Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Erdoğan geri adım atmaz mı?

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı 

Normalde bugün bir yayın yapmayı düşünmüyordum. Çünkü birazdan “Transatlantik”te Ömer Taşpınar ve Gönül Tol ile birlikte olacağız. Akşam da “Adını Koyalım” var. “Yüzümü fazla eskitmeyeyim” dedim — şaka bir yana, eskiyecek bir hâli kalmamış zâten. Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Azerbaycan dönüşü uçakta söylediklerini görünce dayanamadım, bu yayını yapıyorum. “Geri adım atmam, benim kitabımda geri adım yok. Ben taarruz hâlindeyim” diyerek, büyükelçilik meselesinde geri adım atmadığını ileri sürdü Cumhurbaşkanı. 

Önce şu fotoğrafa bir bakalım; bu uçaktaki fotoğraf. Yani bunca yıllık gazeteciyim ve değişik yerlerde çalıştım, Ankara’da da çok bulundum; açık söyleyeyim: Bu fotoğraftakilerden çok az kişiyi tanıyorum. Aslında birisi oturup yapsa bunu, ne güzel olur: Erdoğan’ın uçağındaki gazeteci profilinin nasıl değiştiğini ele alsa, başlı başına bir şey olur. Zâten şu anda gördüğünüz bu gazeteci profili de Erdoğan’ın şu hâliyle gücünü ne kadar kaybetmiş olduğunu gösteriyor bize. Bunu açık ve net bir şekilde söylemek lâzım. Artık tamamen kendine bîat eden isimlerden ibâret ve onlar sadece böyle –nasıl söyleyeyim? – şike sorular soruyorlar… Meselâ bu uçaktaki sohbette görüyoruz. Birçok sorunun zâten önceden cevabı verilerek sorulmuş sorular olduğunu görüyoruz. 

Neyse, “geri adım” meselesine gelelim. Geri adım olayında, “Bende geri adım yok” olayında şunu yapmak istemiyorum; onu zâten yapan çok olmuş: Sosyal medyaya baktığınız zaman Erdoğan’ın geri adımları… Meselâ Rahip Brunson: “Bu can bu bedende bulundukça” diye o meşhur cümleyi söylemişti, ama Trump devreye girince Rahip Brunson öyle hızlı bir şekilde tahliye oldu ki, tahliye olur olmaz da 2-3 gün sonra soluğu Beyaz Saray’da aldı. Şu fotoğraf da olayı özetliyor aslında. Rahip Brunson’ı Erdoğan içeri attırmıştı, Trump içeriden çıkarttı. Ve o can o bedende hâlen duruyor. Bu çok bâriz bir geri adımdı. Bir diğer olay: Deniz Yücel olayı. Gazeteci Deniz Yücel. Bu arada kendisi Almanya’da PEN başkanlığına seçilmiş. Onu da tebrik edelim. Deniz Yücel hakkında da her türlü çok kara propaganda yapıldı, çok ağır suçlamalar yapıldı. O da haksız bir şekilde içeri girmişti ve hak ettiği özgürlüğüne kavuştu. Ama burada yargı işlemedi. İki lider arasındaki görüşmelerin belirleyici olduğunu biliyoruz. Şimdi bütün bunlar geri adımların örnekleri; başka birçok örnek de vardır. Fakat buradaki sorun şu: Geri adım olur; zâten siyâset böyle bir şeydir. İleriye davranırsınız, geri adım atarsınız, müzâkere edersiniz, tartışırsınız, vs.. 

Siyâset budur ve Erdoğan’ın yaklaşık 20 yıllık iktidarı, hatta iktidara gelmeden önceki dönemde izlediği tutumlar da birçok ileri ve geri adımdan ibâret. Sonuçta hep ileriye doğru giden bir siyâsetçi değildi Erdoğan. İktidara gelene kadarki süreçte de birçok konuda geri adım atmıştı. Örneğin bizim Fehmi Çalmuk ile yaptığımız Erdoğan – Bir Dönüşüm Öyküsü kitabında –ki kitap Erdoğan’ın iktidara geldiği tarihte çıkmıştı, yani Erdoğan’ın muhalefette olduğu dönemde–, orada da Erdoğan’ın çok sayıda geri adımını zâten bir şekilde aradığınızda buluyordunuz. Ama önemli olan, bu adımların nasıl atıldığı ve adımı attığınız zaman sizin bir gücünüzün olup olmadığı. Yani geri adım illâki bir güçsüzlük belirtisi değildir. Aslında bir güç belirtisi de olabilir. Çünkü siz hâlâ ipleri elinizde tutuyorsunuzdur; birtakım denge politikaları izliyorsunuzdur. Ve Erdoğan’ın özellikle ilk yıllarında, iktidara gelme sürecinde ve iktidarın özellikle ilk yıllarında yaptığı büyük ölçüde buydu. Attığı ileri ve geri adımlarla kendisini bir dengeye oturtup, birtakım iktidar oyunlarında düşmanlarını ve müttefiklerini seçerek, onlara ayrı ayrı strateji ve taktiklerle yanaşıp ilişki kurarak iktidarını güçlendirmeyi bildi ve çok ciddi bâdireler de atlattı. Bütüne baktığımız zaman, daha önce de defalarca konuştuk, tekrar söylemekte yarar var: Erdoğan’ın müttefiklerine baktığınız zaman ve müttefikleriyle yan yana geldiğinde dile getirdiği, sahiplendiği söylemlere baktığınız zaman, sonraki değişimde çok bâriz değişiklikler var. Kimi zaman 180 dereceye varan değişiklikler var. 

Bir dönem çok ciddi bir şekilde devletin Kürt sorununa karşı yok sayan tavrını, inkâr tavrını mahkûm eden bir Erdoğan var; daha sonra da “Kürt sorunu yoktur” diyen bir Erdoğan var. Ya da Fethullah Gülen’le en kapsamlı ittifakı yapan, ona devletin bütün imkânlarını açan Erdoğan var, sonra ise Gülen’le savaşa giren ve onu devletin içerisinden ayıklamak için elinden gelen her şeyi yapan Erdoğan var. Tabii ki burada diğer aktörlerin de rolleri var. Onların tavır değişikliklerinin de önemi var; ama sonuçta baktığımız zaman, Erdoğan’ın hayatı hep ileri ve geri gidişlerden müteşekkil oldu ve bu aslında tüm siyâsetçiler için geçerli bir şey. 

Buradaki sorun şu: Erdoğan güç kaybettiği zaman… aslında bunun gerçek mîlâdı herhalde 2015 Haziran seçimidir; tek başına iktidarı kaybettiği andır, en çarpıcı andır. Bu anlamıyla bir dönüm noktasıdır. O tarihi mîlât olarak alalım ve o andan itibaren attığı ileri adımların büyük bir kısmı aslında kaçış adımı. Güç kaybetmesinden dolayı ileriye doğru daha da sert adımlar atıyor, daha keskin adımlar atıyor Erdoğan ve bunların önemli bir kısmı da duvara çarpıp kendisine geri geldi ve geri geldiği için de kendini toparlamaya çalıştı ve buradaki adımları çok daha net bir şekilde geri adım olarak bâriz bir şekilde gözüktü, arkasını getiremedi. Meselâ Rahip Brunson uçtu gitti, bitti. Deniz Yücel tahliye oldu ve başkaları… 

Osman Kavala’nın tahliye edilmemesinin en önemli gerekçesi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasıdır — ki Bahçeli en sonunda onun vatandaşlıktan çıkarılmasını bile –ne hakla bunu söyleyebiliyorsa– önerebildi. Burada artık geri adım attığı zaman, Erdoğan geri adım attığıyla kalıyor. Büyükelçilik meselesinde de “Ben atmadım” diyor. Anadolu Ajansı da zâten, “Büyükelçiler geri adım attı” diye verdi haberi; ama burada her iki tarafın da birbirine doğru gidişi var ve en bâriz geri adımı atan birisi varsa o da Erdoğan. Çünkü çıtayı her seferinde o kadar yükseğe çıkartıyor ki, meselâ “Bu can bedende kaldıkça” diyor ve adam sonra gidiyor. Gayet sakin bir şekilde “Yargı” dese, “Yargının kararıdır, ben karışmıyorum” dese ve adam gitse, biz o kadar bundan “geri adım” olarak bahsetmeyeceğiz.  Ama “Bu can bedende kaldıkça” deyip, Brunson’ın hapiste neredeyse müebbeten kalmasını söyleyen birisi, daha sonra o çıkınca çok ciddi bir şekilde geri adım atmış oluyor. Burada da aynı o şekilde konuştu: “Barındıramayız”, “Barındırmak zorunda mıyız?” “Dışişleri Bakanıma talimat verdim; persona non grata ilan edilmeleri için”. Bu ne demektir? Ülke dışına atılmaları için, yani yollanmaları için.  Ama sonra o Amerika Büyükelçiliği’nde yapılan açıklama –açıklama da değil, atılan bir tweet– ve bunun İngilizcesi başka Türkçesi başka, kimin söylediği belli değil vs.. Buna istinâden geri adım attılar. Dolayısıyla, “Tamam, kabul ediyoruz” diyen Erdoğan, aslında çok ciddi bir şekilde îtibar kaybetti benim gözümde; anladığım kadarıyla uluslararası alanda da ve hatta kendi kamuoyu, kendi tabanı nezdinde de. Ama burada da yine “Ben geri adım atmadım. Ben ileriye doğru gidiyorum, taarruz halindeyim.” O da çok acayip bir şey. Siyâsette, diplomasiden taarruz diye bahsetmesi… Her neyse. “Ben kendimden eminim, asla böyle bir şey olmaz” diyor. 

Osman Kavala’yla ilgili yine konuştu; çünkü en gözde konularından birisi. Orada da söylediği, “Avrupa Konseyi söyleyeceğini söyler, AİHM söyleyeceğini söyler; biz de kendimize bakarız” vs.. Bunu da birçok insan, “Demek ki hemen Osman Kavala da çıkacak” diye yorumluyor. İşte burada sorun var. Erdoğan ne kadar yüksek perdeden konuşursa, artık genellikle o tepki, “Demek ki Erdoğan bir tâviz verecek” şeklinde algılanıyor. Ben açıkçası böyle düşünmüyorum. Osman Kavala’yı maalesef elinden geldiği kadar içeride tutmaya çalışacağını düşünüyorum. Umarım bir an önce şu ya da bu şekilde çıkar; çünkü Osman Kavala’yı içeri attıran da Erdoğan, içeride tutan da Erdoğan. Bunu biliyoruz. Erdoğan, bir şekilde şu ya da bu hesapla çıkmasının talimatını verir; ama buradaki esas dikkat çekici husus şu: Büyükelçiler meselesi söz konusu olduğu zaman, “Yargımız bağımsızdır” vs. diye eleştiren ve öyle tavır alan Erdoğan’ın, Osman Kavala olayı geldiği zaman yargıya hiç referans vermediğini görüyoruz. Diyor ki: “AİHM söyler, Avrupa Konseyi söyler; biz de bakarız” Biz dediği kendisi, şahsı yani. “Bakarız, ona göre biz kendi sözümüzü söyleriz.” Yani burada yargı margı yok; aslında çok açık bir îtiraf var. Burada da zâten öyle bir sorun var. 

Erdoğan’ın son dönemdeki çıkışlarında, o sert çıkışlarında, ülkedeki otoriter sistemi her geçen gün daha net bir şekilde resmediyor olması var. Gücünü göstermeye çalıştıkça Türkiye’nin demokrasiden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Ve bunu yaparken de aslında kendisinin ne kadar güçsüzleştiğini gösteriyor. Sonuçta çok sayıda geri adım var. Hep vardı, ama artık her geri adım Erdoğan’ın aleyhine işleniyor; yani geçmişteki yaptığı birtakım geri adımların sonunda ileriye doğru birtakım başka hamleler gelebiliyordu. Yani mutlak anlamda bir geriye çekilme söz konusu değildi. Ama şimdi Erdoğan tamamen savunmada, iktidarını kaybediyor, gücünü kaybediyor ve onu tutmaya çalışıyor; tutamıyor ve bunun verdiği bir telaşla ve öfkeyle hep yüksek perdeden konuşuyor; ama bunları hayata geçirmesi mümkün olmuyor.

Bitirirken şunu özellikle söylemek istiyorum: Tam da bu noktada, bugünkü grup konuşmasını izlediyseniz, Erdoğan’ın orada yaptığı bir şeyi görmüşsünüzdür. Dört dakika falan galiba, Kemal Kılıçdaroğlu videosu gösterdi. Bunun içerisinde Kılıçdaroğlu’nun şehit cenazesinde saldırıya uğradığı olay da var. O cenaze de var. Ve Erdoğan, ülkenin tek adamı, tek lideri –öyle diyelim–, ülkeyi tek başına yöneten Erdoğan, grup toplantısında partili milletvekilleri ve kamuoyuna –çünkü herkes, bütün televizyonlar ânında canlı veriyor– dört dakika boyunca ya da beş dakika boyunca Kemal Kılıçdaroğlu propagandası yaptı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerini cımbızla çekmişler vs. — hiç önemli değil. Yani onu köşeye sıkıştıracaklarını düşündükleri görüntüler almışlar. Meselâ Kılıçdaroğlu’nun son dönemde yaptığı videolar –galiba evinden yapıyor o videoları–, oradan da görüntüler vardı. Sanki ülkeyi Kılıçdaroğlu yönetiyor; Erdoğan da iktidara tâlip. Tamamen artık iş tersine döndü. Ve Erdoğan bunu yapıyor. İşte bundan daha büyük bir geri adım olamaz. Eskiden Erdoğan, ileriye doğru konuşurdu, halka yönelik konuşurdu ve muhalefete öyle arada sırada, yani çok kabaca dalga geçerek konuşurdu. Ve muhalefet kendisine cevap yetiştirmeye çalışırdı. Zamanında Bahçeli, Deniz Baykal, sonra Kemal Kılıçdaroğlu… 

Hep verdiğim örnektir. Bir gün bir grup toplantısında Kılıçdaroğlu’nu canlı izledim. Kaç kere, 20’den fazla “Recep Bey, Recep Bey” diye, ya da “Erdoğan, Erdoğan” diye konuşuyordu ve niye bu kadar propagandasını yapıyor diye şaşırmış ve CHP’li birtakım Kılıçdaroğlu kurmaylarına da bunu söylemiştim. Nereden nereye geldik. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun videolarıyla Kılıçdaroğlu reklamı yapan bir tek adam var. Bu da zâten en büyük geri adım. Yani normal şartlarda, güçlü olduğu dönemlerde Erdoğan, kendisine böyle bir şeyi, grup toplantısında “Böyle bir video hazırladık; bunu gösterirseniz Kılıçdaroğlu’nu çok kötü sıkıştırırız” diyen bir danışmanını herhalde çok fazla yanında tutmazdı. Ama şimdi Kılıçdaroğlu videolarıyla ona cevap yetiştirmeye çalışıyor. İş tersine döndü. İşte en büyük geri adım bu. Bunu aslında yarın çok daha geniş bir şekilde ele almayı düşünüyorum — araya başka şeyler kaynamazsa. Bu başlı başına aslında Türkiye’nin nasıl bir eşiğe geldiğini ve Erdoğan’ın nasıl iyice gücünden uzaklaştığını bize gösteren bir olaydı. Evet birazdan “Transatlantik”te yine karşınızda olacağım. Akşam da ben çok konuşmuyorum zâten, “Adını Koyalım”da muhalefetin dış politikadaki duruşunu tartışacağız; Burak Bilgehan Özpek, Ayşe Çavdar ve Kemal Can ile. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.