Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

TÜGVA soruları

2014’te kurulup devlet desteğiyle ülke çapında hızla örgütlenen Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA), İngilizce GONGO (government organized non-governmental organization/ evletin kurduğu sivil toplum kuruluşu) denilen kurumların çarpıcı bir örneği. Dolayısıyla siyasi iktidarın güç kaybı TÜGVA’yı olumsuz anlamda etkiliyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin AKP döneminde kendisine tanınmış imtiyazları iptal etmesinin ardından gelen sızmalar TÜGVA’yı zor günlerin beklediğinin habercisi.

Yayına hazırlayan: Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin gündeminde TÜGVA var. TÜGVA, Türkiye Gençlik Vakfı’nın kısaltması. Sosyal medya üzerinden listeler yayınlandı; eski bir TÜGVA çalışanı sızdırdı listeleri ve Metin Cihan yayınladı. O zamandan beri süren bir tartışma var ve giderek daha da büyüyeceğe benziyor. TÜGVA’nın adını daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin birtakım uygulamalarında görmüştük. Ekrem İmamoğlu döneminden önce, AKP döneminde TÜGVA’ya tahsis edilen birtakım yerlerin, özellikle en son olarak Büyükada’daki iskelenin devralınması sürecinde yaşanan gerginlikte görmüştük. Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA) 2014 yılında kurulmuş olan bir vakıf. Çok büyük bir iddiası var; “Gençliğin geleceği, geleceğin gençliği” sloganıyla kuruluyor ve kuruluşundan itibaren Erdoğan ailesi bu vakıfta çok önemli bir yer tutuyor — özellikle Bilal Erdoğan burada Yüksek İstişâre Kurulu’nda. TÜGVA’nın genel merkezinin2018’deki açılışına Erdoğan katılıyor; Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, İçişleri Bakanı Soylu, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, Gençlik Spor Bakanı Numan Kurtulmuş, İstanbul Valisi, dönemin Belediye Başkanı Mevlüt Uysal vs.. 2014’te kurulan bu vakfa, 17 Ekim 2016’da Bakanlar Kurulu kararıyla vergi muafiyeti tanınıyor. Bu aslında bir aile vakfı diyebiliriz, öyle gözüküyor. Erdoğan ailesinin ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın koruması altında kurulmuş olan, onun bir dönem çok dile getirdiği, ama ne zamandır çok telaffuz edilmeyen “dindar nesil yetiştirme” amacıyla kurulmuş olan bir vakıf. Tabii ki dindar nesli tek başına bu vakıfla kurma iddiaları yoktur; ama bu vakıf bir anlamda onun lokomotifi gibi gözüküyor. 

Bakalım: Kendi sitelerinde gördüğümüz kadarıyla şu âna kadar 91 361 etkinlik, 480 bin kişiye ulaşmış, 51 130 bir gönüllüsü olan, 81 ilde faaliyet gösteren, temsilcilikleri olan bir vakıf. Bu olağanüstü bir şey, 81 ilde bulunan bir vakıf Gençlik Vakfı. Her yerde bulunuyor, 38 tane öğrenci yurdu var. En son bildiğim kadarıyla rakam, pardon, 58 olabilir. İki ayrı kaynakta farklı gördüm; ama yani 50 civarında öğrenci yurdu var diyelim. Bildiğim kadarıyla öğrenci yurtlarının hepsi erkek öğrenci yurdu, ama sadece üniversite öğrencilerine değil her tür gençliğe hitap etme iddiasındalar ve bu vakıf şimdi bazıları tarafından “paralel devlet örgütlenmesi” olarak adlandırılıyor, çünkü özellikle devlet kadrolarının istihdamında bu vakfın önemli bir rol oynadığı, burada hazırlanan listelerdekilerin devletin önemli yerlerine yerleştirildiği söyleniyor, iddia ediliyor; kendileri yalanlıyorlar, ama şunu biliyoruz ki, zaten özellikle darbe girişiminin ardından, mülâkatın her şeyin önüne geçtiği bir sistemde kayırmacılığın, partizanlığın yaygın olduğunu biliyorduk ve bu anlamda da iktidar ortaklarının –hem AKP hem de MHP’nin– çok ciddi bir şekilde kadrolardan istifade ettiklerini biliyorduk ve bunun birtakım aracı kurumları olması da hiç şaşırtıcı değildi. TÜGVA’nın böyle bir fonksiyon üstlendiği iddialarını bu anlamıyla hiçbir şekilde yabana atmamak gerekiyor; çünkü buraya öğrenciler; lise ama daha çok üniversite öğrencileri geliyorlar, bir yığın imkâna kavuşuyorlar, burs buluyorlar, aktivitelere gidiyorlar, birtakım seminerlere katılıyorlar, meslek edinme seminerinden başka bir sürü şeye ve en önemlisi de bir şebekenin, ağın içerisine giriyorlar, ilişki kuruyorlar, birbirleriyle tanışıyorlar. Daha da önemlisi, devlet tarafından korunup kayırıldığı belli olan bu vakfın imkânlarıyla, önlerinde devlet çok ciddi bir şekilde ulaşılır oluyor. 

Şimdi, bunun bir ayağı tabii ki iş bulma; ama bir diğer ayağı da iş yapma. Yani illâki sizin devlet memuru olmanız gerekmez; ama diyelim ki müteahhit olursunuz, devletin değişik kurumlarından ihâle almanız gerekir, bu ilişkilere ihtiyacınız vardır; avukat olursunuz, bunların davalarını alırsınız ya da diyelim ki, yargıda işleriniz kolaylaşır vs.. Bu tür network’ler, yani şebekeler gerçekten çok önemlidir ve bunları şu âna kadar Türkiye’de birçok yer yapıyor, ama esas olarak cemaatler yapardı. Hâlâ yapmaya çalışıyorlar. Tabii ki bunun pîri Fethullahçılıktı; zaten “paralel devlet örgütlenmesi” iddiasının dile getirilmesinin nedeni de, “Fethullahçılar gitti, yerine bunlar geldi” benzetmesinden hareketle yapılıyor. Şimdi, cemaatler ne yapardı? Pansiyonlar, özel dershaneler ya da özel okullar kurarak burada yetiştirdikleri gençlerin içerisinden, hepsi olmasa bile bir bölümünü, önemli bir bölümünü kendilerine bağlayarak, ondan sonra bunlar aracılığıyla güçlerini artırma yoluna giderlerdi; devlet içerisinde ya da özel sektörde örgütlenerek bunlar birbirleriyle bir dayanışma içerisine girerlerdi. Fethullahçılık bir dönem bu sosyal ağlarda bayağı merkezî bir rol oynadı, tekelleşti. Eğitim konusunda, dershane konusunda kimse onlarla yarışamaz oldu ve birçok cemaat de resmen devre dışı kaldı. Fethullahçılık hepsini yuta yuta gitti. Hatta öyle oldu ki, başka cemaatlerden insanlar çocuklarını Fethullahçıların yurtlarına, okullarına yollar oldular; çünkü başarılı diye bayağı bir nâmı da çıktı. Halbuki öğrendik ki bunun bir kısmı başarı, ama büyük bir kısmı da çalınan sorular üzerinden ya da “edinilen” sorular diyelim –çalma değil de, genellikle kendileri hazırlayıp kendileri veriyorlardı herhalde bu soruları–, edinilen sorular üzerinden, Fethullahçıların okuluna gitmek, iyi yerlerde istediğin üniversiteye girebilmenin kapısını açıyordu. 

Şimdi de Fethullahçıların bu büyük tasfiyesinin ardından geniş bir alan açıldı ve anlaşıldığı kadarıyla en önemli soru bu: Erdoğan niçin böyle bir şey yapıyor? Çünkü her ne kadar bütün cemaatlerle ilişkisi olsa da hiçbirisine tam olarak güvenmediği için kendi cemaatini kendi kurmak istiyor. Öyle diyebiliriz ve TÜGVA da burada çok önemli bir rol oynuyor; çünkü sosyal alanda her türlü İslâmî çalışmanın ilk adresi esas olarak gençlerdir. Gençlerdir, çünkü çok ihtiyacı olan ve bu ihtiyaçların büyük bir kısmı aileleri tarafından karşılanamayan, orta ve alt sınıflardan çocukların, gençlerin ihtiyaçlarını karşılamak her zaman cemaatler için çok önemli şeylerdir. İşte Erdoğan bu alanı doldurmaya çalıştı ve bayağı da bir yol katetmiş olduğu anlaşılıyor. Her ilde örgütlenmiş, fakat burada çok önemli bir fark var: Bu bir sivil toplum kuruluşu değil. Batı’da sivil toplum kuruluşlarına “NGO” denir, yani “non-governmental organization”, yani hükümet dışı, devlet dışı örgütlenmeler. Bir de GONGO var, bunlar da “government organised non-governmental organization”. Yani devlet tarafından örgütlenmiş devlet-dışı örgütler. İşte TÜGVA tam buna bir örnek. Dünyanın birçok yerinde, sivil  toplumun, sivil toplum kuruluşlarının öne çıktığı yerlerde, özellikle otoriter ve totaliter ülkelerde, bunlarla baş etmek isteyen, bunların önünü kesmek isteyen ama bunların karşıladığı ihtiyaçları da gören devletler, kendi denetimleri altında bu tür yapılanmalara gidiyorlar ve bunlar “GONGO” oluyor. Bakıyorsunuz, kendini sivil toplum örgütü olarak gösteriyor, mesela diyor ki: “Yoksullara yardım dağıtıyoruz” ya da diyor ki: “Gençlere okul imkânı sağlıyoruz, burs sağlıyoruz, sanat alanında şunları şunları destekliyoruz. Bunları ne için yapıyoruz? Birtakım insanlar bize para veriyor, yardım ediyor zenginler ve biz bunları ihtiyacı olanlara dağıtıyoruz.” Ama sonra bir bakıyoruz ki buradaki temel husus, bu alanın sivil birtakım kişi ve kuruluşlar tarafından doldurulmasının önüne geçmek için resmî olarak yapılan müdahaleler. 

Şimdi, burada çok ince bir nokta var. Birçok örnekte görüyoruz, buna benzer başka kuruluşlar da var. Bu örneklerde bir kere en önemli ihtiyaç para, mekân — yani mekân için de para gerekiyor, taşınmazlara da ihtiyaçları var, birtakım medya imkânlarına da ihtiyaçları var, kadroya ihtiyaçları var. Neresinden bakarsanız bakın, 81 ilde örgütlenmek için çok ciddi bir şekilde maddi imkâna ihtiyacınız var, paraya ihtiyacınız var. Para nereden geliyor? Kimi zaman devletten geliyor. Bakıyoruz: TÜGVA’da devletin değişik bakanlıklarıyla imzalanmış çok sayıda protokoller var, belediyelerden temin edilen mekânlar var, yok parasına verilenler de var, hatta hîbe edilenler de var ve böyle bir yerde siz paraya ulaşmakta çok zorluk çekmiyorsunuz; çünkü devlet size bütün imkânlarını, sosyal devlet olarak yapması gereken, doğrudan vatandaşa vermesi gerekenleri size veriyor, siz vatandaşa veriyorsunuz ve dolayısıyla siz devlet eliyle bir şekilde popüler oluyorsunuz.

Tabii, burada bir başka ayak da şu: Dvletle iyi geçinmek isteyen iş insanları da buralara para akıtıyorlar. Yani diyelim ki bir yerde ihâle almak istiyorsunuz –işin yolsuzluk kısmını, doğrudan devlet görevlisine para verme vs. kısmını ayrı tutuyorum– ama şu size söylenebiliyor: “Tamam, bu işi alırsınız; ama şu, şu kuruluşa da bir yardım edin, makbuzunu görelim.” Bu şekilde yıllardır yapılan ve sorulduğu zaman da, “Ne var bunda yani? Hayır işi” diyerek çıkılan, yasadışı olmadığını ileri sürülen –ki muhtemelen yasalara aykırı değildir– uygulamalar var. Sonuçta siz, devletle iş yapmak isteyen ya da devletin size dokunmasını istemeyen birisiniz diyelim; ilk akla gelen şey, devlet tarafından gözetilen bu tür bir kuruma, sivil görünümlü bir kuruma yardım yapmaktır. Sonuçta dersiniz ki: “Ya, ben o kadar şuraya para verdim ettim, bina hediye ettim, bağış yaptım” vs. Bunlar aynı zamanda iktidarın gözüne girmenin yolları. TÜGVA, bakıyoruz ki muazzam bir hız kazanmış. Türkiye’de, dünyada da aslında böyle bu kadar kısa süre içerisinde gençlik alanında bu kadar örgütlenebilmek olağanüstü bir şey. Mesela Millî Görüş hareketinin çok eski bir Millî Gençlik Vakfı vardı. Belli ki TÜGVA bir anlamda ondan esinlenmiş, ama Millî Gençlik Vakfı daha çok siyaseti öne alan bir vakıftı; tabii ki eğitim vs. faaliyetleri vardı, ama Refah Partisi’nin ya da daha sonra Fazilet Partisi’nin gençlik kolları gibiydi. Onun onca zaman, yıllar boyunca elde edemediği başarıyı TÜGVA’nın elde etmiş olduğunu görüyoruz. Sonuçta buraya girdiğiniz zaman, bir kere her türlü imkâna; yani bir öğrencinin, bir gencin ulaşmakta zorlanacağı, ailesinin kendisine temin edemeyeceği birçok imkâna ulaşabiliyorsunuz: kalacak yer, kırtasiye yardımı, değişik eğitimler vs.. Ama onun ötesinde tekrar söylüyorum: Bir network’ün içerisine giriyorsunuz. Baştan biliyorsunuz: Bu zaten iktidarın gözettiği bir yer, buraya adımınızı attığınız zaman, o yurda vs.’ye adımınızı attığınız zaman, iktidarın saflarına da adımınızı atmış oluyorsunuz ve eğer kafaya takarsanız buradan hızlı bir şekilde yükselebiliyorsunuz. Zaten, her gün yeni bir haber çıkıyor: TÜGVA’cı şuraya atandı, TÜGVA’cı buraya atandı vs.. Ama burada çok ciddi bir sorun var. Sonuçta cemaat demek tek başına para demek değil. Cemaatin bir öğretisi olması gerekiyor, bir karizmatik lideri olması gerekiyor, orada bir şekilde yeni birtakım faaliyetlerin olması gerekiyor. Erbakan zamanında, onun ilginç bir özelliği vardı: Ona “Hoca” derken, “Erbakan Hoca” derken, sadece profesörlüğüne yani mühendisliğine değil, aynı zamanda din konusundaki bilgisine de atfedilirdi. 

 Çok büyük iddialar vardı Erbakan hakkında — yani onun dinî bilgilere hâkimiyeti konusunda. Bir tür ululaştırılırdı. Sonuçta, diyelim ki Milli Gençlik Vakfı’nın böyle bir şeyi vardı, Erbakan’la kurulan ilişki hem dünyevî –yani siyaset– hem de uhrevî –yani İslâmî– bir ilişki olabiliyordu; fakat burada Erdoğan’ın, ne kadar dindar olursa olsun böyle bir şeyi yapma imkânı, hele oğlu Bilal’in yapma imkânı hiç yok. Burada bir Erbakan yok, ya da daha önemlisi bir Fethullah Gülen ya da Zahid Kotku ya da bir başka tarikat şeyhi ya da cemaat lideri görünümünde kimse yok. Dolayısıyla siz siyasî bir parti ve siyasî iktidar üzerinden bir İslâmî cemaat örgütlemeye kalkıyorsunuz ve bu bir yerde tökezliyor, çok ciddi bir şekilde tökezliyor. Nerede tökezliyor? Siz siyâseten başarısız olduğunuz olduğunuz andan itibaren burası da tökezliyor. İşte, şimdi bu belgelerin sızmasının tam da AKP’nin ve Erdoğan’ın oylarının iyice azaldığı bir zamana denk gelmesi bence hiç şaşırtıcı değil. En önemli hususlardan birisi bence bu. “Neden şimdi?” sorusunun cevabı bence budur. Bu çünkü, dini çok öne alan, önemseyen, zaten birçok referansına baktığınız zaman hep “medeniyeti yeniden ihya ve inşa edecek nesilleri yetiştirecek bir vakıf” iddiası var. Bunların hepsi dinî söylemler; ama biliyoruz ki bu dinî söylem görünüşte bir dinî söylem, ama esas olarak yaşanan dünyevî bir olay var. 

İktidar nimetlerinden değişik aşamalarda yararlanmanın bir yolu burası ve ondan sonra, iktidar olduğu müddetçe bu var; ama iktidar gittiği andan itibaren bu yok. Ne oldu mesela? İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi kaybedilince, TÜGVA çok ciddi darbe yedi ve benzeri kuruluşlar darbe yedi; imkânları, imtiyazları ellerinden alınmaya başlandı. Bunlar çalışarak edinilmiş, kazanılmış şeyler değil. 2014’te kurulmuş bir vakıf bu kadar kısa süre içerisinde nasıl bu kadar yaygınlaşır? Neyi ne yaptılar da nasıl başarılar sergilediler de bu kadar büyüyebildiler? Bu tamamen iktidar gözetiminde kayırılmakla yapılan bir şeydi. Kayırmanın önü kesildiği andan itibaren, iktidar gittiği andan itibaren, bunlar ayakları üzerinde durabilecek yerler değil. Şunu vurgulamak lâzım: Birçok dinî cemaat aslında devletten de çok nemâlanmıştır; ama esas olarak kendi ayakları üzerinde durur, durmaya çalışır ve devletle arası açılmaya başladığı zaman bile hâlâ kendi varlığını sürdürür. Mesela bugün Süleymancılar bir ölçüde öyledir; AKP’yle araları iyi değil ama hâlâ varlıklarını sürdürüyorlar; fakat kendilerini AKP’ye iyice bağlamış olsalardı, şimdi onlar da AKP’yle beraber düşüş içerisinde olacaklardı. Nitekim birtakım Nakşibendî kolları, AKP’yle alabildiğine içli dışlı olmuş özellikle İsmailağa gibi cemaatlerin ve bir anlamda Adıyaman Cemaati’nin de önümüzdeki dönemde çok ciddi kriz yaşayacağını düşünüyorum; çünkü AKP iktidarında, öz kaynaklarıyla değil sübvansiyonla büyümeyi, şişmeyi tercih etmişlerdi. İşte bunlar, sübvanse edilen bu yerler kendi toplumsal ayaklarını aşındırdıkları için –ki TÜGVA gibi yerlerde bu toplumsal ayaklar zaten yoktu–, dolayısıyla iktidar gittikten sonra da bunların ömrünün çok da fazla uzun olmayacağını, uzun olsa bile etkilerinin giderek azalacağını öngörmek hiç şaşırtıcı olmayacaktır. Bir sonraki seçimde Erdoğan kaybederse, o 81 ildeki örgütlenmenin giderek azalacağını, gönüllülerin sayısının giderek azalacağını ve de bu tür ifşaların giderek artacağını kesinlikle söyleyebiliriz. Yani, o tam buraya uyuyor mu bilmiyorum, ama “kılıçla gelen kılıçla gidiyor, iktidarla gelen iktidarla gidiyor”. Bunlar, gerçek anlamda sosyal hayatın içerisinden çıkmış, ihtiyaçları karşılamak için çıktıkları muhakkak, genç kesimdeki ihtiyaçları karşılamak için sun’î bir şekilde devlet eliyle türetilen yapılar. Türkiye’de AKP döneminde birçok geleneksel kurumun içi boşaltılırken, böyle birtakım yeni kurumların önleri açıldı; ama bunların ömürlerinin de iktidarla eşzamanlı olacağını tahmin ediyorum ve şu anda o dramatik ve belki de trajik sonun ilk günlerini bir sızıntıyla beraber yaşıyoruz. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.