Sedat Peker’in 2015’in Haziran ayında İstanbul Beylerbeyi Sarayı’nda, yanında İHH Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım varken Cumhurbaşkanı Erdoğan ile sohbet fotoğrafı, yakın tarihimizdeki iktidar ilişkilerinin inişli çıkışlı grafiği hakkında epey ipuçları veriyor.
Yayına hazırlayan: İlayda Öykü Biberoğlu
Merhaba, iyi günler! Sedat Peker Türkiye’nin gündeminde ve bu gündemi takip edebilmek için bayağı bir araştırma yapmak, arşivlere bakmak, açık kaynaklara bakmak gerekiyor. Bugün bu konuda, bir fotoğraftan hareketle biraz geçmişe gitmek –ama çok da uzak geçmişlere değil– ve Türkiye’de iktidar ilişkilerinin nasıl değiştiğini, nasıl eski dostların düşman, eski düşmanların dost olduğunu ve bunların bir yerden sonra çok da fazla mantığının olmadığını anlatmak istiyorum.
Bir fotoğraf var. Bu fotoğraf, 2015 Haziran ayında çekilmiş bir fotoğraf. Beylerbeyi Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Sedat Peker ve İHH İnsanî Yardım Vakfı’nın başkanı olan Bülent Yıldırım. Bülent Yıldırım, arkası dönük, sakallı olan; yanındaki Sedat Peker ve Cumhurbaşkanı Erdoğan. Şimdi Sedat Peker ve Bülent Yıldırım bahsine gelmeden önce, bu düğünden de biraz bahsedeyim; çünkü bu çok ilginç bir olay. Bu düğün, Emine Erdoğan’ın özel kalem müdiresi olan Sema Silkin ile Yeni Şafak gazetesinde yazarlık da yapmış olan, ama aslında “Ak Troller” diye bilinen bir çevrenin en önde gelen isimlerinden Taha Ün’ün düğünü. Beylerbeyi Sarayı’nda yapılıyor… Taha Ün, evet görüyorsunuz, sakallı olan. Emine Hanım orada ve nikâhı kıyan da merhum Kadir Topbaş — o dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı. Bayağı şatafatlı bir düğün ve burada trollerin önde gelen ismi Taha Ün evleniyor, Emine Erdoğan’ın özel kalem müdiresiyle.
Şimdi, Taha Ün kimdir? Bir zamanlar sosyal medyada, iktidar adına her türlü saldırganlığı yapmış olan bir kişi. Çok sayıda örneği var. Mesela Berkin Elvan için terörist demesi –ki en basitlerinden birisi–, ama mesela şöyle bir tweet’i var, bir satır var ve şöyle yazıyor: “Dünya tarihi boyunca PKK’lılar ile sağlıklı ve sürdürülebilir iletişim kurmayı başarabilen tek nesne. Hey gidi 90’lar.” 90’lı yıllarda Güneydoğu’da Hizbullahçılar’ın, PKK’ya yakın olduğunu düşündükleri sivillere yönelik saldırılarda sıklıkla satır kullandığını biliyoruz. Bunu övgüyle ve hasretle yâd eden bir kişi. Bir başka örnek de Yemen’deki iç savaşla ilgili: “Sünni olsun çamurdan olsun aga” diyor. “Husiler’e karşısı Suud ordusunu destekliyorum. Vurdukları isabet etsin inşallah.” Yemen’deki, mezhep boyutu da olan o çatışmaya, iç savaşa bu kadar gayri insanî bir yaklaşım. Her neyse bu kişinin düğününde bir araya geliniyor ve bu düğün sırasında Bülent Yıldırım, Sedat Peker ve Cumhurbaşkanı Erdoğan birlikte… Fotoğrafları var. Peki, başta dedim: “İktidar ilişkileri, birleşen yollar, ayrılan yollar…” Taha Ün… Ne oldu? Taha Ün AKP’den koptu, Gelecek Partisi’nin kuruluşunda yer aldı; eşi Sema Silkin Ün de bugün Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı oldu. Yani yollar ayrıldı. Hatta Sabah gazetesi yazarı Salih Tuna’nın (gerçek adı Davut) açtığı bir davada Taha Ün ifade verdi. Öyle fotoğrafları da düştü. Bizim İsmail Saymaz da onunla konuşup, bir kısa haber de yapmıştı. Yani bir yolların ayrılması öyküsü… Bir zamanların en önde gelen, en acımasız Ak Troller’in başının, şimdi Erdoğan’la yollarının ayrılmasının… Eşinin de tabii ki… Emine Erdoğan’ın özel kalem müdiresi…
Şimdi fotoğraftaki diğer kişi: Bülent Yıldırım. Bülent Yıldırım’ı bugünlerde yine görüyoruz. Nerede görüyoruz? Filistinliler’e yönelik İsrail saldırılarının protestolarında görüyoruz. Kendisi ilk akşamdan itibaren İHH Vakfı’nın başkanı olarak, bu gösterilerin düzenlenmesinde bayağı öncülük yapıyor ve konuşma yapıyor. Bülent Yıldırım’ın başkanı olduğu vakfın adı, İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsanî Yardım Vakfı. Dünyanın 100’ü aşkın ülkesinde yardım faaliyetleri düzenliyorlar ve bazı durumlarda da, özellikle Filistin konusu gibi konularda da bayağı aktivist bir pozisyon takınıyorlar. Suriye’de çok ciddi bir şekilde etkililer; ama dünyanın dört bir yanında, Afrika’da, Asya’da faaliyetleri olan, çok bilinen bir kuruluş. Benim Bülent Yıldırım’la tanışmam yıllar öncesine dayanıyor. Tanışmam dediğim, o tarihte onun adını bilmiyordum. İlginç bir olaydır; Âyet ve Slogan kitabı 1990 Kasım’ında çıktıktan sonra, Türkiye’nin dört bir yanında konferanslara çağırıldım. Kitap, imza ve söyleşilere çağırıldım. Bunların en büyüğü, en geniş katılımlı olanı İstanbul’da, daha çok İstanbul Üniversitesi öğrencilerine hitap eden İlim Yayma Vakfı’nın büyük bir konferans salonundaydı ve bunu düzenleyen de Refah Partisi’nin gençlik kuruluşu gibi olan Milli Gençlik Vakfı’ydı. Beni Âyet ve Slogan üzerine konuşma yapmaya çağırdılar. Silme dolu bir salondu, acayip kalabalıktı ve biz yukarıda sahnedeydik. Yanımda, düzenleyici Milli Gençlik Vakfı’ndan bir iki tane genç arkadaş. Toplantı başlamadan önce birisi geldi, kürsüye çıktı, yani sahneye ve kürsüye çıktı ve şimdi kelimelerini hatırlamıyorum tabii ama çok sert bir şekilde benim aleyhime konuşup, bu toplantının yanlış olduğunu, benim komünist olduğumu –ki öyle, evet, ama yani gazeteciyim ve kitap yazmışım, kitap üzerine konuşacağız vs.–, bu toplantının iptal edilmesi gerektiğini falan söyledi. Neye uğradığımızı şaşırdık tabii. Benden çok, düzenleyen arkadaşlar şaşırdılar. Sonra sahneye sorduk, yani katılımcılara dedim ki: “Beni mi dinleyeceksiniz arkadaşı mı dinleyeceksiniz” dedim ve beni dinleyeceklerini söyledikleri için de o konferansı yaptık. Yıllar sonra çok tesadüfî bir şekilde, o kişinin Bülent Yıldırım olduğunu öğrendim. İstanbul Hukuk’tanmış. Ya o tarihte yeni mezundu ya da hâlâ öğrenciydi. Benden 4 yaş küçük. Ben o tarihte 29 yaşındayım. Herhalde ya okuyordu ya da yeni bitirmişti; ama belli ki oradaki Milli Görüşçü gençlerin önde gelen isimlerinden birisiydi. İHH’nın kuruluşunda, esas olarak Milli Görüş hareketinin ve Avrupa’daki Milli Görüş teşkilatının desteği olduğunu biliyoruz ve ilk olarak da Bosna direnişine dayanışma amacıyla faaliyete geçen bir vakıf bu. Gerçekten çok etkili faaliyetler yapıyorlar. Çok ciddi imkânları da var. Zaman içerisinde yaptıkça, insanların onlara desteği de artıyor. Bu olay, Bülent Yıldırım’ın en önemli dikkat çeken hususu, zaten İHH dediğiniz zaman en çok o çıkıyor, dünkü Filistin yayınında da bahsettiğim: Mavi Marmara olayı. Bunun organizasyonda yer aldılar. Bülent Yıldırım da bu nedenle İsrailliler tarafından tutuklandı ve diğerleriyle birlikte birkaç gün sonra bırakıldı ve o nedenle ilk başta iktidarla beraberdi, fakat sonra AKP iktidarı İsrail’le ilişkileri düzeltmek açısından Mavi Marmara olayındaki katı tutumunu yumuşatınca aralarında bir sorun çıkmıştı. O sorun üzerine, İHH’nın yaptığı açıklamalar üzerine, duydukları rahatsızlığı dile getirmeleri üzerine dün de söylediğim gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan o tarihte Külliye’deki bir iftar yemeğinde, çok kızgın bir şekilde, “Giderken dönemin başbakanına mı sordunuz?” diye –dönemin başbakanı da kendisi– bayağı bir kızmıştı. Evet, Bülent Yıldırım’ın şimdi tekrar iktidarla aralarının çok kötü olduğunu sanmıyorum, ama ekşi bir tat olduğu gerçek. Şimdi Bülent Yıldırım bir İslamcı, radikal denebilir isterseniz. Milli Görüş hareketinden ve İslamcı olarak biliniyor ve İHH’nın radikal birtakım İslamcı şebekeler ile ilişkileri olduğu yolunda Batı medyasında arada sırada yazılar çıkar — kendileri de tabii ki bunu reddederler; ama tüm Batı medyasının ve Batı istihbarat servislerinin, tabii ki İsrail de var, radarında olan bir yapıdır; ama küresel anlamda çok etkili bir yapı, temelinde de İslamcılık var tabii ki.
Sedat Peker’in burada ne alâkası var? Sedat Peker İslamcı olarak bilinen birisi değil. Türkçü olarak bilinen birisi, bunu sürekli söyleyen birisi. Hatta bir dönem Erdoğan iktidarına karşı da olmuş birisi; fakat Sedat Peker o tarihte artık Erdoğan iktidarına çok ciddi bir şekilde yanaşmıştı ve açık açık Erdoğan iktidarına destek veriyordu. Nitekim bu fotoğraf yayınlandıktan sonra, yani o düğündeki fotoğraf yayınlandıktan sonra, sağda solda laflar çıktı. İşte, “Cumhurbaşkanı’nın ne işi var? Böyle yeraltı dünyasından bir kişiyle niye fotoğraf veriyor?” diye lâflar çıktı. Bunun üzerine Sedat Peker –bunu dün buldum ve çok gerçekten ilginç bir yazı– bunlara cevap vermiş ve şöyle ilginç bir şey söylüyor: “Birtakım köşe yazarları, gazeteleri 1-2 binden fazla satmayan, yazılarını kimsenin okumadığı köşe yazarları gidiyorlar, çok önemliymiş gibi Cumhurbaşkanı’yla gezilere gidiyorlar. Beraber fotoğraf çektiriyorlar; ama ben yazı yazıyorum, binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca kişi okuyor” diyor. Mesela şöyle bir şey demiş: “Seçimden birkaç gün önce yazdığım, ‘Bu seçim Hilal ve Haç’ın mücadelesidir’ yazım 4 milyon 250 bin insan tarafından okunmuş ve astronomik oranda beğeni ve yorumlar aldım” diyor. Yani diyor ki: “Yazmaksa ben sizden daha iyi yazarım.” Böyle bir cevap veriyor. Buradaki yazının en önemli kısmı da şu: “Kıymetli dostlarım! Sayın Cumhurbaşkanı’nın insanlar içinde beni kabul ederek elimi sıkıp, sıcak bir şekilde birkaç kelime söylemesi, tabii ki kendisi açısından bakıldığında, birileri tarafından siyasî bir risk olarak görülebilir; ama benim fikrimi sorarsanız Sayın Cumhurbaşkanımız, şahsımla ilgili bazı artniyetlilerin özellikle görmek istemediği toplumdaki yerimi görmüştür” diyor ve son iki cümlenin özel olarak altını çizmek lâzım. “Bu fotoğraftaki an, benim toplumdaki normalleşme konumum için önemli bir kırılma ânıydı.” Yani kendisi de kabul ediyor ki o fotoğraf Sedat Peker’in artık normalleşmesinin tescillenmesiydi. Kırılma ânı… “Cumhurbaşkanı bile kabul ediyorsa, bu kişiye artık yeraltı dünyası şefi değil, saygın iş adamı demek gerekir” düşüncesi, bazılarında yer etmeye başladı. “Önemli bir kırılma ânıydı” diyor. “Ben bunun farkındayım. Bu sebeple de yaşadığım sürece, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı, bu davranışından dolayı minnettar kalacağım.” Evet, şu anda görüyorsunuz, son videosunda da Sedat Peker, ısrarlı bir şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan saygılı bir şekilde bahsediyor. Ona kimi yerde “Abi” diyor. Ona kalkan oluyor. Çevresindeki bazı isimlerin, onun gerçekleri görmesine engel olduğunu söylüyor ve bu minnettarlığını büyük ölçüde muhafaza ediyor. Şimdi, Sedat Peker’in hayatına baktığımız zaman, bir dönem ayrı bir yerde organize suç örgütü iddiasıyla AKP iktidarı tarafından tasfiye edilmiş, cezaevine atılmış. Daha sonra, çıktıktan sonra Erdoğan’ın yanında yer almış. Burada söylüyor işte: “Ben mitingler yaptım, il il. Partilerin toplayamadığı kadar kalabalıklar topladım” diyor. Bunu yaptı. Bir tür siyaset de yaptı. Yazdı, çizdi ve en sonunda videolarıyla… Yani orada da ilginç bir grafik görüyoruz. Önce düşman, sonra dost. Şu anda açıkçası Sedat Peker’in Erdoğan’la ilişkisi — yani ilişkisi derken, bir ilişkisi yoktur herhalde, ama Erdoğan’a kendisinin aktardığı şu: Hâlâ saygılı ve minnettar bir üslûpla Erdoğan’dan bahsediyor, ama çevresinden kötü bahsediyor.
Burada ilginç olan başka bir husus var: Süleyman Soylu. Süleyman Soylu Sedat Peker konusunda uzun bir süre ses çıkarmadı. Hatta bir zamanlar, onun ilk yurtdışına çıkışı sırasında, Sedat Peker’in çıkmasını Berat Albayrak’ın engellemek istediği söylendi — ki bunu Sedat Peker’ın kendisi, ilk Makedonya’ya gittiğinde yaptığı videolarda söyledi ve burada, “Onun Berat Albayrak-Süleyman Soylu çatışması sayesinde çıkabildiği” yorumları yapılmıştı; ama son iki gündür Süleyman Soylu, özellikle muhalefetin de Sedat Peker’in sözlerini sahiplenmesiyle birlikte, Sedat Peker hakkında konuşmaya başladı nihayet. İçişleri Bakanlığı açıklama yaptı, kendisi yaptı ve yanılmıyorsam bugün Cumhuriyet gazetesinin Jandarma Genel Komutanı hakkında yaptığı habere istinâden çok sert tweet’ler attı sosyal medyada, Cumhuriyet gazetesi aleyhine. Orada Sedat Peker’den “mafya pisliği”, “mafyacı pislik” diye bahsetti. Yani adını vermeden, ama “Bir mafya pisliğinin hezeyanlarıyla, terörle mücadelemizin en şanlı komutanına çamur atan, ortakları HDPKK için intikam alan Cumhuriyet gazetesi” vs. diye gidiyor. Burada tabii ki hedef Cumhuriyet gazetesi, ama Sedat Peker’den de “bir mafya pisliği” ve “hezeyanlar” olarak bahsediyor. Dolayısıyla o da olaya dahil olmuş oldu.
Görüldüğü gibi Türkiye’deki iktidar, siyaset ve yeraltı dünyası arasındaki ilişkiler böyle çok karışık. İşin içerisine uluslararası insanî yardım vakıfları da giriyor, İslamcılık da giriyor, Türkçülük de giriyor. Her şeyin birbirine karıştığı garip bir durum ve birileri tasfiye oluyor, yerlerini başkaları alıyor. Birileri güç kazanıyor, birileri güç kaybediyor; ama kimi durumda, Sedat Peker olayında olduğu gibi, birileri tasfiyeye karşı elindeki kozları peyderpey masaya sürmek istiyor. Bu noktada, son yayında yaptığı bir şey var. Onu dikkatli olanlar –benim dikkatimden kaçmıştı, daha sonra fark ettim başkalarının uyarısıyla–, o meşhur kâğıt gösterme olayı var. O kâğıtta ne çıktı? O kâğıtta evet, “Suriye’ye giden silahlar” diye bir şey var ve bir isim vermiş, o isim biliyor diye. Belli ki bununla ilgili de notlar almış. Bir iddiaya göre bunları da anlatacaktı, ama vakti yetmedi. Çok uzattığı için yapmadı ya da bunları gösteriyor ki hani “Bakın sırada bunlar da var” demeye getiriyor ve zaten en son yaptığı videoda söylediği, dünyada 1 numaralı haber olma iddiası da işin boyutlarının artabileceğini bize gösteriyor. Baktığımız zaman sonuçta bunlar –mesela Sedat Peker ya da en son Çakıcı örneğinde gördük– bu kişiler devletten tamamen bağımsız, devlete rağmen hareket eden, devletle savaşan yapılar değil; ama kimi zamanlar geliyor ki bunlar, devletin belli kesimleriyle anlaşmazlığa düşüyorlar ve o zaman başlarına bir şeyler gelebiliyor. Kimisi hapse girebiliyor, kimisi –zamanında, geçmişte öyle oldu– suikaste kurban gidebiliyor. Kimisi de kaçıp gizleniyor. Kimisi de kaçıp, Sedat Peker örneğinde olduğu gibi, gizlenmenin tam tersine alenen bir savaş ilanıyla, kendini kurtarmaya ya da kendisi yanıyorsa da başkalarını da yakmaya çalışıyor.
Evet, aslında baktığımız zaman, bunlar bir hukuk devletinde asla olmaması gereken şeyler diye düşünmek lâzım ama bütün bunlar bize, Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığını maalesef bir kez daha gösteriyor. Daha söylenecek başka şeyler de muhakkak var; ama çok da uzatmayalım. Bir fotoğraftan hareketle, Türkiye’nin yakın tarihine bir baktığımız zaman, burada ideolojiler, radikal tavır alışlar, şunlar, bunlar… hepsinin bir yerden sonra iyice flulaştığını, bir zamanların vatan hainlerinin sonra vatan kahramanı, bir zamanların kahramanlarının vatan haini olabildiğini, dostların düşmana dönüşebildiğini ve buralarda ilkelerin, duruşların değil de esas olarak çıkarların söz konusu olduğunu çok ciddi bir şekilde görebiliyoruz. Buradan nasıl çıkacağız? Açıkçası çok emin değilim. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler!
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.