü çıkartmaya kadar da gidebiliyorlar — bunun örneklerini gördük. Değişik vesilelerle bunları tartıştık da. Medyascope’ta bu konuda çok sayıda yayın da yaptım; ama başörtülülerin belli bir bölümü, hatırı sayılır bir bölümü, başörtüsünü açmış olanlardan farklı bir siyasî duruşta olmamakla birlikte, başörtüsüyle beraber yaşamayı tercih ediyorlar. Ve bu kadınların sayısının sanılanın çok ötesinde olduğunu düşünüyorum. Değişik vesilelerle bunlara bizzat tanık oluyorum. İçeride olanlar, bunu içeriden yaşayanlar buna çok daha ciddi bir şekilde tanık oluyorlardır.

Sonuçta bu dönüşüm, bu değişim iki tarafta birden bir paniğe yol açıyor. AKP iktidarının ve onu destekleyenlerin paniğini anlamak bir yere kadar mümkün; ama AKP karşıtı olarak kendini tanımlayanların neden rahatsız olduğunu anlamak… aslında o da kolay, çünkü başörtülü kadınların birçok konuda çok ileri pozisyonlar alması, demokrasi konusunda, temel hak ve özgürlükler konusunda, hatta laiklik konusunda çok net açık duruşlar sergiliyor olması bir diğer cenahtaki iktidar sahiplerini de çok ciddi bir şekilde tehdit ediyor. Çünkü bu iktidar sahipleri çok kola,y klişe birtakım argümanlarla iktidarlarını inşa ettiler ve korumaya çalışıyorlar. Dolayısıyla başörtülü kadınların içerisinden çıkan bu tür eğilimler, bu tür sorgulamalar, yaşanan bu dönüşüm, onların iktidarını da tehlikeye atıyor. Yani her iki tarafın da tektipçi klişeleşmiş dogmatik bakış açılarını, iktidar zeminlerini tehdit eden bir dönüşüm.

Burada tabii şunu diyenler olacaktır: Ne kadarı? Yani burada nicelik olarak, diyelim ki Türkiye’deki başörtülülerin ne kadarı böyle? Belli bir yerden sonra sayının çok fazla önemli olduğunu sanmıyorum. Şurası muhakkak ki Türkiye’de başörtüsü takan kadınların büyük bir çoğunluğu bu tür sorgulamalardan şu ya da bu nedenle uzak olabilir. Fakat önemli olan, burada sorgulayanların çok dinamik olması, çok yaratıcı olması ve bir meydan okuyuşa sahip olmaları. Diğerlerinde, genellikle hallerini kabul edenlerde, yani erkek egemen zihniyeti kabul edenlerde, sessiz kalmayı tercih edenlerde zaten bir meydan okuma yok. İçlerinde tabii ki bu tür dönüşüm yaşayan kadınlara karşı mücadele etmeye kalkanlar oluyor; ama onların bu mücadeleleri –mesela diyelim ki Şeyma Altundal’a yönelik birtakım kadınların itirazları ve saldırıları– çok sakil kalıyor, çok bayağı kalıyor ve çok da etkili olamıyor. Erkeklerin saldırılarının daha sakil olduğu muhakkak; ama erkekler, mesela birtakım trol tipler –ama çok izlenen, çok bilinen kişiler de var– hemen durumdan vazife çıkartıp, burada, “Aslında öyle değil, bu başörtü görülebilir ama aslında şöyledir böyledir” diyen bazı erkeklerin yaptıkları yayınlar ya da yaptıkları paylaşımlar çok baştansavma; ama aynı zamanda da çok daha fazla alıcısı olduğu için çok daha fazla yaralayıcı. 

Bu anlamda bu kadınların işinin, sorgulayan başörtülü kadınların işinin çok zor olduğunu kabul etmek gerekiyor; hak ettikleri kadar ilgi, destek ve dayanışma görmedikleri muhakkak; fakat Türkiye’de eğer bir normalleşme olacaksa –ki kaçınılmaz bir şekilde olacak–, eğer tekrardan çoğulcu bir topluma dönüşeceksek, çoğulcu bir demokrasi yeniden inşa edilecek ise, yeniden temel hak ve özgürlükler geri alınacaksa, bu sorgulayan, boyun eğmeyen kadınların –tüm kadınların, ama bu yayının konusu olan başörtülü kadınların da– rolü çok büyük olacak. Boğaziçi eyleminde bir kişi üzerinden çıkan tartışmanın büyüklüğü bunu bize çok bâriz bir şekilde gösteriyor. 

Artık “kaleyi içten fethetmek” diye bir şey yok; kale zaten içten çözülen bir kale. Ve çözülenler sadece kadınlar değil; özellikle genç kuşaklarda kadın-erkek ayırt etmeksizin çok geniş bir kesimde, AKP iktidarının –ki yalnız AKP de değil: AKP-MHP ortaklığının– Türkiye’ye reva gördüklerine karşı çok ciddi itirazlar var. Boğaziçi Üniversitesi bu itirazların en belirginlerinden bir tanesiydi ve yarattığı etki de zaten yeni itirazları ve yeni karşı çıkışları beraberinde getiriyor. İktidarın bunu engelleyebilecek ve yine bunu tekrar toparlayabileceğini açıkçası hiç sanmıyorum. Çoktan kaybedilmiş bir savaş söz konusu. Kültürel bir savaş söz konusu ve şu anda kendi bünyelerinden çıkmış çok sayıda genç –başörtülü kadın ya da erkek, hiç fark etmiyor– bu kültürel mücadelede onların yanında yer almıyorlar ve en büyük rahatsızlık da aslında buradan kaynaklanıyor. Kendi çocuklarının kendilerini eleştirmesi ve kendilerine en sert eleştirileri getirmesi ve kendilerinin karşısında yer alması üzerine ne yapacağını bilemeyen bir siyasî iktidar ve onun destekçileri söz konusu. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.