Erdoğan’ın AKP İstanbul İl Başkanlığı için Saadet Partisi Gençlik Kolları başkanlığı yapmış olan Osman Nuri Kabaktepe’yi uygun bulması “Yoksa yine Milli Görüş gömleği mi giyecek?” sorusuna yol açtı. Bu sorunun anlamı var mı? İstese de giyebilir mi? Giyse ne değişir?
Yayına hazırlayan: Enes Kerim Şafak
Merhaba, iyi günler. Erdoğan yeniden Milli Görüş gömleğini mi giyiyor? Böyle bir soru önümüzde. Bu soru ne kadar anlamlı ve bu sorunun cevabı ne, bunun üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Bir kere zaten birçok insanın gözünde Erdoğan asla bu gömleği çıkarmadı. “Takiye yaptı, zamanı gelince de aslında çıkarmadığı anlaşıldı” şeklinde bakan çok kişi var. Bazıları Erdoğan’ın bu gömleği tekrardan giyeli epey olduğunu söylüyorlar. Bazıları da bambaşka bir şey olduğunu, artık Erdoğan’ın Milli Görüş ile çok fazla alâkasının kalmadığını, bir daha da böyle bir şeye geri dönüşünün söz konusu olmadığını düşünüyor. Bütün bunların her birinin ayrı ayrı argümanları ve ayrı ayrı haklı gözüktükleri yerler de olabiliyor.
Açıkçası ben Erdoğan’ın Milli Görüş ile bağını daha Refah Partisi içerisindeyken çok ciddi bir şekilde gevşettiğini düşünüyorum. Bu hareket ayrışması Refah Parti’nin içerisinde ilk çıkan o yenilikçi hareketle beraber sadece üslûpla başladı, yani gelenekçilerin metodolojilerini eleştirmekle başladı; ama zamanla ideolojik ve politik bir ayrılığa da yol açtı. Fazilet Partisi döneminde bu ayrılık çok daha net bir şekilde öne çıktı. Fazilet de kapandıktan sonra, bu kapanma bir vesile olarak alınıp Saadet Partisi’ne girilmedi ve Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu ve o kopuş tescillendi. O zamandan bu zamana, “Milli Görüş devam ediyor mu, devam ediyorsa nasıl devam ediyor, bunun temsilcisi kim?” sorusu çok soruldu ve bunun cevabı genelde Saadet Partisi olarak verildi. Yakın zamanlarda, Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın kurduğu Yeniden Refah Partisi zaten partinin adını da “Yeniden” Refah Partisi koyarak, esas devamcının kendileri olduğu iddiasındalar. Ama Erdoğan’ın AKP’sinin Milli Görüş’ün devamı olup olmadığı sorusu da ortada duruyor. Çok çetrefilli bir husus, çok karışık bir husus; fakat bakıldığı zaman şunu söyleyebilirim: Devamı olma iddiasındaki diğer Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi, iyice etkileri azalmış partiler; daha doğrusu Saadet Partisi’nin etkisi bir türlü artamadı, Yeniden Refah Partisi de bir ağırlık koyamadı. Dolayısıyla, Erbakan ve Milli Görüş deyince aklımıza ilk gelen yine Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi oluyor. Böyle bir realite var. Bunu reddetmek mümkün değil. Fakat bence artık Milli Görüş hareketi zaten bir süreklilik olarak miladını büyük ölçüde doldurdu ve daha çok sembolik bir anlam taşıyor.
Bu benim kişisel görüşüm. Bunun üzerinde değişik zamanlarda yazılar yazdım, ya da yayınlar yaptım, yapmaya da devam edeceğiz herhalde. Şimdi bugün Erdoğan’ın bu gömleği yeniden giyip giymediği meselesi, bugün birazdan saat 17.00’de yapılacak olan İstanbul AKP Kongresi nedeniyle telaffuz ediliyor; zira AK Parti’de İstanbul İl Başkanı Bayram Şenocak bir daha aday olmayacak. Yerine gelecek olan kişi –her ne kadar kongre yapılacak olsa da– Osman Nuri Kabaktepe. Bu kişi bugün atandı. Şöyle duyuruldu: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tensipleriyle adayımız” diye duyuruldu. Belli ki değişik aday adayları arasından Erdoğan onu uygun gördü, onu saptadı. Bugün de bunun adı konulacak İstanbul Kongresi’nde.
Osman Nuri Kabaktepe’nin siyasî geçmişine baktığımız zaman gördüğümüz: AKP-Saadet Partisi ayrışmasından sonra Saadet Partisi’nden yana tavır almış olduğu ve partilerin gençlik kollarının kurulabileceğinin yasalaşmasıyla beraber, 2003’te Saadet Partisi’nin ilk gençlik kolları başkanı olması. Daha sonra memleketi olan Fatsa’da Saadet Partisi’nin belediye başkanı adayı olmuş. İstanbul İl Yönetim Kurulu üyeliği de var. Kendisi aslen imam-hatip mezunu Fatsa’da, ardından Bursa’da Uludağ Üniversitesi’nde İlâhiyat Fakültesinden okumuş birisi. Ve Osman Nuri Kabaktepe’den hareketle; İstanbul il başkanlığına, Saadet Partisi geçmişi bilinen birisinin getirilmesinden hareketle, “Milli Görüş gömleğini tekrar mı giyiyor?” sorusu gündeme geldi.
Tabii bir başka husus da, Erdoğan’ın Saadet Partisi Yüksek İstişâre Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk ile buluşmaları, çok ciddi gündeme gelmişti ve Oğuzhan Asiltürk’ün Millet İttifakı yerine Cumhur İttifakı’nı tercih ettiği ve Saadet Partisi’ni de oraya çekmek istediği söylenegeliyor; bu tartışma da Saadet Partisi içerisinde hâlâ bir şekilde sürüyor. Bunun üzerine, Saadet Partisi ile beraber anılan Kabaktepe’nin İstanbul İl Başkanlığı’na getirilecek olması, tekrar Milli Görüş’e doğru direksiyon kırılıyor mu sorusunu beraberinde getiriyor. Bu soruyu ele almadan önce, kongre ile ilgili bir iki not düşmek istiyorum: İstanbul’dan önce Rize’de kongre oldu, ardından Trabzon’da oldu, sonra İzmir’de oldu –Erdoğan’ın katıldıklarını söylüyorum– ve Erdoğan bu gittiği kongrelerden de başka illerdeki kongrelere bağlanarak oralara da konuştu. Bu son dönemde Erdoğan’ın katıldığı kongrelerin hepsi, koronavirüs tedbirlerine rağmen yapılmasıyla, tıka basa, Erdoğan’ın deyimiyle lebâleb dolu salonlarda yapılmasıyla dikkat çekti ve eleştirildi. Bunun ardından, Rize’deki olayın ardından, bunun çok dile dolanmasının ardından, Trabzon ve İzmir kongrelerinde bu salon görüntülerinin çok fazla servis edilmediğine dikkat çekti bazı gözlemciler. Ama salonlar yine doldu. Bugün muhtemelen İstanbul’da da yine dolacak. Niye böyle bir şey yapıyorlar göstere göstere? Aslında göstermemeye çalışıyorlar, Rize’deki tepkilerin ardından. Çünkü AKP’nin buna ihtiyacı var, Erdoğan’ın buna ihtiyacı var: Türkiye’ye göstermek.
Hani, benim gibi birtakım aklıevveller Erdoğan’ın krizde olduğunu söylüyor ya; “Aslında hiçbir şey kötü gitmiyor, her şey yolunda”yı göstermek için dolu salonlar. Tabii onu kamuoyuna göstermekten şimdi biraz imtinâ edilir oldu. O zaman niye yine salonlar doluyor? Aslında kendilerine göstermek. Yani, AK Parti tabanına da, “Öyle söylenenlere kulak asmayın, her şey yolunda, her şey tıkır tıkır işliyor, görüyorsunuz, salonlarımız tıka basa doluyor, bütün coşkumuzla yola devam ediyoruz” diye gösterme ihtiyacı hissediyor Adalet ve Kalkınma Partisi. Ve bütün bu salgın atmosferine rağmen, düşünün, Rize ve Trabzon bugün Türkiye’de 100 bin vatandaş üzerinden yapılan oranlarda, Türkiye’nin ilk dördünde yer alan iki il. Buralarda salonlar dolduruldu ve birçok kişi de haklı olarak, “Lokantalar açılmıyor, kahveler açılmıyor; ama salonlar dolduruluyor” diye şikâyet ettiler. Olayın böyle bir ciddi boyutu var.
Bir diğer boyutu da İstanbul. İstanbul’u kaybetti Erdoğan. 25 yıl sonra, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kaybetti. Çok büyük bir yenilgi, son dönemde siyasî kariyerinde aldığı en büyük yenilgi herhalde budur. 31 Mart Seçimleri ve tekrarlanan İstanbul Seçimleri. Zaten Erdoğan hep İstanbul’a özel bir önem verir, çok yakından takip eder. Fakat İstanbul’da artık Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilat olarak çok ciddi bir şekilde aksıyor. Bütün Türkiye’de olduğu gibi İstanbul’da da aksıyor. Özellikle de büyükşehri kaybettikten sonra bu aksama çok daha vahim bir hal almaya başladı; çünkü Büyükşehir’in imkânları İstanbul teşkilatının birçok işini görmeyi kolaylaştırıyordu. Şimdi o imkânlardan da mahrum bir şekilde, Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul’da toparlanma ihtiyacı hissediyor. Dolayısıyla il yönetimi çok önemli. Ve buraya eminim ki çok ciddi bir tarama sürecinden sonra, bu isim bulundu. Bu ismin nasıl bir özelliği var, niye bulundu?
Refah Partisi’ni, Fazilet Partisi’ni, AKP’nin ilk kuruluşunu, Saadet Partisi’ni bayağı yakından izlemeye çalışmış bir gazeteciyim. Osman Nuri Kabaktepe’yi görmüş olduğumu sanıyorum; ama kendisinin ismiyle ilk defa karşılaştım. Diyelim ki bu benim hatam, öyle diyelim. Ama çok popüler bir figür olmadığını biliyordum. Olsaydı illâki bir şekilde bir yerlerde denk gelmiş, adını duymuş olurdum. Dolayısıyla aslında bulunan isim, Kabaktepe, o kadar da olağanüstü bir sihirli değnek olacağa benzemiyor. Saadet Parti’liliği meselesinde de, aslında bu Saadet Partisi’nden kopuşu çok daha eski, öğrendiğim kadarıyla. Mehmet Tevfik Göksu ile aynı dönemlerde Saadet Partisi’nden kopmuş olduğunu duydum. Tevfik Göksu’yu insanlar İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki çıkışlarıyla, AKP adına konuşmalarıyla daha fazla biliyorlar. 2009’dan beri Esenler Belediye Başkanı, ama en çok son dönemde İmamoğlu ile girdiği ya da girmeye çalıştığı polemiklerle bilinen birisi.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Tevfik Göksu’yu ben Saadet Partisi İstanbul İl Yönetim Kurulu’nda olduğu dönemlerden, Refah Partisi döneminden de biliyorum, Saadet Partisi döneminden de biliyorum. Saadet Partisi’nde yönetimde o kadar etkili ve AKP karşıtıydı ki, Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi’ndeki liderlik arayışına karşı onunla da en çok mücadele edenlerden birisiydi — tabii bunlar hep geçmişte kaldı. O tarihlerde Saadet Partisi’nin İstanbul İl Başkanı olan merhum Osman Yumakoğulları’nın bir sözü vardı: “İçimizde en çok bağıranlar ilk gidenlerden olacaktır” demişti. Onlardan biri Tevfik Göksu oldu. En sert Saadetçiler’den biriydi ve muhtemelen bu yeni il başkanı da onunla aynı dönemde benzer bir güzergâhta hareket etmiş biri. Ama öğrendiğim kadarıyla, okumaya yazmaya daha çok yatkın, entelektüel yönüyle AKP ortalaması üzerinde bir il başkanıyla tanışacak Adalet ve Kalkınma Partisi.
Ama neyi nasıl yapacak? Açıkçası çok ciddi bir soru işareti. Kendisi en son 2016’da Maarif Vakfı’nın yönetim kuruluna girmiş; Maarif Vakfı, biliyorsunuz devletin yurtdışındaki, bir anlamda Fethullahçı okullara alternatif olarak eğitim faaliyeti yürütmesi için devlet eliyle kurulmuş olan bir vakıf. Orada aktif olan biri. Dolayısıyla zaten AKP iktidarının bir şekilde parçası olan biri. Yani yeni transfer edilen biri değil. Normal şartlarda Saadet Partisi Milli Görüş kökenli birini siz il başkanı yaptığınız zaman, buraya nasıl bir aşı yapmış oluyorsunuz? Bir dava aşısı yapmış oluyorsunuz. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi’nde artık bir dava kalmadı. Gönüllülük yerine, ben bunu, “Daha çok veren partili yerine alan partiliye dönüştü” diyorum. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Milli Görüş partilerinden en büyük farkı, insanların kendilerinden verdikleri bir parti değil, insanların partiden ve iktidardan aldığı bir partiye dönüştü.
Eskiden, şu anda görüyorsunuz mesela, şu fotoğraftaki, muhtemelen o araba, partili birisinin gönüllü olarak getirdiği bir arabadır. Birçok faaliyet insanların biriktirdikleri paralarla, verdikleri bağışlarla finanse edilirdi. Bu, seçim mitinglerinde de böyle olurdu. İnsanlar gece geç saatlerde yaşlı insanlar, elektrik direklerine tırmanıp afiş yapıştırırlardı. Ama şimdi biliyoruz ki Adalet ve Kalkınma Partisi’nde bunlar profesyonel olarak yapılıyor; insanların cebinden pek bir şey çıkmadığı gibi, tam tersine bazı durumlarda, özellikle mitinglerde, büyük toplantılarda onlara kumanyalar temin ediliyor, ulaşım imkânları sağlanıyor, vs.. Adalet ve Kalkınma Partisi devletle özdeşleştirildiği itibaren bu dinamizmini kaybetti. Şimdi bu dinamizmi yeniden hayata geçirebilir mi ve AKP’ye katılımı nispeten geç olmuş bir isimle bunu yapabilir mi? Bence bu artık imkânsız. Buradan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nden yeni bir dava partisi çıkartmak imkânsız. Böyle bir şey mümkün değil. Kaldı ki, AKP’nin yeniden bir siyasî parti olması, bir aile şirketi görünümünden yeniden, insanların tek tek oluşturduğu, gönüllü bir şekilde birliktelikle oluşturduğu bir siyasî partiye dönüşmesinin de mümkün olduğunu sanmıyorum. Bunu yapmak isteseler bile bir il başkanı atayarak, ya da birkaç il başkanı atayarak, ya da son günlerde gündeme geliyor, Mart sonunda yapılacak olan kongrede parti yönetimi değişecek diyerek de olmuyor.
Hatta bir başka spekülasyon: “Erdoğan genel başkanlığı bırakacak, sadece Cumhurbaşkanlığı’nda kalacak, genel başkanlığa güvendiği bir ismi getirecek” iddialarıyla da olmuyor; ya da yine bir başka spekülasyon: “Kabine değişecek, kabinede değişiklik olacak” demekle de olmuyor. Çünkü bu artık rötuşlarla değiştirilebilecek bir gidişat değil. Çok köklü bir kriz var. Ve bu krizi atlatabilmenin yolu bir yerlere geri dönmek, tekrardan birtakım gömlekler giymeye çalışmakla olacak iş değil. Kaldı ki, bu hamlenin de, Erdoğan’ın yeni il başkanı tercihinin de, Milli Görüş gündemine dönmek arayışı olduğunu sanmıyorum. Burada önemli olan, birisini güvenilir olması, Erdoğan’a sâdık olması ve tabii ki gücünü Erdoğan’dan alması.
Sonuçta teşkilatın içerisinden, teşkilatın baskısıyla gelmiş bir il başkanı değil. Yıllar önce, Erdoğan’ın 1994’te büyükşehir belediye başkanı adayı olmasının öyküsünde bir teşkilat baskısı vardı. O dönemde Erbakan’a çok ciddi bir şekilde baskı yapılıyordu birtakım çevreler tarafından. Ve İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayının partili biri olmayıp birtakım sağ-milliyetçi-mukaddesatçı bilinen popüler isimlerden birisi olması yolunda telkin yapılıyordu, isimler geçiyordu — Ali Coşkun başta olmak üzere, ki Ali Coşkun o tarihlerde Milli Görüş hareketine katılmamıştı, daha sonra katıldı. Birtakım dayatmalar yapılıyordu; çünkü Doğru Yol Partisi ve ANAP ayrı aday çıkartıyordu, öte yandan SHP, CHP ve DSP ayrı adaylar çıkarıyordu. Refah Partisi’nin aradan sıyrılması mümkündü. Ama bunun olabilmesi için partili bir aday değil de daha merkez sağ oyları da alabilecek bir isimle bu olur diye bir telkin yapılıyordu. Ve son âna kadar Erdoğan’ın adaylığını açıklamayı geciktirmişti Erbakan, bu baskılar üzerine. Ama orada, Refah Partisi teşkilatı ağırlığını Erdoğan’dan yana koydu ve Erbakan onu aday gösterdi ve kazandı. Orada bir teşkilat vardı. Orada bir teşkilatın gücü vardı. Ve Erbakan gibi bir güçlü lider de, o teşkilata rağmen bir başka adayı atamak istemedi. Neyi tercih ediyordu onu bilemiyoruz. Belki onun da tercihi esas olarak Erdoğan’dı, fakat dışarıdan gelen tazyiklere direnmekte zorlanıyordu. Ama sonunda, örgütün baskısı olmasaydı Erdoğan orada aday olmayacaktı. Şimdi böyle bir şey yok. Erdoğan tensip ediyor, onun tensipleriyle isim atanıyor ve yukarıdan atanan bu isimle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin İstanbul’da tekrar ayağa kalkması bekleniyor. Bu bence artık çok fazla mümkün olan bir şey değil.
Bugünkü kongrede ne olacak? Yine Erdoğan konuşacak. Atanan il başkanı da herhalde bir teşekkür konuşması yapar. Formalite icabı oylar kullanılır. En fazla il yönetim kurulunda kimler var diye dışarıdaki kamuoyu değil de parti içerisindeki birtakım insanlar oraya bakarlar. Onun dışında Erdoğan’ın bir gövde gösterisi olur. Onda da başta söylediğim gibi, koronavirüs tedbirlerinden dolayı o gövde gösterisini tüm ülkeye, kamuoyuna birebir yansıtmaktan da çekinebilirler; ama kendi tabanlarına, İstanbul teşkilatlarına, “İşte, yıkılmadık ayaktayız, görüyorsunuz, taze kanla yola devam ediyoruz” mesajı verilmek isteniyor. Ama artık bu bünyenin, gömlek değiştirmekle ayağa kalkabilecek bir bünye olmaktan çıktı kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.