Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bitmeyen Sedat Peker-Süleyman Soylu savaşı: Ruşen Çakır & Levent Gültekin tartışıyor

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Sedat Peker’in videoları neyi nasıl değiştirebilir?” diye, geçen hafta Levent Gültekin ile çok ilgi gören bir yayın yapmıştık. Çok şeyin değiştiğini, hızlı bir şekilde değiştiğini, özellikle yedinci videoyla beraber görüyoruz ve dolayısıyla Levent ile tekrar bir aradayız; kaldığımız yerden devam ediyoruz. Tabii ki ana eksen: Süleyman Soylu ile Sedat Peker savaşı. İki tane olay var. İlkin, Pazar günü yayınlanan yedinci video, bir de dün akşam Habertürk’teki canlı yayın. Canlı yayında Süleyman Soylu’nun söyledikleri ve canlı yayına sosyal medyadan Sedat Peker’in müdâhaleleri. Levent, merhaba.

Levent Gültekin: Merhabalar, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Öncelikle seni tebrik edeyim. Zaten yedinci video ile ilgili yaptığım “Uyuyan dev uyanınca” yayınında gıyâbında söyledim. Sen demiştin ki: “Sedat Peker altıncı videoda Binali Yıldırım ve oğlundan bahsedecekti, öyle duymuştum; ama ne olduysa, son anda değiştirmiş” demiştin ve yedinci videonun en ağır toplarından birisi olarak önümüze o çıktı. Ama yedinci video sadece ondan ibâret değildi; birçok husustan, Uğur Mumcu’dan bahsetti, Kutlu Adalı’dan bahsetti, Süleyman Soylu’nun akrabalarından bahsetti, Ankara’da iş merkezi vs. ile çok yoğun bir video oldu. Hatta konuşmuştuk, hatırlayacaksın, “Sadece kendini mi savunacak, yoksa başka şeyler de söyleyecek mi?” diye. Son yirmi dakikaya çok şey sığdırdı ve zaten on milyonu aşkın izleyicisi olmuş. Süleyman Soylu’ya bakarsak, o kadar izleyici çocuk pornosunda da varmış — ki o da dün gecenin en büyük gaflarından birisi olarak, bir önceki TRT yayınında biliyorsun “iç çamaşırı meselesi” idi, dünkü yayında da bu “çocuk pornosu” lâfı başlı başına bir başka olaydı. Evet, önce Sedat Peker ile başlayalım. Açıkçası ben bu kadar yüklü bir video beklemiyordum, bunu da söyledim. Sen bekliyor muydun? Binali Yıldırım’ı zaten söylemiştin; ama yani bunların sadece Süleyman Soylu ile hesaplaşma olmayıp, bu kadar geçmişten ve günümüzden, Kutlu Adalı olayında doğrudan “Kardeşim tetikçilik yapacaktı”ya kadar olayın içerisinde olduğunu anlattığı bir yayın oldu. 

Levent Gültekin: Evet, dediğin gibi belki ilk 50 dakikası tamamen hamâset, kendini övme, bilmem falan filan yapıyor; son yirmi dakika söyleyeceklerini söylüyor. Belli ki daha çok su kaldıracak. Yani kendi içinde olduğu, “gayri hukukî”, “gayri ahlâkî” işleri de deşifre ediyor bir yandan. Hani bu Kıbrıs’taki gazetecinin öldürülmesi meselesinde, “Kardeşimi de gönderdim” diyerek… Binali Yıldırım’ı ve oğlunu da dâhil ediyor. Muhtemelen o Binali Yıldırım ve oğlunu dâhil etme adımı –ki çok somut değil, dikkat ediyorsan–, bak, böyle hafiften bir “Venezuela’ya gittiler” diye, çok ayrıntılı bilgi de vermiyor. Muhtemelen bu, Erdoğan’a bir mesaj. Şimdilik, “Tamam, Süleyman Soylu ve etrafındaki, Süleyman Soylu’yu ortalığa süren o yapı, çete her neyse, her ne kadar onları hedef alıyorsam da, senin de artık bir şey yapman gerekir, yoksa artık daha da ileri gideceğim!” anlamına gelen mesaj içerdiğini düşünüyorum ben Binali Yıldırım meselesinin. Çünkü dikkatle, “Tayyip Abi, Tayyip Abi” diyerek, orayı korumaya özen gösteriyor, Binali Yıldırım meselesi ile sadece, “Artık yeter! Sen de bir şeyler yap, bütün yükü benim üzerime bırakma” anlamına gelecek bir çıkış yaptığı kanaatindeyim. Uğur Mumcu meseleleri falan… Gerçi ben böyle diyorum insanlar kızıyorlar. Hepimizin bildiği bir şey var: Derin devlet, derin devlet de demeyeyim, kendini devlet zanneden bir çete, bugün değil ki, belki elli yıldır belki kırk yıldır var olan bir çete bu. Derin devlet içerisinde bazen kontrgerilla olarak ortaya çıkmış, bazen kendini derin devlet olarak tanımlamış, bazen mafya ile devletin işbirliği ile ortaya çıkmış bir olguyu militarist güç olarak tanımlamış. Onların yaptığı birçok işler var. Kendilerine durumdan vazife çıkartıp, “Devleti koruyoruz, milleti koruyoruz, bütünlüğü koruyoruz” diye tonlarca kirli ilişkiler var. Bu Mumcu meselesi. Ben bütün Türkiye’deki suikastların bu odağın ya izni veyahut organizasyonu ile yapıldığı kanaatindeydim. Mumcu cinayetinin de çok benzer olduğu kanaatindeydim. Anladığım kadarıyla bunu biraz afişe etmeye çalışıyor. Ama ben hâlâ aynı noktadayım. Mesele Sedat Peker’in söylediklerinden ziyâde, burada nasıl neyin kavgası yapılıyor? O çok daha dikkat çekici bir konu. Hem Süleyman Soylu’nun dün akşam söyledikleri, attığı tweet’ler hem ortaya çıkan bazı durumlar, Süleyman Soylu’nun konuşmalarında satır aralarında böyle çaktırmadan verdiği, dün akşam şöyle bir cümle kullandı, bence çok enteresan bir cümleydi o: “Göreceksiniz beni savunacaklar”. Savunmak zorunda kalacaklar. Hem Tayyip Erdoğan’ı kastederek hem de Bahçeli’yi kastederek böyle bir çıkış yaptı. Orada başka bir kavga beliriyor. Sedat Peker bu kavganın sadece görünen yüzü ve Erdoğan tarafında durarak bu kavgayı veriyor. Bu kavganın bir de karşı tarafı var. Henüz onlar bir adım atmadılar. Onlar sadece izliyorlar bence. Muhtemelen biz önümüzdeki günlerde, bu kavganın su yüzüne çıkmış boyutunu da hâliyle görmeye başlayacağız diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Levent, şimdi şöyle bir şey var: Dünkü yayında Süleyman Soylu da bahsetti bir yerde –o kadar uzundu ki, başında mı sonunda mı karıştırıyorum; çünkü çok da yorucu bir yayındı– oradaki yayında, hani, “İlk iki videoda benden bahsetmiyordu” diyordu — ki öyle. Hatta onu ayırıyordu; daha sonra Özışık ile yaptığı o görüşmede de görüyoruz ki, Süleyman Soylu’nun kendisine “pislik” demesiyle beraber, kendi yanında durmayacağını düşünerek onu da hedef aldı ve onun üzerinden gidiyor; ama şöyle bir olay vardı sanki: Esas meselesi –yaptığı ilk videoları hatırla– Mehmet Ağar ve Pelikancılar idi. Daha sonra Süleyman Soylu’yu da kattı; şimdi Binali Yıldırım’ı katıyor. Bu arada yeni yeni insanlar da katıyor. Şimdi onu bir kenara koyalım. Dün akşamki yayında Süleyman Soylu bize ne anlattı? Davutoğlu’na yapılan parti içi operasyonda çok önemli bir rol üstlendiğini anlattı, değil mi? Yani biliyorduk az buçuk, ama adını koydu. Aslında çok büyük bir itiraftı o. O operasyon aslında Pelikancılar’la birlikte yapılmış bir operasyondu öyle değil mi? Yani demek ki Davutoğlu’na karşı Süleyman Soylu ile Pelikancılar birlikte hareket etmiş. Ama daha sonra biliyoruz ki, Süleyman Soylu ile Pelikancılar –ya da kimi kastediyorsa, orada daha çok Berat Albayrak’ı kastediyor–, onlar savaş haline giriyor, öyle değil mi? Ve Peker de ilk açıklamalarında Mehmet Ağar ve Pelikancılar’ı hedef alıyor, Süleyman Soylu’ya dokunmuyor ve böyle bir bilinen karışık, kurulan ittifaklar, tasfiye edilen isimler, o isimler tasfiye edildikten sonra kendi aralarında yeni kavgalar vs.. Böyle böyle giden, garip ve sert bir iktidar ilişkisi ve burada tabii Süleyman Soylu’yu nasıl tanımlıyor? “Orada HDP şunu yapacaktı, CHP bunu yapacaktı, bunu engelledik.” Yani söylediği: “Erdoğan’ı saraya ya da Külliye’ye hapsetmek istiyorlardı; bunu engelledik”. Bütün argüman da güvenlik meselesi. Ama ne dedi Sedat Peker? “Kutlu Adalı meselesinde bize dediler ki, ‘Bu adam Kıbrıs’ı satacak’ dediler, meğer namuslu bir adammış. Buradaki mesele başka bir şeymiş” dedi. 

Levent Gültekin: Evet, şimdi, benim bu Binali Yıldırım’ın oğlunun videoya dâhil olacağına dâirr duyumlarım vardı. Biliyorsun, duyumlarımı kullanmamaya özen gösteriyorum; çünkü yanılma, açığa düşme ihtimalimiz çok oluyor. Fakat dikkat ettim, bu meseleyle ilgili duyumlarımın hemen hemen hepsi doğru çıkıyor. Mesela ben dört gün içinde, HalkTV’deki kendi yayınımda demiştim ki: “Ağar’ın oğlu gezdiği her yerde şöyle konuşmalar yapıyormuş. Ben birinci ağızdan duydum yani Ağar’ın oğlunun söylediği birinden duydum, yani beşinci altıncı kişiden değil. Direk onun söylediği bir kişiden şöyle bir cümle duymuştum” dedim HalkTV’deki yayınımda: “Yakın bir zamanda Süleyman Soylu, Beyefendi’ye, ‘Siz artık çekilin biz yönetelim’ diyecek, ‘çünkü devlet artık biziz, bütün bürokrasi bize geçti’ “ — diyormuş her yerde bunu. Şimdi bu kavga… senin de dikkat çektiğin gibi muhtemelen Süleyman Soylu Pelikancılar’la ittifak yaparak önce Davutoğlu’nu tasfiye ettiler, Erdoğan’ın etrafını boşaltma operasyonu ile. Sonra Süleyman Soylu diğer tarafla ittifak yaparak…, yani o diğer taraf dediğim, MHP de var biraz içerisinde, Çakıcı’nın devreye girmesi meselesi var, Ağar meselesi var, Ağar’ın oğlu meselesi var. Onların devreye girmesiyle bu iş başka bir boyuta girdi ve yeni bir adım ortaya çıktı, Berat Albayrak’ın tasfiye edilmesi adımıydı. Çünkü orada asıl amaç…, tekrar söylüyorum: Bu artık su yüzüne çıktı. Nereden biliyoruz? Dün akşam Sedat Peker şöyle bir tweet attı. Ben bunu zaten, dediğim gibi kendi programımda Ağar’ın oğlu üzerinden söylediğim bir cümleydi, o da şuydu,: “Süleyman,” ya da “Sülü,” her neyse, kendi tâbiri itibariyle, “Sen cumhurbaşkanı, Tolga Ağar da içişleri bakanı olacaktı, bu projenizi öldürdüm, hadi çık bunun yalan olduğunu söyle” diye. Şimdi bu artık bilinen bir şeydi. Şimdi hani, o Sedat Peker’in bir önceki videosunda Nisan vurgusu yapıyor ya? Biliyorsun AK Parti kongresi 24 Mart’taydı. Ben AK Parti’nin olağan kongresinden birkaç ay öncesinden yine şöyle bir duyum almıştım: Süleyman Soylu genel başkan olacak diye. Şu anda Tayyip Bey ile bunun pazarlığı olacak. Süleyman Soylu genel başkan olacak, Tayyip Bey parti başkanlığını bırakacak. Muhtemelen bu yapının kafasında şöyle bir şey var: Tayyip Bey’den genel başkanlığı alacaklar, partili cumhurbaşkanlığını ayıracaklar. Öncesinde, “Tamam, partiyi bize ver, ama cumhurbaşkanlığını sen sürdür” diyecekler. Bir adım sonrası ise, “Sen artık cumhurbaşkanlığını da götüremiyorsun” deyip, cumhurbaşkanlığına Süleyman Soylu’yu aday olarak çıkartacaklar. Duyumlarım bunlar. Bunlar %100 doğrudur anlamında söylemiyorum. Şimdi Sedat Peker aslında yaptığı çıkışlarla bu oyunu bozuyor. Peki bunu neden bozuyor? Dediğim gibi oradaki yapı Alaattin Çakıcı’yı tercih etti. Alaattin Çakıcı’yı tercih ettiklerinde, Sedat Peker oyunun dışına itilmiş oldu. Sedat Peker’in ittifak kurabileceği tek isim kaldı: O da Tayyip Erdoğan. Tayyip Erdoğan’ı tutabilirse, Tayyip Erdoğan yerini muhafaza edebilirse muhtemelen Çakıcı’ların falan tasfiye olma ihtimalleri daha yüksek, bu durumda Sedat Peker’e bir alan açılma ihtimali daha yüksek, kendi ilişkileri bakımından söylüyorum. Şimdi geldiğimiz noktada ben şu yorumumu koruyorum — en azından yorumdu, tedirgin olarak yaptığım bir yorumdu, tutmayabilirdi, çıkmayabilirdi de: Ben Sedat Peker’in şu anda Erdoğan’ın etrafını sarmış olan bu yapıdan Erdoğan’ı kurtarma operasyonu olduğunu; bütün bu çıkışlara karşı Erdoğan’ın da şimdiye kadar sessiz kalmasının, konuşmuyor olmasının, bir yorum yapmıyor olmasının, hatta engelleyici, susturucu bir tavra girmiyor olmasının nedeni, Sedat Peker’in yaptıklarının onu kuşatan çeteye verdiği zararın boyutundan memnun olması.

Ruşen Çakır: Burada tabii birçok husus var. Mesela videolar devam ediyor, Erdoğan bir şekilde yasak koymasa, engellemese bile, bir şekilde olaya müdâhil olsa belki kesilebilir; ama bunların devam ediyor olması bu senin söylediklerini güçlendiriyor. Bir de tabii ki Sedat Peker’e açıkça sahip çıkılmaması… ama kim sahip çıktı? Bugün bu sabah Devlet Bahçeli — ki daha önce yapmamıştı, Açık açık, “Kimse bu ülkenin İçişleri Bakanı’na tasma takamaz” dedi ve Süleyman Soylu’nun söyledikleriyle aynı şeyi söyledi: “Dış güçler, iç güçler, işte, Türkiye’yi engellemek isteyen güçler” diyerek aynı dalga boyunda ve Süleyman Soylu’yu daha önceki istifâsında da yaptığı gibi açık bir şekilde sahiplendi. Dolayısıyla o bir adım attı, şimdi Bahçeli’nin bu açık adımı hakkında ne düşündüğünü soracağım, bir de tabii Bahçeli’nin açık pozisyon alması, aynı zamanda Erdoğan’a da çağrı aslında, öyle değil mi?

Levent Gültekin: Evet, bence bu saatten sonra Erdoğan bir tavır almak zorunda kalacak. Ya kavga su yüzüne çıkacak bir boyuta gelecek, ya da henüz çıkarmıyorum deyip günü kurtaracak bir çıkış yapacak. Şimdi Bahçeli’nin Süleyman Soylu’ya sahip çıkması… biraz önce söylediğimiz, zaten o yapı sürüyor. Şimdi, dün BBC’de bir hükümet yetkilisinin verdiği bir demeç vardı. Şimdi, BBC olduğu için ciddiye alıyorum, hepimiz ciddiye alıyoruz ister istemez, rastgele bir isimle konuşmamışlardır — kim olduğunu bilmesek bile, bir hükümet yetkilisi diye BBC’ye konuştuğuna göre. Süleyman Soylu’nun yalan söylediğini, Peker’in iddialarının önemli bir kısmının doğru olduğunu ve kendilerinin de bunu bildiklerini ve rahatsız olduklarını söylemeleri bence çok enteresan bir şey. Şimdi burada bir operasyon yapılıyor Ruşen. Operasyon, tekrar söyleyeyim, Tayyip Bey’i neyle, nasıl bir cesaretle… şimdi bunlara cesaret veren bir şey var. Yani Tayyip Bey’e gidip de, “Sen parti başkanlığını bırak, cumhurbaşkanlığını” demelerine neyin kaynaklık ettiğini, o cesareti neyin verdiğini… ben asıl orayı çok merak ediyorum. Şimdi eğer bu kavga büyürse, muhtemelen bunlar önümüzdeki günlerde eğer gemileri yakarlarsa, belki Erdoğan ile ilgili dosyalar patlatacaklarını düşünüyorum. Ama ne sundular ne söylediler henüz. Bahçeli’nin Süleyman Soylu’ya sahip çıkmasıyla beraber ortaya bir şey çıktı, Tayyip Bey bu yapıya teslim olacak mı? Yani, “Tamam, bozmayalım; devam ediyoruz” deyip, Süleyman Soylu’ya eğer yarın varsa grup toplantısı, oradan sahip mi çıkacak? Yoksa yine görmezden gelip, üstünkörü lâflarla geçiştirip işi zamana yayarak kendine bir pozisyon yaratma zemini mi oluşturmaya çalışacak? Bence bu önemli. Devlet Bahçeli’nin Süleyman Soylu’ya açıktan sahip çıkması ve “Bu, ülkeye yapılmış bir saldırıdır!” demesi, bu konuşulan projesinin hâlâ yürürlükte olduğu ve amaçlarından vazgeçmediklerini, Tayyip Erdoğan’ın orada bir sıkışıklık yaşadığını…, –ben biraz daha geriye gideyim, çok aklıma geliyor bunlar, biraz duyum da var yine tekrar söylüyorum, biraz da isimleri bir araya getirerek, puzzle’ları bir araya getirerek ortaya çıkardığı bir şey var. Bence bu yapı Berat Albayrak ile ilgili önemli bir dosya veyahut bir video, veyahut buna benzer bir şey sunarak Erdoğan’a Berat Albayrak’ı yedirttiler. Berat Albayrak biraz o şekilde gitmek zorunda kaldı diye tahmin ediyorum. Çünkü Davutoğlu’na yapılan operasyonun bir benzeriyle Tayyip Bey’in etrafını temizleme anlamında Berat kalmıştı. Muhtemelen Tayyip Bey’in hayır diyemeyeceği, geri adım atamayacağı veyahut da o riski görecek bir durumda olmadığı bir şey sundular ve Tayyip Bey Berat Albayrak’ı yemek durumunda kaldı. O günden sonra da bu içine düştüğü durumun vahametinin, nasıl köşeye sıkıştırıldığının farkında ve bir taraftan MHP’ye muhtaç, tamamen kavgayı kamu önüne çıkaramıyor, çünkü bugün kavgayı kamu önüne çıkarsa, MHP ile ipleri kopardığında bir anda kontrolü kaybediyor. 

Ruşen Çakır: Tabii orada işte, muhalefetten son günlerde Kılıçdaroğlu’na gelen, “Helâlleşelim” vs çıkışlarının hiç de boş olduğunu sanmıyorum. Yani belli ki buna yönelik olarak, ona bir tür oradan çıkmanın yolunu gösteriyor sanki, katılır mısın?

Levent Gültekin: Muhtemelen, yani umarım muhalefet bunun farkındadır. Eğer öyleyse ben Erdoğan’ın bu yapıdan kurtulmak için, önce cumhurbaşkanlığını korumak şartıyla her yolu deneyeceğini düşünüyorum. Erdoğan için bana göre önünde iki tane yol var, daha doğrusu üç tane yol var da, en onun yapabildiği iki tane yol var. Önce “Bu yapıyı ne kadar hırpalarım? Ne kadar benim etrafımda bir baskın güç olma ağırlıklarını azaltabilirim?” Bu, Sedat Peker liderliğinde. Önce bu yolu deneyecek. Bunlar da, “Tamam abi, biz bu iddialardan vazgeçiyoruz, küçük ortaklığımızı kabul ediyoruz. İttifak bu şekilde devam etsin, patron sensin” derlerse, başkanlık sistemiyle Cumhurbaşkanlığı’nın Cumhur İttifakı’nı devam ettireceğini düşünüyorum. Fakat bunlar, “Hayır!” deyip, inatlarından, yani o kararlarından vazgeçmezler ise, geri adım atmazlar ise, Mehmet Ağar’ın oğlu Tolga Ağar’ın sağda solda her yerde konuştuğu gibi, “Devlet artık biziz” derlerse… Bunu da neye göre söylüyor? Bunu herkes de biliyor artık. Yargının kontrolü, polisin kontrolü, özellikle MİT’in kontrolü ve de askerdeki kontrolün bu yapıya geçtiğini, MHP üzerinden o kadrolaşma üzerinden bu yapıya geçtiğini artık herkes konuşuyor, biliyor. Neredeyse Tayyip Erdoğan’ın bu anlamda…, mesela ben birkaç gün önce duyduğum bir şey: “Tayyip Bey artık ortalama bir genel müdür atamasını bile MHP’ye sormadan yapamıyor” diyorlar. Herhangi bir genel müdür atayacağı zaman mutlaka MHP’nin…

Ruşen Çakır: Ama şöyle de bir şey var: Mesela Tolga Ağar sosyal medyada kendini savunmak için Erdoğan’ı kullanıyor. Yani Erdoğan videoları ile yapıyor. Yoksa Tolga Ağar’ın bir karşılığı yok, babasının da bir karşılığı yok. Sana bir şeyi de özellikle sormak istiyorum: Dünkü yayının en çarpıcı yönlerinden birisi, Soylu’nun Mehmet Ağar’a duyduğu öfke ve çok açık ettiği –“Severim” falan dedi ama–, hem Doğruyol Partisi dönemindeki o, “Belde silah dolaşıyordu” anlatıları, hem marina meselesi üzerine söyledikleri vs. daha sonra Korkut Eken’den bahsi geçtiğinde söyledikleri ve orada çok net bir şekilde aslında birbirlerinden hazzetmedikleri gözüküyor. Ama şimdi işler bir taraftan da, yok, Tolga Ağar içişleri bakanı, ötekisi… Bunlar çok… nasıl söyleyeyim? Birlikte hareket ediyor olsalar bile, her anlık fırsatta birbirlerine her türlü kötülüğü yapabileceklerinin de işareti sanki.

Levent Gültekin: Şimdi bak bir şey söyleyeceğim: Sen Türkiye’de FETÖ kavgalarını en yakından takip eden gazetecilerden birisin, ben de öyleydim zamanında, hatırlıyorsun değil mi? Bugünkü kavga, 2010-13’e kadar, yani 17-25 Aralık’a kadar o üç yıllık dönemde FETÖ ile kavgaya ne kadar benziyor. El altından birbirlerini yiyorlar, ama kamu önüne çıkıyorlar, hatırlıyorsun, “Hocam gel, hasret bitsin”. Ben diyorum ki, şimdi hiç unutmam, “Yahu kardeşim, siz arkadan birbirinize küfür ediyorsunuz. Bu ne hasrettir kamuoyu önünde?” diye böyle yazılar yazdım o zaman.

Ruşen Çakır: Ben o dönemde şeyi hatırlıyorum, kavga ettiklerini söylediğim zaman iki tarafın sözcüleri birden, “fitneci”, “fitne” –bir şey daha vardı, ne vardı? Bir şey daha, o ikisiyle– iki taraf birden… Mesela, atıyorum: Ekrem Dumanlı ve Mustafa Karaalioğlu aynı anda mesela. “Yok böyle bir şey!” deme yarışına giriyorlardı. Ama sonra bir taraftan da herkes kavgaya cephâne taşıyordu.

Levent Gültekin: Şu anda herkesle aynısını yaşıyoruz; hatta çok somut bir örnek vereceğim, yine sen hatırlarsın: O dönemde Türk Hava Yolları’nın basın müşâviri, daha kavga su yüzüne çıkmadan bir tweet atmıştı, hatırlar mısın? Böyle zehir zemberek bir tweet, Fethullah Gülen ile ilgili. İlk defa AK Parti cenâhından Fethullah Gülen’e açıkça hakaretvâri bir mesaj gelmişti. Hamdi Topçu’ydu o zaman yönetim kurulu başkanı Türk Hava Yolları’nın. Bu çocuğu apar topar görevden aldılar. Çünkü çok kıyâmet koptu, cemaat ayağa kalktı, “Siz nasıl yaparsınız?” diye. Apar topar görevden aldılar; o çocuk, sonra Türk Hava Yolları’na dışarıdan iş yaparak, şu anda o günkünün on katı zengin, benim de tanıdığım biri olduğu için oradan biliyorum. Şimdi ben Süleyman Soylu’nun kamuoyunun önünde Ağar ile ilgili söylediği negatif cümlelerin kurgu, rol, numara olduğunu düşünüyorum. “Nereden çıkarıyorsun bunu?” diyebilir izleyicilerimiz. O da şuradan: Şimdi Hadi Özışık’ın Sedat Peker ile yaptığı telefon konuşmasında şöyle bir cümle duydum, Sedat Peker’e diyor ki Hadi — Sedat Peker’in aktarmasından anladığımıza göre demiş ki: “Ya, sen ona söyle, ben Sedat Peker ile ilgili birkaç cümle söylemek zorundayım, kamuoyunun gazını almak için. Sakın alınmasın diye”. Hatırlıyoruz değil mi? Böyle bir cümle geçti. Muhtemelen bu yapının birlikteliğine dönük kamuoyunda o imaj oluşmasın diye, muhtemelen aynı cümleyi Ağar’a da söylemiş. “Abi, kusura bakma, bu işte seni satmak zorundayım kamuoyu önünde.” Böyle bir adam bu; yapmıştır.  %100 anlamında söylemiyorum, böyle işler yürütüyor, kafası böyle ayak oyunlarına, siyasetin kurnazlıklarına çalıştığı için — o anlamda söylüyorum. Ben bunun çok net kavga olmadığını, belki, şunu da demiyorum: Bunlar hani böyle bir dava arkadaşlığı, bir birliktelikleri de var…, bu bir çıkar ilişkisi, yarın bozulabilir. Yarın Erdoğan öyle bir hamle yapar ki, bunları bir anda darmadağın edebilir de. Şu anda herkes bir yola girmiş, o girdikleri yolda kendilerince yürüdükleri amaçları var, Süleyman Soylu’nun orada bir pozisyonu var, Mehmet Ağar’ın orada bir pozisyonu var, Çakıcı’nın dışarıya çıkarılıp buna dâhil edilmesi rastgele alınmış bir karar değil. Onun bile orada bir misyonu var. Çakıcı’nın şehir şehir dolaşıp kendince örgütlenmeler yapması, yine bugün bu amaca yönelik bir çaba — o da belli, o da oraya oturuyor. Sedat Peker’in diskalifiye edilmesinin, yurtdışına gönderilmesi de bu amaçla ilgili bir oyunun parçası, bir planın parçası, o planın rahat yürütülmesine yönelik bir amaç taşıyor belli ki. Şimdi bütün bunları tamamen ortaya koyduğumuzda, ben o “Ağar böyle demiş, bilmem falan şöyle demiş”… Bugün Bahçeli’nin Soylu’ya bu kadar açıktan sahip çıkmış olması… Demek bu talep hâlâ devam ediyor — yani talep şu: Cumhurbaşkanlığını vermese bile, cumhurbaşkanlığını almasalar bile…, yine daha önce belki aktarmışımdır programlarımda, tekrar olacak, izleyicilerimiz kusura bakmasınlar, bir arkadaşımdan aldım direk, direk bir bakanın söylediği cümleyi söylüyorum, bir bakan benim bir arkadaşıma şöyle bir cümle söylemiş:  “Devlette eleman almak için yüz kişilik bir kadro açılıyor, MHP doksan yedisini isteyerek pazarlığa başlıyor, yalvar yakar, zar zor doksana ikna edebiliyorum. Bu durumdayız, bu kadar zordayız.” Dediği cümle bu, bunu bir bakan benim bir arkadaşıma söylemiş. Şimdi, sadece cumhurbaşkanlığını istemek, parti başkanlığını istemekten öte, belli ki bu insanlar, “Bu ülkeyi biz yönetiriz, sen de sadece vitrinde gözüken adam olmayı kabul ediyor musun etmiyor musun?  Edersen bu, etmezsen bu” tarzı bir yaklaşım içindeler. Şimdi biz şu anda bunun kavgasını izliyoruz. Peker yaptığı videolarla, konuşmalarla bence bu kavgaya çomak sokmaya çalışıyor. Çünkü şunu biliyor: “Bu kavgada öbür taraf kazandığında, oranın el üstünde tuttuğu organize suç örgütü lideri Çakıcı olacak, benim bir daha Türkiye’ye dönme, Türkiye hayali, herhangi bir varlık ihtimalim ortadan kalkıyor. Ee peki, ben ne yapabilirim? Benim yeniden bir varlık gösterebilmem ya da kendime Türkiye’de kendime yeniden hayat inşa edebilmemin tek bir yolu var, ‘Tayyip Abi’nin bu kumpastan kazançlı çıkması. Eğer Tayyip Abi bu kumpastan kazançlı çıkarsa, Çakıcı, Ağar, Soylu, bütün bu yapı devre dışı kalacak; o zaman ben yeniden kendimce ufak tefek sıyrıklarla bir yıl hapis yatıp, iki yıl hapis yattı sonra bıraktılar falan gibi yollarla dönme ihtimalim var” diye düşünüyor. Dediğine katılıyorum, tekrar söylüyorum. Muhalefet muhtemelen bunun farkında olduğu için olabildiğince Erdoğan’a bir kapı açmaya çalışıyorlar. Bence de doğru yapıyorlar. Muhalefet buradan bir çıkış yaratmak zorunda; yoksa Türkiye’nin, “Bütün etrafı sarılıp yetkileri elinden cebren alınmış bir Tayyip Erdoğan yönetimi mi, yoksa mafyanın, bu organize suç örgütlerinin daha etkin olduğu diğer bir yönetim mi?” seçenekleri arasında sıkışmaması gerekiyor. Bu, Tayyip Erdoğan’a bir yardım etme meselesi değil. İkinci yol şu idi — orada atladım, unuttum onu söylemeyi: Muhtemelen Tayyip Erdoğan eğer bu şekilde bunlarla beraber en asgari zararla yönetimde kalmayı başaramazsa, yüzünü muhalefete dönüp, “Başkanlık sisteminden vazgeçiyorum, buyrun gelin” deme ihtimâlini de yüksek görüyorum. Fakat burada, Erdoğan inandırıcılığını kaybettiği için, muhalefet tedirgin olacaktır. Ona da ben başka bir formül tahmin ediyorum. Tekrar söylüyorum, bana göre Erdoğan açısından –Türkiye açısından demiyorum– bir analiz yapıyorum. İnsanlar hemen bak üzerimize geliyorlar, “Sen şunu mu pazarlıyorsun?” diye. Hayır, Erdoğan’ın kendi bulunduğu açıdan yapabileceği bir hamle var; o da gidip Gül’e diyecek ki: “Bu muhalefet bana güvenmiyor, güvenmez. Ben buradan çıkamıyorum, gel partinin başına geç, al abi, git muhalefetle konuş, nasıl yaparsanız yapın. Ben de sembolik cumhurbaşkanı kalayım bir dönem daha. Ben bu yapıdan ancak böyle kurtuluyorum.” Bu da bir tercih. Hangisini yapacak? Yani bütünüyle teslim olup görüntüde cumhurbaşkanı olmayı mı kabul edecek? Yoksa bunları biraz daha püskürtmüş, yara vermiş, yönetimin ağırlıklı kısmını kendi üzerine almış, bunlarla ortaklığını devam ettirdiği bir yapı mı olacak? Muhalefete gidip, “Gelin, başkanlıktan vazgeçiyorum; bu %50+1 mecburiyetini kaldıralım ki ben de artık bu yapıdan kurtulayım, bunlara muhtaç olmaktan kurtulayım” mı diyecek? Yoksa, “Muhalefet de bana güvenmeyebilir, daha da sıkıntı yaşayabilirim; en iyisi Gül’ü çıkarayım. Gül gitsin muhalefetle konuşsun” mu diyecek? Şimdi bunlar yol, ama…

Ruşen Çakır: Evet, bunların hepsi birbirinden zor ve eskisi kadar güçlü olmayan bir Erdoğan için… zaten büyük ölçüde Erdoğan’ın güçsüzlüğünden kaynaklanıyor bu iktidar savaşları diyebiliriz. Son olarak iki şey sormak istiyorum.

Levent Gültekin: Bir şey söyleyeceğim buna devam olarak. Burada bunları yapmasının önünde, bu dördünü de yapmasının önünde bizim bilmediğimiz bir engel olabilir. O da şunu bilmiyoruz: Biraz önce söylediğim, bu insanlar hangi cesaretle neye dayanarak Tayyip Bey’e gidip “Artık çekil!” diyebiliyorlar? Ya ellerinde Tayyip Bey’i çok köşeye sıkıştıracak bir dosya ya da..

Ruşen Çakır: …Ama biliyorsun, olabilir de. Fethullahçılar’da da öyle bir özgüven vardı, başaramadılar. 

Levent Gültekin: Tamam, ben başardılar demiyorum.

Ruşen Çakır: Evet.

Levent Gültekin: Ben başarırlar anlamında söylemiyorum. Burada her halükârda en güçlü olan Erdoğan; çünkü toplumsal desteği var arkasında, bunların hiçbir şeyi yok. Ama Erdoğan şunu da biliyor: Sen de takdir edersin, girdikleri bir kavgada ortaya dökülüp saçılacak bir dosya, bir ses kaydı veyahut buna benzer şeyler… Zaten %50’nin altına düşmüş bir Erdoğan’ın; ortaklarını da kaybetmiş, bu dosya zararıyla ortaya çıkmış tahribatla da karşı karşıya kalmış bir Erdoğan’ın yıkılması bile, başkanlığı bütünüyle yok olmasa bile, başkanlığı artık kazanamayacağını o da biliyor. Yani hem ortaklığını bozacak, hem böyle bir ses kaydı veya dosya toplumda büyük bir itibar kaybına sebep olacak dosya, her neyse, bilmiyorum, varsa yoksa. Bütün bunların toplamında Erdoğan zaten kaybetmiş oluyor, kazansa da kaybetmiş oluyor. Çünkü Erdoğan’ın tek bir kazancı olabilir: Muhtemel seçimlerde cumhurbaşkanlığını kazanmak. Onun dışında her şey Erdoğan için kayıp. İstediği her şeyi alabilir. Onun dışındaki her şeyi…

Ruşen Çakır: Peki, dün akşamki yayında kim kazandı sence?

Levent Gültekin: Yani şöyle: Süleyman Soylu kazanmış hevesine kapılabilir; çünkü hiçbir soruya cevap vermedi, kendince bir aklama operasyonu, bir oyuna geçti, ama toplum bu oyunları yemiyor. Yani kendisini şöyle bir havaya sokmuş olabilir: “Ben çıktım, hiçbir soruya cevap vermeyen mesajlarımı verdim.” Ama o işler öyle değil. Gazeteci arkadaşlar açısından üzgünüm. Daha zekice, daha kıvrak bir hareket beklerdim gazetecilerden; en azından şöyle demeleri gerekiyordu: “Bir dakika sayın bakan! Bir dakika! Bir anlaşalım. Biz buraya piyon olarak mı geldik? Yoksa siz bizim sorularımıza cevap verecek misiniz, vermeyecek misiniz? Önce bunu bir netleştirelim” deyip durdurmaları gerekiyordu. Gazeteciler açısından kötü, Soylu açısından iyiymiş gibi görünse de, karşılığı olmayan bir yayın. Çünkü inandırıcılığı yok. Sorulara cevap vermeyen, kendi sigorta şirketini, bindiği cipini anlatan, köyünü anlatan, çocukluk hayalini anlatan, ortada tonlarca iddia varken bunların hiçbirine cevap veremeyen, dahası AK Parti’yle ilgili bu Külünk üzerinden başlattığı o kavgalar…, orada mesela bir pozisyon sorunu var. Onları netleştirmeyen bir Soylu var. Ama kendince muhtemelen şöyle bir kazanç görüyordur Ruşen: İktidara, taraftarlarına, kamuoyuna moral üstünlüğü sağlama çabasında. Yani iktidara şey diyordu, “Buradayım, hayır öyle hemen gitmiyorum, istifâ etmiyorum. Yani o başlattığımız” neyse, “o yolda yürüyoruz” anlamında bir mesaj verdi.

Ruşen Çakır: “Yıkılmadım ayaktayım!” yani?

Levent Gültekin: Evet, “Yıkılmadım ayaktayım!” mesajını verdi dün akşamki program.

Ruşen Çakır: Buna Fransızca şey diyorlar: “El yükselterek kaçış”. Bunu ben böyle değerlendirdim. Bunu daha önce Erdoğan için kullanmıştım. Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi onun böyle ataklarının böyle bir güç gösterisi olduğunu sanılıyor, ama halbuki güçsüzlüğünü ileriye doğru hamle ederek vs…. Mesela ne diyordu sürekli? “Ne isterseniz sorun, her sorduğunuza cevap verdim” diyordu. Öyle değil mi? Sürekli bunu söyledi; ama hiçbir…, yani arada birtakım şeylere cevap verir gibi oldu, mesela bu Silivri’deki emniyet müdürünün intiharı vs. gibi konularda kaçamadığı yerler oldu, ama birçok şeye cevap vermedi. Peki Pazar gününü bekliyorsun artık. Bu şey gibi oldu: Marquez’in kitabı Kırmızı Pazartesi’deki gibi. “Kırmızı Pazar” oldu bu. Önceden duyuruyor, yine “Pazar gününü bekle, yine mahvedeceğim!” diye tweet’ler attı. Bayağı da bir zaman var, yine çok çıtayı yükseltecek mi Sedat Peker?

Levent Gültekin: Bence yükseltmeyecek. Hatta muhtemelen yarın ki Erdoğan’ın tavrından sonra, Sedat Peker bir ayrıntı hâline gelmeye başlayacak. Çünkü Tayyip Erdoğan yarın, Bahçeli’nin bugünkü çıkışından sonra bir tavır almak zorunda kalacak. O tavır, ya Süleyman Soylu’yu destekleme, veyahut gözden çıkarma. Destekleme olsa da Sedat Peker şöyle bir durumla karşı karşıya kalacak: Ya “Bunlar anlaştılar, ben bütünüyle gidiyorum” deyip kenara çekilme ihtimali var; veyahut hamâsetle geçiştirecek. Ben çok elini yükselteceğine ihtimal vermiyorum. Çünkü işin boyutu Sedat Peker’i aşan, yavaş yavaş başka bir boyuta taşınan hâle geldiği için. Muhtemelen çıkacak, meydan okuyacak, şunu yapacak, bunu yapacak. Belki Erdoğan’a hâlâ bir mesaj verebilir. Yakınımdakilerden bahsederek, sağdan soldan bahsederek, başka bir dosya ortaya atarak bahsedebilir. Ama dediğim gibi, bence biz Pazar gününe kadar Sedat Peker’i değil belki de –bu tahmin, bir bilgim yok– bu kavgadan biraz daha su yüzüne çıkması ile beraber muhtemelen başka şeyler de konuşuyor olabiliriz. Sedat Peker teferruat haline gelmiş olabilir.

Ruşen Çakır: Yani bu Pazar gününe kadar iktidar savaşları içerisinde çok didişmeler olabilir ve dolayısıyla Peker de buna yönelik olarak yeni pozisyonlar alabilir. Ama sürekli şöyle yapıyor, biliyorsun: “Uluslararası hukuku okuyorum, çok dikkatli davranıyorum,” arada Suriye diyor yine vs. böyle bir şey havası var. Ve de dün Süleyman Soylu’nun özellikle vurguladığı, hani Türkiye’nin uyuşturucu trafiğinde önemli bir merkez olduğu imajı birçok şeyi alt üst edecek bir imaj. Onu engelleme yolunda bayağı bir çaba sarf ediyorlar. Yine gördük: Türkiye’nin dört bir yanında uyuşturucu satıcılarına operasyonlar yapmışlar. Ama yine 53 ilde yapılan operasyonda, hani kilolarca uyuşturucu kaçıranlar değil herhalde küçük satıcıları yapıyorlar. Öyle gözüküyor. 

Levent Gültekin: Yani Sedat Peker yaptığı her şey ile Erdoğan’a bir mesaj veriyor. Ben şöyle okuyorum, izleyiciler nasıl bakarlar bilmiyorum ama; mesela Erdoğan Sedat Peker’e şunu demiyor: “Şöyle konuş, böyle konuş, operasyonu çek, bunları zayıflat” değil. Sedat Peker dışlanmış olmaktan, Çakıcı’nın elle tutulur hâle gelmesiyle beraber dışlanmış olmaktan kurtulmanın yolunu, Erdoğan’ı bu kumpastan kurtarmak olarak görüyor. Kendine bir rol biçmiş şu anda. Şimdi o rolünü yerine getirirken, Erdoğan’ı kurtaran adam rolünü oynarken, ama Erdoğan’a da arada bir mesajlar vererek, “Abi, sen de bunu gör, bak burada senin için neler yapıyorum, sen de görmemezlik yapma. Hani sen de beni almazsan, sen de benim bu yaptığımı görmez de kıymet vermezsen, Suriye var, işte Binali var, öbürü var… o zaman gemilerin tamamını yakarım haberin olsun” anlamına gelebilecek bir yaklaşım içerisinde. O yüzden diyorum, Pazar gününe kadar ortaya çıkabilecek tartışmalar Sedat Peker’in tamamen hamâsete mi yöneleceği, gemileri bütünüyle yakıp Erdoğan’ı da mı, devleti de mi, yani o yapının tamamını mı hedef alacağı, yoksa “Hayır, bir dakika, evet burada bir mesafe katediyorum, bu çete yeniliyor. Erdoğan’ın galip gelme ihtimali yüksek” deyip Erdoğan’ı tamamen ayırıp bütünüyle bunlara mı yöneleceğini bence Sedat Peker de bilmiyor. Pazar gününe kadar çıkacak olaylar neticesinde karar verecek diye tahmin ediyorum.

Ruşen Çakır: Evet Levent, çok sağ ol. Yine iyi bir yayın oldu, çok teşekkürler. Sedat Peker Süleyman Soylu savaşının aslında bambaşka iktidar savaşlarının dışa yansımış yönü olduğunu ele aldık. Tekrar teşekkür ediyorum. İzleyicilerimize de çok teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.