Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sessizliğini bozan Sedat Peker’in ısrarla göstermek istedikleri

Cuma günü “Sedat Peker sustu mu, susturuldu mu?” diye sorduğum canlı yayından çok kısa bir süre sonra Peker sosyal medya hesabından cumartesi günü önemli açıklamalar yapacağını duyurdu ve gerçekten bir gün sonra merkezinde Prof. Burhan Kuzu’nun. olduğu, birçok kişi ve kurum hakkında iddiaların bulunduğu 50 tweet attı. Peker neleri göstermek istiyor ve biz bunları görebiliyor muyuz?

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

 Merhaba, iyi günler. İyi haftalar. Cuma günü bir yayın yaptım, izleyenleriniz olmuştur; “Sedat Peker Sustu mu Susturuldu mu?” diye ve ilginçtir ben yayını yaptıktan 15-20 dakika sonra, Sedat Peker sosyal medyadan, Twitter’dan, cumartesi günü önemli açıklamalar yapacağını duyuran bir tweet zinciri yaptı ve cumartesi günü de 50 tweet’lik bir zincir yaptı. Burada çok şeyi anlattı; ama merkezinde Prof. Burhan Kuzu vardı. Burhan Kuzu, biliyorsunuz, 1 Kasım 2020’de koronavirüs nedeniyle İstanbul’da hayatını kaybeden AK Parti milletvekili ve Cumhurbaşkanı’nın başdanışmanı. Israrla, hep hatırlattığı gibi bize, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen bu ucûbe sistemin diyelim, mimarı. Evet, cumartesi günü bu tweet’leri attıktan sonra ne oldu? Bu tweet’leri neden attı? Burada neler söyledi? Bunların nasıl yansıması oldu? Bunları birazcık ele almak istiyorum. 

Normal şartlarda şöyle bir rutinimiz vardı biliyorsunuz: Sedat Peker video yapıyordu, hafta sonu sabah erkenden videoyu Youtube’a yüklüyordu ve biz de, ben şahsen, bütün hepsini izleyip notlarımı alarak öğleden sonra bu videoları yorumluyordum. Videolar çok çok büyük ilgi görüyordu, milyonlarca kişi tarafından izleniyordu. Benim ve başka gazetecilerin yaptığı değerlendirmelerin de belli bir ilgi gördüğünü biliyoruz. Ama bu sefer, iş videodan çıktığı andan itibaren –ki Sedat Peker bunu, bulunduğu ülkede, Birleşik Arap Emirlikleri’nde istihbarat birimlerinin kendisine bir tür dayattığını söyledi, gelen tehditler nedeniyle video yapamayacağını söyledi–, belli ki içi içini yediği için de sosyal medya üzerinden bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Bu arada bir de, kendisinin, ailesinin ve yanında çalışanların büyük bir kısmını etkisi altına alan koronavirüs olayı da yaşadı. Belli ki şimdi biraz toparlamış, cumartesi günü bunu yaptı. 

Şimdi buradan ne çıktı? Pek bir şey çıkmadı. Bunun çıkmamasının birçok nedeni var. Öncelikle şunu söylemek lâzım tabii ki: Buradaki esas aktör, bu 50 tweet’teki en çok gündeme getirilen kişi, Burhan Kuzu artık yaşamıyor. Bu başlı başına bir şey; ama burada dile getirilen bir yığın olay var, Sedat Peker’in gündeme getirdiği bir yığın kurum var. Mesela ne diyor: OYAK, Ziraat Bankası, başlına başına çok önemli bir husus olan Adli Tıp Kurumu, Yargı. Mesela diyor ki: Bolu Başsavcısı vs.. Bir yığın şeyden bahsediyor ve Kuzu’nun telefon görüşmelerini bilhassa Cumhurbaşkanlığı’nın santrali üzerinden yaptığını iddia ediyor vs.. Burada çok sayıda kişiye yönelik iddialar var ve hiç kimseden de bu iddiaları yalanlama ya da doğrulama –doğrulama tabii ki olmaz da–, yalanlama yönünde bir girişim olmadı. Şöyle bir husus düşünülüyor herhalde: Nasıl olsa bundan önce neler neler söyledi, hiçbir şey çıkmadı, çok da tepki vermemek lâzım; tepki verenler, yalanlamaya çalışanlar genelde başarısız oldular — başta Süleyman Soylu olmak üzere.  Yalanlamaya çalışmanın bir yararı olmadığı gibi, ekstradan zararı da olabiliyor, diyerek, insanlar bu konuda sessiz kalıyorlar, sessiz kalmayı tercih ediyorlar; nasıl olsa unutulur diyorlar ve bir şekilde de unutuluyor. 

Tıpkı daha birkaç ay önceki videoda dile getirdiği iddiaların büyük bir kısmını unuttuğumuz gibi, peşinden gidilmediği gibi… Peşine kim gidecek? Tabii ki ülkenin kurumları gidecek; ama işte, Sedat Peker’in bize gösterdiği husus şu: Ülkenin kurumları hiçbir şekilde bu olayların üzerine gitmiyor; hatta ülkenin kurumları bu olayların parçası olmuş durumda. Üzerine yargı gidecek; ama çok sayıda, yargının müdahil olduğu, doğrudan bu suçlara, örtbas etmelere vs.’ye müdahil olduğu yolunda iddialar var. Yıllar önce bir olay olduğunda, dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun şöyle bir cümle etmişti yanlış hatırlamıyorsam: “Hırsız içerideyse kapıyı kilitlemenin ne anlamı var?” Burada da benzer bir şekilde, “Kimi kime şikâyet ediyorsun?” gibi bir hususla karşı karşıyayız ve Sedat Peker bize özellikle bunu göstermeye çalışıyor. 

Bir diğer husus, burada dile getirdiği konular bayağı ayrıntılı konular ve belli anlamlarda uzmanlık gerektiren konular. Kendisinin referans verdiği iki gazeteci var: Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz. Onlar, bunun bir şekilde devamını  getirmeye çalıştılar, bir de tabii ki bu konuda ve özellikle İran asıllı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti hakkında çalışması olan gazeteci arkadaşımız Timur Soykan. Onlar bir şekilde bunu eşelemeye, daha da geliştirmeye çalışıyorlar; fakat şunu biliyoruz ki bir yerden sonra, her ne kadar Sedat Peker, sürekli, “Hadi gazeteciler! Bir şey yapın, bir şey yapın!” dese de, bu olay gazetecilerin bir şey yapmasının ötesinde, devletin, devletin kurumlarının bir şey yapmasını gerektiriyor. Normal şartlarda burada dile getirilen her şeyin, daha önce videolarda olduğu gibi, birer suç unsuru, suç duyurusu olarak kabul edilmesi gerekiyor. Hanefi Avcı ile yaptığımız bir yayında, bunun özellikle altını çizmişti; “Bunların hepsi birer suç duyurusudur ve savcıların hiçbir talimat beklemeden buradaki iddialar hakkında soruşturma açmaları gerekiyor” demişti; ama bu konuda açılmış bir soruşturma vs., ciddiye alınır bir şey yok. 

Şimdi, yazdığı 50 tweet’te, olayın içerisinde çok sayıda vaka var. Bir kere, uyuşturucu kaçakçısı var, cinayet var: Onun kızını öldürüyorlar; o, kızını öldürdüğünü düşündüğü kişileri öldürtüyor — iddialar böyle. O çıkıyor, bu çıkıyor, herkes çıkıyor, düşmanlar dost oluyor, dostlar düşman oluyor ve ortada çok büyük paralar dönüyor, usûlsüzlükler dönüyor, kayırmacalar dönüyor, bankalardan kredi alınıyor, devletin birtakım önemli kurumlarındaki işler çok kolay bir şekilde hallediliyor, Adlî Tıp’tan istenen rapor istendiği şekliyle çıkarılıyor vs.. Ve burada bakıyoruz ki, dile getirdiği bir aktör var: Burhan Kuzu. Burhan Kuzu’yu şahsen yıllar öncesinden tanırım, daha AK Parti’ye girişi öncesinden tanırım. Değişik birisiydi, nev’i şahsına münhasır birisiydi ve hızlı bir şekilde yükseldi AKP’yle birlikte; ama daha önce yatırımını Fethullahçılar’a yapmıştı biliyorsunuz; daha sonra AKP içerisinde yükseldi, ama bir türlü bakan olamadı. Fakat yine de birtakım yerler kendisine sunuldu; Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlığı gibi. 

Şimdi, bu olaya baktığımız zaman şunu görüyoruz: İddialara göre Burhan Kuzu, devletin hemen hemen her yerinde bir şeyler yapıyor, yapabiliyor; oraya bizzat konuşuyor, orada birilerini arıyor. Normal şartlarda Başkanlık Sistemi –ki Burhan Kuzu bunun mimarının kendisi olduğunu söylüyor–, bu Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ya da Türk Tipi Başkanlık Sistemi’nde ne vardı? Her şey Erdoğan’da toplanıyor, Erdoğan her şeye hâkim, her şeyi yönetiyor, her şeyi biliyor, her şeyi takip ediyor. Normalde Erdoğan’ı takip edenler, tanıyanlar bilir; daha ilk siyasete ilk girdiği andan itibaren, her türlü detayla çok yakından ilgilenen bir siyasetçidir. Başbakanlığı döneminde öyleydi, herhalde Cumhurbaşkanlığı döneminde de öyledir. Devletin önemli kadrolarının il il kimler olduğunu vs. bilecek kadar, bunların hepsiyle ilgilenen birisidir. 

Başkanlık Sistemi olunca ne oluyor? Erdoğan her şeyi merkeze alıyor ve ondan habersiz kuş bile uçmuyor ve dolayısıyla da Başkanlık Sistemi’nin en büyük iddiası ne? Bürokrasi azalacak ve bürokrasideki bir yığın sorun da hallolacak. Özellikle ne hallolacak? Bürokrasi deyince ilk akla gelen: kayırmacılık, usûlsüzlük, yolsuzluk, yozlaşma… Ama bir bakıyoruz burada Burhan Kuzu gibi bu sistemdeki yeri en üstte olmayan birisi bile birçok şeyi yapabiliyor. Yani şunu söylemeye çalışıyorum: Burhan Kuzu gibi birisine, iddialara göre, oraya buraya müdâhil olma imkânını sağlayan sistem, ondan çok daha etkili olan kişilere ne tür imkânlar sunmuştur kim bilir, ya da sunabilmektedir. Kimseyi zan altında bırakmayalım; ama bunun bize gösterdiği, Sedat Peker’in özellikle bize gösterdiği husus bu. 

Diyor ki: “Bakın, Burhan Kuzu bunları yaptı.” Tabii Kuzu yaşamadığı için kendini savunma imkânı yok; ama olayın bütün aktörleri ortada, onlara sorulabilir. Burhan Kuzu bunları yapabiliyor ve anlatılan olaylara baktığımız zaman, kimi zaman şantaja da maruz kalıyor. Mesela bir yerde, birisini kendine danışman alıyor; bir programda tanıştığı birisini kendine danışman alıyor –Sedat Peker’in iddiasına göre–; o kişi diyor ki: “Hocam, Oda TV sizin hakkınızda birtakım şeyler yapacak, ben bu işi halledeyim” diyor. Sonra bakıyor ki, o iş çetrefilleşiyor, onun üzerine Burhan Kuzu başka birilerini bulup o kişiyi etkisiz hâle getiriyor; ama bu sefer de o bulduğu kişiler ondan ricada bulunuyor falan… karman çorman işler ve tabii ki, Sedat Peker bizzat olayın içinde olduğunu anlatıyor; bizzat kendisinin görüştüğünü, kendisinden birtakım taleplerde bulunulduğunu anlatıyor — ki bu da bize şunu gösteriyor? Sedat Peker ne? Organize suç örgütü lideri. 

Sonuçta bu tür işlerin, devlet içerisindeki işlerin –ki daha önceki videolarda bunun örneklerini de sık sık vermişti– bu işlerin bir ayağında, kaba tabiriyle mafyanın bulunduğunu da bize gösteriyor Sedat Peker. Normal şartlarda ne alâkası var? Niye bir siyasetçinin, bir Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’nın Sedat Peker’le ne işi olur? Ama bir uyuşturucu kaçakçısıyla bir işi olunca, dolayısıyla başkasıyla da oluyor; Sedat Peker’le de oluyor ve burada tekrar şu husus karşımıza çıkıyor: Sedat Peker’in daha önceki videolarında biliyorsunuz, kabaca iki şey vardı. 1) Bizzat yaşadıklarını anlatıyordu ya da kardeşinin yaşadıklarını –Kıbrıs’taki cinayet olayında olduğu gibi, suikast olayında olduğu gibi–, ya da kendisinin bizzat yaşadığı olayları anlatıyordu; bunlar çok daha inandırıcı oluyordu, çünkü tanık kendisiydi, ama bir de duyduklarını anlatıyordu: İkinci elden, üçüncü elden duyduklarını anlatıyordu. Onlara da bir önem atfediyorduk, ama bunlar kadar atfetmiyorduk. 

Şimdi burada, bizzat Sedat Peker diyor ki: Ben Burhan Hoca’yla görüştüm vs.. Ve bu da artık çok net bir şekilde bize gösteriyor ki, bu yeraltı dünyası şu anda sistemin her yerinde; sistemin görünen ve görünmeyen işlerinde. Sedat Peker’in daha önceki olaylarını, anlattığı olayları düşünün: Cumhurbaşkanı’na hakaret eden eski milletvekilini dövdürttüğünü söylüyor; kardeşinin bilmem ne yaptığını söylüyor; Hürriyet gazetesinin basılması, daha doğrusu Doğan Grubu’nun basılmasını bizzat talep üzerine örgütlediğini söylüyor vs… Bir yığın olay anlattı ve bunların hepsinde gördük ki, bu yeraltı dünyası, bu Sedat Peker yönü; bunun yeraltı dünyasının diğer isimleri yönü de muhakkak vardır. Bize bunu göstermeye çalışıyor. Aslında gözümüze sokuyor; görüyoruz ama pek bir şey değişmiyor. 

Bir diğer husus –bence çok önemli, ama çok konuşulmadı– o da bir iki yerde para işlerinde, yani kara para, İran’dan kaçırılan para, birtakım İran yöneticilerinin akrabalarının Mersin’e, limana gelen paraları vs. ve burada Sedat Peker’in, yanılmıyorsam iki ayrı kez, “Bu işlere bulaşmayın, bulaşmayalım, ben bulaşmam, siz de bulaşmayın; çünkü Amerikan Hazinesi bu olayları çok yakında takip eder” diye ısrarla vurgulamış olmasını da bir not olarak düşmekte yarar var. Hatırlanacaktır, ilk videolarından birisinde, arkadaki tahtada, beyaz tahtada bir İran vardı; “Nedir bu İran?” dedik. Çok da fazla İran videosu pek gündeme gelmedi. Aslında, onun ucunu bu son tweet’lerinde bize göstermiş oldu. Aslında bize gösterdiği, bir ülkenin nasıl çöktüğü, kurumlarının nasıl çöktüğü, azalsın denilen yolsuzluğu vs.’yi, kayırmacılığı şunu bunu azaltacağı iddiasıyla Türkiye’ye dayatılan bir sistemin, bunu nasıl daha da çoğaltıp kolaylaştırdığını… Tekrar söylüyorum, Burhan Kuzu’yu tanıyan birisi olarak, tanıyanlar da bilir, onun durumundaki birisi bu kadar işler yapabiliyorsa –iddialar böyle, ki Zindaşti olayı artık iyice alenileşti–,bu işlere ondan daha yatkın isimler kim bilir neler yapabiliyordur, yapıyordur, yapmıştır, yapacaktır? Bunların hepsi birer alarm. Ama ne oluyor? Anlatılan anlatılanda kalıyor; bir iki tane soruşturma, Zindaşti olayında bir şeyler birazcık gelişir gibi oldu; ama Burhan Kuzu’nun vefatıyla beraber o olay bir şekilde kenara kalkmış gibiydi. Fakat uluslararası çapta bir uyuşturucu baronunun Türkiye’de az kalsın vatandaşlık almak üzere olduğunu düşünün… Bunun, nasıl bir –nasıl söyleyeyim?– skandal diyeyim en basit tâbiriyle, olabileceğini düşünebilirsiniz. Ya! Bunu insanlar düşünebildiler, düşünebilmişler: Bir uyuşturucu baronunu vatandaş yapmak. 

Geçmişte kalan, ne zamandır konuşulmayan bir Reza Zarrab olayımız var zaten; o apayrı bir olay. Onun üzerine kamuoyu bayağı bir gitti; olay Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştiği için ve oranın medyası da bu olayı çok ciddi bir şekilde ele aldığı için bayağı bir konuştuk; ama sonra, onun ortadan kaybolmasıyla, işbirliği yapmasıyla beraber olay gergin bir yerde tıkandı. Ama her an yeniden bu Halkbank davasıyla beraber, burada yeni şeyler de gelebilir. Sırf İran meselesinin bile, İran’la ilgili ambargonun delinmesi, uyuşturucu trafiği vs. gibi olaylar –Zindaşti olayında olduğu gibi–, sırf İran meselesinin bile başlı başına ne kadar Türkiye ile ilgili önemli hususlar içerdiğinin işaretleri bunlar. Daha önceki videolarında Suriye ile ilgili çok şey anlatmıştı, onlar da bir yere gelip takıldı kaldı. Yani, Türkiye’nin neresine gidilse… neresine? Mesela Azerbaycan’la ilgili de bir şeyler söylemişti biliyorsunuz, hep bir yerinden, Türkiye’de bütün konularda, dış politika konularında, iç politika konularında, hemen hemen her alanda bir yozlaşma, yolsuzluk ve bunun içerisinde siyasetçi, iş insanı, şu, bu, mafyacı vs.’nin girmiş olduğunu birinci elden anlatmaya devam ediyor.

Perşembe günkü yayınımı izleyenler bilir, “Sustu mu, susturuldu mu?” sorusuna verdiğim cevapta, “Sustuğunu sanmıyorum, ama bir mola vermekte olduğunu düşünüyorum” demiştim. Tabii ki videolar apayrı bir şey; ama bu hâliyle bile, bu sosyal medya paylaşımları bile, Sedat Peker’in pek kolay kolay susacağını göstermiyor. Tabii ki videolardaki hâli, oradaki teatral yön vs., daha canlı hususlar apayrıydı. Bakalım devam edecek mi? Sanki devam edecekmiş gibi geliyor; ama şunu özellikle vurgulamak gerekiyor ki “Devam ediyor da ne oluyor?” sorusu önümüzde duruyor. Bu anlattıkları ne oldu? En azından şu oluyor: Türkiye’de normalleşme olursa, eğer Türkiye gerçekten tekrar bir hukuk devletine doğru evrilirse, bütün bu bilgilerin hepsi bir şekilde bağımsız, tarafsız yargı tarafından herhalde değerlendirilecek, sonuçlandırılacak; tanıklarıyla, zanlılarıyla konuşularak, neyin doğru, neyin yanlış, neyin abartılı olduğu ortaya çıkarılacak. Şu hâliyle baktığımızda, Sedat Peker’in söyledikleriyle kalıyoruz; ama bunun hep böyle süreceğini açıkçası sanmıyorum, temenni de etmiyorum.

Bugün, Levent Gültekin’le saat 17.00’de bir yayınımız var. Orada, son orman yangınları, Afganistan’dan gelenler –artık o kavram, göçmen, mülteci, sığınmacı çok karışık, öyle diyelim, Afganlar diyelim– olayı, ama en önemlisi de muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı meselesinin ne olacağı konusunu –biliyorsunuz Kemal Kılıçdaroğlu ne dedi? Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu için, “Onlar başkanlığı sürdürsünler” diyerek onların önüne set çekti, muhtemelen kendisi aday olmayı ciddi bir şekilde düşünüyor–… işte bunları, bugün saat 17.00’de Levent Gültekin’le konuşacağız, oraya da beklerim ve bir kez daha bağımsız ve özgür gazeteciliğe sahip çıkmanızı, bu Sedat Peker olayının, Sedat Peker’in anlattıklarının bir kere daha bize hatırlattığı gibi, Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan husus: Bağımsız ve özgür gazetecilik, özgür medya. Buna, hepinizin vatandaşlar olarak sahip çıkması gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.