Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Demirtaş haklı mı? Erdoğan Kürtler’i tamamen kaybetti mi?

Ruşen Çakır bu yayında, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın dün (12 Aralık) Medyascope‘a verdiği yazılı röportajda dile getirdiklerinden hareketle, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Kürtler’in büyük çoğunluğunun desteğini tamamen kaybedip kaybetmediği sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “İyi haftalar” diyorum ama, bu hafta çok kötü başladı. Mâlûm, sabahtan îtibâren TL çok ciddî bir şekilde değer kaybını sürdürdü. Merkez Bankası’nın müdâhalesi ile az buçuk toparlama var. Ama bir ara % 5’e yakın bir değer kaybı söz konusuydu. Günlük bir devalüasyon gibiydi. Yayına girdiğimde değer kaybı % 3 civarındaydı. Bakalım sonra ne olacak? Bugün saat 15.00’te de Cumhurbaşkanı Erdoğan, bakanı, kamu bankalarını, genel müdürlerini vs., herkesi İstanbul’da topluyor. Ben de tam o saatte ayrı bir yayında yeni ekonomi modelini konuşacağım. Onun için bu kısmı oraya bırakalım. Yeni ekonomi modelini biliyorsunuz; Bakan Nebati, “Ne Çin ne başka model; bu Türkiye modeli” demişti. “Yerli ve millî” bir ekonomi modelimiz var; onu bir saat sonraya bırakıp Kürt meselesine bakalım. Selahattin Demirtaş, Edirne Cezaevi’nden arkadaşımız Ferit Arslan’ın sorularını cevapladı. Dün gece bunu Medyascope’ta yayınladık. Bayağı da bir ilgi gördü; zâten Selahattin Demirtaş’ın siyâsî konularda söyledikleri, edebiyat ayrı bir kalem ama, siyâsî konularda söyledikleri çok ilgi görüyor. Sadece HDP’liler tarafından değil, onu sevmeyenler de en azından bir okuyorlar; çünkü neden cezaevine Erdoğan tarafından atılmış olduğunu kanıtlıyor diyeyim. Siyâset üretiyor, sorunlar üzerine çok direkt gidiyor ve doğrudan yorumluyor; kendi partisinden bazı insanların onun bâzı söylemlerinden rahatsız olduklarını tahmin ediyor ve biliyorum. Çünkü lâfı uzatmadan, çok fazla diplomasi yapmadan doğrudan konuşuyor. Bu röportajda da, muhâlefetin artık takılıp kalmaması gerektiğini, özellikle trollere bakarak hareket etmemesi gerektiğini ve birlikte hareket etmesi gerektiğini özellikle vurgulamış. Ama ben bugün söyleşinin en son sorusuna verdiği cevâbı ele almak istiyorum. O da, Erdoğan’ın Kürtler’le bir ilişkisinin kalıp kalmadığı meselesi. Önce onu bir görelim dinleyelim, ondan sonra devam edelim:

“Erdoğan’ın ne yapıp yapmayacağı, doğrusu beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Biz, kendi yapacaklarımızla ilgiliyiz. Kürtler de Erdoğan’ın ne diyeceğini, ne yapacağını zerre kadar merak etmiyordur. Son yıllardaki uygulamaları, bir değerlendirme yapmak için yeter de artar bile. Bunca zulüm, baskı, tehdit, hakaret, kayyum, operasyon, tutuklama sonrasında Kürtler’in yüzlerini AKP-MHP’ye dönmesi mi bekleniyor? Buna yanıt vermek benim için züldür, Kürtler için de hakarettir. Olan oldu, bitti. Bunun geri dönüşü, özrü, telâfîsi yoktur. Bunca şeyin bedelini siyâsette aynı ölçüde ödetmeden Kürtler yola devam edemezler. Türkiye’de değişim başladı. Hem HDP hem de Kürtler bu değişimin öncüsü, parçasıdırlar. Eski kalıplara, alışkanlıklara ve şablonlara göre düşünmeyi, siyâset yapmayı herkes terk etmelidir. Yeni bir dönem başlıyor ve herkesin kazanacağı bir proaktif siyâset tarzını tutturmak zorundayız; şikâyet dilini, mağdur dilini, yardım isteyen dili terk edip kurucu iktidar misyonu ve özgüveniyle hareket etmek gerekir. Geleceğin Türkiye’sinde AKP-MHP yoktur, bitmiştir onlar. Şimdi artık, yeniyi inşâ etmek için demokrasi güçlerinin en geniş birlikteliğinin zamanıdır.”

Evet, Selahattin Demirtaş bu konu züldür benim için diyor. Ama benim için zül değil, çünkü işimiz bu. Bunu yorumlamak durumundayız; öteden beri konuşulagelen bir husus. Erdoğan’ın Çözüm Süreci’ni iptal etmesinden sonra ve “Zâten biz bu sorunu çözdük” demesinden sonra Kürtler’le ilişkisinde kendisi aleyhine bir gerileme var, bunu biliyoruz, oylara da yansıyor. Ama hâlâ bölgede, Güneydoğu’da Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde AKP’nin birinci parti olduğu yerler var, belediyeleri kazandığı yerler var — ya da ikinci parti olduğu yerler. Bu bir realite ve bu realite aslında Millî Görüş Hareketi realitesi. Daha ilk Millî Nizam Partisi, Millî Selamet Partisi kurulduğu andan îtibâren Kürtler’den hep belli miktarda, hattâ kendi Türkiye ortalamasının üzerinde oylar aldı. Bunu unutmamak lâzım. Burada tabii ki en önemli hususlardan birisi, Kürtler’deki dindarlığın Türkiye ortalamasının üstünde olması diyelim. Ve orada birtakım aşiret-tarîkat ilişkilerinin çok güçlü olması — ki PKK ile berâber bunlar büyük ölçüde aşındı, ama hâlâ varlığını sürdürüyor. Refah ve Fazilet partilerinde bunu gördük; daha sonra, ayrışmada Saadet Partisi’nin hâlâ varlığını sürdürdüğünü, ama oy tabanının esas olarak AKP’ye geçtiğini gördük Kürtler’de. 

Bu sâdece Güneydoğu’da değil, büyükşehirlerdeki Kürtler’de de böyle oldu. Büyükşehirlerdeki Kürtler’de tabii ki HDP yine en dikkat çeken parti; ama daha sonra AKP’nin ve CHP’nin belli güçleri olduğunu biliyoruz. AKP’nin CHP’den daha iyi durumda olduğunu biliyoruz. Bu arada son yapılan araştırmalarda, HDP seçmeninin özellikle Güneydoğu’da ikinci partisinin CHP olduğu bulgusu var önümüzde; ama bunu birazdan daha detaylı bir şekilde ele alacağım. Bu kolay kolay kopacak bir ilişki değil, çok tarihsel bir ilişki ve “Erdoğan hiçbir şekilde Kürtler’e seslenemez” gibi bir önermenin doğru olacağını sanmıyorum. Seslenir, seslenmeye devam eder. Kürtler’den de Erdoğan’a kulak kabartmaya devam edenler olacaktır. Ama çok önemli bir eşiğin aşıldığını düşünüyorum ve oradaki, bu harekete mutlak tâbi olma ve Millî Görüş Hareketi ve bunun devâmına tâbi olma anlayışının özellikle yeni kuşaklarda çok ciddî bir kırılma yaşadığını düşünüyorum. 

Kürtler’den hep bir oy alma potansiyeli var, ama bu adım adım geriliyor ve artık Kürtler net bir şekilde Erdoğan için ya da onun yerini alacak başka birisi için ya da yine aynı iddiadaki bir başka parti için hiç de çantada keklik değil. “Nasıl olsa bize verirler, nasıl olsa HDP’ye vermezler” şeklindeki yaklaşımların artık geçerli olduğunu sanmıyorum. Bir erime var, ama bu erime tamamlanmış değil. Sonuçta Güneydoğu’da hâlâ AKP’nin ve Erdoğan’ın belli bir karşılığı var. Yalnız burada şunu özellikle vurgulamak lâzım: Olaya genellikle Kürt sorunu bağlamında bakıyoruz ve Erdoğan’ın Kürt sorununu ihmal etmesi, “Çözdüm zâten” demesiyle berâber Kürtler’in kendisine olan ilgisinin azaldığını söylüyoruz; tabii bununla iç içe geçen bir diğer husus olarak, Erdoğan’ın MHP ile, Devlet Bahçeli’yle koalisyon yapması nedeniyle de böyle olduğunu düşünüyoruz. Bunlar tabii ki çok önemli hususlar; fakat işin bir başka boyutu da sınıfsal, yani ekonomik. Türkiye’de Kürtler, biliyoruz, gelir düzeyi anlamında Türkiye ortalamasının altındalar; nasıl dindarlıkta Türkiye ortalamasının üstünde ise, ekonomik anlamda da, gelir dağılım meselesinde de altındalar. Yani yoksulluk ve Kürtler, birlikte anılan iki ayrı kavram; yani Kürt yoksulluğu diye bir şey var. Kürtler’in yoksulluğu diye bir şey var. Erdoğan’ın artık ekonomide tam bir beceriksizlik, başarısızlık sergilemesi, krizin her geçen gün derinleşmesi ve buradaki sınıf farklılıklarının daha da netleşmesi, yoksulluğun ve yoksunluğun artması, devlet eliyle sağlanan birtakım sosyal hizmetlerin artık sağlanamaz olması ya da yeterli olmaması gibi nedenlerle de Kürtler’de Erdoğan’dan bir kopuş olduğunu, en azından ona bir mesâfe oluştuğunu hiç yabana atmamak lâzım. 

Yani olaya sâdece Erdoğan Bahçeli’yle ittifak yapıyor diye değil, son dönemde AKP iktidârından uzaklaşan seçmenin motivasyonlarıyla da bakmak gerekiyor; yani ekonomik nedenlerle de Kürtler’i kaybediyor. Burada soru aslında şu: Birçok olayda olduğu gibi, Erdoğan iktidarı kaybediyor, tamam, Erdoğan kaybetti, “Peki kim kazanıyor?” Soru işte burada: Erdoğan Kürtler’i kaybediyor, kaybetmekte, peki Kürtler’i kim kazanıyor? HDP’nin zâten belli bir ağırlığı var, oylarını koruyor, hattâ kimi araştırmalara göre birkaç puan artırdığı da söylenebilir, söyleyenler var; bütün baskılara ve engellemelere rağmen HDP varlığını sürdürüyor. Ama tüm Kürtler’in oyunu almak, Kürtler’in ezici çoğunluğunun oyunu almak gibi bir durumda değil — kolay kolay olacağa da benzemiyor.

Peki diğer partiler? Kılıçdaroğlu’nun birtakım çabaları olduğunu biliyoruz. Meselâ en son Şanlıurfa’ya gitti, Şenyaşar âilesini ziyâret etti; Diyarbakır’a gideceği söylendi, son anda iptal oldu. En son evinden yaptığı videoda, bu sefer temel hak ve özgürlüklerle ilgili birtakım çıkışlar yaptı. Kürt sözünü, kavramını kullanır oldu; Selahattin Demirtaş’ın haksız yere içeride olduğunu söyler oldu; ama bunların hepsi tek başına yetmiyor. CHP’nin, “Erdoğan’ın kaybettiği Kürtler’i” –öyle diyelim; yani HDP’nin tabanından oy almak gibi bir şeyden ziyâde, Erdoğan’dan şu ya da bu nedenle, kimlik siyâseti nedeniyle ya da ekonomik nedenlerle ya da ikisinin karışımıyla uzaklaşan Kürtler’i– kazanabilmek için CHP etkili bir çalışma yürütüyor mu açıkçası çok emin değilim. Bir niyet olduğunu biliyorum, ama o rezervler hep var; hep, bir adım atarken… yani bir tür mehter takımı gibi olduğunu söyleyebiliriz. 

Hep bir ayağı frende gidiyor CHP; o eşiği henüz CHP aşabilmiş değil. Halbuki şu anda Kürt seçmende, HDP dışında başka partilere ilgi duyma potansiyeli olan seçmende CHP’ye yönelik bir ilgi pekâlâ doğabilir, ama bu ürkeklikle bu yaşanmıyor. Diğer muhâlefet partilerine baktığımız zaman, Gelecek ve Deva partilerinin çok ciddi bir potansiyeli olduğunu biliyoruz Güneydoğu’da Kürtler nezdinde. Hattâ ilk anda çok ciddî bir ilgi de vardı; daha partiler kurulmadan önce, yani Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın ayrı ayrı parti kuracakları söylendiği zaman, özellikle muhâfazakâr Kürt seçmende çok büyük bir ilgi oluşmuştu; hızlı bir şekilde de örgütlendiler, belli bir tempoyu da yakaladılar, sık sık bölgeye de gider oldular; ama onlar da henüz bir eşiği aşmış değiller. Bunun nedeni Kürt meselesi konusunda yeterince konuşmadıkları mıdır, yoksa ülke genelinde güçlü bir parti olduklarını gösterememeleri midir? Bu uzun bir tartışma konusu; ancak onların da henüz kendi ulaşabilecekleri Kürt seçmen kesimine ulaşabildiklerini sanmıyorum; ilgi hâlâ var, ayrı ayrı: Daha ideolojik İslâmcı perspektiften bakanlarda Gelecek Partisi ve Ahmet Davutoğlu; daha ortada, sâkin bir şekilde bakanlarda da Ali Babacan ve Deva Partisi’ne yönelik bir ilginin olduğunu biliyoruz. Ama bu ilginin doğrudan katılım ve desteğe dönüşmesi aşamasına henüz gelebilmiş değil.

Saadet Partisi varlığını hep sürdürüyor; ama Saadet Partisi de kurulduğundan beri Kürtler’i mobilize edecek bir çıkış yapabilmiş değil, bundan sonra da yapabileceğini sanmıyorum. En son İYİ Parti geliyor; İYİ Parti’nin Kürtler’i kazanmak gibi bir derdi sanki yok. Neden yok? Çünkü bu konuda çok dikkatli davranıyorlar, orası muhakkak; genellikle kazanmaya yönelik bir şey yapmamakla birlikte, kaybettirecek hamleler de yapmamaya çalışıyorlar — öyle söyleyeyim. Yani böyle, tamâmen bu konuyu pas geçmek gibi bir yaklaşım var sanki; ama bunun tek başına yeterli olduğunu sanmıyorum. Bir de en son yaşadığımız Nihal Atsız anmaları olayında da gördüğümüz gibi, sâdece Kürtler’i değil, aslında her türden serinkanlı insanı rahatsız eden çıkışları da yapmıyor değiller. Hâlâ bir merkez sağ parti gibi davranamıyor İYİ Parti ve Meral Akşener. 1991 yılındaki seçimler öncesinde Süleyman Demirel Özal’dan iktidarı almaya tâlip olduğunda –ki aldı–, burada o çok ciddî çıkışını yaptı ve Kürt realitesini tanımaktan bahsetti, şeffaf karakollardan bahsetti. Sonra bunları hayâta geçirmedi, eyvallah, ama bunlardan en azından bahsedebilmişti. 

Normal şartlarda İYİ Parti’yi Doğruyol Partisi’nin devâmı gibi görme eğilimi en azından bende çok fazla var ve o ekolden gelen bir Meral Akşener’in Demirel’in o tarihte gösterdiği cesâreti –ki o bunu 90’lı yıllarda yapabilmişti– henüz gösteremiyor olmasını başlı başına bir yere not etmek lâzım. Sonuç olarak Erdoğan hâlâ Kürtler’de belli bir karşılığı olan bir lider; AKP’nin de bir karşılığı var. İktidarda oldukları müddetçe bunu da belli ölçülerde koruyacaklar; ama iktidârı kaybettikleri andan îtibâren bu tabanı koruyabilme ihtimalleri olduğunu sanmıyorum. AKP’ye yakın bâzı Kürtler, Erdoğan’ı Bahçeli’yi terk etmeye iknâ etmeye çalışıyorlar. Bunu doğrudan kendisine söyleyebildiklerini sanmıyorum; dolaylı bir şekilde sağda solda görüyoruz böyle şeyler, bunun etkili olabileceğini sanmıyorum. MHP ile yollarını ayırmış bir Erdoğan’ın Kürtler’den daha fazla destek alma ihtimâli teorik olarak var; ama Erdoğan’ın artık Bahçeli’yle bu kurduğu uzun süreli ilişki nedeniyle, tekrar eski, Çözüm Süreci’ndeki diline dönebilmesi de mümkün değil. Sonuçta Kürtler siyâsette çok aktifler, çok ilgililer; tüm Türkiye’nin kaderini ve kendi kaderlerini belirlemede etkili bir şekilde rol almak istiyorlar. HDP’nin bu anlamda çok ciddî bir karşılığı var; ama şu ya da bu nedenle HDP çizgisine yakın olmayan Kürtler’in önünde çok fazla bir seçenek yok. O az seçeneklerin başında da hâlâ AKP’nin ve Erdoğan’ın geldiğini not etmekte yarar var. Fakat bu değişebilir bir şey. Değişebilmesi için birilerinin burada buna tâlip olması gerekiyor. 

Henüz bâzı muhâlefet partilerinin Kürt oylarına doğrudan bu şekilde, yani “Biz Kürtler’in oyuna talibiz” diyerek tâlip olma noktasına aşamasına henüz gelemediklerini, hâlâ o ürkekliklerini atamadıklarını görüyoruz. Bunu atarlarsa ve belli bir şekilde sistemli bir şekilde sürdürürlerse, pekâlâ Güneydoğu’da ve Kürtler nezdinde sağda ve solda tekrar merkez partilerin belli bir etkisi yeniden olabilir; ama bu hemen ilk seçimde olabilecek bir şey değil. Fakat istikrarlı bir şekilde bunu yapmaya çalışırlarsa, orada merkez partileri için Güneydoğu’da Kürtler nezdinde hâlâ bir potansiyel var ve o potansiyelin önemli bir kısmının şu anda hâlâ AKP’de bulunduğunu düşünüyorum. Evet, saat 15.00’te “yerli ve millî ekonomik modelimiz”i konuşmak üzere. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.