Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Aşı karşıtları mitinginin gündeme getirdiği sorular

Cumartesi günü İstanbul Maltepe’de, başta aşı olmak üzere salgınla mücadele uygulamalarına karşı çıkanlar bir miting düzenledi. Her ne kadar çok geniş yankı uyandırmadıysa da bu miting, kimisi sorulmak istenmeyen bir dizi soruyu da beraberinde getirdi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Cumartesi günü İstanbul’da, Maltepe’de bir miting düzenlendi. Kısaca aşı karşıtlarının mitingi deniyordu; ancak sadece aşıya değil bu salgın sürecinde gündeme gelen birçok şeye de karşı olduklarını gördük. Çok büyük olmayan bir kalabalık – herhalde çok daha fazlasını bekliyorlardı ama– yaklaşık üç bin kişi civarında olduğu söyleniyor ve bu çok da fazla yankı bulmadı. Yankı bulmamasının en önemli nedeni, bence bu konu çok hassas bir konu olduğu için insanlar buna girmekte bayağı bir zorlanıyor, özellikle medya; biz de böyle yapıyoruz Medyascope olarak, şahsen ben de yapıyorum. Çok gerekmedikçe fazla gündeme taşımak istemediğimiz bir şey. Aşı karşıtlığı diye özetlenen, ama aslında salgınla mücadele konusunda gündeme gelen yöntemlerin kimilerine ya da bütününe birden karşı çıkan bir hareket var. Organize bir hareket olduğu söylenemez, organize olmaya çalıştığı muhakkak. Olup olmayacağı da bayağı tartışmalı bir husus. 

Şimdi, birtakım sorular geliyor akla; mesela, öncelikle: “Kim bunlar?” sorusu. Aslında birbirinden farklı insanlar. Hatırlıyorum, bundan epey bir zaman önce, salgının en kritik zamanlarından birinde, eşimle beraber asansöre binerken, iş insanı görünümlü bir adam bizimle beraber asansöre maskesiz bir şekilde binmek istemişti; halbuki asansörün girişinde de, kapısında da maskesiz girmenin yasak olduğu yazıyordu; ben de kendisine maskesiz giremeyeceğini söyledim ve muhtemelen, genellikle öyle oluyor maskeleri bir yerde oluyorü ama bir şekilde takmıyorlar, unutuyorlar vs. ama bu kişi tam tersine çok net bir şekilde; “Siz bunlara nasıl inanıyorsunuz, çocuklarınıza nasıl bir dünya bırakacağınızın farkında mısınız?” şeklinde bir çıkış yaptı ve sonra asansöre binmedi. O kişi, çok kabaca söylenecek olursa, “maske, aşı, mesafe” olaylarına inanmıyordu. Genellikle çok küçümseniyor bunlar; ama aslında böyle değil. Toplumun farklı kesimlerinden, farklı siyasî görüşlerden, farklı mesleklerden insanlar var. Hepsinin bu tür şeylere karşı çıkmak için ayrı ayrı, kendince haklı nedenleri var. 

Bir diğer soru: “Bu Türkiye’ye özgü bir şey mi?” Hayır, değil. Hatta aslında Türkiye’nin dünyadaki bu tür karşı çıkışların gerisinde kaldığı bile söylenebilir; çünkü özellikle Batı’da, Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da bu konuda çok ciddi örgütlenmeler var. Çok daha aktifler; hatta yer yer çatışmalı geçen protestolar yaşanıyor ve burada da yine tek bir kalıba sokulamayacak insanlar var; bazıları dinî argümanlarla, bazıları siyasî argümanlarla bunu yapıyorlar, bu çıkışı yapıyorlar. Çıkış sadece aşıya karşı değil; ama aşı en fazla karşı çıkılan, en net karşı çıkılan husus ve mesela şöyle bir olay olmuştu: Trump yanlıları çok ciddi bir şekilde aşı konusunda tutucular, karşılar ve Trump geçenlerde yaptığı bir mitingde insanlara aşı tavsiye edince bayağı bir yuhalanmıştı, öyle de bir olay olmuştu. Kendi kazdığı kuyuya düştüğünü söyleyebiliriz. Tabii olayın bir diğer önemli boyutu, işin içerisinde çok ciddi komplo teorilerinin olması. Bu komplo teorileri genellikle küresel oluyor, yani bir tek o ülkenin içerisinde üretilen bir komplo teorisi değil, genellikle küresel oluyor; bu İlluminati’ye kadar giden, birçok yere giden, tekelci kapitalistlerin para kazanma hırsından, Çin’in yaptığı söylenen birtakım şeylere kadar bayağı bir boyutlu, birbirinden farklı, kimi zaman iç içe geçmiş komplo teorileri var. Bunları uzun uzun ele almanın çok fazla gereği yok. Dünyanın değişik yerlerinde üretilen komplo teorilerinin bu kadar hızlı yayılması aslında şaşırtıcı değil. Sosyal medyanın bu kadar güçlü olmadığı zamanlarda da komplo teorilerinin, mesela özellikle anti-Semitizmin, Yahudi aleyhtarlarının komplo teorilerinin nasıl yayıldığı biliniyor. Vakti zamanında çok meraklıydım bu komplo teorilerine; savunmak anlamında değil de, takip etmek anlamında. Uzun bir süre, merkezi daha çok Amerika Birleşik Devletleri olan farklı farklı komplo teorileriyle ilgili internette bayağı bir dolaşır, notlar alırdım; ama bir yerden sonra bıktım, çünkü hakikaten uğraşılacak gibi değil, dökümü yapılabilecek gibi değil; birbirinden farklı komplo teorileri var — ki bunları Cumartesi günü mitingde gördük. 

“Kimler karşı çıkıyor?”un bir ayağı da, “Kimler başı çekiyor?” gibi bir şey söylenebilir. Demin söylediğim gibi, bazı yerlerde siyasî olarak karşı çıkanlar var. Mesela zamanında Türkiye’de daha koronavirüs yokken, aşı karşıtlığını pazarlayarak bayağı bir kitap satan bir Soner Yalçın örneğimiz var. Bu sefer aşı karşıtlığında aynı şekilde gaza basarak gidiyor mu? Açıkçası çok bilmiyorum, fakat zamanında, daha ortada bunlar yokken insanların kafasını bu konuda, aşı konusunda ciddi bir şekilde karıştırmıştı. Zaten aşı meselesi koronavirüsten önce de çok ciddi bir şekilde tartışılan bir meseleydi. Özellikle okul çağındaki çocuklara aşı yaptırıp yaptırmama konusunda Batı’da çok ciddi tartışmalar yaşandı, olaylar mahkemeye gitti, hatta yer yer küçük çaplı çatışmalar bile olmuştu. Türkiye’ye de bu bir şekilde taşındı ve buradan bayağı da bir ekmek yediler, onu biliyoruz. Mesela siyasî olarak bunu çok sahiplenen siyasetçi yok. Bir istisnâ Türkiye’de belki Yeniden Refah Partisi’nin Genel Başkanı Fatih Erbakan. O sürekli bir şeyler söylüyor; mesela en son, “Üç kulaklı, beş gözlü yaratıklar doğmasına yol açabilirsiniz” diyor aşılarla ilgili. Bu argümanları dillendirmenin çok anlamlı olduğu kanısında değilim, zaten kendisinin de çok fazla ilgi gördüğü söylenemez. Bu tür olayları köpürterek belli bir ilgi yaratmak isteyebilirler. 

Zaten burada işin rengi değişiyor, şöyle bir soru soralım mesela: Bu miting yasaklanmalı mıydı? Aşı karşıtlarının ya da genel olarak aşı karşıtı dediğimiz kişilerin düzenlediği bu mitingin yasaklanıp yasaklanmaması üzerine çok insan konuştu. Bu gerçekten çok alengirli bir konu, hukuk felsefesiyle doğrudan ilgili bir konu, temel hak ve özgürlüklerle doğrudan ilgili bir konu ve dünyanın bunu benzer olaylarda da zamanında değişik yerlerde değişik olaylarda, “Sonuçta insan haklarına, özgürlüklere karşı çıkanların özgürlükleri engellenebilir mi?” gibi bir soru var. Burada da: “Kamu sağlığını doğrudan ilgilendiren bir konuda, kamu sağlığını tehdit ettiği ileri sürülen birtakım görüşler özgürce ifade edilebilir mi?” Gerçekten çetin bir soru. Ben, açıkçası bunun yasaklanmaması gerektiği kanısındayım. Doğru olanı budur; fakat yasaklanmamasının dışında bir de şu var ama: Bunlara karşı çıkmamanın da yasaklanmaması gerekir. Bunu birazdan medya kısmında ayrıca ele almayı düşünüyorum. Tabii şu oldu, insanlar dediler ki: “Bu muhalif bir eylem olsaydı devlet bunu yasaklardı”. Gerçekten öyle olurdu. Çok sayıda faaliyetin, mesela LGBT-İ’lerin eylemlerinin, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerinin –bunlar çoğaltılabilir– kamu sağlığı gerekçesiyle yasaklandığını biliyoruz ve yapmaya çalışanlara da çok ciddi polis saldırısı ve gözaltılar olduğunu, davalar açıldığını biliyoruz. 

Burada yasaklanmadı; peki neden yasaklanmadı? Esas olarak bence, buradaki sorun şu: Bunun bir toplumsal karşılığı var; yani baktığımız zaman rakamlara, bir dönem aşı bulunmuyordu, insanlar aşı olabilmek için torpil yapmaya çalışıyorlardı, şimdi devlet insanların belli bir kısmını aşıya ikna edemiyor, hâlâ çok ciddi bir sayıda insan aşı hakkı olmasına rağmen aşı olmaya gitmiyor. Dolayısıyla ülkeyi yönetenler çok ciddi bir şekilde önlerine herhalde bunu koyuyorlar ve bakıyorlar, bu tür yasaklamalar ve tabii ki bir diğer husus da aşıyı dayatmak. Yani, aşı olmayanlara getirilen kısıtlamaları daha da artırmak ve sertleştirmek. Bazı hususlarda Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda çok ciddi bir tartışma var ve Biden yönetimi çok aktif bir şekilde birtakım kararlar alıyor; mesela belli bir sayının üstünde insan çalıştıran işyerlerinde çalışanların aşı olma zorunluluğunu getirdiler; bunun sayısı artıyor, şimdi uçağa yolcu olarak binmekte aşı zorunluluğu tartışması var, bunu yapmayı düşünüyorlar. Türkiye’de bu tür şeyler pek yapılmıyor, yapılacağa da benzemiyor ve buradaki temel meselenin de esas olarak insanları, seçmeni ürkütmemek olduğu kanısındayım. Zaten bütün bu süreçte, salgınla mücadele sürecinde, normal şartlarda her şeyde çok sert çıkışlar yapan, çağırılar yapan bir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, aşı konusunda hiç de bu kadar net, sert çıkışlar yaptığını görmedik, ilginçtir. Sağlık Bakanı’nın yaptığı açıklamalar da çok dolaylı, yumuşak, ortaya edilmiş lâflar; yoruma muhtaç lâflar, yani açık açık, mesela bir Türk Tabipleri Birliği’nin, birtakım bilim insanlarının aşı olmayanlara yönelik açık, net çağrılarının çok uzağında bir tutum izliyor devlet. 

Tabii burada işin bir başka ayağına bakıyoruz: Muhalefetin bu konudaki tutumu nedir? Muhalefetin de salgın sürecinde izledikleri politikanın bir strateji olduğunu açıkçası ben sanmıyorum. İktidarın o kadar çok eleştirilecek yönü vardı; önce aşı tedarikinde, sonra aşıyı herkese yapamamakta. Mesela başlı başına, Sinovac denen, benim de iki kere olduğum o aşının ne işe yaradığı sorusu başlı başına ortada; bütün bunların üzerinden çok ciddi bir mücadele yürütülebilecekken, eleştiri yöneltilebilecekken çok fazla ses çıkartılmıyor, bu da çok anlamsız bir şey. 

Aşı konusu ya da salgınla mücadele konusundaki îtirazlara karşı ne yapmak gerekiyor? Burada, ilginç bir son bir olay var; Hürriyet gazetesi pazar günü manşetten bu olayı vermiş, bayağı geniş vermiş mitingi, başlıklar şöyle: “Bill Gates bize çip takma”, “Bill Gates bize çip takma eylemi”, “Ölürüz de robot olmayız” diye bir başka başlık vs. ve medya ombudsmanı Faruk Bildirici de bunu eleştiren bir yazı yazmış, ardından Ahmet Hakan ona cevap verdi, bunlara ayrıca kendiniz bakabilirsiniz. Burada şöyle bir soru var, diyor ki Hürriyet yönetimi: “Biz bunlarla dalga geçtik.” Yani bunu geniş verdik, ama dalga geçtik. Burada mesele işte bu dengeyi tutturup tutturamamak meselesi. Bir gazeteci olarak şahsen benim görüşüm, Faruk Bildirici’nin de aşı, daha doğrusu bu salgın konusundaki bir bildirgeden aldığı bir cümle var, o cümlenin çok önemli olduğunu düşünüyorum, aktarıyorum: “Aşı karşıtlığı, komplo teorileri olabildiğince görünmez kılınmalıdır. Toplum sağlığını tehlikeye atan yaklaşımlar aktarılarak değil, geçersizliğini kanıtlayan bilimsel gerçeklere ağırlık verilerek yok edilebilir.” Sonuçta burada, herkes bir pozisyon almak durumunda, tek tek tüm bireyler. Kimisi karşı oluyor, kimisi yanında oluyor, kimisi bunun kamu sağlığıyla ilgili bilimsel uygulamalar olduğunu düşünüyor –ki ben öyle düşünüyorum–, benim öyle düşünüyor olmam başkalarının böyle düşünmüyor olmasına engel değil. Bunların yasaklanması, engellenmesi, hapse atılması vs. gibi bir çıkış değil; ancak burada bilimsel olduğunu düşündüğüm ve birçok insanın düşündüğü yaklaşımın hâkim kılınmasının bir yurttaşlık görevi olduğu kanısındayım, çünkü bu tür karşıtlıklar çok ciddi bir şekilde kamu sağlığını tehlikeye atıyor. Burada dile getirilen, çok yakınım insanlar var aşı olmayan, olmak istemeyen; belli bir yerden sonra tartışmanın imkânsız olduğunu yaşadığım deneyimlerden biliyorum. Belli bir yerden sonra, şunu söylüyor mesela bir tanesi: “Ya tamam işte, ben böyle düşünüyorum.” Bu kadar. Yani, çünkü ortaya atılan komplo teorilerini dillendirmek istemiyorum ama, bunların her biri hakkında söylenecek o kadar çok şey var, hatta bazıları hakkında hiçbir şey söylemeye gerek yok. 

Burada bir başka soru var karşımızda: Bu Cumartesi günkü mitingde gördüğümüz, birtakım pankartlarda da bu vardı, bu kişiler siyasî iktidara karşılar mı? İlginç bir şekilde iktidarın her türlü önlemine karşı çıkıyorlar, ama ısrarla “Bizim derdimiz iktidarla değil” diyorlar — bu ilginç. Neden böyle diyorlar? Tabii birincisi: Korkuyorlar. Yani Türkiye’deki Erdoğan’ın otoriter yönetiminden korkmamak mümkün değil — ki bunların bir kısmının normal şartlarda Erdoğan’a oy vermiş ve bundan sonra da verebilecek kişiler olduğunu pekâlâ düşünebiliriz, elimizde bu konuda çok bilgi var, görüntüler vs. bunu gösteriyor. Ama bir diğer husus da şu tabii ki, şöyle bir yaklaşım da var: “Ya, bizim derdimiz yerel iktidarla değil, bizim derdimiz küresel iktidarla.” Burada, “Dünyayı yıllardır yöneten, şu tarihte bunun startını veren bilmem ne yapan güçlerle mücadele ediyoruz” gibi bir iddia var. Şimdi bunlar aslında ciddiye alınacak iddialar değil; ama buna gerçekten inanan, değişik şekillerde inanan insanlar var ve bunlarla konuşulabilecek ya da tartışılabilecek çok fazla bir şey de yok. Tekrar söylüyorum: Onlarla konuşulabilecek çok fazla şey olup olmaması onların konuşma hakkı olmadığı anlamına gelmiyor; ama bu komplo teorileri meselesi gerçekten dünyayı birçok yerde kilitleyen bir husus. 

Örneğin iki gün önce 11 Eylül’ün 20. yılıydı. Benim özel olarak çok önem verdiğim bir olaydır El Kaide. 11 Eylül’ün 20. yılında yayın yapmadım. Genellikle 11 Eylül’lerde yayın yaparım, yorumlarım; ama her seferinde aynı şeyle karşılaşmak insanı inanın çok bıktırıyor, hâlâ benimle dalga geçenler var; “Sen ona mı inanıyorsun, bunu işte şunlar yaptırdı, bunlar yaptırdı, aslında onlar yıkılmadı, aslında uçak yoktu” şudur budur gibi bir yığın argüman var ve bunların neye dayandığı konusunda ortaya sürülen, kanıt diye sürülen şeylerin hiçbir karşılığı olmuyor ve ondan sonra da belli bir yerden sonra insan hakikaten illallah diyor; ama buradaki mesele çok ciddi bir mesele, yani 11 Eylül’ü kimin yapıp yapmadığı tartışmasında, bir yerden sonra, “Ne anlamı var? İsteyen istediği gibi inansın” diyebilirsiniz; fakat burada, Türkiye’nin günde hâlâ 200’ün üzerinde insanını kaybettiği bir salgın sürecinde, bu tür küçümseyici, alınan –ki yeterli olmadığı belli olan– önlemlerin de içeriğini boşaltmaya yönelik çıkışlar konusunda her şeyden önce çok ciddi bir toplumsal bilinç ve duyarlılık geliştirilmesi gerekir; fakat Türkiye birçok anlamda sivil toplumun felç edildiği bir ülke olduğu için, iktidar işine geldiği kadar toplumun önünü açıp, işine gelmediği yerde toplumun önünü kapattığı için ve bu olay da iktidar tarafından ve hatta belki de muhalefet tarafından eninde sonunda bir oy hesabıyla görüldüğü için, çok fazla baş edilebilecek bir husus gibi gelmiyor. 

Zor bir iş, bunun çok ciddi bir şekilde tartışılması gerekiyor; tabii bu tartışmalardan bir şey çıkacağı anlamında değil, ama kafası karışık olanların eline tutunabilecekleri birtakım argümanlar vermek açısından bu özgürlükler meselesinin, halk sağlığı, toplum sağlığı, kamu sağlığı meselesinin ciddi bir şekilde gündeme alınması gerekiyor. Çünkü biliyoruz ki birçok yerde, Türkiye’de de, Anayasa’da, yasalarda en önemli husus, belli sınırlamaların güvenlik vs. ve tabii ki kamu sağlığı gözetilerek yapıldığını biliyoruz — ki buna kimsenin bir îtirazı yok. Tabii buradaki mesele şu: Buna îtiraz edenler, bütün bu şeylere îtiraz edenler diyorlar ki: “Esas siz kamu sağlığını tehlikeye atıyorsunuz.” Bu yaklaşım Türkiye’de güçlenir mi açıkçası çok emin değilim, pekâlâ olabilir. Sonuçta bir miting düzenlemeye kadar, yasal bir miting düzenlemeye kadar gidebildiyse insanlar, bunun karşılığı var. Buradan bir örgütlenmeye geçer mi? Açıkçası ona çok emin değilim; çünkü birbirinden farklı, birbirinden çok ayrı dünyalardan insanların geldiği bir platform gibi gözüküyor. Burada örgütlenmek, birlikte hareket edebilmek falan çok olabilecek bir şey değil; ama bu haliyle bile insanların kafasını karıştırabiliyorlar, bunu da özellikle not etmek lâzım. Evet, zor bir konu; ama insanların, herkesin, madem bir miting yapıldı, orada insanlar duruşlarını gösterdiler, ben de burada, bu mitingde dile getirilenlerin yanlış olduğunu söylemek durumunda hissettim kendimi. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.