Sedat Peker dün, uzun bir süre Deniz Baykal’ın yanında yer alıp 2018’den itibaren Erdoğan’ın kurmayları arasına giren Korkmaz Karaca hakkında yeni iddialar ortaya attı. Bu iddialar Türkiye’de siyasetin karanlık ilişkilerini ortaya çıkarmada işe yarayabilir.
Yayına hazırlayan: Gökalp Badak
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. Bugün Sedat Peker’in dün yaptığı sosyal medya paylaşımlarından hareketle, şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminde yer alan Korkmaz Karaca isimli şahıs ve bu kişiden hareketle de tabii ki AKP iktidarını, ama bir anlamıyla da Deniz Baykal’ı ve CHP’yi konuşmak istiyorum. Zira bu kişi, AKP’ye katılıp üst düzey görevler almadan önce, CHP’de ve Deniz Baykal’ın etrafında çok yoğun bir şekilde bulunmuş, birtakım görevler üstlenmiş bir kişilik. Ama buna geçmeden, önce dün İstanbul’da yaşanan Onur Yürüyüşü…, daha doğrusu Onur Yürüyüşü yasaklandı, izin verilmedi; ama buna rağmen yapmak isteyenlere karşı güvenlik güçlerinin tavrının özellikle altını çizmek istiyorum. Orada çok sayıda kişiye çok kötü muamele edildi. Gözaltına alınanlar oldu, sonra bırakıldılar. Bunlar arasında, göstericilerin dışında gösterileri kayda almak isteyen, Türkiye’nin önde gelen foto muhabirlerinden Bülent Kılıç da çok sert şekilde gözaltına alındı. Bütün bunları hepsini beraber düşündüğümüzde, Türkiye’de ülkeyi yönetenlerin yönetememelerinin bir kere daha kendini gösterdiği ve farklı olan hiçbir şeye tahammülleri olmadığı, özellikle de yaşam tarzlarına müdahale konusundaki iddialar ve kaygılar bir kere daha gözler önüne serildi — artık neredeyse her sene, son yıllarda rutinleşerek onur yürüyüşlerine izin vermemeleri ve bu konuda gösterdikleri acımasız engellemelerle kendini gösterdi. Buradan yürütülmeye çalışılan, LGBT+İ bireylere ve farklı cinsel yönelimlere karşı tahammülsüzlüğün ve bunların üzerinden siyaset üretmeye çalışmanın ne kadar acınası bir durum olduğunu bir kere daha vurgulamak istiyorum.
Şimdi de Korkmaz Karaca çıktı. Çok ilginç. Sedat Peker Türkiye’ye çok ilginç kişiler hediye ediyor. Aslında bu kişiler Türkiye’de varlar, bilenler biliyor. Bu şekilde radarımıza takılıyorlar. Ancak Sedat Peker 1-2 tweet ile, ya da videoda ettiği bir sözle, bu kişilerin üzerlerine birazcık fener tutuyor; ya da ne denebilir? Arabanın farlarını tutuyor ve bu kişiler de büyük ölçüde panikliyorlar. Beklemedikleri şeylerle karşılaşıyorlar ve ondan sonra arkasından çorap söküğü gibi o kişiler hakkında bilgiler geliyor. Ama o kişiler hakkında gelen bilgiler sadece bu kişilerin kendilerini ilgilendiren hususlar değil. Zaten bu kişiler, bu şahıslar normal şartlarda çok da önemli şahıslar değil; ama kurdukları ilişkilerle, bu ilişkiler üzerinden kotardıklarıyla ya da kotaramadıklarıyla önem arz ediyorlar ve onların eşelenmesiyle birlikte, Türkiye’deki bir gayri meşru ilişkiler ağını görüyoruz. Bu ilişkiler ağında siyasetçilerin, bürokratların, yargı mensuplarının, güvenlik mensuplarının, basın mensuplarının, iş insanlarının, kimi ararsanız herkesin bir şekilde var olduğunu görüyoruz ve bir yerde bu var oluşlarda ideolojik-politik ayrılıkların çok da fazla belirleyici olmadığını görüyoruz. Normal şartlarda birbirinden çok farklı gözüken insanların gayri meşru âlemde –yeraltı diyeceğim, ama yerin de aynı zamanda üstünde– cereyan eden olaylarda birlikte hareket edebildiklerini, ilişkilerin çok çabuk değişebildiğini bize gösteriyor.
Şimdi, Sezgin Baran Korkmaz’ı bize sunmuştu. Onun üzerinden günlerdir tartışıyoruz. Kendisi zaten Avusturya’da tutuklandı. “Amerika Birleşik Devletleri’ne mi Türkiye’ye mi iade edilecek?” vs. derken, bu arada bir dizi siyasetçi, iş insanı, gazeteci, politikacı, bürokrat, yargı mensubu, hepsinin adı ortalıkta savruldu. Hepsinin bir yerinden Sezgin Baran Korkmaz çıktı. Sezgin Baran Korkmaz 77 doğumlu. Yani şu anda 44 yaşında; ama bu işleri yapmaya başladığı zaman da 30’larındaymış; ilk ortaya çıkışı, zuhur edişi diyelim, 30’larındaymış. Kars doğumlu bir girişimci. Peker’in şimdi bize armağan ettiği yeni şahıs: Korkmaz Karaca.
Sezgin Baran Korkmaz’ın Korkmaz’ını alıyoruz, Karaca ekliyoruz. Korkmaz’dan bir yaş genç. Yani 78 doğumlu. Şu anda 43 yaşında. O da 30’lu yaşlarında, hatta 20’lerinin sonundan itibaren bir yerlerde görünmeye başlamış — sağda solda bir şekilde ilişkileriyle, fotoğraflarıyla. Onun da böyle bir dizi farklı insanla, şahsiyetle fotoğraflarını görüyoruz. O da, Karslı olmasa da baba tarafından Ardahanlı, anne tarafından Rumeli göçmeni ilginç bir şahıs.
Bir de Deniz Baykal’ın kurmayı, sağ kolu gibi tarif ediliyor. Fakat Deniz Baykal’ı tanırım, az buçuk bilirim. Etrafındakileri de az buçuk bilirim. Böyle bir isimle hiç karşılaşmamıştım. Ama tabii ben İstanbul gazetecisi olduğum için Ankara’daki meslektaşlarıma sordum. Bu işin pîri sayılabilecek isimlere, en çok da arkadaşım Hıdır Göktaş’a sordum. Bir kere, o tanınmıyordu. CHP ile ilgili meslektaşlara sordu etti. Bu kişi öyle çok bilinen birisi değilmiş. Ama öyküsüne baktığımız zaman –gazeteler de yazmış, daha doğrusu Sözcü’de ve İnternethaber sitesinde yazmış–, tabii ki yine bize Sedat Peker’in hediye ettiği Hadi ve Süleyman Özışık kardeşlerin amiral gemileri. Öyle diyelim –ki onlar da Karslı– oradan bir ilişki var. Bir de Fox TV’de de program yapmış. İş dünyası ile ilgili vs.. Bu kişinin değişik şirketlerde danışmanlık yaptığı söyleniyor. İşletme okumuş galiba; böyle yurtdışında okudu filan deniyor, ama nerede okuduğunu açıkçası ben bulamadım. Her neyse, Korkmaz Karaca’nın CHP’ye gidişinde, CHP’de etkili bir rol oynamaya başlamasında ilginç bir şekilde Kemal Kılıçdaroğlu rol oynamış. Şöyle ki, mâlûm Deniz Baykal o kasetten sonra istifa etti 10 Mayıs’ta ve 22 Mayıs’ta da CHP’de kurultay oldu, Kemal Kılıçdaroğlu aday gösterildi. Bu Baykal’ın bilgisi dahilinde olan bir şeydi.
Ve Baykal’ın önemli ismi Önder Sav’ın da onayladığı bir kongre olmuştu. İddiaya göre Önder Sav, Kemal Kılıçdaroğlu’ndan 25 kişilik bir liste istiyor. Ona ek olarak kendi isimleriyle ortak bir parti meclisi saptanıyor. Tek aday girdi biliyorsunuz. Kemal Kılıçdaroğlu 1189 oyun hepsini alarak, geçerli oyların hepsini alarak seçildi. İşte burada Kılıçdaroğlu’nun verdiği 25 kişilik listede Korkmaz Karaca da var. Nereden çıktığını bilmiyoruz, ama var. Birtakım yeni isimler vardı orada. Ve o, 1107 oyla seçiliyor. Çok iyi bir oy. Yani en çok oy alanların arasında yer aldığı bile söylenebilir. Ama orada bir çekişme yok, onu da özellikle vurgulamak lâzım. Daha sonra Kılıçdaroğlu, bu olaydan bir süre sonra 18 Aralık’ta bir olağanüstü kurultaya gitti ve parti meclisini değiştirmek istedi. Çünkü Önder Sav’ın kendisine dayattığı isimlerden kurtulmak istedi. Ve orada işte Korkmaz Karaca’nın Kılıçdaroğlu ile değil, Önder Sav ile birlikte hareket ettiğini görüyoruz. Ve bu kişi o andan itibaren Baykalcı oluyor ve kaybediyor. Kaybeden tarafta oluyor ve siyasette ortalıkta pek gözükmüyor. Ama varlığını hep bir şekilde sürdürüyor.
Nereye kadar? Uzun bir süre kendisinden siyaseten pek bir şey duymuyoruz. Ama 2018 yılında bu kişi, adını Baykal’la andıran bu kişi, 8 Ekim 2018’de Erdoğan tarafından Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi yapılıyor. Yani Türkiye’de 24 Haziran’da seçim olmuş. Erdoğan başkan seçilmiş ve kurullar oluşuyor. Cumhurbaşkanlığı Beştepe’de Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi yapıyor Korkmaz Karaca’yı. Bir bakıyoruz: Baykalcı bilinen; CHP’liliği ne kadar, ondan çok emin değilim, ama CHP’de Parti Meclisi üyeliği de yapmış bir kişi, birden Erdoğan tarafından Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi yapılıyor. Daha sonra da, mâlûm, AKP’nin Merkez Karar Yürütme Kurulu’na seçildi ve şu anda Yerel Yönetimlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı — burada başkan yardımcısı derken yanlış anlaşılmasın; AK Parti Başkan Yardımcısı değil, yerel yönetimlerden sorumlu bir başkan var, Mehmet Özhaseki olması lâzım, onun yardımcısı. Yani hatırı sayılır bir görevde yer alan bir şahıs.
Kısa bir dönemde zikzaklarla beraber gelen, ama hep birileriyle fotoğraflar çektiren birisi. Buradan hareketle bu kişinin, bir Fransızca tâbir vardır, arrivist [ikbal avcısı], yani amacına, bir hedefe varmak için her şeyi yapan kişi. Böyle bir kişi olduğu muhakkak. Ama bu olayı o kadar basitleştirmemek lâzım. Bu bir tane, kendince marifetleri olan birisinin çevirdiği birtakım numaralarla oradan oraya, oradan oraya gidip, –nasıl denir?– “hacıyatmaz” gibi her dönem bir şekilde ayakta kalmayı başarması hususu. Tamam, burası doğru olabilir; ama bunun ötesinde bir olay var. İşte burada Sedat Peker devreye giriyor ve Sedat Peker bize önce bu şahsı nasıl tanıttı? Dedi ki, “Sen” dedi, “sen şey yapmadın mı? Sezgin Baran Korkmaz’ın arabasını kullanmadın mı? O kadar parti yönetiminde vs.. “Onun aracını kullanmadın mı?” dedi. Bu kişiyi bize duyurması böyle oldu ve bekledik. Hemen bir cevap geldi: “Evet, doğru, kullandım; ama mazotunu ben aldım”. Bu, Sedat Peker’in suçladığı kişilerden açıkça “Evet, ben yaptım” diyen ender isimlerden birisi. Hatta ardından, yaptığının yanlış olduğunu da kabul etti. “Allah Allah!” dedik. Meğer arkasından gelebilecekler herhalde hesaba katılmış. Çünkü dün yaptığı açıklamada…, Deniz Baykal’la ilişkisi ve bir genç kadın, Antalya vs..
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Şimdi bu meseleleri bir kenara koyalım. Bu doğrudur, yanlıştır vs.’dir. Bu bizim, en azından benim ilgi alanıma giren meseleler değil. Fakat burada bahsettiği olaylar Sedat Peker’in bu kişiyle tanıştığını gösteriyor. Yani anladığım kadarıyla zaten ilk araba meselesinde tereddütsüz bir şekilde suçlamaları kabul edip yumuşatarak kabul etmesi, daha sonra gelebileceklerin önünü kesmek içinmiş anlaşılan. Bir kere buradan şunu görüyoruz ki bu kişi gerçekten Sedat Peker ile tanışıyor ve Sedat Peker’in iddiasına göre ondan bir şey istemiş. Önemli bir şey istemiş, ama Sedat Peker yapmadığını söylüyor. Bunları bilmiyoruz. Ama bunlar çok kolaylıkla ortaya çıkabilecek şeyler. Adı verilmeden söz edilen aileye ya da kadın vs.’den birisi çıkabilir, o isimler bir şekle sığdırılabilir ve o olay bir yerde gelişebilir. Fakat buradaki mesele o değil. Çünkü Deniz Baykal, artık sağlık koşulları yerinde olmayan, siyasî olarak da hiçbir anlamı kalmamış birisi. Tabii ki geçmişe yönelik bir anlamı var. Ama burada o zaman şu soruyu sormak gerekiyor: Niye bu olayı attı ortaya ve bu olay neden önemli? Şunu diyebilirsiniz: “Ya, Deniz Baykal’a sataşıyor. Deniz Baykal’ın zaten CHP’de etkisi yok. Hiçbir yerde etkisi yok, sembolik bir milletvekilliği var. Bir şey çıksa ne olur, çıkmasa ne olur?” diyebilirsiniz. Fakat bunun ötesinde, Sedat Peker orada başka şeyleri kurcalıyor bence ve Erdoğan’ı hedef alıyor aslında.
Yani, Korkmaz Karaca’nın Deniz Baykal’la çok yakın ilişkilerini dile getirmenin ötesinde, bu ilişkileri bir şekilde Erdoğan’a bağlamaya çalışıyor. Şimdi diyebilirsiniz ki: “Tamam, bu olabilir; ama bunun ne anlamı var?” diyebilirsiniz. Ama bakıyoruz ki bu kişi önce Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi olarak alınmış Beştepe’ye, ardından AKP’nin MKYK’sına konulmuş Erdoğan tarafından — demek ki bu kişiye bir önem atfediyor Erdoğan ve almış bunu koymuş. Şimdi bu anlamda baktığımız zaman, Deniz Baykal ile Recep Tayyip Erdoğan ilişkisinin çok ilginç bir tarihi var. Bu tarih, daha ilk başta AKP’nin kurulmasına kadar gidiyor. Meşhur bir balıkçı restoranında baş başa yemek yemeleri var. Hatta o yemek organizasyonunu, arabuluculuğunu bir gazetecinin yaptığı, hatta gazetecinin Fethullahçı olduğu söylendi, edildi. Onun ötesinde, daha sonra mâlûm, Erdoğan siyasî yasaklı, parti seçime giriyor. Birinci parti olarak tek başına iktidar oluyor. Ama Erdoğan yasaklı olduğu için milletvekili değil. O tarihteki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, onun milletvekili olmadan başbakan olmasına izin vermiyor. Yerine Abdullah Gül başbakan oluyor. Ve o arada bir Siirt milletvekilliği meselesi, olayıyla beraber, sürеciyle beraber, önce Siirt’te bir milletvekilliği açılıyor, daha sonra Erdoğan orada ara seçimle milletvekili seçilip CHP’nin desteğiyle, Deniz Baykal’ın açık desteğiyle önce milletvekili, ardından başbakan oluyor.
Bu konuda Zülfü Livaneli’nin zamanında, o tarihte benim de çalıştığım Vatan gazetesinde yazdığı, bugünlerde yeniden popüler olan bir yazı var. Orada doğrudan, içinde kendisinin de olduğu başka isimleri de sayıyor — ki çoğu Baykal’ın yakın kurmayı denebilecek kişiler. Burada Deniz Baykal’ın bu olayı nasıl anlattığını, Erdoğan’ın önündeki engellerin kaldırılmasını savunduğunu, burada Livaneli ve başkalarının da ona itiraz ettiklerinin öyküsünü okuyoruz. O öykü tekzip edilmedi. Orada tabii şöyle bir husus var: Erdoğan’ın yasağının kaldırılmasını Deniz Baykal bir demokratik tutum olarak yapmış olabilirdi ve bu anlamıyla da bunu belli bir yerden sonra tartışmak çok fazla anlamlı olmayabilirdi. Ama orada Zülfü Livaneli anlatıyor, diyor ki Deniz Baykal şunu söylemiş: “Gelsin, en fazla iki ay kalır. IMF bunlarla anlaşma yapmaz. Bunlar geldikleri gibi giderler ve biz de onların boşalttığı alanda ülkeyi toparlarız”. Ve hatta insanlarla bir anlamda bahse girmiş.
Şimdi, Deniz Baykal gibi siyaset bilimini doğrudan okulunda da okumuş, en sert dönemlerde bunları da yapmış birisinin –ki CHP tarihinde çok kritik rollerde bulunmuş, çok ustalıklı bir şekilde kongreler kazanmış, hizipler örgütlemiş birisinin– bu kadar naif bir yaklaşımla Erdoğan’ın yasaklarının kalkmasına destek vermesi… destek vermenin de ötesinde, o olmasaydı olmuyordu, o olduğu için oldu. Tayyip Erdoğan’ın bu geri dönmesi, siyâseten geri dönmesi, Baykal nedeniyle geri dönmesine çok kişi sürekli ilenir. Yani der ki: “O bizim başımıza sardı” vs.. Açıkçası burada demokratik bir tutum olarak Baykal’ın bunu yapmış olmasıyla, birtakım hesaplarla bunu yapmış olması arasında fark var. Ve benim anladığım kadarıyla birtakım hesaplarla yapmış. Ya o hesaplar tutmamış, ya da hesâbı başka türlü bir hesapmış. Ve kamuoyuyla arkadaşlarına da bunu söylememiş. Şimdi yıllar sonraya gelelim. Bu, 2002’nin, 2003’ün olayı. Yıllar sonraya gelelim: 2015. 2015 bence çok daha kritik bir olay. 2015’te ne olmuştu? Haziran seçimlerinde AKP çok ciddi bir başarısızlık, fiyasko yaşadı ve iktidarı kaybetti. Tek başına iktidarı kaybetti ve o gece CHP’liler şu açıklamayı yaptılar — ki bence hiç de haksız sayılmazlardı: “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu seçimle beraber meşruiyetini kaybetmiştir”. Erdoğan cumhurbaşkanıydı, Ahmet Davutoğlu AKP lideri ve başbakandı. Seçime o girmişti, ama esas seçime giren Erdoğan’ın kendisiydi. Ve AKP’nin yenilmesi aynı zamanda Erdoğan’ın yenilmesiydi. Sonra da CHP tarafından meşruiyetini kaybettiğini ilan edilen Erdoğan, uzun bir süre sesini çıkarmadı. Seçimi kaybettikten sonra sesini çıkarmadı.
Sonra ne oldu? 11 Haziran 2015’te, yani seçimden 4 gün sonra Erdoğan, Deniz Baykal’la Dışişleri Konutu’nda buluştu. Deniz Baykal tarihte en yaşlı Meclis üyesiydi ve Baykal’la görüştü. Bu görüşmeyi önce “Baykal istedi” diye basına sızdırdı Cumhurbaşkanlığı ekibi. Daha sonra itirazlar üzerine, çağrının Erdoğan’dan geldiği de kabul edildi. Burada, bu görüşmede ne konuştular? Bir iddiaya göre –ki bu konuda Hıdır, o haber kaynaklarıyla da görüşerek hafıza tazelemede bana çok yardımcı oldu. İddiaya göre Erdoğan diyor ki, tamam, büyük koalisyona gidecek ve bu koalisyonun da tercihen AKP ile CHP arasında olması lâzım. Zamanında CHP-Milli Selamet Partisi koalisyonunun görüşmelerini Oğuzhan Asiltürk ile Deniz Baykal yapmıştı. “Deniz Baykal bu konuda çok tecrübelidir, onun tecrübelerinden yararlanmak istiyorum” diyerek yapılan bir görüşme. Yani seçim sonuçlarını değerlendirme ve ardından koalisyon konusunda Baykal’ın fikirlerini alma. Şimdi bu, olayın görünen, yansıyan ya da yansıtılan yönü. Muhtemelen bunları da konuşmuşlardır. Fakat buradaki soru şu: Meşruiyetini kaybetmiş ve kamuoyunun karşısına çıkmakta zorlanan, ne diyeceğini tam bilemeyen bir Cumhurbaşkanı Erdoğan var; o tarihte değil, ama AKP’nin de aslında fiilî genel başkanı — o sonra kaldırıldı biliyorsunuz. Ve CHP’nin eski genel başkanı Deniz Baykal geliyor, onunla görüşerek Erdoğan ilk fotoğrafını Baykal’la beraber veriyor ve Baykal, CHP’nin “Meşruiyeti kalmamıştır” dediği Erdoğan’a bir meşruiyeti yine altın bir tabakta hediye ediyor. Ne konuştuklarının artık ondan sonra çok da fazla bir anlamı yok. Burada şu var: Teklif gelince Baykal, “Benim bunu Kemal Bey’e, Kemal Kılıçdaroğlu’na haber vermem lâzım” diyor. “Tamam” diyorlar. Arıyor Kemal Kılıçdaroğlu’nu ve Kılıçdaroğlu diyor ki: “Bari Beştepe’ye gitmeyin” diyor. O da, “Yok, gitmeyeceğiz zaten” diyor ve böyle de bir oldubitti yapıyorlar Kılıçdaroğlu’na anladığım kadarıyla ve burada –nasıl söyleyeyim?– yere düşmüş olan Erdoğan’a ayağa kalkması için uzatılan bir el idi orada Deniz Baykal’ın yaptığı. Şimdi böyle bir şeyden sonra Erdoğan ne yaptı? Ülkede sözüm ona koalisyon görüşmeleri oluyormuş gibi yapıp, o süre içerisinde ülke her türlü, Batı’da, Doğu’da, Güneydoğu’da resmen bir kan gölüne döndü; her tarafta çatışma, her tarafta terör eylemleri, intihar eylemleri vs. ile. Böyle bir ortamda ülkeyi tekrar seçime götürdü ve yine tek başına iktidara geldi. İlk yaptığı şeylerden birisi de Davutoğlu’nu tasfiye edip, her şeyi kendi eline yeniden tam anlamıyla toparlamak oldu. Bu arada Deniz Baykal ise artık yine yok hükmünde birisi oldu; bir süre sonra da zaten çok ağır bir hastalık geçirdi ve hastalıktan sonraki dönemde de ziyaretçilerinden birisi yine Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu.
Yani şunu söylemek istiyorum: Erdoğan’la Baykal’ın arasında çok ilginç bir ilişki var. Tam çözülebilmiş bir ilişki değil. İkisini de ayrı ayrı tanıyan bir gazeteciyim. İkisinin ayrı ayrı birbirleri hakkında söylediklerine de tanıklık etmiş birisiyim. İkisi de bakıldığı zaman birbirlerinin rakibi olmanın ötesinde düşmanı gibidirler. Mesela Baykal’ın seçim mitinglerinde, Erdoğan’dan başka bir şey yoktu. Hedefinde hep Erdoğan vardı. Erdoğan da Deniz Baykal’a –şimdi “Bay Kemal” demesinin birazcık, bir iki gömlek altında– saldırır, onu bir şekilde aşağılardı. Ama en kritik anlarda da birden birbirlerinin yanında olduklarını –ki genellikle Baykal’ın Erdoğan’ın yanında olduğunu, ona bir tür hayat suyu verdiğini– gördük. Buna mukabil, Erdoğan Baykal’a ne sundu bilmiyoruz; ama Erdoğan, Baykal’ın içinde yer aldığı harekete, yani CHP’ye ya da muhalefete bir şey sunmadı. Tam tersine muhalefetin alanını iyice daraltmaya çalıştı. Mesela ana muhalefet lideri saldırıya uğradığında kınamadı bile. Geçmiş olsun demedi. Gidip ziyaret etmedi. Asla bunu yapmadı. Ama Baykal’ı ziyaret etti. Burada ilginç bir olay var ve işte Sedat Peker bir kere daha bu olaya dikkatimizi çekiyor. Diyor ki: “Bu Korkmaz Karaca ilginç bir adam. Onu da şimdi kibrit kutusuna koyuyorum.” Burada Süleyman Soylu üzerinden gidiyor Korkmaz Karaca’ya; ama esas meselenin Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğunu tahmin ediyorum. Yani Sedat Peker’in deyimiyle Tayyip Abi’si olduğunu tahmin ediyorum. Sedat Peker bence bilinçli bir şekilde Türk siyasetinin görünmeyen yüzünü de, yani Türk siyasetinin yeraltını da kurcalamaya başladı; aslında başından beri bunu yapıyordu, şimdi çok daha fazla kurcalamaya başladı. Yani böyle tam olarak uzmanlığı nedir bilmediğimiz birtakım insanların bir gün orada, bir gün burada olması…
Mesela şimdi bir yazı var, eskiden kendisinin de yazdığı İnternet Haber’de bir yerde, Osman Diyadin isimli birisi yazmış. Başlık şu — yazının tarihi 25.8.2020, geçen sene: “Deniz Baykal, Cumhur İttifakı’nda”. Yani Deniz Baykal’ın destek verdiği yer Cumhur İttifakı diyor ve bunu da kime dayandırıyor? Korkmaz Karaca’ya dayandırıyor ve uzun uzun Korkmaz Karaca övgüsü var. Zaten söylüyor: “Bir ara bizim sitemizde de yazmıştı” diyor. Mesela şöyle: “Korkmaz Karaca Erdoğan’ın yanındaki Deniz Baykal misyonudur. Bugün Muharrem İnce’nin kendisinden yana tavır koyanların partiden dışlanmasına isyan edip yollara düşüşü de işte budur. Korkmaz Karaca neler yapacaktır bekleyip göreceğiz” demiş. Hatta bir öncesinde de şu var: “Diyeceğim şu ki, bugün Deniz Baykal’a sorun, Cumhur İttifakı mı Millet İttifakı mı? Bence cevabı nettir: Cumhur ittifakı.” Şimdi bunlar zorlama şeyler olabilir, eyvallah. Olur ama, burada söylediği, yani Korkmaz Karaca’nın Cumhur İttifakı’nda ya da Erdoğan’ın yanındaki Deniz Baykal misyonu olduğu gibi sözleri hiç de yabana atmamak gerekiyor. Burada bir şey var. Bir başkası, işte, Savcı Sayan yıllarca Baykal’ın hani “Öl de öleyim” şeklinde bir militanı idi.
Sürekli Baykal için ne yapıyorsa Erdoğan için onu yapıyor ve Erdoğan tarafından Ağrı’ya belediye başkanı yapıldı. Tamam, o Ağrı’da en fazla ne yapabilir? Ama burada partinin genel merkezine alınmış bir isim var. Bu isimlerin –ki ilginç, Erdoğan’ın devşirmeyi çok sevdiğini değişik örneklerden biliyoruz–, baktığımız zaman zaten şu anda Erdoğan’ın etrafında çekirdekten kendisiyle benzer geçmişe sahip olan insanların sayısının azaldığını, bunun yerine değişik yerlerde takılmış isimlerin sayısının giderek çoğaldığını görüyoruz. Bunlar önemli kritik yerlere de gelebiliyorlar. Şimdi bir gün oturup sırf o isimleri çıkartmak bile mümkün olabilir. Mesela çok sayıda bildiğim eski MHP’li var. Şimdi bazıları bakan da oldu. Bazıları partide çok önemli yerlerde bulunuyorlar. Eski HDP’li var ve buna benzer birçok isim var. İşte, şimdi Korkmaz Karaca da bunların bir örneği. Ama o kendinin ötesinde bir şeyleri simgeliyor olabilir — ki bence öyle. Bu neyi simgelediği meselesi de aslında bugünlerde eşelemeye başlayıp belki ısrarlı bir şekilde takip edersek, ilerideki dönemlerde, Türkiye’nin birazcık normalleşebildiği dönemlerde ortaya çıkarabileceğimiz bir şey olabilir. Evet, bu konuda söylenecek daha çok şey var. Notlarım da var, çok; ama bir yerde artık bitirmekte yarar var. Bugün saat 19.00’da Hakkı Özdal ile, bence Hakkı bu konulara çok hâkim olduğu için iyi bir yayın olacak. Umarım diyorum ama eminim ve burada Erdoğan’ın Kanal İstanbul’la ilgili söylediği, yabancı kredilerin geleceğiyle ilgili söylediği, “Söke söke o paraları alırlar” lâfını birçok açıdan birlikte ele alacağız. Saat 19.00’da o yayına da beklerim ve bir kez daha bağımsız ve özgür medyaya sahip çıkmanızı ve bu bağlamda Medyascope’a destek vermeyi ihmal etmemenizi de sizlerden rica ediyorum. Tekrar iyi pazarlar diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.