Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“Bana kiminle fotoğrafın olduğunu söyle sana siyasi görüşünü söyleyeyim”

Sedat Peker’in açıklamalarının ardından siyasette fotoğrafın yeri, daha doğrusu kimin kiminle birlikte fotoğraf çektirdiği, kimin hangi fotoğrafları öne çıkartıp hangilerini gizlemeye, hatta yasaklamaya çalıştığı daha fazla dikkat çekmeye başldı.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Bugün kabine toplantısı var. Kabinenin en çok merak edilen hususu bayram tatilinin birleştirilip birleştirilmeyeceği. Başka şeyler de var tabii, normalleşmeyle ilgili; ama benim en çok merak ettiğim husus, bugün Erdoğan’la Süleyman Soylu’nun birlikte fotoğraf karesi içerisine girip girmeyecekleri. Çünkü fotoğrafın başlı başına bir siyasî sembolizmi var. Yan yana fotoğraf çektirenler, çektirmeyenler… gibi, yapılabilecek çok siyasî tahlil var. Bazen bir fotoğraf size birçok şeyi söyleyebiliyor. Bazen yan yana duranların fotoğrafı, bazen de yan yana durmamaların fotoğrafı. Mesela, bir örnek vereyim: Geçen bir sosyal medyada gördüğüm bir fotoğrafı ben yeniden paylaştım. Bu fotoğrafta Cihat Yaycı –emekli amiral, istifa etti biliyorsunuz–, Cihan Ekşioğlu ve MHP’den atılan Ordu Milletvekili Cemal Enginyurt birlikte. Burada, ben paylaşırken, Cemal Enginyurt’u koymadım; çünkü, tabii ki onun bu fotoğraf karesinde olmasının bir anlamı vardır ama, esas olarak Cihan Ekşioğlu ve Cihat Yaycı… 

Neden? Çünkü Cihat Yaycı’nın en büyük iddialarından biri Mavi Vatan vs. –ki Mavi Vatan’ın esas teorisyeninin başkaları olduğunu biliyoruz–, ama esas mucidi olduğu şey, “Fetömetre” dediği bir olay. Bir algoritma geliştirmiş ve buna göre, özellikle ordudaki kişilerin Fethullahçı olup olmadığı kolaylıkla saptanabiliyormuş. Böyle bir buluşu var. Çok da fazla yorum yapmaya gerek yok. Cihan Ekşioğlu da Sedat Peker’in videolarında ya da tweet’lerinde, FETÖ borsasının kurucusu olarak ilan edilmişti. Ben de, “Tesadüf” deyip, “Fetömetrenin mucidiyle, Sedat Peker’in iddiasına göre FETÖ borsasının kurucusu aynı karede” demiştim. Epey de bir ilgi gördü; tabii ters tepkiler de geldi, kızanlar da oldu. Bunlar arasında, iktidar yanlısı bir gazetenin bir köşe yazarı –köşe yazarı, evet, yıllardır köşe yazıyor–, hemen, benim zamanında PKK yöneticisi Duran Kalkan’la yaptığım röportajın fotoğrafını koyarak, “Bu da mı tesadüf?” dedi. Hiç tesadüf değil. O zaman gazeteci olarak, çözüm sürecinde PKK’nın Türkiye’den çıkması kararını açıklamasından üç gün önce yaptığımız ve bütün Türkiye’de medyayı atlattığımız bir röportajdı. Güzel de bir röportajdı. Gazeteci herkesle fotoğraf çektirebilir, herkesle röportaj yapabilir. Ama o kişinin adını anmaya gerek yok; çünkü gerçek adını kullanmadan yıllardır köşe yazıyor. O kişinin kalkıp burada benim gazetecilik faaliyetlerimi suçlamaya çalışmasını da bir yere not etmek lâzım. Gerçekten fetömetrenin bulucusuyla, iddiaya göre FETÖ borsasının kurucusunun aynı fotoğraf karesinde olması başlı başına ilginç. 

Bir başka örnek verelim: Kemal Kılıçdaroğlu’yla Recep Tayyip Erdoğan aynı fotoğraf karesine girer mi? Biz gazetecilerin en önemli sorunlarından birisi bu; çünkü arşivde bu konuda fotoğraf bulmak çok zor. Şimdi, görüyorsunuz: Yenikapı Mitingi, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, burada bir araya geldiler: Erdoğan, Binali Yıldırım, Devlet Bahçeli, o dönemde meclis başkanı olan İsmail Kahraman. Erdoğan’ın çağrısı üzerine yapılan bir buluşmaydı bu. Burada bir araya geldiler. Arada tabii ki, böyle birtakım, Anayasa Mahkemesi’nin açılışı ya da 29 Ekim, Anıtkabir vs. gibi, ya da cenâze gibi olaylarda mecburen yan yana düştükleri olmuş olabilir; ama bu tür buluşma, Erdoğan’la Kılıçdaroğlu’nun buluşması 19 Mayıs 2019’da, görüyorsunuz, 19 Mayıs’ın 100. yılındaki buluşma. Yani, onun dışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun irâdî bir şekilde bir araya geldikleri bir fotoğraf yok. Mecburen eskilerdeki fotoğrafları kullanmak zorundayız. 

Bu tabii ki Erdoğan’ın bilinçli olarak yaptığı bir şey; çünkü kutuplaşma üzerine bina ediyor, “Bay Kemal ve CHP zihniyeti” diyor ve onunla buluşmanın, onunla herhangi bir şey konuşmanın Kılıçdaroğlu’na meşruiyet vereceğini düşünüyor ve fotoğraf karesine girmiyor. En son ne oldu? İçişleri ve Milli Savunma Bakanını bir bilgilendirme notu yolladı parti liderlerine — Kılıçdaroğlu dâhil. Kendisi bunu yapmıyor; zaten partili bir cumhurbaşkanı. Eskiden, partili cumhurbaşkanı olmadığı dönemlerde, cumhurbaşkanlarının ana muhalefet liderleriyle düzenli görüşmeleri olurdu. Artık Türkiye’de, Cumhurbaşkanı’nın ana muhalefet liderine ve ana muhalefet liderinin de partili Cumhurbaşkanı’na düzenli lâf yetiştirmeleri, kapışmaları oluyor. Ama fotoğraf göremiyoruz. Bakalım, bir sonraki Erdoğan-Kılıçdaroğlu fotoğrafı ne zaman olacak? Yani cenâze gibi ya da Anayasa Mahkemesi açılışı gibi fotoğrafları saymayacak olursak ne zaman olacak? 

Şimdi, fotoğrafın sembolizmi: Böyle daldan dala atlayarak konuşuyorum; ama akıllara Sovyetler Birliği’ni getiriyor. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin böyle bir özelliği vardır; orada, sürekli olarak birileri göze girer, gözden çıkar ve fotoğraf karelerinde birilerinin eksildiğini görürüz, silinirler. Eskiden bunlar daha zordu. Şimdi photoshop’u herkes –benim dışımda herkes diyelim– yapabiliyor. Çok kolay bir şey, fotoğraf silmek kolay. Orada, Sovyetler Birliği’nde –başkaları da yapmıştır muhakkak–, birlikte hareket eden birtakım insanların aralarında kan çıkınca, bunlardan güçlü olanın tasfiye olanı fotoğraflardan çıkarttığını görüyoruz. Şimdi ne oluyor? Böyle yapılamıyor, fotoğraf karelerinden kişiler silinemiyor; çünkü artık böyle bir dijital ortamda, o kadar büyük bir küresel arşiv var ki, siz silseniz bile orijinalleri bir yerlerde muhakkak birileri tarafından saklanmış oluyor. 

Bu nedenle de birtakım fotoğraflar unutturulmak isteniyor. En son yaşadığımız Sezgin Baran Korkmaz olayında gördük. Avusturya’da bugün ifade verecek. Hakkındaki karar ne olacak? Bugün çıkmayabilir, ama kendisi Türkiye’ye gelmek istiyor. Amerika Birleşik Devletleri ise onlara verilsin istiyor. Sezgin Baran Korkmaz’ın Cumhurbaşkanı’yla olan fotoğraflarına erişim engeli geldi; ama isteyen yine bir şekilde buluyordur. Yine aynı şekilde bir Yargıtay üyesinin Sezgin Baran Korkmaz’la olan fotoğrafına da erişim engeli geldi. Başka fotoğraflara da gelmiş olabilir; çünkü bu erişim engeli haberleri artık çok sıradanlaştı. Her önüne gelen, her türlü habere, hızlı bir şekilde medya kuruluşlarından savunma almadan erişim engeli getirebiliyor. 

Bir diğer olay da tabii ki gözden düşenlerin ânında unutulması. Şunu çok iyi hatırlıyorum: Ahmet Davutoğlu’nun AKP’nin Genel Başkanı ve Başbakan seçilmesinden sonra, fotoğraflar Erdoğan-Davutoğlu fotoğrafıydı. Sonra bir ara, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın milletvekili adayı olacağının Davutoğlu tarafından ilan edilmesiyle beraber, fotoğraflar üçlendi. Ama ardından Erdoğan Hakan Fidan’ın adaylığına itiraz edince, fotoğraflar ikiye düştü. Erdoğan sonra kolay bir şekilde bir Pelikan operasyonuyla Ahmet Davutoğlu’nu tasfiye edince, Davutoğlu görsellerde ortadan kayboldu. Artık, birçokları için bir nefret objesi oldu. Yani şöyle oluyor: Birtakım ünlüler var; o ünlülerle –iktidar sahipleri tabii ki–, belli bir güçleri olan, arkası sağlam olanlarla fotoğraf çektirmek iyi bir şey oluyor. Gidiyorsunuz –bakana, milletvekiline, mafya babasına vs.– ve kendinize diyorsunuz ki: “Bu sağlam, onunla birlikte fotoğraf çektirmekte hayır var”. Bu fotoğraf nerede işinize yarar? Kim bilir nerede. Ama, pekâlâ yarayabilir. Ama sonra, bir bakıyorsunuz ki o ünlü artık ünsüz, gözden düşmüş, üzerine çarpı atılmış. Bu sefer de fellik fellik o fotoğrafları ortadan kaldırmaya çalışıyorsunuz.

Bu konuda Sedat Peker örneği var. Sedat Peker’le de, biliyorsunuz, mâlûm, kuyruğa giriyordu insanlar. İşte, sanatçılar, sanatçıyı da tırnak içine alalım mı almayalım mı siz bilirsiniz… Oyuncuların vs.’nin Sedat Peker’le, hayırsever iş adamı Sedat Peker’le aynı kareye girmesi, İngilizce tâbirle “in”di. Daha sonra ne oldu? Sedat Peker çıkıp, Birleşik Arap Emirlikleri’nde o salvolara başlayınca, birçok insanın o fotoğraflarını sildiğini, kapattığını, unutturmaya çalıştığını gördük. Hatta bazıları, inadına fotoğraflarını yayınlayıp, tekrar yayınlayıp, dediler ki: “Ben onlar gibi değilim, onun yanındayım.” Yaptılar. Böyle, bir dönem yükselen, sonra düşen insanlar… — aslında nereye düşüyor? Çok da fazla bir yere düşmüyor olabilir, ama onun iktidarla ilişkisi kaybolduğu için artık Sedat Peker’le birlikte fotoğraf sahibi olmak çok da önemli bir olay değil. 

İlginç ve komik bir örneğimiz vardı, bizim Medyascope’ta yaşadığımız; onu bir yayında söylemiştim, bayağı da ilgi görmüştü, onu da tekrar söylemekte yarar var. Mesela Erdoğan’la gençlerin bir selfie’si var. O selfie’yi biz değişik vesilelerle tekrar tekrar yayınlıyoruz; ama sonra bir arkadaşımıza demiş ki oradan birisi: “Ya ben bıraktım AK Parti’yi artık”, galiba DEVA’da, “Ya, o fotoğrafı kullanmasın” demişler.  Biz de inadına kullanıyoruz; çünkü bugün birlikte fotoğraf çektirdiğiniz lider sizi uzaklaştırmış olabilir, ya da siz o liderden uzaklaşmış olabilirsiniz, ama fotoğraflar her zaman için bâkî. 

Bir başka örnek verecek olursak — bakıyorum notlarıma: Süleyman Soylu’nun, daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan, birtakım suçlularla fotoğrafları. Suçlu derken nedir? Haklarında uyuşturucu… mesela neydi o? Pudra çeken gençten itibaren… Daha sonra coin vurgunu yapıp ortadan kaybolan gence kadar çok sayıda insanla Süleyman Soylu’nun fotoğrafı çıktı. Şöyle bir şey var tabii: Bir siyasetçiyseniz, hele Soylu gibi popülist bir siyasetçiyseniz, sizinle fotoğraf çektirmek isteyen insanları kırmanız zordur. Tabii ki bunlardan bir sâbıka kaydı vs. isteyecek hâliniz yoktur; ama işte, sonra ne oluyor? Siyasetin böyle bir cilvesi var; o kişilerin daha sonra başlarına bir şekilde bir şey geldiği zaman, hızlı bir şekilde sosyal medya taramalarında o kişilerin sizinle fotoğrafları olduğu ortaya çıkıyor ve bundan o kişi bir zarar görmüyordur herhalde, ama daha sonra Soylu ya da bir başka siyasetçi zarar görüyor. Bu noktada geçen gün başıma gelen ilginç bir olayı anlatmak istiyorum: Bir iş insanı –artık öyle diyoruz, ama bir erkek– tanıdığımla bir yerde karşılaştık. Onun da katıldığı bir düğünde, davetli olduğu bir düğünde Süleyman Soylu galiba nikâh şahidiymiş. Ondan sonra düğün sahibi, arkadaşıma “Ya, Bakan Bey’le fotoğraf çektirmek istemiyor musun?” demiş. Bana dedi ki, “Ya, açıkçası çok tereddüt ettim.” Şimdi bu, yakın bir zamanda olduğu için olan bir şey. Diyelim ki, mayıs ayından önce –mayıs ayı neden? Sedat Peker’in videolarından– önce olsaydı, herhalde bu iş dünyasından tanıdığım kişi gayet rahat, hatta kendi talebiyle Süleyman Soylu’yla aynı kareye girmek isteyecekti; ama bu sefer, Süleyman Soylu’nun bu kadar gözden düştüğü bir zamanda açıkçası tereddüt ediyor. Ama sonra ne oldu? Soylu çağırmış insanları ve mecburen gitmişler. O fotoğrafı çektirmişler. Böyle başka insanların tereddütleri olduğunu düşünüyorum. 

Tabii bir başka fotoğraf var, başlı başına yayın yapmıştım onunla ilgili; bir başka yayında daha değindim, ama bu yayına tekrar bunu koymakta yarar var: Mâlûm, 2015 Haziranı’nda, o dönemin Aktrollerinin başı Taha Ün’ün –ki sonradan Gelecek Partisi’ne geçti– düğününde, Sedat Peker’in İHH başkanı Bülent Yıldırım’la ve Erdoğan’la birlikte fotoğrafı. O düğüne gazeteci alınmıyor; fotoğraf daha sonra servis ediliyor medyaya. Bu fotoğraf da servis edilmiş ve bu fotoğraf çok anlamlı; çünkü, öyle anlamlı ki, Sedat Peker daha sonra şöyle demiş: “Bu fotoğraftaki an, benim toplumdaki normalleşme konumum için önemli bir kırılma ânıydı, bunun farkındayım. Bu sebeple de yaşadığım sürece Cumhurbaşkanımız’a bu davranışından dolayı minnettar kalacağım.” Şimdi, bu fotoğraf gerçekten, Sedat Peker’in de vurguladığı gibi kırılma ânı ve ondan sonra da zaten Sedat Peker çok açık bir şekilde –daha önce de yapıyordu, ama daha aleni bir şekilde–, Erdoğan lehine, siyasî iktidar lehine önemli pozisyonlar aldı ve o pozisyon aldıkça önü de iyice açıldı. Sonra, o geri çekilince ve suçlamaya başlayınca, Erdoğan’ı suçlamamaya özen gösteriyor ama, Süleyman Soylu başta olmak üzere iktidardan çok kişiyi suçlamaya başlayınca, bu sefer işin rengi değişti. 

Ama ne zaman Sedat Peker’in iddialarından hareketle biz gazeteciler bir şeyler söylemeye çalışsak, iktidar yanlıları hemen onun FETÖ’cü olduğunu –ki herhalde buna kendileri de inanmıyordur–, işte bir yığın şey söylüyorlar: Mafya babası vs. vs. “Mafya babasından mı medet umuyorsunuz?” diye soruyorlar; ama biliyoruz ki biz gazetecilerin bir şeyden medet umduğumuz yok. Sadece onun söylediklerini önemsiyoruz, ciddiye alıyoruz. Araştırılması, soruşturulması ve yargının bu konuda gereğini yapması gerektiğini söylüyoruz; ama “Ondan medet umuyorsunuz” diyenlerin yakın bir zamana kadar kendisinden olabildiğince istifade ettiklerini biliyoruz ve bunu da bize aslında tek bir fotoğraf söylüyor. Siz, Ana Muhalefet liderini meşrulaştırmamak için beraber fotoğraf vermiyor olabilirsiniz, siyaseten anlaşılabilir; ama yeraltı dünyasından, hani o çok klişe lâfla, “bir suç örgütü lideri”yle fotoğraf verdiğiniz zaman, onu da meşrulaştırdığınızı biliyor olmanız lâzım. Dolayısıyla bu fotoğraf meselesini çok ciddi bir şekilde böyle düşünmekte yarar var. Tabii fotoğrafın video olarak da versiyonları var — eskiden bu kasetti, videodan ziyade kasetti, “Kaseti varmış” denirdi, şimdi videolar var. Ama biz olayı fotoğraflarla sınırlayalım. 

Evet, görüldüğü gibi daha çok örnek var; mesela yine Sedat Peker’in bizim gündemimize soktuğu Korkmaz Karaca’nın herkesle fotoğrafı var. Zamanında Woody Allen’ın Zelig adlı bir filmi vardı, oradaki gibi. Zelig’in özelliği, yanına gittiği kişilerin kimliğine bürünen birisiydi. İşte görüyorsunuz: Baykal’la Baykalcı, daha önce de Sarıgülcü’ymüş. Arada başka şeyler yaptı mı bilmiyorum. Şu anda AKP yönetiminde, yerel yönetimlerden sorumlu başkan yardımcısı. Genç yaşta çok kişiyle fotoğraf çektirme maharetine sahip. O kadar çok kişiyle fotoğrafı var ki, mesela bir tanesini, Metin Feyzioğlu’yla fotoğrafını ben sosyal medyada paylaşmıştım; o da çok ilgi görmüştü. Ama aklınıza gelebilecek, belli bir iddiası olan herkesle fotoğraf çektirmiş. Son durağı Adalet ve Kalkınma Partisi olan, ama bundan sonra ne olacağını bilmediğimiz bir kişi. İşte bu fotoğraflar bazen çok işe yarıyor; bazen tam tersine işinizi pekâlâ bozabiliyor. Evet, daha fazla uzatmayalım. 

İki not: Birisi, Boğaziçi Üniversitesi. “Altı ayda biter” demişti Melih Bulu, atanmış kayyum. Bitmedi ve hafta sonu okulu kilitledi. Eski bir Boğaziçili, her ne kadar bitirememiş olsa da bir Boğaziçili olarak, bunları gerçekten acıyla takip ediyorum, Kayyumun yaptıklarını… ama kayyumun ve onunla işbirliği yapan bir avuç kişiyi görüyoruz — ki bunlar bir yerden bir yere, kampüs içerisinde koruma ordusuyla dolaşabiliyorlar ancak; bu arada, koruma demişken, Boğaziçi Üniversitesi’nin özel korumalarının öğrencilere ve öğretim üyelerine yaptıklarının da ayrıca kaydedilmesinde yarar var. Güvenlik güçlerinin yaptıklarını zaten biliyorduk; ama özel güvenlikçilerin Boğaziçi Üniversitesi gibi bir yerde yaptıkları da gerçekten utanç verici, onu da not düşmek lâzım; ama öğrenciler, öğretim üyeleri ve mezunların bu direnişi dürdürüyor olmasını da büyük bir heyecanla takip ediyorum. Bir diğer husus da: Ömer Faruk Gergerlioğlu’nu hâlâ bırakmıyorlar, bırakmamakta da inat ediyorlar. “Çıktı çıkacak, çıktı çıkacak” diyoruz, ama hâlâ çıkmıyor. Bu da yani Türkiye’de, hukuk devleti, Anayasa Mahkemesi vs., bütün bunların nasıl bir yalandan ibaret olduğunu bize gösteriyor. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun bir an önce hak ettiği gibi özgürlüğüne kavuşmasını ve Meclis’e dönmesini diliyorum ve buradan kendisine selamlarımı iletiyorum. Evet, bugün “Transatlantik” var. Ömer ve Gönül’le birlikte, dünyada çok fazla bir olay yok ama, yine de bir şeyler konuşacağız, ona da beklerim.  Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.